Aykut YILMAZ
Bir anlığına durup düşünün ve kendinizi Tanrı olarak kabul edin. Gerçekten neden olmasın? Herkes olabilir. Temel fizik ve biyolojiden kalan her insan kozmolojileri, ornitorenkleri ve kuyruklu yıldızları ve bütün bu formu yaratandan daha iyi yaratacağına inanır.
Fakat en tecrübesiz bir işçi bile daha iyi bir şey üretebilceğini bilir. En azından kalbinde hep aynı yerdedir. En azından büyük bir dram haline gelen bir şey yaratmaz. Birisinin çıkıp bir iğneyle patlatıp herkese aslında ne olduğunu göstereceği bir balondan bahsediyorum. Fakat ben sapkınım ve sen de Tanrısın. Ve bu kez beni dinlemen gerekiyor.
Sen henüz oluşmamışken sadece boşluk vardı. Çok uzun bir yaratılış öncesi tedirginliği, milyonlarca olasılığa gebe, doğmayı bekleyen. Olmayı bekleyen. Fakat hepsinden öte, sessizlik. Hayaledebileceğin en büyük, en derin sessizlik. Sesin duyulmaması ya da sessizlik değil, sesin yokluğuydu bu. Ve sen, yalnızdın. Gerçekten kim bütün bir zaman boyunca yalnız olmak ister ki? Özellikle zaman daha icat bile edilmemişken. Yaşanabilecek en berbat durum. İzahatın ötesinde bir yalnızlık. Kendine rağmen, kendi halinde olamazdın. Çünkü içinde olabileceğin bir yer yoktu. Böylece bir tane yarattın. Çünkü yalnızdın. Çünkü yapabiliyordun. Çünkü onu yaratmakla uğraştığın –zamanı- zaman öldürmene yardımcı oluyordu. Ve söyledin “ışık olsun!”
Molekülleri birbiriyle çarpıştırdın ve onları boşluğun içine bıraktın. Protonlar dans ettiler, titreştiler, şekiller aldılar. Güneşleri yaktın. Nukleotidleri besledin ve ilerleyen zaman içinde bir Mozart’ın doğmasına sebep olacak proteinleri yaydın. Zaman ilerledikçe, bu işte çok daha iyi hale geldin.Bir heykeltıraşın çamurdan bir köpek yaparak başlayıp zamanla mona lisa’ yı ortaya çıkartabilmesi gibi tek hücreli canlılardan vazgeçip tek hücrelilerden kertenkelelere kadar ilerledin. Fakat ne kadar acı ki; yeteneklerini bileyebilmek daha da ustalaşabilmek için yarattığın her yanlışı öldürmen gerekiyordu. Onlar masum da olsa, bunu dizayn eden onlar değilde sen olsan da ölmeleri gerekiyordu. Çünkü senin yarattığın her şey ölür. Çünkü mükemmel değilsin. Eğer mükemmel olsaydın, bütün bunları yapmazdın. Bunların hepsi yalnız olduğun için oldu. Çünkü boşluktan korkmuştun, çünkü yapacak daha iyi bir işin yoktu, çünkü sıkılmıştın.
Ve senin gibi başka yaratıkları da yarattın; ama senin kadar kudretli değillerdi. Çünkü bu çok büyük bir tehtid anlamına geliyordu. Çünkü onları senin yarattığını düşünmen gerekiyordu. Bir gün onlar “oraya” gittiğinde, ve “orayı” sen yaratacağın için onları da senin yarattığını bilmeleri gerekiyordu. Onlara daha iyi bir dünya yaratmak istediğini söyledin; ama “oraya” gönderdiğin biyografilerinde anlatıldığı gibiyse neden daha ilk başta doğrusunu yapamadın? Neden batırdın? Ve etrafındakiler sana hep bu soruyu sormaya başladılar. Fakat sen soru sorulmasından hoşlanmazsın, sadece itaat edilmesini seversin. Fakat sorular sorulmaya hep devam edildi, onları durdurmaya çalıştın ama durduramadın. Ve o zaman savaş başladı. Bir ızdırap savaşı. Tamamen sefaletle ilgili bir savaş.
Anladın. Sıkılan birisi sonsuza kadar dünyalar yaratmakla ve onları dizayn etmekle uğraşır. Vakit geçirmek istiyordun. Her yazarın bir çatışmaya ihtiyacı vardır. Böylece “sefaleti, ızdırabı” basit bir önerme olması gereken bir denklemin içine dahil ettin: Yarın için olan umut, bugünden daha iyi olacak! Peki değişti mi? Daha iyi hale geldi mi? Para tüm kötülüklerin anası değildi ama sefalet öyleydi. Izdırap savaşlar başlattı, çocukları öldürdü. Sefalet; tüm evrenin rastgele, acımasız ve ilgisiz olduğunu kanıtladı. Sefalet; bu yaratılışın büyük bir yalan olduğunu gösterdi. “Ve buna sebep olan sendin?” diyebilirsin. Buna hepimiz sebep olduk, herkes kendi payına düşeni yaptı. Bu zamana gelene kadar en iyi düşüncelerle bile yaklaştığın insanları belki hiçbir zaman incitmek istemedin. Fakat sevdiğin ve seni seven bir çok insanı kırdın ve sana arkalarını döndüler. Ve bir noktayı hep kaçırdın.
Sen Tanrısın! Her şeyi sen yarattın. Peki neden sefaleti ilk başta dışarıda bırakmadın. Izdırap kendi kendine oluşmadı, hiçbir şey kendi kendine oluşmadı. Her şey yaratılmak zorundaydı. Peki neden ızdırabı yarattın. İşte bütün bu savaşın amacı bu. Sefaleti bu denklemin iiçinden çıkarmak:Yalnızlığı, acıyı, suçu korkuyu ve pişmanlığı ortadan kaldırmak. Ve bundan kar edenleri, bunlarla beslenenleri, bir amaçları olduğuna inanmak için buna ihtiyacı olanları. ortadan kaldırmak. Ne cehenneme, ne de cennete gerek kalmayan, korkunun ötesinde bir hayatı yaşamak için bunu ortadan kaldırmak.
Bu dünyaya geldiniz, gittiniz. Kaçınılmaz ölümün içinde defalarca yeniden doğdunuz. Ve bütün bunların sonunda ızdırabınız daha da arttı. İnsanlar çoğaldı ama yiyecekler azaldı. Daha fazla teknoloji oldukça daha az gizliliğiniz kaldı. Bombalar, şarbon, gaz spreyleri, ebola, terör, komşularına kilitlenen kapılar ve herkesin birbirine karşı ve topluluğa karşı işlediği suçlar. Yaratılışın en yakın tanığı olan ve bunun yükünü kaldıramayıp çocuklarını boğan anneler. Zaman ilerledikçe, hayatınızın ilerilerini hayal edebilmeye başladıkça hepiniz benim kadar iyi biliyorsunuz; ileride kendiniz ve çocuklarınız için ızdırap ve acıdan başka bir şey olmadığını. Şimdi o çocukların, bunları hep düşünen ve üzülen, aklının bir köşesinde yer eden, sinirlenen, delirmek üzere olanların zamanı! Ve bize ait olan yepyeni bir dünyayı tasarlama zamanı. Pişmanlığın olmadığı, hazzın olduğu. Acının olmadığı… Limitsiz kesin özgürlük! Dünyadaki ızdırabı hissedin, sadece bir saniyeliğine de olsa eziyetin ve acının ne kadar yoğun olduğunu hissetmeye çalışın.
Bütün yapmanız gereken “hayır” diyebilmek. Kendinizi bunun içinde ne kadar döndürebilirsiniz? Hayır dediğiniz gün bütün kısıtlamalarınızdan özgür kalacaksınız; isteyerek ve anlayarak oluşturacağınız bir dünya olacak. Çünkü bu son gerçek. Hareket etmeden umut etmek, hareket etmeden sadece sinirlenmek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ümidin koca bir yalan olduğunu anladığınız vakit, bu dünyada yaşanan tüm sefaletin kurallarından özgür olacaksınız.
Umudun ölümü, özgürlüğün doğuşu olacak!!!
NOT: Misery Index size; şeytanı ya da tanrıyı asla anlatmadı. Bu hikayeye en uygun konuyu anlattı. Tamamen bir albümün içinde olan öfkenin nedeni özgür olmayı istemekti. Buradaki karakterleri ve düzeni bugün gördüğünüz tüm düzene uygulayabilirsiniz en nihayetinde incil içerisindeki yaratılış öyküsünün bir çoğu bundan ibaret ve tüm insanlığın gözünün önünde bunun için çırpınan ülkeler ve yöneticileri var. Bir çok kısımda alıntı yaptığım J. Michael Straczynski ayrıca çok çok değerli bir insandır. :)
Yazıyı çok beğendim birader. Zaten albüme söylenecek fazla bir şey yok. Eline sağlık!
Hangi albüm olduğu yazmasa, Kreator – Enemy of God tahmininde bulunurdum. Soluksuz okudum, ellere sağlık.
02.11.2013
@atoutlemonde, aslına bakarsan kreator – enemy of god aklıma fazlasıyla gelen bir albümdü; ancak ızdırap ve sefaletten bahsettiğimi ve yazının sonunda da üstünde durduğum “hayır demek, karşı durabilmek” gibi bir konuda misery index veya assück çok daha iyi oturabilecek gruplardı. assück konusunda bir şeyler yazabilecek kadar albümlerine hakim olmadığımı bildiğimden, özellikle bir çok şarkının sözlerine kadar incelediğim ve yüzlerce kez dinlediğim “traitors” daha mantıklı geldi.
çok teşekkür ediyorum.
02.11.2013
@bhe, Abi lafın gelişi mi diyorsunuz yoksa harbi o kadar dinliyor musunuz bir albümü? Ben hayatımın albümü Symbolic’i bile o kadar dinlememişimdir, tuhf geliyor bana siz böyle deyince.
Facebook’ta albüm kritiği paylaşmama neden olacak kadar güzel olmuş yazı.
bir albüm teknik ve müzikal olarak değinilmeden ancak bu kadar güzel anlatılabilir herhalde. yazanın eline sağlık, gerçekten öyle de büyük bir tokattır bu albüm.
Bundan 3-4 hafta önce ; acele etmeyeyim, albümü MP3 çalarımda birkaç kez dinleyeyim öyle yorum yazarım dedim. Fakat bu ne abi, bu kadar taş gibi albüm beklemiyordum. Parçaların kısa olmasından mıdır anlamadım , albüm hiç sıkmıyor ve beni fena bağladı. rahat 10/10. (not: Ghosts of Catalonia çok fena..)
Misery Index’i tanıtan kritiktir bana.Yazarın (geç de olsa) eline sağlık harika kritik.Bu sabah uzun zaman sonra tekrar dinledim, söylemeden geçemeyeceğim bir şey var: Partisans Of Grief ‘in 1.50′de başlayan bölümü yüzünden sabah sabah boyun egzersizi yaptım.’IIIIIAAAAH’ durumu!
Bazen bu mu, Heirs to Thievery mi diye çok arada kalıyorum. Heirs belki yarım adım önde ama bu da çok deli bir albüm sahiden.