Zafer TUNABOYLU
Thrash’in geri dönüşü kısa sürdü. 2000’lerin başında popüler olan retro thrash hareketinden geriye “underground öküzlükte” ısrar eden tek düze ve karbon kopya thrash’çiler değil; yaptıkları işe kendilerinden bir şeyler katabilen gruplar kaldı.
Warbringer da bu diriliş modasının içinde doğru adımlar atabilmiş grupların başında geliyor. İlk albümleri “War Without End”’de dümdüz kazıyarak umut vadeden grup; daha ikinci albümleri “Waking Into Nightmares“de sahip oldukları potansiyeli Gary Holt dokunuşuna başvurarak ve oldukça başarılı bir ticari/stratejik hamleyle arşa çıkardı ve Exodus başta olmak üzere birçok önemli grubun altında konser verdi.
“IV: Empires Collapse” Warbringer diskografisindeki ikinci sıçrama tahtası bence… Keza yukarıda da bahsettiğim ikinci albümdeki kalite sonrasında gelen “World Torn Asunder”da grubun müziği “böyle güzel bulduk aga buradan yürüyelim” stratejisi yüzünden bir önceki albümün vasat ve çoğunlukla sıkıcı bir kopyasına dönüştü. Ancak neyse ki grup çıkardıkları ürünü tüm yönleriyle inceleme ve sonuçlarından ders çıkarma yetisine sahip ki 4. albümlerinde yeniden ileriye dönük bir adım atmış durumdalar. Peki nedir bu albümün ileriye dönük bir adım olmasının nedenleri? Hemen inceleyelim.
Albüm ilk parçası Horizon ile gayet gaz bir açılış yapıyor. Tam “hah işte klasik Warbringer” diyorsunuz ki şarkının ortalarında giren blast beat’ler ve gitarlardaki black metal ezgileri ufak bir şok etkisi yaratıyor. Bu durumu hemen hemen albümün her şarkısında görmek mümkün. Warbringer’ın müziğinde rastlayacağınız Kreator, Slayer gibi klasik thrash metal etkilerinin yanı sıra bu albümde yer yer black metal ve hatta death metal izlerine rastlamak mümkün. Bu durum da albümün geri kalanında eksi bir faktör olarak yer alan tüm klişe işlerin zenginleştirilerek bize tekme ve tokat olarak geri dönmesine sebep oluyor.
Horizon’un biraz alakasız ama sevimli akustik bitişinden sonra şaşırtıcı derecede melodik ve orta tempo The Turning Of The Gears giriş yapıyor. Bu şarkıdaki ana riff çokça kullanılan benim de çalmayı ve dinlemeyi çok sevdiğim riflerden oluşuyor. Ancak grup bu klasik gidişatı yer yer şarkıyı aksatarak daha akıcı bir hale getiriyor. John Kevill’in zaten yırtıcı olan vokalleri bu şarkıda bolca distortion’la daha keskin hale getirilmiş. Çok büyük bir sürpriz olmadan biten 2. şarkıda dikkatimi cezbeden temel nokta diğer şarkılarda da olduğu gibi gitarların alt tellerdeki dual yürüyüşleri oluyor.
Sırada albümdeki en sevdiğim ikinci şarkı var. One Dimension (dimenşın, daymenşın, daymenşiyon) John Kevill’in “I can’t believe what I see” cümlesini haykırmasıyla başlayan oldukça etkili, punk kökenli bir thrash şarkısı. Ben bu şarkıda vokalleri bir de Tom Araya’dan dinlemek isterdim. Bu oldukça gaz şarkıdan sonra bence grubun yaptığı en iyi şarkılardan biri ve albümdeki en sevdiğim şarkı olan Hunter – Seker çarpıyor yüzümüze. Şahsen bu şarkı 80’lerde yapılmış olsaydı bugün bir klasik olarak dinliyor olurduk diye düşünüyorum. İnanılmaz akıl kalıcı bir ana riften sonra bolca dual gitar yürüyüşleri black/death etkileşimleri hayvani vokaller ve güzel bir soloyla şarkı adeta su gibi akıp gidiyor. Thrash metal’de çok da yoğun bir teknik kullanmadan, çok katmanlı şarkılar yazmadan yalnızca sürprizlere ve sağlam breakdown’lara dayanarak oldukça güzel şarkılar yazılabiliyor. Warbringer bunun en güzel örneklerinden birini ders niteliğinde gözler önüne sermiş bu şarkıda…
Sıradaki şarkı başlayınca “adamlar” kapımızı çalıyor ve güzel bir dayak yiyoruz. Çünkü şarkı olancasıyla klişe bir Ankara thrash’i havasında başlıyor ve ne yazık ki rock/metal tabanlı şarkılarda milyon kere duyduğumuz melodilerin farklı varyasyonlarını tekrar tekrar duyuyoruz Black Sun, Black Moon’da. Grup utanmadan bu şarkıya klip de çekti. Kanımca albümün en itici şarkılarından birisi bu şarkı.
Sonrasında yine oldukça gaz Scars Remain giriyor ve tam anlamıyla kazıyan nakaratıyla bir önceki şarkıyı adeta affettiriyor. Modern Amerikan metali tınılarıyla albümün diğer bir farklı şarkısı ise Dying Light. Ancak grup bu farklılığı da kendi sound’u çerçevesinde eritmeyi başarabilmiş. Dying Light’ın hemen ardından giren Iron City ise tam bir thrash metal klişesi. Özellikle ana rifleri bir çok şarkıda kullanılan fena bakkal bir rif (bkz. Kreator – Tormentor). Ancak yine de gayet eğlenerek ve sıkılmadan dinliyorsunuz şarkıyı.
Albümün devamında Leviathan ve Municipal Waste taktikli Off With Their Heads!’i takiben gelen son şarkı Towers Of The Serpent albümün bana göre teknik olarak en sağlam şarkısı. Özellikle şarkının son kısmında grubun dinleyiciye attığı şaşırtmaca ister istemez gülümsetiyor insanı.
Albüm genel anlamda klişelerle örülü olsa da grubun diğer ekstrem tarzlara meyletmesiyle zenginleşmiş ve daha eğlenceli hale gelmiş güzel bir thrash metal albümü. John Kevill oldukça karakteristik ve thrash’in şanına yaraşır bir vokalist. Grubun en büyük artısı olan vokal sağlam gitar rifleriyle birleşince oldukça karakter sahibi ve sağlam şarkılar dinleyebiliyoruz. Bu albümün kanımca tek eksisi Ben Bennet’in bass yürüyüşleri ve tonu olmuş (bkz. “Waking Into Nightmares”). Ayrıca şarkı sürelerinin kısa olması da dinleyicinin sıkılmaması açısından bir artı. Grubun en sade ve kanımca en güzel kapak çalışması da yine bu albümde karşımıza çıkıyor.
Warbringer teknik anlamda bir Vektor değil. Yani benzer şekilde katmanlı ve değişik bir thrash metal icrası yapmıyorlar. Ancak “IV: Empires Collapse” sahip olduğu potansiyelin grubun alışılageldik tarzının sınırlarını zorlayacağını da gösteriyor. 29 Ocak’ta İstanbul’da bu şarkıları canlı dinlemek de oldukça keyifli olacak gibi görünüyor.
Bir önceki Onslaught kritiğimde grupla çekilmiş bir resmimi yazının sonuna koyarak havamı yapmıştım. Şimdi de Warbringer ile çekilmiş bir resmimi koyacak mıyım? Tabii ki koyacağım.
Mükemmel bir kritik, eline sağlık. Dediğin her şeyin altına imza atıyorum, bir tek kapak hariç. Minimalizm arayışını anlayabiliyorum ama çıkan sonuç hoşuma gitmedi. Böylesi dolu bir albüm bence daha iyi bir kapağı hak ediyor.
One Dimension çok eğlenceli bir şarkı ve aynı şekilde Araya benim de aklıma geldi ilk dinlemede. Ve evet “Dİ-MEN-ŞİYOOON!”
Towers Of The Serpent da dediğin gibi özellikle sonuyla çok güzel ve grubun potansiyelinin nerelere varabileceğini gösteriyor bence. Hunter-Seeker zaten hayvanlık, cidden müthiş şarkı. Black Sun, Black Moon’a klip çekilmiş olması da saçma bence.
Kısacası kritiği okuduktan sonra sanki ben yazmışım gibi hissettim.
Neyse ben asıl demek istediğim kısma geleyim:
DAVULCU CARLOS CRUZ’U KİM KIZDIRDI?
http://bit.ly/189ajqR
http://bit.ly/1aas4Xd
http://bit.ly/I2lW8v
http://bit.ly/18yB1Wq
http://bit.ly/1e6YhPY
http://bit.ly/HPFi0D
http://bit.ly/1cuqdLk
15.11.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Böyle bisi olabilir belki:
http://www.zaman.com.tr/gundem_bisiklet-alinmayinca-ailesine-kustu-23-yildir-konusmuyor_717600.html
15.11.2013
@Ömer Kus, gördüm bunu, nefis bi insan gerçekten.
15.11.2013
@Ömer Kus, çok fazla güldüm.
Sağolasın Ahmet. Hislere tercüman olabildiğime sevindim. Kapak biraz kişisel beğeneniyle alakalı sanırım. Çok alışılmış adam dövmeli thrash kapaklarından olmaması güzel geldi.
Cruz konusunda ise “DOĞUŞTAN TİREŞÇİ SİNİRİ” demekten başka bir şey gelmiyor elden.
Bu arada vokalist de diğerlerine göre daha bi adam durmuyo ya? Adamdan kastım harbi adam, delikanlı gibi değil. Baya 25-30 yaşında bi vücuda 35-40 yaşında bi kafa konmuş gibi. 27 yaşında halbuki, suratı mı fazla olgundur nedir bilemedim.
Hayatın tokadini yemiş.
Worlds Torn Asunder albümü hakkında söylediklerini gözardı edersek güzel kritik. Yüreğine sağlık. Ama o albümü de yedirmeyiz, haberin ola.
Albüme gelecek olursak, albümdeki death-black/blackened etkileşimlerini çok sevdim gene. Warbringer bunu hep yapıyordu zaten. Bir kez daha hayran oldum sadece. Ve bi de bu yeni thrash grupları içinde beni hiçbir zaman hayalkırıklığına uğratmayacak tek grup Warbringer olacak heralde. Gidişat bu yönde.
Hunter-Seeker, One Dimension, The Turning of The Gears favorilerim. Ama her şarkı ayrı güzel, Black Sun Black Moon hariç. Hakketten bayık, eksik, ham bir şarkı. Bi de klip çektiler buna sanki bi bok varmış gibi.
Ocak ayında inşallah en öndeyiz.
Warbringer’ı waking into nightmares albümü çıktığından beri dinlerim. 4 albümlerini de baştan sona kaç bin defa dinlemişimdir bilinmez. çok uç noktada fanları olduğum bir grup. 29 ocakda canlı izlemek hayallerimin gerçekleştiği gün olucak. grubu sevme olayını abarttım sağ ayağıma ”W” logolarının dövmesini yaptırdım eheeheh :) son albüme gelicek olursak, bu albümden gerçekten farklı birşeyler denemişler, diğer 3 albümde olduğu gibi yine black/death riffleri var. ama bu albümde hardcore ve rock’n roll tınıları da duymak mevcut. açıkçası Carlos Cruz’un davul kullanış şeklini beğenmiyorum çok basite kaçıyormuş gibi, waking into nightmares albümde çalan nic ritter hayvan gibiydi. ne yazık ki o da tıp alanında ilerlemek için gruptan ayrılmıştı. bir de sıkıntıda olduğum bi konuda war without end ile waking into nightmares albümlerinde ki kayıt kalitesi çok doluydu. bangır bangır geliyordu her şey. sert sağlam bi sound vardı, worlds torn asunder ile empires collapse de bu çıtayı biraz düşürdüler.sanırım albümü kaydettikleri studiolardan kaynaklı bir şey. her neyse hayatımın grubu diyebileceğim tek grup. osursalar dinlerim o derece. son albümü de çok beğendim. çizgilerini bozmadılar. 29 ocakda warbringer için oradayım.