Özgür DURAKOĞULLARI
Derinlemesine, Daniel’in “Scarsick”te kullandığı tabirle “down to the core” seviyesinde ilgilendiğim, anlamaya uğraştığım çok az şey var gerçekten. Ama şundan eminim ki, zaman ayırsam ve kendimi versem, bir çok şeyi anlamaya vakıf olabilirim, hepimiz de olabiliriz. Lakin Daniel Gildenlöw’ün nasıl bir duygu yoğunluğu ve psikopatlıkla böyle bir albüm yaptığını anlayabilip anlayamayacağımdan hiç emin değilim.
Evet, “Mükemmel eleman tabii ki benim” dercesine, albümlerindeki çoğu şeyi kendi başına halleden Daniel, anlaşılması zor meziyetlere sahip bir sanatçı. Bir gün ola ki PSYCHOTIC WALTZ kritikleyecek olmazsam, irdelediğim en sapık derecede psikopat albüm de bu olacak zannedersem.
Sen nasıl bir insansın ki Daniel, o Idioglossia’da sinsi sinsi melodileri örüp, gizlediğin hançeri müthiş bir zamanlamayla çıkartıp, kusursuz bir açıyla “MEEEEEEEEEEEEE” diyerek saplıyorsun dinleyenlerine. Kim çaldı seni senden, kim veya ne? Tamam acı çekmeye alıştın anladık, belki PINK FLOYD’un Comfortably Numb örneğinin antitezi personalar yarattın albümlerinde, ama o “MEEEEEEEEE” dediğin kısım da neyin nesi? Bu nasıl bir mani, bunun depresyonu nasıl olur? Ya da böylesi manik eğilimleri olan bir sanatçı, nasıl bu kadar kontrollü ve aklı başında işler üretebilir, sesini ve vücudunu kullanabilir?
Ya da henüz açılış parçasında, Kotipelto tizlerinden, Amerikan rap’lerine giden vokallerin yetmiyormuş gibi, en usta gitaristleri kıskandıracak kadar iyi bir gitar solosunu nasıl yazdın ve attın Daniel? Anlayamıyorum işte, ve ne kadar uğraşsam da anlayamayacağım belki de.
Ama anladığım bir şey var. “Scarsick”in, “The Perfect Element 2″ olduğunu açıkladığında susmuş, hiç yorum yapmamıştım. Hemen hemen herkes, bu açıklamanı saçma sapan bulup, hatta bu olayı satışları arttırmak için yumurtladığını söylemişti. Galiba anlıyorum bunca yıl sonra samimi olduğunu, ve açıklamana inanmayanların yanıldığını. Ama bahsetmeyeceğim burada çıkarımlarımdan. Keşfetmek güzel birşey, ve herkes zekidir ve biraz zaman ve emekle kendince bir sonuca ulaşabilir.
Müzikten çok bahsetmeli miyim bilmem. Çok derin bir atmosfere, oldukça iyi bir teknikaliteye sahip bir albüm şeklinde özetleyebilirim “The Perfect Element”i, bilmeyenler için. Ashes şarkısı dışında, ticari bir atraksiyon yok eserde. Hem soundun oldukça organik olması, hem de albümdeki bütünlüklü atmosfer, en azından benim ruh halimi etkiliyor her dinlediğimde.
Daha yara temizlenecek de, tentürdiyot basılacak da, acısı dinecek. Ohooo, en aşağı 10 sene daha dağılmaz bu grup…
—
Bonus kritik: Hep albümlere bonus şarkı konur, bazılarına bonus CD bile eklenir. Ben de TPE’deki kasvetten sıyrılmanız için; ruh dolu bir ambiyansta, The Dude tadında mumları yakıp köpüklü banyo yaparken harika gidecek ufak bi bonus kritik ekleyeyim de ilginçlik ve güzellik bir arada olsun.
THE WISHING TREE – Carnival of Souls
İngiliz topluluk MARILLION’ın kısa bir inaktif periyoda girdiği 1996 senesinde, grubun gitaristi Steve Rothary kendi plak şirketinden THE WISHING TREE isimli yan projesinin ilk albümünü çıkarmaya fırsat buldu. Sesi kristal, kendisi lavanta güzelliğindeki Hannah Stobart’ı vokallere, Paul Craddick’i davul ve klavyelere, ve MARILLION’da beraber çalıştıkları Pete Trewavas’ı baslara alan Steve; İngiliz halk müziği etkili, hafif ve yumuşak pop-rock tınılarıyla bezeli; ruhani, dinlendirici ve huzur verici bir eseri, akustik ağırlıklı bir kayıtla bize ulaştırdı. Yine de, albüm sadece atmosferik olmaktan çok daha öte detaylar barındırıyor, ve belli oranda bir progresifliğe sahip.
Belki de bu iki albümü art arda dinleyince mükemmel element 3 oluşuyordur kim bilir. Denemesi bedava…
Herkesin gelip on puan basacagi ama benim daha dinlemedigim albümler, Vol. 12345
01.12.2013
@patognomonic, Çoğu albüme ben de uyuz oluyorum öyle ama cidden bunu bir dinle derim dostum, cidden paso 10 alan abuk isimli İskandinav gruplarının albümleri gibi değil.
“be”den önceki albümlerin her birisi öncelikle “concrete lake” belli bir müzikalitenin üstünde albümler. prog metal janrında da oldukça üst düzeyde ne bileyim listelerin başlarında gezinip durur. the perfect element 1′da aynen benim için değerlidir. gildenlöw benim beklentilerimi bir yere kadar iyi karışılıyordu ama “scarsick”den sonra bitmiştir. zaten şu anda da kimse “gildenlöw gildenlööööw” diye ortalıklarda gezinmiyor. 10′luk bir albüm güzel kritik. eline sağlık.
bu arada the wishing tree iyi gruptur enfes müzik yapıyorlar. oradaki paul craddick ise enchant’ın orjinal davulcusu.
Yıllar önce yeni bir Dream Theater bulma ümidiyle dinlemiştim bu albümü. İlk başta birkaç şarkı dışında çok da etkilenmemiştim. Bir başyapıt oldugunu farketmem biraz süre almıştı. Günümüze dönersek, POS’un en iyi iş çıkardığı albümdür gözümde.
Şöyle müthiş albümler inanılmaz davul performanslarıyla desteklenince aşırı mutlu oluyorum, yıllarca dinlesem bile hiç baymıyorum. Bir bu, bir de Remedy Lane (Rope Ends’in davulları nedir öyle ya). Bu yüzden Johan Langell her zaman en sevdiğim davulculardan olmuştur, müziği bırakması çok üzücü gerçekten.
Bu albümü ve Remedy Lane’i tartışmasız başyapıt olarak görüyorum. Entropia ve One Hour By the Concrete Lake de bu ikisine yakın, müthiş çalışmalar. Pain of Salvation, “Be”nin çıkışıyla birlikte en sevdiğim 2 gruptan biriydi. Hiç durmadan dinlerdim; hatta Remedy Lane’in şarkı sözlerini baştan sona ezbere falan biliyordum bir ara.
Bu albüm de her şeyiyle kusursuz bir şey bence. Daniel devasa bir vokal performansına sahip, gitarlar, besteler muazzam, Berca’nın dediği gibi Langell olağanüstü bir davulcu, albümde tarifsiz güzel bir ruh var… Kısacası hiç düşünmeden 10/10′luk bir albüm.
Used’un pre-chorus’undaki aksak “Getting used to pain-getting used to pain! Getting used to pain getting used-tu-tu-tu! Getting used to pain-getting used to pain! Getting used to pain! Getting!” kısmını ilk duyduğum 2002 yılından bu yana PoS her zaman en sevdiğim gruplardan biri oldu. Sonra tabii bir sürü şeyler oldu, Scarsick ve akabindeki değişimler falan ama, bu albüm, Remedy Lane falan cidden katıksız deha ürünleri bence.
Albümdeki şarkılardan “şurası çok iyi, şu şu saniyede giren kısım” diye yazmaya başlasam, ayrı ayrı her şarkı için 1′er A4 doldurabilirim.
Bu albüm duygu yoğunluğu açısından hayatımda dinlediğim en iyi birkaç albümden biri, belki de beni en çok etkileyeni. Hem müzik hem de sözler açısından çok derinlikli bir yapı içeriyor. Buna rağmen Pain Of Salvation’ın en ”olgun” eserinin ”Be” olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki sonrasında farklı kulvarlara kaydılar ve eskisi kadar yoğun dinleyemez oldum.
Gerek albüm yazısında gerek yorumlarda düzülen methiyelere katılmamak mümkün değil.
Falling & Perfect Element ikilisi adeta albümün özeti; çok yoğun ve etkileyici.
Bi de daha iyi bir kayıt yapılsaymış diyorum her dinlediğimde; böyle bir albüme yetmeyen, kuru ve derinliksiz bir kayıt var maalesef. Daniel de böyle şeylerden bahsetmiş sanırım, Road Salt’la ilgili konuşurken. Di mi çaksu?
02.12.2013
@kuruntu, Hatırlayamadım ya hehe.
Özellikle seveni var mıdır bilmem. Ben de hoşlanmıyorum kayıttan. Kuru ve derinliksiz. Hmm.. Katılyorumdur heraldi.
Ama çok güzel albüm mk.
02.12.2013
@çaksu, https://www.youtube.com/watch?v=iegzwksrkOQ
5. dakikadan sonra benzer şeyler söylüyor. Farklı yerlerde de var benzer lafları.
Site çapında bir çoğumuz “Pain of Salvation vardı lan hey gidi” dedi heralde kritiği görünce. Evet tabii ki Pain of Salvation hala en çok dinlediğim ve sevdiğim gruplardan biri, ama Road Salt ikilisi sonrası büyükçe bir dilim ayva (ayva) yemişim de yutmakta zorlanıyormuşum gibi kaldım mı? Kaldım. 2004 öncesi Pain of Salvation cidden daha bi başka gruptu, hala güzel şarkılar albümler yapıyorlar ya da yapacaklardır ayrı konu. BE ve öncesi bi değişik.
Benden öncekiler gibi ben de Used hakkında bir kaç şey demek isterim. Used’daki “getting used to pain getting used to pain” kısmını yaşama ve yaşatma derneğinin bir üyesi olarak Used aslında albümü yapısal anlamda güzel özetleyen bir şarkı diye düşünüyorum. Bu “Used’ı dinleyince albümün kalanını sevip sevmeyeceğiniz direk ortaya çıkar” gibi bir turnosol kağıdı iddiası değil; albümdeki her şarkı (albümün bir kaç şarkısında tekrar eden “temayı” saymazsak) apayrı melodilere, ne bileyim geçişlere, sonracığıma altyapılara (bilinen müzik terimlerinin sonuna gelmek) falan sahip. Ancak şarkıdaki hem çok sert hem çok yumuşak olmalar, durmalar kalkmalar, inanılmaz güzel solo, kükremelerden iniltilere kadar değişen vokaller, sondaki çığlık falan ne gibi farklılıkların sizi beklediğini güzelcene haber veriyor albüm adına. O yüzdendir ki Perfect Element I dendi mi önce bi Used gelir aklıma, “vay a-me-ka” derim, açar bi dinlerim “Used”ı ve dinlediğim zamanları bir kez daha hatırlarım, albümün gerisi bazen gelir bazen gelmez (ağır albüm, sonuna gelemiyorum bazen duygusal patlamadan). Ha direk en iyi şarkı o değil, şarkılar inanılmaz gerçekten de, ayırt edilemezler.
Kayıt konusunda da çok gidip geliyorum. Albümde bi tek kayıdı değiştirsek süper olurdu gibi bir fantazim yok kesinlikle, hiç bişeye dokunası gelmiyor insanın. Ama amına koyim nası bi kayıtsa sesi de açıyorum açıyorum hala yeterli ses alamıyorum, özellikle kulaklıkla. Çok mu gerçek bir kayıt yoksa çok mu dengesiz, niye bişeylerin sesi sanki çok geliyor ama tam gelmiyor gibi oluyor? Kayıt işlerinden hiç bi bok anlamadığım içündür ki bir şey diyemiyorum. Kendine özgü şeylerden biri albümle ilgili. Remedy Lane cam gibi mesela bunun yanında. Dediğim gibi bu direk iyi ya da kötü bir şey değil, albüm hakkındaki farklılıklardan biri sadece.
Ha bi de Her Voices’ın aynı Seventh Son of a Seventh Son’ın gibi geliyor lan bana. İlk yarı daha rutinken ikinci yarı melodileri verip verip çat diye bitiyor.
Son olarak kritiği hiç beğenmedim. Ben daha iyi yazardım demiyorum, deseydim zaten şimdiye yazmış olurdum kankisi. Gelip “olmamış” demek de çok yapıcı bir eleştiri değil farkındayım ama demesem çok içimde kalıcak, hakkaten beğenmedim yani.
10.12.2013
@hen, Daha önce beğenmediğin diğer yazım (Dream Theater – Awake) ile bu yazı arasında bi paralellik aradim, hemen buldum. İnsanoğlunu genellediğim şeyler söylediğim yazıları sevmiyor olmalısın. Bir dahakine “hen hariç, o mükemmeldir ve ayrıdır” derim, sorun hallolur kanks. ;)
O kadar seviyorum ki…