# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
ROYAL HUNT – A Life To Die For
| 12.12.2013

Akıl almaz formülize yaklaşımlar.

Baha ÖZER

Çok dramatik! Kolay değil aslında yıllar önce müzik yapmaya başlamışsın, bir grup oluşturmuşsun ve senelerce orijinalitesi yüksek bir tarz yakalayıp insanlara bunu sunuyorsun. İnsanlar ise geçmişten gelen bu birikimin benzer yansımalarını dikkatlice dinliyor ve takdir ediyor. André Andersen grubu ilk kurduğunda nasıl bir müzik icra etme konusunda kendi kafasında fikir birliğine girişmişken ilerde de bunun benzer yansımalarını göreceğinden kanımca şüphe duymamıştır. Çünkü çocukluktan itibaren mükemmeliyetçi yetişme tarzının getirdiği ve tutkunu olduğu klasik ve barok müziğin o ciddi kulvarlarlarında dolaşmasının mevyesi de tahmin edersiniz ki böyle olacaktır. Sırf böyle düşünmesi sonucunda var olduğu noktayı tarif etmek hiç de zor değil. Konserlerdeki o ciddi tavrının altında yatan düşünceler, konser sırasında bir gitarın, bir davulun o anda nasıl çalınması gerektiği, bir melodinin aslına uygun yorumlanması zorunluluğunda olması gibi yaklaşımlar da kendisinin bu mükemmeliyetçi tavrının sonucudur. Gerek grubu Royal Hunt’ın başyapıtı sayılan “Paradox” ve gerekse de “Show Me How To Live” albümünde grubun geçmişine yönelik bilgiler verdiğimiz için sözü edilecek olan bu tanıtımda buna benzer bilgilere yer verilmeyecektir.

Müziği mekanik olup da aynı zamanda duygusal olabilen kaç gruba rastladınız? Veya progresif metal türü içinde yer alıp da aynı zamanda senfonik olabilen ancak yalnızca hard rock ve melodik rock türlerini de içerisinde barındırabilen kaç grup dinlediniz? Şöyle düşünüp de cevap vermeniz eminim ki zor olacaktır. İşte Royal Hunt içerisinde barındırdığı bu zenginlik ile yıllardır aynı pencereden bakıp durmakta. Çok daha önceden işledikleri sci-fi konseptleriyle, aşk-sevgi şarkılarına geçit vermeksizin yazdıkları gerçekçi şarkı sözleriyle kendi alanında belki de tek başına yürüyüp duruyor. Eski albümleri göz önünde bulundurduğunuzda “Moving Target”, “Fear“, “Mission” gibi çalışmalarına baktığımızda belli olan ses içerisindeki o mekanik tınıları çok rahat alabilirsiniz. Bunu da André Andersen o kadar usta bir şekilde beste yapısına yerleştiriyor ki ardından gelen klavye solo veya gitar solo sizi aniden duygusal bir dünyanın içine çekebiliyor. Geçmişten gelen formülize yaklaşımları da aynı şekilde bugün bile başarıyla uyguluyorlar. “Paradox” albümündeki klavye tonlarını ya da gitar tonlarını -misal olarak veriyorum- bir başka albümünde kullanabiliyorlar. İnsanlar çoğu zaman bunu kabulleniyor ama bazı dinleyiciler ise gerçekten de bundan rahatsız olabiliyorlar.

oyal Hunt müziği deneysel bir yapıyı desteklemez. Çünkü bestenin çıkış yolu bu yapıyı kabullenmez, o yüzden de hep ucu kapalı, hep aynı çerçevede dönüp duran bir melodi anlayışları vardır. İnsanlar bazen değişiklik bekliyorlar kendilerinden fakat André Andersen’in bu kendinden emin tavrı neticesinde o klasik müzik ciddiyetinden çıkmayı da pek düşünmüyor. Bana göre ise bu durumun çok fazla negatif yönü yok, çünkü yaptıkları işi fazlasıyla iyi yapıyorlar, defalarca aynı pencereden bakan formülize albümler yaratsalar da… Çünkü zaten başka bir yerde rastlayamayacağınız bir ton sentezvari melodinin mükemmel bir şekilde icra edilmesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunun neticesinde de akıl almaz varyasyonlar, bambaşka orkestral düzenlemeler, beyninizin içini uykudayken bile kemiriyor. Önemli olan da budur.

Dream Theater da bu söylediğimiz formülize yaklaşımları içerisinde taşıyan bir topluluk, ancak onların farkı şarkı içerisinde çok fazla müzikal yoğunluk taşımaları ve dinleyiciyi zorlamalarıdır. Royal Hunt’da ise bu zorlayıcılık olmaz, aksine yağ gibi giden melodi düzenekleriyle beraber daha düz ve daha melodik beste yapılarıyla daha kolay dinlenebilir bir şarkı sunarlar dinleyicilerin karşısına. Orijinal vokalistleri Henrik Brockmann’in ayrılmasından sonra en iyi Amerikan vokalistlerini bünyesinde barındıran Royal Hunt, D.C. Cooper’ın yeniden gelmesiyle “Show Me How To Live”i çıkarmıştı. Aradan çok fazla zaman geçmeden yine belli formülize takıntılarını başarıyla uygulayan ve yine çiğ bir sound yaratan Royal Hunt, “A Life To Die For” için küçük yeniliklerle birlikte eski sound’larına da dönüşü müjdeliyor. “A Life To Die For”, tıpkı “Fear” albümünde olduğu gibi klavyenin gitarları çoğu yerde domine ettiği, mekanik/duygusal çekişmesinin en detaylı örneklerinin sunulduğu ve genel yapısıyla “Paradox” albümünün müzikal ruhunu ele geçirmiş bir portre sunuyor. Sadece bunlar da değil. Yenilikler var demiştik. Onları da şöyle açıklarsak, André Andersen’in orkestral düzenlemelerinde çok daha kompleks bir çizgiye geçtiği ve daha önce hiçbir zaman kullanmadığı synth melodileri de bu çalışmada kullandığı çok net anlaşılıyor. Bunun dışında gitar soloların çok daha yırtıcı, çok daha melodik Malmsteen’vari bir yöne kaydığı da görülmekte. Ayrıca vokalist D.C. Cooper’ın da daha önce yoğun bir şekilde tizlere ustalıkla çıktığını çok iyi görüyorduk ancak bu albümde daha farklı yönden bariton, opera etkili vokallerini de dinlemek gerçekten de bir zevk. D.C. Cooper’ın bu çalışmada farklı olarak yazılmış vokal melodilerinde kendi gücünü tartması, hatta aşması, çok geniş diyafram aralığından söylemesi, tizlere de çok rahat bir şekilde ustalıkla çıktığı şarkıları dikkatli bir şekilde dinlediğinizde anlaşılıyor.

Şarkılar hakkında çok fazla bir şey yazmak istemiyorum. Bir kurt ulumasıyla açılan albüm klasik André Andersen melodileriyle başlıyor. Hell Comes Down From Heaven adlı epik şarkı için burada bir şey yazmak istiyorum. Bu tarz yapıları çok kullanıyor demiştik. Evet, André Andersen sanki yaşanılan bir kaosu resmetmek için, belki de savaşı hissettirmek, olumsuz koşulları eleştirmek için aşırı senfonik bir yapıyla, böyle dolambaçlı bir şekilde dinleyiciyi hipnotize ediyor. Sanki polisiye bir filmin ya da hareket içeren, şiddet içeren bir filmin müziğinin içerisindesiniz. Bu derece bir sinematografiklik ile bunu başarıyor. Ardından gelen A Ballet’s Tale ise başlangıcında aslen pop vokalisti olan Michelle Raitzin’in (Royal Hunt’ın menajerinin kızı) çok temiz vokalleriyle başlıyor. Nakaratlarında başarıya ulaşan bir başyapıt! Running Out Of Tears, One Minute Left To Live gibi şarkılar albümün gidişatını belirleyen en önemli besteler. Running Out Of Tears’ın hemen başlangıcındaki synth melodileri ve ardından gelen André Andersen tınılarına lütfen dikkat! Çünkü geçişi çok iyi ayarlıyorlar. Jonas Larsen’in hard rock sololarına da dikkat! Sign Of Yesterday ise bana göre albümün hit şarkısı ancak sadece bana göre. Melodisi hızlı olmasına rağmen oldukça dramatik bir beste olduğu da bir gerçek. Won’t Trust, Won’t Fear, Won’t Beg ise D.C. Cooper’ın vokallerde devleştiği, melankoli düzeyi çok yüksek beste olmasına rağmen ardından gelen albümle aynı adı taşıyan şarkıda ise dudak uçuklatan bir D.C. Cooper dinlemekteyiz.

Royal Hunt açıkçası bayan vokalleriyle dramatik yönü çok kuvvetli, bütünlük içeren ve karanlık bir portre çizen bir albüm ortaya çıkarmış. André Andersen ve tayfasının her zamanki halleri. Eminim bu seneki favori albüm sıralarında hard rock, melodik rock ve progresif metal severlerin listelerinde en üstlerde yer alacak. Son olarak;

D.C. Cooper candır!

9,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (6.70/10, Toplam oy: 23)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2013
Şirket
Frontiers Records
Kadro
Allan Sorensen: Davul
André Andersen: Klavye, gitar, bas
D.C. Cooper: Vokal
Andreas Passmark: bas
Jonas Larsen: Gitar
Şarkılar
1. Hell Comes Down from Heaven
2. A Bullet's Tale
3. Running Out of Tears
4. One Minute Left to Live
5. Sign of Yesterday
6. Won't Trust, Won't Fear, Won't Beg
7. A Life to Die For
  Yorum alanı

“ROYAL HUNT – A Life To Die For” yazısına 11 yorum var

  1. Durakonis says:

    Çok güzel bi kritik, eline sağlık. Bu ara dinleyecem iyice albümü de.

  2. barisius says:

    Dün dinlemiştim albümü. Bana biraz sıradan gelmişti. Tekrar dinlemek lazım belki de. Teşekkürler kritik için.

  3. “Show Me How to Live” ilk dinleyişte çarpmıştı, bu aynıyı etkiyi yaratmadı. Daha karanlık bir albüm olduğu kesin, daha fazla dinlemem lazım sağlıklı yorum yapabilmek için.

    Ama evet, D.C. Cooper candır.

    Durakonis

    @Ertuğrul Bircan Çopur, Show Me How to Live, biraz kendini keşfettiren, açılımlı bir albümdü. Bu ise, daha manifesto gibi, çok düşünmeye itmiyor. Hikayeler kendileri zaten kendilerini tamamen açıklıyorlar. Yani ilkinde kendimizi aksiyonun içinde hissederken, bunda bir tabloya şahitlik ediyor gibiyiz. Ben de az dinledim henüz, ama ilk çıkarımım bu oldu.

    baha

    @Ertuğrul Bircan Çopur, açıkçası bir önceki show me how to live ile pek karşılaştırmadım. ama dediğin gibi daha karanlık daha dramatik bir albüm bu. zamanla kendini ele veren. ilk başta gizemli.:)

  4. baha says:

    teşekkürler, rica ederim. gösterişsiz ve iddiasız bir albüm aslında. genellikle ilk dinleyişte öyle vurucu gelmiyor, bana da öyle oldu ama bazen günde 4 defa baştan sona dinliyorum. ben bırakamıyorum. dostum rosie’de bırakamıyor bir türlü.:) albümün pek görülmeyen ilk başlarda kendini ele vermeyen ince detaylarına dikkat etmek lazım geliyor.:)

  5. Grup sosyal medyayı biraz daha fazla kullanmalı bence. Bu kadar köklü bir grubun FB’ta 5.500 civarı like’ı olması, twitter’da nisan’dan beri hiç etkinlik göstermemesi bu devirde çok da mantıklı değil.

    Jester

    @Ahmet Saraçoğlu, Katılıyorum. Camel gibi efsane bir grubun Facebook sayfası yok, vikipedi destekli sayfası da 500 beğenide falan.

    baha

    @Ahmet Saraçoğlu, buna rağmen konserleri çok dolu ahmet. ama dediğin gibi daha fazla etkin olmalılar.:) hatta davulcu allan sorensen bilgisayarla, kurgu işiyle, tasarım işiyle çok haşır neşir birisi o yapabilir de pek ilgilenmiyorlar.:/

  6. Exorsexist says:

    Sağdaki John Tardy mi?

    baha

    @Exorsexist, benziyor değil mi? andreas passmark. basçı.:)

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.