BRUTAL ASSAULT 2013 yazısının 2. bölümünden tekrar merhaba. İlk bölümün başındaki açıklamaya burada da değinelim. 7-10 Ağustos 2013 tarihleri arasında Çek Cumhuriyeti’nin Josefov kasabasında düzenlenen ve bu yılın en müthiş kadrolarından birine sahip olan BRUTAL ASSAULT’un tanıtımına, festivale daha aylar varken başlamıştık. Festivali görüntüleyen İstanbullu film ekibi mindRiotz! ile olan iş birliğimiz dâhilindeki bu olay, sitemizi uzun zamandır takip eden değerli okurlarımızdan ismail vilehand’in de festivale gidip, bir de üstüne festivale dair çok kapsamlı bir yazı yazma niyetinde olduğunu söylemesiyle farklı bir boyuta taşındı.
Uzunca bir hazırlık evresinin ardından, birer gün atlamalı şekilde 4 parça halinde sunacağımız dev bir festival yazısı ortaya çıktı. İki gün önce, yazının ilk bölümü olan “Isınma” kısmını yayınlamıştık. Bugün ise festivalin en coşkulu anlarından bazılarını içeren “1. Gün”ü yayınlıyoruz. Cuma günü “2. Gün” ve pazar günü de “3. Gün ve Kapanış” ile bu yazı dizisini noktalayacağız.
Yazının aslı ismail vilehand’e ait olsa da, festivalde basın olarak bulunan ve bu nedenle de normal seyircilerden farklı yetkileri olan mindRiotz! ekibinin de festivale dair notları var. Karışıklık olmaması adına, ismail vilehand tarafından yazılan kısımları siyah, mindRiotz! tarafından yazılan bölümleri ise, logolarında da yer alan bir renk olması dolayısıyla mor yazıyla koyuyoruz.
Yazıdaki fotoğraflar ve videodan da mindRiotz! ekibi olarak Serkan Yalnız, Afra Akgüneş ve Umut Karaduman sorumlu. Fotoğraflara tıkladığınızda büyük ve kaliteli hallerini de görebilirsiniz, ki bizce görün.
Evet, daha fazla uzatmadan manyaklığa yelken açalım.
BRUTAL ASSAULT 2013 – Bölüm 2: 1. Gün
ismail vilehand
Dün her ne kadar öküz gibi performanslar yaşamış olsak da, aslında festivalin ilk gününe uyanmıştık. Elimizden geldiğince kişisel bakımımızı yaptıktan sonra ölmeyecek kadar yemek ve bolca alkol alarak ilk güne girişimizi yaptık.
Warm-up day ile festivale bir güzel ısındıktan sonra brutal otelimize gidip bir güzel uyku çektik ve ilk gün için olabildiğince enerji topladık. Bizi ne kadar sıkı bir festival beklediğini zaten fark etmiş durumdaydık ama yine hazırlıksız yakalanmışcasına bizi çarpacak uzun bir gün bekliyordu. Yazın en uzun günlerini burada yaşadık diyebilirim, gerçekten de festivalde müzik bir an olsun susmuyor, her ne kadar öğlene kadar uyuyup güzel bir vakitte alana gitmiş olsanız bile Brutal Assault size enerjinizin yeteceğinden fazlasını sunuyor. Böylesine yoğun dozda metal müziğe bağımlı hale gelmeden önce, alışmak ilk gün biraz vakit alıyor. Mesela sahnede Dying Fetus tozu dumana katarken uzak bir köşede sızmış kalmış Dying Fetus t-shirlü bir insana bile rastlamak mümkün. Malum, bizim festivali ziyaretimize eğlenme kısmının yanısıra iş kısmı da dahil, o yüzden çok da kendimizi kaybetmeden biraları yavaşça tükettik ve bir yandan müziğe kendimizi kaptırırken bir yandan da bolca görüntü toplamaya, o anı ölümsüzleştirmeye çalıştık.
COFFINS
Abstract Essence ve Proximity adlı yerel grupları ayılma ve yeme-içme zamanımıza kurban ettikten sonra en çok sevdiğim doom-death grubu olan Coffins’i izlemek için en önden yerimizi aldık. Japon malı orijinal ölüm metalcileri sahneye çıktılar ve öğlen sıcağına rağmen buz gibi ölüm müziği dinlettiler bize. Underground webzine’lerde zaten en çok övülen gruplardan biriydi Coffins, ve o övgülerin boşa çıkmadığını binlerce kişiye kanıtladılar.
DECREPIT BIRTH
Aslında Decrepit Birth ilk albümleri hariç pek sevdiğim bir grup değildir. Teknik death metale elimden geldiğimce mesafeli yaklaşan biri olsam da, kız arkadaşımın sevdiği bir grup olmasından mütevellit, yine sahneyi güzel gören bir yere çöreklendik. Derken sahnede dört adet metalci ve bir adet homeless belirdi. Ani bir kazayla değil, baya baya eskimekten rengi solmuş ve yırtılmış kıyafetlerle gelen bu homeless arkadaş Decrepit Birth’in vokalisti ve kurucu elemanlarından Bill Robinson’ın ta kendisiydi. Saatin erken olmasına ve sıcaklığa rağmen haklarını yemiyim, cayır cayır kazıdılar. Benim açımdan performansın zirve noktası en son çaldıkları Crystal Mountain cover’ıydı. Onun haricinde ise kız arkadaşımdan öğrendiğim kadarıyla setlist şu şekildeydi:
Of Genocide
The Infestation
A Gathering of Imaginations
The Resonance
Diminishing Between Worlds
Symbiosis
MAGRUDERGRIND
Decrepit Birth vokalistine yardım amaçlı evde giymediklerimi koli yapıp yollama kararı aldıktan ve kendi türünde en sevdiğim gruplardan biri olan Magrudergrind’ın gıcır bir tişörtünü alıp hemen üzerime çektikten sonra sahne önünde yerimi aldım. Brooklyn, New York’lu Punk/Grindcore/Powerviolence cengâverleri hiç vakit kaybetmeden sahnede gözüktüler ve tahribata başladılar. Hızlı vur kaçlarla dinleyici harap oluyordu, zor durumlar yaşıyorduk. Öğle sıcağında mosh pit cehenneme dönmüştü. Gitar, vokal ve davuldan oluşan bu üç kişilik yıkım ekibi rüzgâr gibi geldi geçti diyebilirim. Kendilerine verilen kısa süreye rağmen, şarkı sürelerinden ötürü çok fazla şarkı çaldılar. O bakımdan setlist vermiyorum ama grindcore seviyorsanız bu adamları kesin dinleyin. Gerçekten inanılmaz bir performansları var. Bir gün denk gelirde canlı izlerseniz aklınız yerinden çıkabilir.
DR. LIVING DEAD!
Suicidal Tendencies seviyor muyuz arkadaşlar? “Eveeet! Seviyoruuuz!” diyorsanız bu grup tam size göre. İsveç, Stockholm’ün bağrından kopup gelen bu cengâverler Suicidal Tendencies kanından nefis bir thrash/crossover icra etmekteler. Ve ortamlarda epey bir takipçileri var. Ancak bu arkadaşları festivalin en talihsiz ikinci grubu (birincisi için ikinci gün yazısını bekleyin.) seçebiliriz. Çünkü gitarist çok ciddi bir arıza yaşadı ve gitarı, amfisi vesaire bir sürü ekipmanı değişti, grubun en az on dakika kaybı oldu. Bu işlerde teknik bilgim olmadığımdan arızanın ne olduğunu anlayamadım ama grup sıkıntılı dakikalar yaşadıktan sonra kalan süreyi bomba gibi değerlendirdi diyebilirim.
İnanılmaz enerjik adamlar. Daha uzun süre çalabildikleri bir konseri gerçekten görmek isterim çünkü bu heriflerin insan üzerinde uyarıcı etkisi var desem abartmış olmam. Yaşadıkları talihsizliklere rağmen ölüyü dirilten performansları ile benden tam not aldılar. Konser sonrasında ise derhal orijinal bir Dr. Living Dead! şapkası kafama çektim ve festivalin geri kalanında öyle dolaştım.
NOVEMBERS DOOM
Şimdi sıra Novembers Doom’a gelmişti. Ama üzgünüm arkadaşlar. Her ne kadar arkalardan takip etmeye çalışmış olsam da adamların yaptığı müzik hiç ilgimi çekmediğinden dinlemiş olduğum halde size bir şey aktaramayacağım. Genel katılımdan bahsedecek olursam, böyle bir festivale göre az gözükse de grubun yeterli takipçisi vardı. Ön kısımlarda sevenleri grubu yalnız bırakmadı. Benim de bu gruba bu performans vasıtasıyla bir sempatim oluştu. Neden derseniz, Novembers Doom festivalde iki performans verecek nadir gruplardan biriydi (belki de tek gruptu). Biri şu an yazdığım normal performans, diğeri ise ertesi günkü akustik performans.
Ancak şöyle bir sorun vardı. Alternatif sahnede olan grubun akustik performansı tam olarak Carcass ile çakışıyordu. Kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama grubun vokalisti kısmen şunları söyledi: “Abi yarın alternatif sahnede akustik performansımız var… Ama… Carcass’la aynı saatte… Ya neyse… Siz gidin Carcass’ı izleyin bence” gibi bir konuşma yaptı. Önce güldüm ama sonra adamı ayakta alkışladım (zaten ayaktaydık çaktırmayın). Yaptıkları müziği hiç sevmeyen biri olduğum halde pozitiflik hissettirdiler bana.
İzlemeyi merakla beklediğimiz gruplardan birisiydi Novembers Doom, canlı dinlemek için ölüp bitilinebilecek belki de ender gruplardan birisi bu tarz için. Gündüz gözüyle ve sahnenin hemen dibinden izleyecek olmanın heyecanıyla beklemeye başladık. Bizim gibi diğer sahnede halen çalmaktan olan grubun son şarkılarından fedakarlık edip sahnenin önünü dolduran birçok insan vardı, gruba böylesine destek olduğunu görmek hoştu. Zaten grup da bu kalabalığı kaçırmayalım diyerekten ve son zamanların trendine uyaraktan sırayla sahneye çıkıp cep telefonu ve fotoğraf makineleriyle kalabalığı çektiler. Sonrasında da grupça sahnedeydiler ve doom death metal ziyafetine başladılar. Oldukça hoş bir tecrübeydi ve çok da güzel çaldılar. Festivalin genel katılımcı profilini düşününce biraz daha az tercih edilecek bir grup gibi duruyordu ama eminim ki o gün pek çok yeni fan edindiler. Sahnede çok uzun kalamadılar malesef, festival işleyişi gereği özellikle gündüz grupları genelde tadımlık oluyor ama sahneden inerlerken ertesi gün için akustik bir set ile tekrar sahnede olacaklarının müjdesini verdiler. Setlistten de akılda kalanlar şöyleydi:
Harvest Scythe
I Hurt Those I Adore
The Dark Host
Six Sides
Dark World Burden
Rain
HACRIDE
Sırada yıllar boyunca Gojira’dan sonra en sevdiğim Fransız grup olan Hacride vardı. Ama artık sıralama öyle değildi. Hem çok fazla Fransız grup öğrenmiştim, hem de Hacride son albüm bana göre fiyaskoydu. Her şeye rağmen arkalardan ama sahneyi temiz gören bir yerden grubu beklemeye koyuldum. Canlı performansta da grup bana farklı bir elektrik veremedi. Tek başına İstanbul’a gelseler belki delirirdim ama o kadar grup içinde sönük bir performans sergilediler. Brutal Assault gibi akustik çalan grupta bile tekme yumruk moshpit olan bir festivalde (oha abarttım. Ama anladınız siz.) konser ortalama geçti. Setlist’ten aklımda kalanlar ve netten bakarak tamamladıklarım şu şekildeydi:
Introversion
Strive Ever to More
Act Of God
My Enemy
On The Threshold Of Death
PHILM
Çoğu kişi ne göreceğinin farkında değildi ama ben kendimi hazırlamıştım. Baya baya DAVE LOMBARDO izleyecektik. Sahne ona göre kuruldu. Hayatımda ilk defa davul en önde, vokal gitar ve bass arkada bir düzen görmüştüm. Çoğu kişinin aksine dersine çalışmış akıllı bir metalci olarak Philm Harmonic albümünü yaklaşık 5-6 kere dinlemiştim. Nette post-hardcore diye geçiyor ama bence alakası yok. Deneysel metal de geç. O derece tür açısından kurcalanmaması gereken bir gruba gelmiş Lombi paşam. Grup çalmaya başladı, ben Lombardo’ya kitlendim ama grubun diğer elemanları Gerry Nestler ve Pancho bağıra bağıra biz bu adamın yanına yakışırız diyorlardı. Belki de festivalin en progresif grubuydular ama gerek Lombardo’nun mütevazılığı olsun, gerekse de diğer elemanları ona ayak uydurması olsun, bizim gibi tepinmekten çok, bu işin sanatsallığına yoğunlaşmış çoğu kişiye kaliteli müzisyenlik nedir onu gösterdiler. Ekstrem bir festivalde sıkıcı olmayan avangart ve progresif performans nasıl olur, insanlar nasıl mum gibi bizi dinler göstermiş oldular. Kesinlikle harikaydı.
downset.
downset. bizim ülkede bariz biçimde bilinmez. Belki şuan otuzlu yaşlarında olan birkaç kişi bilir. Ancak dünya çapında müthiş kült bir gruptur. West Side hardcore dendi mi akla ilk gelen gruplardandır. Aşırı derecede protest, varoşlardan çıkma, siyasi açıdan aykırı Amerikalı bir grubun doğu blok ülkelerinde bu derece bilinmesi ve fanı olması size tuhaf gelebilir ama cidden değil. Üç senedir bizzat şahit oldum, Amerika’nın varoşlarından gelen hardcore grupları, black’çisi olsun, death’çisi olsun buralarda çılgınlar gibi ilgi görüyor. Burzum tişörtlü adamların anti-kapitalist, anti-emperyalist, kıro hardcore gruplarında pogo yaptığını, doğu blok ülkelerinde görmeniz çok normal bir şeydir. Tür içinde türcülük yapmıyor adamlar. Batı’ya olan öfkelerini özellikle Batı kültürünün bağrından kopup gelmiş hardcore/rapcore gruplarında coşarak göstermeyi çok seviyorlar. downset. keza Çek Cumhuriyeti’nde çok beklenen bir grupmuş onu gördüm. Abartı moshpit’ler oldu ve inanılması güç derecede şarkılara birebir eşlik edildi. Grup bile şaşırmıştı buna. Grubun vokalisti Rey Oropeza bile bu derece destek gelmesinden kendini kaybetti ve stage dive yaparak üzerimizde gezindi. Daha ilk günü yarılamadan her türden efsane performanslar izliyorduk. Festivalin hayvanlığı cidden gittikçe kendini aşıyordu.
BELPHEGOR
Sırada daha önce İstanbul’da yarım yamalak da olsa izlemiş olduğum black/death grubu Belphegor vardı. Kafaya kanı dökmeden çıkmayan bu cengâverler yine bol salçalı çıktılar sahneye.
Bu sefer moshpit’ten ziyade headbanger kitle çıldırmaya başladı. Ölümüne kafa sallıyordu herkes. Benim de zaten daha yorulmamam gerekiyordu. O bakımdan çakılıp kalıp kafamı koparcasına salladım ve “seytıııııııııın!” diyerek efendi efendi elma şıramı içtim.
Grubun setlisti şu şekildeydi:
Feast Upon The Dead
Belphegor – Hell’s Ambassador
Angeli Mortis De Profundis
In Blood – Devour This Sanctity
Diaboli Virtus In Lumbar Est
Impaled Upon the Tongue of Sathan
Lucifer Incestus
Bondage Goat Zombie
DEVILDRIVER
Sıra son yılların en gaz gruplarından birine gelmişti. Devildriver çok severim ama ilk izleyişim olacaktı. Daha önce canlı performanslarını netten çok izledim, inanılmaz gaz bir grup olarak gözüküyorlardı ama maalesef beni hayal kırıklığına uğrattılar.
Bu ve buna yakın tarzda müziği yapanların en çok delirdiği ülke genelde Çek Cumhuriyeti’dir ama Dez Fafara, çalayım da gideyim havasındaydı sanki. Performansın ortalarında sıkıldım baya bir. Grubu çok seviyorum ama sanırım kötü bir güne denk geldik. Cidden Devildriver işimizi yapalım gidelim havasındaydı.
DYING FETUS
Devildriver’ın hayal kırıklığından sonra tüm festivalin en iyi performanslarından birine gelmişti sıra. Death metali ben Amerikalı gruplardan öğrendim. Cannibal Corpse, Death, Deicide, Suffocation, Morbid Angel, vesaire, vesaire, gibi. Ancak Dying Fetus’un ne derece muhteşem bir grup olduğunu bu yaşımdan sonra öğrenmiş oldum. Uzak ara hayatımda dinlediğim en muhteşem Amerikalı death metal grubu performansıydı. Motörhead hariç üç tane adamın yapabileceği en kusursuz şey uzak ara budur diyorum.
Adamlar buz gibi. Hiç fire yok. Albümden farksız biçimde çalıyorlar ve hayvan gibi coşturuyorlar. Cımbızla çekilmiş gibi bir setlist karşımızda. Hani şunu çıkar bunu koy diyemiyor insan. Boynum parçalandı resmen. Festival boyunca full olarak sevdiğim şarkıları çalan ilk grup Dying Fetus oldu. Setlist şu şekildeydi:
Grotesque Impalement
Your Treachery Will Die With You
Kill Your Mother, Rape Your Dog
From Womb to Waste
Killing on Adrenaline
Second Skin
One Shot, One Kill
ENSIFERUM
Ensiferum’un sahnesi çoğu kişi için diğer gruplar arasında eğlenceli bir ara gibiydi, oldukça kalabalık bir gruba karşı çalan grup herkesin keyfini yerine getirdi. Festivalin genel olarak agresif ve tam gaz headbang atmosferinde biraz daha yumuşak bir hava estirdi diyebiliriz. Tabii yine çılgınlar gibi kendini parçalayanlar vardı ama çoğunluk gülümseyerek sahneyi izlemeyi tercih etmişti. Nitekim Türkiye’de biraz daha farklıydı durum, bizde en ufak bir folk girdi mi işin içine, hangi ırktan hangi kökenden olsun fark etmez kanımız kaynamaya başlıyor ya, neredeyse halay çekmeye başlar noktaya geliyoruz, işte gavur milleti farklı bu noktada.
Bizim yokluktan var ettiğimiz o enerjiyi yaratamıyorlar içinde. Ama tabii kültürlü Avrupa metalcisi olmak başka; genci yaşlısı, death metalcisi, black metalcisi, herkes şarkılara eşlik ediyor ve kendince ritme kapılıyordu. Keza çoğu grubu izlerken aynı şeye şahit olabilirsiniz, sanki herkes bütün grupları hatmetmiş, herşeyi biliyorlar, her grubun tadını çıkarıyorlar. Bunu görünce de insan biraz kendinden utanır hale geliyor tabii, o da ayrı mesele. Setlist’e gelirsek, In My Sword I Trust, Twilight Tavern gibi bilindik şarkıları çaldılar, herkesin en çok beklediği ve en çok coştuğu şarkı Iron ise kapanış şarkısıydı, müthiş çaldılar ve tadlarını insanların damağında bırakıp sahneden indiler.
GOJIRA
Dying Fetus’tan sonra sevmediğim gruplardan biri olan Ensiferum çalarken insani ihtiyaçlarımı karşılamış ve Fransa’nın en baba grubu olan Gojira’yı beklemeye koyulmuştum.. Hâlâ kendimi kaybetmiş ve sağlıksız bir durumda olduğumdan arkalarda coşarak takip ettim grubu. Arkalarda olsam da çılgınlar gibi tepindim. Çünkü Gojira Avrupa’nın en iyi metal gruplarından biri. Cidden Gojira seven her insan için gönülden diliyorum bunu, izlememek olmaz. Ayrıntılı anlatmıyorum, Gojira dünyanın en hayvan gruplarından biridir. Lütfen izleyin, yaşayın bunu. Ben özellikle Flying Whales ve Toxic Garbage Island çalarken boynumu kaybettim. Cidden hayatımdaki şuursuz headbang’lerimden birini yaptım bu şarkılarda. Son albümlerini ne kadara beğenmemiş olsam da bence Gojira’ya tüm dünyanın ihtiyacı var. Fransız hayvanlığını herkes yaşamalı. Destansı bir performanstı. Tüm yorgunluğuma rağmen pür dikkat takip ettiğim performanstaki setlist şu şekildeydi:
Explosia
The Axe
Backbone
Flying Whales
L’Enfant Sauvage
Toxic Garbage Island
Remembrance
The Heaviest Matter of the Universe
Wisdom Comes
Oroborus
The Gift of Guilt
ANTHRAX
ANTHRAX çok severim, birçok şarkısında çıldırırım ama insan olduğumdan artık yüklenen her türlü maddeye rağmen minimum tepki vermeye başlamıştım. En tınlamadığım grupta bile kendimi yerlere attığımdan ben artık bitip çadıra doğru yol alacak hale gelmiştim ama bakın ne oldu: ELMA ŞIRASI! Apple Cider denen bu nane ile ilgili yazı bitişinde ayrıntılı açıklamalar yapacağım. O ana kadar bekleyin, cidden ülkeler arası kriz yaratan bir içecek bu. Neyse Elma şırası ile, ağrılar çeken bedenim dipdiri oldu ve Anthrax başladı. Caught in a Mosh ile girdiler ve nefis bir moshpit başladı. Sonrasında gelen Got the Time ile thrash metal manyakları ölümüne birbirine girdi. Hayatımda en çok sevdiğim gruplardan biri olan her şarkısını ezbere bildiğim Fear Factory için kendimi tutmaya çalışıyordum ama Anthrax yardırıyordu. İçimden yalvarıyordum lütfen taptığım ve karşı koyamadığım Anthrax şarkısı olan, Keep It In The Family çalmasa diye. Çünkü çalarsa elma şırasının etkisiyle birkaç kişiyi sakatlama riskim vardı. Neyse ki çalmadı ve en son olarak Antisocial ile thrash manyakları Anthrax ile birbirini parçaladı.
FEAR FACTORY
Anthrax’a pek katılım sağlamadığımdan Fear Factory’ye önde ve en ortada en muhteşem yerlerden birini tutmuştum. Hatta benim yerime karşılık ahlaksız tekliflerde bulunan bir Polonyalı kız ile kız arkadaşım az kalsın kavga ediyordu. Zor ayırdım, Cidden çok tatsızdı bu mevzu. “yok lan öyle şey olmaz” demeyin, doğu blok ülkelerinde oluyor cidden. Erkekten çok kızlar erkeklerin peşinde. Hatta kavgada, dövüşte kazanan hatun baya erkeği alıp gidiyor. Ciddi ilişkiniz yoksa, döven kız erkeği kapıyor yani. Size inceden bir tüyo çarptım ama bu lafıma güvenip Şahin K gibi gitmeyin Çek’e. Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Neyse. Hayatımda ilk dinlediğim ve en çok sevdiğim gruplardan biri olan Fear Factory çalmaya başlamıştı. The Industrialist ile beynim ağzımdan ve burnumdan akıp yerlere dökülecek gibi kafa sallıyordum. Sonrasında Shock ve Edgecrusher ile en kral zamanlarına selam çaktılar. Ben hâlâ şarkı aralarında beynim yerlere akmadı umarım diye yerlere bakıyordum çünkü hayatımın en zirve headbang’ini yapıyordum. Hani yazarak anlatmak bir yere kadar ama hayatımda 300’den fazla grup izlemişimdir Fear Factory’nin bu performansı çok rahat ilk beşimde yer alır diyerek ne derece yüce bir şey yaptıklarını belirterek setlist’i veriyorum:
The Industrialist
Shock
Edgecrusher
Powershifter
What Will Become?
Archetype
Demanufacture
Self Bias Resistor
Replica
Martyr
VOIVOD
Fear Factory’den sonra boyun kaslarım, ayak bileklerim ve hemen hemen her şeyim bana ”Abi yeter. Kasma.” diyordu ama kim dinler bu tembel bedeni. İçim “Whitechapel!!!”, “Marduuuk!” diye kımıl kımıl oynuyordu. Ancak sırada Voivod vardı. Voivod hakkında konuşmayacağım. Çünkü birkaç övgülü cümle ile sevilecek grup değil. Ama sevene ne mutlu bence. Gerçek anlamda MÜZİK yapan metal gruplarından biri. O yüzden çok iyi çaldılar, en alakasız adama bile kendilerini dinlettiler diyerek setlisti veriyorum:
Kluskap O’Kom
Tribal Convictions
Mechanical Mind
Overreaction
Corps Étrange
Chaosmöngers
Ripping Headaches
Nothingface
Voivod
ENTOMBED
İstanbul’da en keyifli en fena coşarak izlediğim gruplarda biri olan Entombed sahnedeydi. Sabahın köründen beri tepinen bedenim uzatmaları oynuyordu, o bakımdan bu muhteşem performansa yine en arkalardan eşlik ettim. Çünkü son kalan gücümü Whitechapel ile yerle bir edecektim. “Ölüyorum yorgunluktan” dediğim halde delicesine kafa salladığım şarkılar şu şekildeydi:
Living Dead
Like This With the Devil
Out of Hand
Revel In Flesh
To Ride, Shoot Straight and Speak the Truth
I for an Eye
Stranger Aeons
Damn Deal Done
Eyemaster
Supposed to Rot
Left Hand Path
Chief Rebel Angel
Demon
WHITECHAPEL
Ve gecenin beklenen performansına sıra gelmişti. Saatler 01:10. Herkes çılgınlar gibi içmiş, çekmiş. Kafalar bir dünya. Son 5 yılın en üstün ekstrem metal gruplarından birini bekliyoruz. Ülkemizde bu grup pek sallanmıyor ama koca ülke, koca festival çıldırmak için hazır bekliyordu. Derken sahneye sisler verildi ekstrem müziğin genç fatihleri sahnede gözüktü. Şu ana kadar çok tepinmeler olmuştu ama hem saatin geçliğinden kafaların güzel olması, hem de Whitechapel’ın yaşayan en muhteşem ekstrem metal gruplarından birisi olmasından dolayı alakalı alakasız herkes sapıtmaya başladı. İlk şarkı Make It Bleed ile ortalık toz duman oldu. Kıyamet kopuyordu sanki. Whitechapel Brutal Assault’ı domine etmişti. Önden performansı takip ederken, abartısız, bastığım yerin sallandığını hissettim. Kafamı çevirip ne olduğunu anlamam imkânsızdı, çünkü boyu uzun olan çokça adam sağa sola gidip geliyordu. Section 8 ve I, Dementia ile devam eden grup aklımızı başımızdan aldı. Abartısız biçimde öküz gibi devam ederlerken en sevdiğim Whitechapel şarkısı olan Possession çalmaya başladığında kendimi en yakın moshpit’e bıraktım. Öküz gibi tepiniyordum ben de. Ekstrem müziğin ne olduğunun, nasıl yaşanacağının en güzel tarifiydi bu performans. Saatler önce “Yatıcam ben ya. Yorgunum.” derken Whitechapel ile kendimi ve etrafımdaki herkesi yerden yere vurmuş oldum. Daha fazla ayrıntıya girmeden setlist’i veriyor ve Marduk’a geçiyorum. Umarım Whitechapel izlemek size de kısmet olur:
Make It Bleed
Section 8
I, Dementia
Possibilities of an Impossible Existence
Faces
Vicer Exciser
Possession
The Darkest Day of Man
This Is Exile
MARDUK
Whitechapel üzerimizde büyük şok yaratmıştı. Sahne önünden ayrıldık ve “Abi o neydi ya… Oha ya… Whitechapel amına koyim… Çüş… Nası bişi ya… vs vs…” şeklinde laflayarak Marduk için yerimizi aldık. Benim kafanın yüksekliği ve Marduk’un hayatta en sevdiğim şeylerden biri olmasından dolayı ortalarda korunaklı bir yere geçtik. Çok net hatırlamıyorum ama tek dediğim şey “With Satan and Victorious Weapons çalarsa kendimi keserim laaaaan!”mış. Maalesef çalmadılar. Marduk’u üçüncü izleyişimdi ve izlediğim en sakin Marduk’tu bu. Yine de muhteşemdi tabii. Üçüncü izleyişim olduğundan memnun ayrıldım ama ilk izleyeceklere tavsiyem küçük yerlerdeki en az bir buçuk saatlik Marduk performanslarına katılmaları. Marduk festivalden ziyade küçük barlarda çıldıran, adamı da çıldırtan dünyanın en iyi gruplarından biri. Mortuus denen iblisin terleri üzerinize sıçrasın yani. İki defa küçük mekânda izledikten sonra festival pek keyifli gelmedi. Ben vasat bulsam da black metal konusunda milli olan kardeşlerimiz vardı. Ve setlist şu şekildeydi:
Serpent Sermon
Nowhere, No-One, Nothing
The Black…
Imago Mortis
Slay the Nazarene
Temple of Decay
Christraping Black Metal
Wolves
Günün ağır darbelerini Magrudergrind, downset., Dying Fetus, Gojira, Fear Factory ve Whitechapel’dan yedikten sonra nasıl gittim nasıl yattım hatırlamıyorum ama hayatımın en müthiş festivallerinden birini yaşıyordum. O bakımdan ayrıntı veremeyeceğim ama bir şekilde uyudum ve ikinci güne bomba gibi kalktım. Kalkmak zorundaydım. Hayatımda en çok sevdiğim şeylerden biri beni bekliyordu çünkü. O şey ise CARCASS’ın ta kendisiydi.
Bir sonraki bölümde, BRUTAL ASSAULT 2013: 2. GÜN:
OBSCURA, GLORIOR BELLI, PRO-PAIN, HATE, MALEVOLENT CREATION, ORPHANED LAND, CULT OF LUNA, IN FLAMES, MESHUGGAH, CARCASS ve daha fazlası…
Bir önceki bölüm.
Bir sonraki bölüm.
Abi ne gruplar var yahu, ciddi söylüyorum eziyet çekiyorum şu an. Kıskançlığımdan okumak istemiyorum resmen.
DYING FETUS,GOJIRA …
İki nokta birsürü ters parantez.
Siz bu hayatı yaşıyorsanız, biz ne yapıyoruz acaba.
Atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun!
Dying Fetus ile Gojira’yı aynı gün izlemek..
Novembers Doom’un akustik setini Carcass’la aynı zamana koymak talihsiz olmuş ND adına. Yani daha kötü bir zaman olamazmış.
Gojira ve Dying Fetus bugünkü gruplar arasından en çok izlemek istediklerim.
Fear Factory’yi Kanada’da izledim, Fear Factory, Soilwork, Devin Townsend gibi sapık bi gecede, millet birbirine girdi hakkaten. Sağlam yardırıyolar konserde. Davulda da Hoglan vardı tabii onun da etkisi olmuştur.
bir tane grubu izlerken bile yorgunluktan ölüyorum ben, bu kadar grubu arka arkaya izlemek nasıl bir performans gerektiriyor cozemedim
ulan, ulan =(
Dying Fetus, Gojira ve Marduk. Yapmayın böyle şeyler.
Lan değil elma şırası vücudumun %75i redbull olsa canlı çıkamam ben bu festivalin bir gününden. Diyecek başka bir şey yok zaten, sikeyim hayatımı
Benim dinlediğim gruplar pek yok ama yazıyı okuyan ya da göz gezdiren herkes herhalde şöyle bi laf etmiştir http://www.youtube.com/watch?v=_VGJIl6ziLg#t=7s
Dying Fetus’un Destroy the Opposition’dan hiç şarkı çalmaması kanıma dokunuyor…
Yazı şahane olmuş elinize sağlık.Çok imrendim.Ben burda aptal derslerle uğraşırken orda bambaşka şahane bi olay var :(