Şöminelerimizin başında şaraplarımızı yudumlarken, penthouse’larımızın pencereleriyle yağmur damlalarının telaşlı buluşmasının tadını çıkardığımız şu günlerde, seçkin bir tartışma konusuyla daha karşınızdayız.
Dünya nüfusunun büyük bir kısmı metal ve türevlerini gençlik hevesi olarak adlandıradursun, bu muazzam müzik bünyesindeki nice coşkun ve aşmış beste klasik müzikten ilham alıyor, zaman zaman klasik müzik yapılarıyla vücuda geliyor. Bu hafta metalde klasik müzik etkilenimlerini, klasik müzikten ilham alan grupları, metal parçalarındaki klasik müzik atıflarını ve alıntılarını konuşuyoruz.
Bildiğiniz ve paylaşmak istediğiniz örnekler eşliğinde klasik müziğin metal müzisyenleri ve metal tarihindeki yerini ve rolünü tartışmanızı arzu ediyor, bolca rokfor tüketeceğiniz leziz bir hafta diliyorum.
haggard, 17 kanallı mikser, therion, senfonik metal, neo-klasik gitaristler, malmsteen, malmsteen’in izinden giden yüzlerce gitarist, mesela jason becker, sonra bi jeff loomis gerçeği var, dimmu borgir, çakma dimmu borgir fleshgod apocalypse, metallica s&m, esenem ne olum, senfoniyle çalan müzisyenler ve bunların konser dvd’leri, bulutsuzluk özlemi ve oda orkestrası, necrophagist’in only ash remains şarkısının sonundaki prokofyev melodisi, yaylı çalgı oldu mu bunu hemen klasik müzikle iliişkilendirme sorunsalı vb.. gibi.
Necrophagist – stillborn one daki für elise esintisi nedense bana hep bi ayrı hoş gelmiştir.
“Gorguts – The Battle of Chamdo” bu konuda dinlediğim en etkileyici parçadır;
http://gorguts.bandcamp.com/track/the-battle-of-chamdo
Araştırılabilecek keyword’lerden bazıları Ritchie Blackmore, Randy Rhoads ve Uli Jon Roth… Daha yenilerde Malmsteen, Michael Romeo, Tony MacAlpine vs vs.
Bir de Wagner.
İlginç gelebilecek şöyle bir tartışma var:
http://www.quora.com/Music/How-did-Richard-Wagner-change-the-face-of-music
İyi okumalar.
18.11.2013
@Ufuk, Tartışmayı bilmem de şunu vermesem olmaz. Aklım çıkıyo her seferinde.
http://www.youtube.com/watch?v=fktwPGCR7Yw
Ben de herkesin aklina gelmeyecek, kuytuda kalmış bi grup ismini yazayim . Çok da severim
Anorexia Nervosa
Wintersun-winter madness in solosu ,necrophagist teki für elise esintisi,children of bodom un ilk albümünde malmsteen etkileri, hatebreeder albümünde hatebreeder , black widow daki tüyler ürpetici klasik müzik riffleri,downfall solosu ,jeff in harmonic minör gamları kullanışı , daha çok melodik,death metal gruplarında görülüyor :D
İzleyeniniz olmuştur elbet. Not Dead Yet filminde Marty Friedman hep Jason Becker’ın arabasında Beethoven dinlediği üzerine durmuştu. Onu hep klasik müzik dinlerken gördüğünden bahsetmişti. İşte bu yüzden Beckerın inanılmaz bir semfonisi olduğunu düşünüyorum. Diğer hemen hemen giçbir gitaristte duyamadığım bi uyum bulurum kendisinde.
Morbid Angel üyelerinin ilk ya da ilk bir kaç albümünde klasik müzik sanatçılarına teşekkürlerini sunmaları bence en güzel örneklerden biridir.
Yanlış hatırlamıyorsam Global Metal adlı belgeselde bu konudan bahsediiliyordu. Klasik müziğin revaçta olduğu dönemlerde amfilerin olmamasına rağmen gürültülü müzik yapılması,harmoniler vb.. gibi nedenlerden dolayı bikaç kişi Beethoven,Mozart ve Vivaldi gibi müzisyenler bugün yaşasaydı metal müzik olarak benimseneceğini açık açık söylüyorlardı. Ek olarak; http://www.youtube.com/watch?v=nJDbA-tGnzY
Şu yazıya bir bakın derim.
http://www.metalsucks.net/2013/11/01/moshing-mozart/
death- the sound of perseverance albümünde vivaldi etkisi varmış gibi gelir hep.
Trey Azagthoth
Metalle harmanlanan iki harika dış etkidir bence folk enstrümanlar ve klasik/senfonik tarzlar. Bu hafta konu ikincisiyken şunları söyleyebilirim.
Taa 6-7 yıl önce duyduğum ve adını senfonik rock olarak koyabildiğim müzikler çok hoşuma gidiyordu ve yavaş yavaş bu türü araştırmaya başladığım dönemlerdi. Süreç beni Therionlara Haggardlara falan götürmüştü. Haggard’ı severdim bayağı. Yeni biri için uygun bir tarz diye düşünüyorum senfonik/klasik etkileşimlileri. Hali hazırda gerçek klasik müzik severle yalandan klasik müzik severi ayıramadığımız(:D) şu çağımızda yinede bu bol kültürlü müzik tarzından hoşlanan ya da hoşlanabilecek birçok insan vardır.
Grup olarak Dimmu Borgir, Apocalyptica, Turisas, Epica, Nightwish, Within Temptation gibi gruplar geldi aklıma ilk olarak. Tabi bu grupların klasik müziği kullanım dozajları birbirinden farklı. Bu gruplardanda daha klasik/senfonik gruplarda olabilir elbet.
Çellosuyla, kemanıyla, sayısız enstrümanıyla, kimi zaman karanlık atmosferiyle, tarih/avrupa kokmasıyla herşeyiyle engin bir tür olan bu müzik, yeryüzünün en güzel müzik türüyle birleşince tadından yenmez bir hal alabiliyor.
Dinlerken dikkatimi çeken gruplardan Kalmah ,Symphony x ,Savatage.
Adagio, en sevdiğim gruplardan biri değil, ama grup ismini hakeden yetkinlikte derin bir klasik müzik anlayışı var grubun gitaristi Forte’de. Underworld’de “Introitus / Solvet Saeclum In Fadilla”daki yaklaşım, sanırım metal müzikte duyduğum zirvedir bu bağlamda. Symphony X, kendi müziğine iyi yakıştırıyor klasik müzik elementlerini. Rhapsody’de, özgün sytnh tonlarıyla bu konuda başarılı. Dragonland’in de Astronomy’deki olayları çok şıktı. Dark Moor ise, esinlenme olarak kullandığında başarılı, ama direkt bir klasik müzik eserini sadece metal soundla sununca aynı başarıyı gösteremiyor. Kendileri düzenlemeyince olmuyor yani. Son dönemden de Saturnian’ı çok beğenmiştim senfonik metal gruplarınan. Bir de Mythodea epey başarılıydı.
Ben olaya Malmsteen’den gireceğim. Malmsteen yaşayan en büyük müzisyenlerden birisidir bana göre. Nota okumayı bilmediğini okumuştum ama onun yazdığı nota bileşimlerine bakıldığında dehası hemen görülür. Klasik müziği rock müziğe uyarlayan adam diyebiliriz onun için. Onun müziğindeki armoniyi çoğu rock gruplarında bulamazsınız. Klasik müziğin tanrısallığını rock müziğe uyarlamak zor olsa gerek… Bir de bu akımın içine edenler var tabi Kelly Simonz gibi.
Metalde klasik müzik denildiğinde elbette ilk akla gelen Haggard oluyor. Aslında Asis Nasseri ve arkadaşları da diyebiliriz. Tam bir Death fanı olan Asis, 94 yılında çıkan Progressive adlı çalışmasında oldukça deathvari bir soundla bu işe başladı. İnternetten bulunabiliyor o albüm, bence bir göz atın derim. Farklı bir çalışma gerçekten. Hemen ardından Once… Upon A December’s Dawn demosu ile bir anda klasik müziğe dalıyor Asis Nasseri. Hiçbir metal etkisi olmayan bu demo, Follow the Lord’s isimli inanılmaz güzel bir şarkıya sahip. Bakmayan kendi kaybeder o kadar diyeyim.
Bu demoların ardından ise, bir çoğumuzun bildiği Haggard çıkıyor ortaya, And Thou Shalt Trust… the Seer ile başlayan serüven Tales of Ithiria albümüne kadar mükemmelliğinden ödün vermeden devam ediyor. Haggard’ı bir ara o kadar çok dinledim ki, saniye saniye ezbere biliyorum bütün şarkılarını. Belirli kalıpları yıkabilseler ve Allah rızası için yeni bir albüm çıkarsalar aslında daha da büyüyecekler bana kalırsa.
Klasik Müziği metalle birlikte bu kadar seven adamım, Haggard’dan başka adam gibi Senfonik Metal grubu dinleyemiyorum, o da ayrı bir şey tabi.
Ha bir de hep DT’nin My Negation şarkısının bir orkestra tarafından çalınmasını istemişimdir. O şarkı gerçekten buna uygun çünkü.
23.11.2013
@DrAQA, Follow the Lords müthişmiş gerçekten.
Bir zamanlar yazmıştım, ucundan da olsa alakalı :
String Quartet No. 14 in D minor
(“Death and the Maiden”), D. 810
Besteci: Franz Schubert
İcra Eden: Borromeo String Quartet
Albüm: Music from the Isabella Stewart Gardner Museum, Boston
Açıklama: Isabella Stewart Gardner Müzesi’nin “Tapestry Odası”nda canlı çalınarak kaydedilip Creative Commons Music Sharing License etiketi ile dağıtılmıştır.
Beste 1824 yılında kaydedilmiştir. Schubert besteyi yazdıktan sonra ağır bir hastalığın etkisi altına girmiş ve ölümünün yakın olduğunu düşünerek bu besteyi bir vasiyet olarak yazmıştır. Beste 4 bölümden oluşur:
1- Allegro
2- Andante
3- Scherzo
4- Presto
Sanat eserleri yaratanlarının hayatlarından bağımsız düşünülemeyecek kadar gerçektirler. Önemli olan bir nokta ise, yaratıcının bu gerçekliği verip veremediği ve bir adım daha da ötede, nasıl verdiğidir. Bu kaçınılmaz durumu göz ardı etmeyerek, Schubert’in Death and the Maiden (Der Tod und das Mädchen) bestesine baktığımızda O’nun bu yapıtına “vasiyet” yakıştırmasını yapmasının nedenini çok iyi anlayabiliyoruz.
Yaklaşık kırk dakika süren eser iniş çıkışlarıyla, hızlanıp yavaşlamasıyla ve özellikle tansiyonu azaltıp fazlalaştırmasıyla dinleyiciyi kendinden uzaklaştırmıyor. Eser, bestecisinin ölüm tehlikesi altına girdiği zamanda yazıldığı için ölüm kavramıyla bir yüzleşme niteliği de taşır. Nitekim eserin başında “Maiden” kaçınılmaz bir sona erken ulaşmış biri gibi “Death”e yakarmaktadır. Başlangıçtaki notaların dinginliği de bu yakınmanın hüznünü çok net olarak verir. Arkasından gelen kısımda bu yakınmanın “Death” tarafından reddedilmesini ve “Death”in “Maiden”a çağrısını içeren notalar duyarız. İki karakter arasındaki bu çatışma dinleyiciyi de adeta “heyecanlı bir karşılaşma”nın ortasında bırakır. Eserdeki melodiler, harmoniler anlatmak istediğini net bir şekilde anlatıyor. Hangi oyuncunun ne zaman ne şekilde ortaya çıkacağı belli olan bir tiyatro eseri gibi notalar da “rol”lerini eksiksiz bir biçimde ortaya koyuyorlar; bir müzik yapıtının normal olarak yapması gerektiği gibi.
Heavy Metal dinleyicisi ve biraz da müzisyeni olarak ve üstelik progresif öğelerle süslenmiş metal müziğin kendimce iyi bir takipçisi olarak bunun gibi bestelere bakarak metal ve rock müziğin köklerini çok daha iyi tanıyabiliyorum. Schubert’in bu bestesini de dinlerken düşünmeden edemedim; eserden bazı bölümler distortion’lı gitar ile icra edilmeye o kadar müsait ki… Aslında bu da Heavy Metal’i gözümde bir nebze de olsa yüceltiyor.
Ve tabi ki Shostakovich brutalliği diye bir şey var: http://www.youtube.com/watch?v=PjvTTfbpWjY
Shosta değil Dying Fetus mübarek.
Etkilenim ama ne etkilenim. Aklıma geldikçe tüylerimi diken diken etmiştir ve ayrı bir gurur vermiştir her zaman. Şuan birçok kesmin gürültü olarak algıladığı bu tarzın aslında klasik müzik gibi çok saygın bir türden etkilenmesi çok güzel bir şey. Aslında techno ve pop müzik dışında diğer tarz müziklerinde illaki temelinde klasik müzik yattığına inanırım ama metal müzikte bu temel cidden çok büyük. Şüpesiz metal müziğin sertliğinin ve hızının klasik müzikten geldiğine inanıyorum. Tüyleri diken diken eden klasik müzik eserlerindeki karanlık ve şeytani hisler de direkt olarak metal müziğe yansımış durumda. Franz Lizst gibi üstatların bu etkilenimde payının büyük olduğunu düşünürüm
bknz: http://www.youtube.com/watch?v=hko1TNkgUUE
Buna ek olarak ölüm marşı olarak nitelendirilen büyük virtiözlerin verdiği Requiemlerde var, bunlarında epey etkisi olduğu kanaatındayım, tüyleri diken diken ediyor.
Franz Liszt Requiem: http://www.youtube.com/watch?v=NnjauJquWfw
Mozart Requiem: http://www.youtube.com/watch?v=-1DsJ5YQr5s
İşin teknik kısımlarına gelince Bach, Beethoven, Vivaldi, Paganini (Şeytanın kemancısı lakabını almıştır) gibi üstadlar yer alıyor. Şuan birçok neo classical metal, senfonik metal, progresif ve teknik (death) metal sanatçılarıda bunlardan etkilenmiştir, kendi tarzlarında yorumlamalarda bulunmuştur. Bunlardan en büyük ve en açık bunu yapan kişiler ise Yngwie Malmsteen ve Jason Becker gibi virtiözlerimizdir.
Basit bir örnek olarak da çoğu klasik müzik metal coverlarında göreceğimiz, eksik kalmayan shreddingler, sweep picking ve tappingler de bu işe epey teknik kattığını göstermektedir.