Ertuğrul Bircan Çopur
Öncelikle baştan belirtmek gerekiyor ki bu konserde aslında üç değil, dört grup sahne aldı. İsimlerini gördüğünüz grupların hepsinden önce sahneye gelen grup özellikle “Lazarus” ile deliler gibi övgü alan HACRIDE idi hatta. Ben de genel olarak konserlerde ön grupları sallamayan, “headliner olsunlar o zaman izlerim yea” mentalitesinde bir insan olmama rağmen, evden epey erken bir vakitte çıktım ki HACRIDE’ı izleyeyim diye düşünüyordum. Alana doğru epeyce bir gittikten sonra konser biletini ayakkabılığın üzerinde unuttuğumu fark edip eve geri yollanınca HACRIDE yalan oldu, akılsız başın cezasını çekmiş oldum. Tebrikleri yorumlarda kabul ediyorum.
Daha önceki konser yazılarımda da bahsettiğim Backstage, aslında birden fazla irili ufaklı hangardan oluşan epeyce büyük bir mekan. Bundan önce orada olan tüm konserler mekanın “Halle” adlı orta büyüklükteki hangarında idi, bu sefer bilette “Backstage Club” yazısını görünce biraz kıllanmıştım; açıkçası kıllanmakta da haklıymışım. Üçgen şeklindeki bu salonun bir köşesi sahneye ayrılmış, geriye kalan alan ise en fazla 100-120 kişi alacak bir boyutta. En azından havalandırma konusunda bir problem olmamasına sevindim gayet iyimser bir şekilde. Bir de seyircilerin olduğu kısmın üstünde 20-30 kişinin daha birikebileceği asma kat şeklinde de bir balkon vardı sahneye bakan ki, buna geleceğim daha sonra.
Alana vardıktan 10-15 dakika sonra TIDES FROM NEBULA sahneye çıktı. Bu konsere kadar adını dahi duymadığım Polonyalı bu grup, oldukça güzel, enstrümantal bir post-rock/post-metal karması icra ediyor çıktı. Muhtemelen alandaki hemen hemen kimse (en ön sırada durup her şarkılarında hırsla kafa sallayan bir eleman hariç) grupla ilgili bilgi sahibi değildi; buna rağmen başlarda çaldıkları daha post-rock ağırlıklı şarkılarla herkese hafif hafif tempo tutturmayı başardılar. Bunu başardıklarını gördükten sonra ise şarkılardaki sertliğin dozunu arttırdılar ve biraz da abartılı kullanılan sis makinesinin yardımıyla tüm salonda tozu dumana katıp kafa sallattılar etrafı dolduran kalabalığa. Yavaş şarkılarında ufaktan EXPLOSIONS IN THE SKY, sert şarkılarında ise epeyce GOD IS AN ASTRONAUT tadı aldım, her ne kadar zaman zaman ikisinden de çok daha fazla sertleşse de müzikleri. Yarım saatlik kısa setleri ile bile eminim ki alandaki herkesin hafızasında kendilerine yer edinmeyi başladılar, ben dâhil.
Yarım saatlik bir aradan sonra ise sahneye bu kez hepimizi duvardan duvara vuran Kvarforth önderliğinde SHINING geldi. Böyle bir devam bekliyorduysanız sizleri hayal kırıklığına uğratmak zorundayim, zira İskandinavya’nın farklı ülkelerinden farklı gruplardan bahsediyoruz. Hehe. Neyse. “Blackjazz” ile deliler gibi övgüler alan; ama benim bir türlü doğru dürüst ısınamadığım, Norveçli progresif avangart caz metal (eah) icra eden SHINING’di sıradaki grup. Adeta saçları arkaya yapıştırılmış bir Woody Harrelson görünümündeki vokal-gitar-saksafon insanı Jørgen Munkeby elinde saksafonu, standında gitarı ile sahneye çıktı ve yeni albümleri “One One One”ın açılış parçası “I Won’t Forget” ile paldır küldür giriştiler bize.
Dediğim gibi gruba hiçbir zaman fazla ısınamadığım için diğer şarkılara çok aşina değildim (KING CRIMSON cover’ı “21st Century Schizoid Man” hariç tabii); ama şimdiye dek gruba en çok ısındığım anlar da bu konserde oldu açıkçası. Çok iyi ayarlayamadıklarını düşündüğüm ses sisteminin de etkisiyle katman katman olan müzikleri zaman zaman bir kakafoniye dönüşse de seyirciyle iletişimleri, Jørgen’in saksafonuyla yaptığı şovları gerçekten etkileyiciydi. Hiç ışık ya da duman şovu yapmadılar, adeta evin bir odasında çalıyolarmış gibi normal sarı ışık altında 45 dakika boyunca coştular, coşturdular, hopladılar zıpladılar ve gittiler. Zamanında verdiğim şanstan daha fazlasını hakettiklerini düşündürdüler açıkçası bana, canlı kesinlikle kaçırılmaması gereken bir gruplarmış.
Her ne kadar SHINING herkesi oldukça coştursa da, mekandaki kitlenin tamamının hevesle THE OCEAN’ı beklediği yüzlerinden okunuyordu doğrusu. Yine yaklaşık yarım saatlik bir aradan (ki bu arada soundcheck gerçekleşti, vokal mikrofonunu denemek için Loïc sahneye geldi, inanılmaz bir brutal scream attı ve tamam iyiymiş bu deyip gitti, salonda bir sessizlik oldu resmen.) sonra kayıttan “Epipelagic”in ilk notaları duyulmaya başlandı ve ışıklar kısıldı, sahnenin üzerindeki perdede “Bathyalpelagic II: The Wish in Dreams”in klibinden de aşina olduğumuz, okyanusta gittikçe dibe doğru çökmekte olan cıbıl bir ablanın görüntüleri yansıdı. Konser boyunca bu konsept üzerinden giden görüntüler vardı perdede; kimi zaman bu ablanın görüntüleri, kimi zaman denizanasından mürene, vatozdan köpekbalığına kadar bilimum okyanus canlıları döndü durdu. Grup “Pelagial” turnesinde olduğundan, turnedeki tüm konserlerde neredeyse tüm albümü çalıyordu ve burada da bir istisna olmadı. Aşağıdaki setlistten de görebileceğiniz üzere ikisi hariç “Pelagial”daki tüm şarkılar sırayla çalındı.
Açıkçası THE OCEAN’dan sahne performansı olarak pek bir beklentim yoktu. Bu beklentisizliğimin bir dayanağı var mıydı emin değilim; ama böylesine gaz bir konser olacağını kesinlikle tahmin etmemiştim. Loïc Rossetti yalnızca mükemmel bir vokalist değil, aynı zamanda mükemmel bir şovmen. Konserin sonlarına doğru biraz çatlayan temiz vokalleri dışında gerçekten unutulumaz bir vokal performansı yaşattı herkese. Özellikle sert vokallerinin albümlerdekinden daha iyi olduğunu görmek inanılmazdı benim için. Duruş olarak sahnede gitaristlerin bir adım arkasında ve seyirciye yandan bakarak başladığı konseri, seyircilerin arasında ve ÜZERİNDE bitirdi. Üzerinde derken yalnızca normal bir seyircilerin elleri üstünde gezinmekten bahsetmiyorum. Bir iki kez sahneden seyircilerin üzerine atladıktan, hatta üzerinde ayakta durduktan sonra, yukarıda bahsettiğim asma kata çıkıp oradan kendini aşağıya bıraktı, sanıyorum ki birkaç kişinin bileği incinmiştir yakalayalım derken. İnanamaz bir şekilde kendisinin albümün üzerindeki ve tüm grubun albüm kalitesindeki enfes performansını izlerken, “Demersal: Cognitive Dissonance” başlarken HACRIDE vokalisti kel adam Luis Roux da sahneye geldi ve şarkıyı dönüşümlü olarak söylediler. “Fall on us!” kısımlarında ikilinin birlikte böğürmesiyle herkes kendinden geçti, mosh pit’lerde helak olduk.
“Pelagial” bittikten sonra kısa bir bis arası verdiler, ve önceki konserlerde çaldıkları “Shamayim”-“Firmament” ikilisini beklerken bizi bir kez daha şaşırttılar ve harika albüm “Precambrian”dan “Ectasian/De Profundis”in intro’su duyulmaya başlandı. “Precambrian”dan bir şeyler duymanın mutluluğunu üzerimden atamadan bu kez “Heliocentric”ten favori şarkılarım olan “The Origin of Species” ve “The Origin of God” çaldılar, ikincisinde SHINING’den Jørgen saksafonuyla gelip eşlik etti ve unutulmaz bir konsere unutulmaz bir nokta kondu.
Dediğim gibi THE OCEAN sahnede beklentilerimin çok çok üzerindeydi. Tek üzüldüğüm nokta, sanıyorum ki grup ile Loïc ile grup arasındaki gerginliğin belli bir seviyede de olsa devam ediyor olması. Şarkı aralarında birbirlerine karşı olan jestlerinden böyle bir çıkarım yaptım, umuyorum ki yalnızca benim kuruntumdur ve uzun yıllar birlikte çalmaya devam ederler. Son söz olarak, THE OCEAN ve SHINING konserleri görüldüğü anda üzerlerine atlanmasını tavsiye ediyor, hepinize bol konserli günler diliyorum.
Setlist:
Epipelagic
Mesopelagic: Into the Uncanny
Bathyalpelagic I: Impasses
Bathyalpelagic II: The Wish in Dreams
Bathyalpelagic III: Disequillibrated
Abyssopelagic I: Boundless Vasts
Hadopelagic II: Let Them Believe
Demersal: Cognitive Dissonance (Luis Roux ile birlikte)
Benthic: The Origin of Our Wishes
Bis
Ectasian/De Profundis
The Origin of Species
The Origin of God (Jørgen Munkeby ile)
Haha, bileti evde unutup uzakta olan bi konsere gitmek en büyük kabuslarımdan biri. Ucuz kurtulmuşsun yine.
Yazı güzel olmuş eline sağlık. Ama bahsi geçen grupların hiçbirini dinlemiyorum.
Abi Hacride paragrafını okuduktan sonra “headliner olsunlar öyle izlersin yeaa” dedim :p Bu arada eline sağlık yine güzel ve sinir eden bir yazı olmuş :))
Hiçbiri ölüp bittiğim gruplar değil ama yine de orada olmak isterdim yani.
O değil de nedir şu yükseklerden stage dive yapma manyaklığı arkadaş, en son biri ölecek ondan sonra mahkemelerde sürünecekler o olacak. İnsan gibi sahneden zıplayın aga, allah allah…
The Ocean izlemek cidden çok istiyorum ya. keşke Erikli ya da Hayat Danone sponsorluğunda gelseler buraya.