Peşin peşin söyleyeyim Dream Theater’a (DT) gönülden bağlı bir insanım. Zamanında manyaklık derecesinde takip etmişliğim, şarkılarını çalmaya öğrenmeye çalışmışlığım ve bootleg’lerine kadar toplamışlığım vardır. DT benim için duygu ve tekniğin uyumunun metal müzikteki doruk noktasıdır. Her ikisini de ayrı ayrı en az DT kadar iyi yapan bir sürü grup var tabi, ama her iki elementi de bu kadar başarılı bir şekilde birleştiren başka bir grup ben bilmiyorum. “Adamlar paso teknik şov yapıyor ya.”, “Duygusuz mastürbasyon sololardan başka bir şeyleri yok.” diye eleştiren insanları hiç bir zaman anlayamadım. Bence müzik tarihinde çok az grup hem “Dance of Eternity” gibi bir gövde gösterisine imza atıp, hem de “Finally Free” gibi bir duygular şelalesini ortaya koyabilir, bir yandan “A Change of Seasons” gibi 23 dakika boyunca insanın dikkatini dağıtmayan epik bir beste kurgusu tasarlayıp, bir yandan da “Wait For the Sleep” gibi ufacık şarkılarla melankolinin dibine vurabilir.
Böyle düşünmekle beraber, grubun “Octavarium” ile başlayıp “Systematic Chaos” ve “Black Clouds…” ile devam eden döneminden aşırı derecede rahatsız olmuş ve DT ye karşı olan heyecanını kaybetmiş bir insanım. Bu dönemin başarısız olduğunu düşünmemin bazı sebepleri; kendi kökenlerindeki progresif rock etkilenimlerini kaybedip gereksiz derecede sert ve “metal” bir sound benimsemeleri, enstrümantal bölümlerin şarkıların vokalli kısımlarından saçma derecede kopuk olması ve bunun sonucunda ortaya 12-13 dakikalık hilkat garibelerinin çıkması, soloların aşırı jenerikleşmesi ve “önce Petrucci, sonra Rudess sonra yine Petrucci ve ardından hep beraber” formülünün bokunun çıkartılması, Myung’ın hem sound hem de besteci olarak kayıplarda olması ve LaBrie’nin vokal melodilerindeki sıradanlık ve bayağılık olarak sayabilirim. Portnoy’un gidişine fazla üzülmemiş ve bunu grup için bir fırsat olarak görmüştüm, çünkü artık kendilerini yeniden kanıtlamaya ve 3 albümdür üzdükleri hayranlarının gönüllerini almaya ihtiyaçları vardı.
2011 tarihli “A Dramatic Turn of Events” (ADTOE) bu görevi fazlasıyla yerine getirdi diye düşünüyorum. Son üç albümdür kayıplarda olan ağız tadı ile yazılmış enstrümantal bölümler ve duygusal vokal melodileri “ADTOE” ile geri döndü ve büyük bir kesim tarafından “Six Degrees of Inner Turbulence”ten beri grubun yaptığı en iyi iş olarak yorumlandı. Evet belki çok özgün ya da DT’nin müziğine yeni şeyler ekleyen bir albüm değildi ama en azından gelecek için umut vermiş ve bir sonraki albüm için insanların heyecanlanmasına yol açmıştı.
Ardından yeni albüm açıklandı ve bence çok başarılı bir PR çalışması ile beklentiler baya bir yukarı çekildi. İlk öncelikle Mike Mangini’nin bu albümdeki besteler üzerinde büyük etkisi olduğu ve albümde insanların akıllarını alacak davul partisyonlarının olduğu söylendi. Ardından grup baya iddialı bir hareket yaparak albümün adının “Dream Theater” olduğunu açıkladı. Merak uyandırıcı şarkı adları, gerçek yaylı bölümleri filan derken bir çok insan merakla albümü beklemeye başladı. Peki bu bekleyişe değdi mi ? Cevap bence evet, Dream Theater son yıllardaki en özgün, en samimi ve en müziksel albümünü yapmış.
Albümün müzikal yapısında ilk dikkat çeken nokta, konsept bir albüm olmadığı halde aynı bir sinema filmi gibi kurgulanmış olması. Petrucci röportajlarda bol bol “En sinematik albümümüz bu.” diyordu, haklıymış adam. Albüm herhangi bir yüksek bütçeli bilimkurgu/savaş filmine açılış yapabilecek senfonik etkileşimli “False Awakening Suite” ile başlıyor mesela, “The Bigger Picture” tam filmin başrol oyuncusu umutsuzluğa kapılıp kendisiyle yüzleşmeye başlayınca arkada çalabilecek bir parça, “Enigma Machine” in rifleri casusluk ve detektiflik temalı filmlerde/dizilerde bol bol duyduğumuz melodilerden esinlenerek yapılmış gibi duruyor, her epik filmin son 20 dakikası gibi albümün de son 20 dakikası olabildiğine görkemli şekilde geçiyor, “Illumination Theory” DT’nin “Octavarium”dan beri yaptığı en epik ve bol katmanlı şarkı; teknik, melodi, solo, gaz, hüzün, orkestrasyon, ne ararsanız var şarkıda. Son olarak, nasıl film bittikten sonra “credits” akarken arkada filmi bitiren o epik sahneler ile kontrast yaratan sessiz sakin bir müzik çalar ya, aynen “Illumination Theory” den sonra da 1 dakikalık sessizliğin arkasından bu tarz bir gitar-piyano melodisi albümü bitiriyor.
Diğer bir dikkat çeken nokta ise şarkı sürelerinin kısalığı. En sondaki epik “Illumination Theory” i saymazsak, albümdeki bütün şarkılar 5-6 dakika civarında. Bu özellikle son dönem DT’den alışık olmadığımız bir şey. Şarkıların sürelerinin kısalmasındaki başlıca sebep şarkı aralarına 4-5 dakikalık kel alaka enstrümantal kısımlar eklemek yerine sadece bir gitar ya da klavye solosu koyup bitirmeleri olmuş, böylece ortaya daha bütünlüklü ve dinlenmesi rahat şarkılar çıkmış.
Böyle dedim ama adamlar şarkıları basitleştirmiş ya da progresiflikten ödün vermiş gibi bir anlam çıkmasın. Tam aksine, progresifligi “teknik ve acayip şeyler” yaparak vermek yerine, değişik şarkı kurguları, yeni sound’lar ve yaklaşımlar deneyerek vermişler. Mesela hemen göze çarpan bir yenilik, bas ve davulun kendi başına gittiği bölümlerin ciddi bir biçimde artmış olması, özellikle Rudess veya Petrucci solo atarken arkada en az solonun kendisi kadar ilginç seyler çalıyorlar Myung ve Mangini ikilisi. Bir diğer yeni yaklaşım ise “Illumination Theory” nin ortasındaki yaklaşık 4 dakika süren ambient/orksetral bölüm. Rudess tarafından bestelenen ve genç Türk maestro Eren Başbuğ tarafından aranje edilip stüdyoda gerçek yaylılar ile kaydedilen bu bölüm, dinleyenlerine gözlerini yaşartacak kadar güzel olmuş. Bunların dışında “Behind The Veil” in girişindeki New Age etkilenimli klavye tonları dikkat çekiyor. Sonuç olarak DT bu albümde “ADTOE”nin aksine bir sürü yeni elementi müziğine katmış.
Albümde genel olarak herkes kendini dizginlemiş ve olabildiğince gereksiz enstrüman şovlarından kaçınılmış. Yeri gelince dibine kadar teknik gösteri yapmasını da bilmişler tabi. Enstrümantal “Enigma Machine” baştan sona bütün üyelerin çılgın attığı bir şarkı olmuş. Benzer şekilde “Illumination Theory” de insana oha dedirtecek pasajlar var, özellikle caz-fusion etkili bölümler feci keyifli olmuş. Yani adamlar her şarkıya teknik bir şeyler sıkıştırmak yerine bu olayları bu iki şarkıya saklamışlar, ve albümün geri kalanında kendilerine hakim olup progresifliği melodiler ve şarkı kurguları ile vermişler diyebilirim.
Etkilenimler olarak bakarsak albümde yer yer yoğun Rush ve Megadeth etkisi göze çarpıyor. DT hiç bir zaman etkilendikleri grupları saklamamış ve bunları kimi zaman ustaca (“Images and Words” dönemi) kimi zaman da bana göre eline yüzüne bulaştırarak (“Octavarium” dönemi) müziğine yedirmiş bir grup. Bu albümdeki etkilenimler bence hiç sırıtmamış, sanırım albümü miksleyen Richard Chycki daha önce Rush ile de çalıştığından dolayı özellikle “Looking Glass” ve “Surrender To Reason” şarkılarındaki Rush sound’u grubun kendi müziği içine çok güzel yerleştirilmiş. Megadeth etkileri açıkçası beni ilk başta baya şaşırttı, özellikle “Enemy Inside” ve “Behind The Veil” de sadece gitar riffleri değil, vokal tarzı da baya bir Mustaine’i andırıyor, tabi yine bu etkilenimler müziğin içine güzel oturtulmuş ve hiç sırıtmıyor.
Kısaca üyelerin performanslarından da bahsedelim. Bir kere albümün adı çok yerinde bir seçim olmuş, çünkü hakikaten son dönem albümleri gibi bir “Petrucci ve Rudess şov” değil, bütün elemanların yeteneklerini eşit derecede sergilediği, tam anlamıyla bir takım çalışması olmuş “Dream Theater”. Son yıllarda baya bir gölgede kalmış efsane basçı Myung bile bu albümde hiç olmadığı kadar duyuluyor ve aranjmanlarda da onun öne çıkabilmesi için stratejik boşluklar bırakılmış. Mangini özellikle “Enemy Inside” ve “Enigma Machine” de insanın ağzını açık bırakacak davul oyunları yapıyor, eminim ki şarkıların davullarını öğrenmek ve neyi nasıl yapığını çözmek davul çalan arkadaşlar için baya kafa yorucu ve eğlenceli olacaktır.
Rudess bu albümde kendini baya dizginlemiş, albümde çok az klavye solosu var ve hepsinin de teknik dozu tam kıvamında. Kendisinin asıl katkısı albümün orkestral ögelerini bestelemek ve yeni sound’lar kullanmak olmuş. Petrucci bildiğiniz gibi, hem teknik hem damar sololar bol bol mevcut albümde, beni en şaşırtan şey ise “Surrender To Reason” da attığı kendi tarzının çok dışındaki bol bend’li ve öttürmeli solo oldu. LaBrie ise aynen “ADTOE” de olduğu gibi yine büyüleyici, nedeni de vokal melodilerinin oldukça melodik ve onun tarzına göre yazılmış olması. Portnoy gittiğinden beri bu adama Hetfieldcılık oynatacak kimse kalmadı, o yüzden tam potansiyelini sergiliyor eleman. Hele “Illumniation Theory” de “Mothers to their childreeeeeeen” diye girdiği bir bölüm var ki aman aman…
Miksaj olarak albüm İnternet’te baya bir eleştriye maruz kaldı. Özellikle single’lar yayınlandığından beri herkes davulun (spesifik olarak trampetin) ve genel sound’un ne kadar kompresli olduğundan bahsediyor. Ben miks konusunda biraz nötr kaldım. Her enstrümanın rahatça duyuluyor olması ve özellikle gitar tonlarının kamyon gibi olması beni sevindirdi, ama bir yandan sound’un çok kompresli olduğuna ben de katılıyorum. Bu özellikle albümü 2-3 kez üst üste dinlediğinizde, hele bir de kulaklıkla dinliyorsanız, insanda baya bir yorgunluk yaratıyor. Açıkcası ben hala “Falling Into Infinity”deki o naif ve dinleyeni yormayan miksaji özlüyorum.
Son olarak da temalara ve sözlere bakalım. Albüm konsept bir albüm değil ama bütün şarkıların ortak noktası insanin içsel sorunları ile yüzleşmesi ve zor zamanlarımızda inanç, dostluk ve sabır gibi kavramların bizi nasıl hayata bağlayabileceği üzerine. Öyle çok derin bir düşünce veya felsefe yok yani ama yine de grubun geçmişte yazdığı bazı yüzeysel şarkı sözlerine oranla daha başarılı buldum sözleri. Albümdeki en iyi sözler de açık ara gruptaki en iyi şair olan Myung’in yazdığı “Surrender to Reason” a ait.
Toparlarsak, bana göre ”Dream Theater” DT’nin 10 küsür yıldır yaptığı en kaliteli ve içinde en başarılı teknik-duygu dengesini barındıran albüm. Bir DT hayranı olarak grubun düşüş çağından çıktığını ve hala kaliteli albümler yapabilme kapasitesi olduğunu görmek o kadar sevindirici ki anlatamam. Ha, bir “Scenes From A Memory” ya da “Images and Words” gibi müzik tarihine damgasını vurmuş klasikler gelir mi, o ihtimal çok zayıf tabii. Ama adamların da hakkını teslim edin yani, hem ilk hem de son döneminde klasik albümler üretmiş kaç büyük grup sayabilirsiniz? Sonuç olarak ben DT’nin geleceğine artık daha ümitli bakıyorum, ve grubu bu sene çıkacağı “Along For The Ride” turnesinde izlemeyi dört gözle bekliyorum.
kritik çok güzel olmuş ellerine sağlık , albüm gerçekten son dream theater albümleri içinde net en iyisi ama insan metropolis images and words arıyor
harbi güzel kritik, lafı dolandırmadan olayı ortaya koymuş yazar arkadaş.
2. paragrafta hislerimize tercüman olmuşsun. Bu nedendendir ki; albümü henüz dinlemiş değilim. Kritiği okuyunca heveslendim şimdi, gereksiz kasışların olmamaması beni ümitlendirdi.
Beklediğimi bulamadım. Zaten pek birşey beklemiyordum da neyse. Albümde inanılmaz derecede bir öngörülebilirlik var. Özellikle labrie ve rudess performanslarında böyle bir durum sezdim. Beste kalitesi çok zayıf. Kararsızlık bu albümü tanımlayacak en güzel kelime bence. Albümü bir kalıba sığdıramadım. Herhangi bir türe bağlı kalınmadan kaydedilmiş ve lütfen kimse dream theater’e artık progresif metal grubu demesin. Progresif geçişler, yerler tabi ki de var. Ama kesinlikle bu albüm progresif metal albümü değil. Bu kadar kararsız bir grubun progresif metal albümü yapması da beklenemezdi zaten. Genel olarak pek bir yenilik barındırmayan, rudess’in kafa siken klavye ve continuum’larıyla dolu bir albüm olmuş. Labrie şarkıları hisli söylemeye çalışmış ama nafile yeteneği bir yere kadar tabi. Petrucci bildiğimiz petrucci. Çalmışta çalmış. Ölene dek gitar mastürbasyonunu devam ettireceğine yemin etmiş. Ben mangini’ye üzüldüm. Tamam dünyanın en büyük progresif metal grubuna geldi ama burada adamın yeteneği köreldi resmen.
Albümün birçok yerinde öyle gruplar dinliyormuşum gibi geldi ki söylemeye kalksam 15-20 grup olur herhalde. Bu derece etkilenme kabul edilemez. Tamam etkileniyorsun ama adama demezler mi iyide dream theater nerde kaldı. O dream theater hiçbir zaman geri gelmeyecek. Yanlış anlaşılmasın bir klişe oldu artık. Image and words gibi albümler beklemiyorum. Ama şu vakitten sonra dream theater’dan kararlı, kasmadan icra edilmiş bir albüm çıkaracağına dair umudumu tamamen yitirdim. Bu albüm formulize bestelerle dolu falanda değil. Bambaşka birşey olmuş bu. Diskografide black clouds and silver linings ve systematic chaos’tan sonraki en kötü albüm bu olmuş. ADTOE albümünü tercih ederim şahsen. Daha ne yaptığını bilen bir dream theater vardı o albümde. Puanım 6. O da elemanların müzisyenlik bilgilerinin hatırına.
Albümü çok sevdim. Çok çok sevdim. Scenes From a Memory’den sonra çıkan her şeyden daha iyi bence. Ama şu anda ateşler içinde yattığım için uzun bir şey yazamayacağım, bilgisayar başına oturduğumda daha detaylı yorum yapacağım.
Diger albumler hakkinda da ne dusundugumu ve notlarimi kisaca yazayim ki, kritikte verdigim not ve yazdigim dusunceler anlam bulsun.
WDADU (6/10): Gercek DT nin prototip asamasi gibi bir sey bu album. Gerek sound gerek vokallerin cigliginden dolayi neredeyse hic acip dinlemiyorum bunu. Killing Hand ve Ytse Jam gibi saheserler albumu sirtliyor.
I&W (9.5/10): Fazla soze gerek yok, heralde progresif metal tarihini bu kadar etkilemis album sayisi 4-5 filandir. Yarim puan kirmamdaki tek sebep Another Day ve Surrounded sarkilarinin kisisel olarak pek sevmemem.
Awake (8/10): Tabiiki cok cok iyi bir album, ama kisisel favorilerim arasinda degil. A Mind Beside Itself, Mirror, Lie gibi olup bittigim sarkilar var bu albumde, ama bir yandan Innoncence Faded, Lifting Shadows Off a Dream ve Scarred gibi bana hic bisey ifade etmeyen sarkilar da var.
FII(8.5/10): Cogunlugun aksine ben bu albumu cok severim. Bir kere soundu ve produksiyonu olaganustu bu albumun, DT bu albumdeki organik soundu bi daha hic yakalayamadi bence. Lines in The Sand ve Trial of Tears bir progresif rock/metal grubunun yapip yapabilecegi en olgun sarkilar bence.
SFAM (10/10): Heralde hayatimda en cok dinledigim prog metal albumu budur. O kadar “dolu” bir album ki, herifler 70 dakikaya bu kadar olaganustu melodiyi, soloyu, pasaji ve duyguyu nasil sigdirmislar anlma veremiyorum. En sevdigi albumlerde bile “surasi olmasa da olurmus” diyen bi adamim, bu albumde hayran olmadigim tek bir riff yok. Heralde hem bir muziksever hem de bir muzisyen olarak beni en cok etkilemis albumlerden biridir.
SDOIT (9/10): Benim icin son efsane DT albumu. Her iki CD’sine de ayri ayri hastayim. Ozellikle ikinci diskteki epik sarki tam bir duygu patlamasi, bu sarkiyi duyup ta hala “DT cok ruhsuz yaa” diye adama ucan tekme atarim :D Ilk CD deki Glass Prison ise grubun yaptigi en iyi metal sarki bence.
ToT (8/10): Yine cogunlugun cok da sevmedigi ama benim bayildigim bir album. Evet diger albumlere gore daha renksiz ve sert bir album, ama soyle de bir gercek varki DT nin en cilgin en delismen enstrumental bolumleri bence bu albumde. Her eleman ayri cilgin atiyor resmen. Ayrica In The Name of God kafadan en sevdigim DT sarkilarindandir.
Octavarium (4/10): Dususun baslangici… Albumle ayni adi tasiyan saheseri bir kenara koyarsak bombos bir album benim icin. Geriye kalan sarkilar o kadar duz ve o kadar unutulmaya mahkum ki.. Hele etkilendikleri seyleri bagira cagira beyan etmelerine (U2, Muse vs.) ekstra gicik olmustum bu albumde.
SC(5/10): Bu albumu ilk dinledigimde Octavarium faciasindan sonra baya guzel gelmisti, fakat bendeki etkisi cok cabuk bitti. Beste kurgusu olarak en yavan albumu bence DT nin, rifflerin siralanisi ve enstrumantal bolumlerin sarkilarin icine koyulusu o kadar ozensiz ve siradanki. Bir de LaBrie nin tarzina hic ama hic gitmeyen o sert vokaller. Neyse en azindan In The Presence of Enemies albumu alip goturuyor.
BC&SL (3/10): Of o kadar kotu ki bu album ya.. Yani ben ki yillardir DT ye bos ve ruhsuz diyen insanlara karsi grubu olesiye savunmus biriyim, bu albumun hic bir savunulacak tarafi yok hakkaten. The Count of Tuscany ve A Nightmare to Remember in bazi bolumleri haricinde, koca 70 kusur dakikalik albumde severek dinledigim tek bir yer yok nerdeyse. Nasil bu kadar bos ve muzikaliteden yoksun bir album yapabildiler hala aklim almiyor. Heyecanini ve muzik askini kaybetmis bir grubun albumu bu gozumde.
ADTOE (8/10): Kritikte de dedigim gibi DT nin silkinip kendine geldigi album budur. Son 3 albumden sonra o kadar ilac gibi gelmisti ki onun gaziyla 9/10 vermistim, ama aradan 2 yil gecince ve saglikli dusununce bence albumun hakki 8. Onun da sebebi albumun pek yenilik icermemesi. Fakat eskiden cok iyi yaptigi bir cok seyi (deli enstrumantal bolumler, duygusal vokaller) bu albumde o kadar iyi yapmis ki DT, yillar sonra ilk kez bir DT albumunu sikilmadan uzun sure dinledim.
24.09.2013
@Kemal, Ben de not versem, hemen hemen bu şekilde verirdim. Özellikle Awake ve Train of Thought konusunda aynı düşünmemize hem şaşırdım, hem sevindim. Aynı kanıda olmadığım tek albüm SDOIT.(albümün tam adını bile hatırlamıyorum.) Bir türlü sevemedim işte.
24.09.2013
@atoutlemonde, Six Degrees of Inner Turbulence (cp değil alınteri dfjhbsdch)
Notlandırmalarda katılmadığım tek albüm BC&SL, ben baştan sona bir hayli severim, 8 verebilirim o yüzden. Aşağı yukarı hissiyatım bu yönde diğer albümler için. Son albüme zaman ayıramadım hala, önceki albüme de hakim değilim yeterince.
25.09.2013
@darth sidious, abi bence son iki album cok bariz ustun BC&SL den, mutlaka goz at derim. Aslinda benim sevmedigim albumleri seven insanlarin olmasi cok hosuma gidiyor, bana umit veriyor belki bir gun ben de o albumleri sevebilirim diye :)
25.09.2013
@atoutlemonde, saol :) evet aynen Awake ve ToT konusunda dusuncelerim(iz) tipik fan profiline pek uymuyor, genelde Awake goklere cikartilir, ToT yerine dibine sokulur. SDOIT i ben baya seviyorum ya, ama baya farkli bi album o yuzden pek sasirtmadi icine girememen. Yine de Score DVD sindeki o sarkinin canli performansina bi goz atmani oneririm, belki orada seversin.
yeni albümde peripheryden etkilenimler göreceksiniz demişlerdi de gülmüştük, harbiden de djent etkilenimli gitar tonları var
scenes from a memory’den sonra çıkan her albümden daha iyi yorumuna katılıyorum bir önceki albümü de dağıtır geçer bu. tabi dream theater’ın bu albümde yaptıkları yeni bir şey değil hepsi grubun daha önce denediği şeyler. progresif metal’de çok daha iyi şeyler arıyorsanız thought chamber’ın “psykerion” albümünü dinleyin.
26.09.2013
@baha, Abi sayende thought chamber’ın albümünü çıkarttığını öğrendim şu an ne mutlu oldum anlatamam inmesini bekliyorum yorumlarına meyleden biri olarak progresif yönü güçlü ve yenilikçi bir albüm olduğunu okumak bile çok heyecan yarattı bende.Prog. metal’de beni Zero hour ile birlikte en çok heyecanlandıran grupların başını çeker Thought Chamber.Dream theater’in son albümüne de bir kaç kelam ben edicem çok dinlememe rağmen bir iki defa daha dinleyip fikirlerimi iyice oturtmak istiyorum ama şu ana dek dediklerine harfiyen katılıyorum.
26.09.2013
@baha, abi tavsiye icin cok saol, hemen bakacagim.
29.09.2013
@baha, oha thought chamber yeni albüm mü çıkarmış yav? İyi oldu bak bunu öğrendiğim, sağolasın. Angular Perceptions’a bayılmıştım, bunu da severim büyük ihtimal.
29.09.2013
@Beleg, valla çok aynı tarz değil daha çok 70′lerden beslenmişler ama prog metal açısından özgün bir albüm.:) klas yani.
rica ederim.:) the enemy inside’ın gitarlarında bariz bir michael romeo/symphony x etkisi mi mevcut?
27.09.2013
@baha, evet kesinlikle, benzer sekilde False Awakening Suite da yapisal olarak occulus ex inferniyi andiriyor.
Albüm’de beni en etkileyen şey “İllumination” şarkısının ortalarında yer alan inanılmaz güzel vokal performansı oldu. Ahmet geçmiş olsun bu arada umarım çabucak iyileşirsin bu mevsimsel geçişler hep sorun oluyor zaten.
Albümde beni en etkileyen şey ‘illumination’ şarkısının ortalarındaki inanılmaz derecede dave mustaine etkili iğrenç labrie vokaliydi. Kusmamak için zor tuttum kendimi. Hetfield etkili vokal yine iyiydi de, mustaine hiç ama hiç olmamış. Ayrıca bana göre albüm sıralaması:
Images and words: 10
Scenes from a memory: 10
Awake: 9.5
When dream and day unite: 8.5
Train of thought: 8
Six degrees of ınner turbulence: 7.5
Falling to infinity: 7
A dramatic turn of events: 7
Octavarium: 6
Dream theater: 6
Systematic chaos: 5
Black clouds silver linings: 3
Kemal ve Baha’nın dediği gibi, intro ve arkası direkt Paradise Lost gibi açılıyor. Bana böre, ADTOE’daki Circus Maximus kapağındaki figürü kullanmaları gibi kasıtlı bir benzerlik var, diğer bir DT klonu denen gruptu SYX çünkü. Üstelik intro’nun adının Suite’lı olması, V albümüne bi gönderme, ve SYX’in çok yaptığı, DT’nin nadiren yaptığı klasik müzik tandanslı bir deneme. Albümü ilk defa şimdi dinliyorum, sıkı ve güçlü bir soundu var. Başlangıç olarak sevdim, lakin Thought Chamber’ı 2 saat kadar önce dinlemiş ve büyülenmiştim. Neyse ki kıyaslanacak türde değil gibiler. Thought Chamber çok bariz 70′ler havasında bi albüm yapmış, DT daha sert metal gibi gidiyor şimdilik.
Albümde Metallica etkisi var diyecek kadar kulağı olmayan kişilerin yorumları bu siteyi eğlenceli kılıyor:)
29.09.2013
@Cihangir Çağatay, Dream Theater’ın BÜTÜN albümlerinde Metallica etkisi olması… Kendilerinin de söylediği üzere.
29.09.2013
@Cihangir Çağatay, iyi ki senin gibi müzikten çok iyi anlayan troller var yoksa bu siteyi kim eğlenceli kılıcak :)
Sinema falan değil, dandik sessiz filmlerden.
Presence of Enemies i, Home u yapanlar bu adamlar değildi sanki.
DT nin şu anda girmeye çalıştığı çizgiyi yıllar öncesinden pek çok müzisyen denedi/başardı zaten.
Bu grup köklerine ihanet ediyor, daha çok para kazanma sevdası ve daha çok popüler olma çabası şarkılarda direk kendini gösteriyor.
Baştan savma melodilere yapılmış kompleks düzenlemeler. Yeni bir melodi bulmak için uğraşılmamış, enstrüman etütlerinden yapılmış bir album.
Adam gibi bir melodi seçebilmek için çırpındım albümden ama nafile. Bu albümü yapmasalardı daha huzurlu olurdum.
Eminim Portnoy bi yerlerde gülüyordur şimdi.
Yazar arkadaşa içten teşekkürler. Daha önce hiç dt dinlememiştim. İlk bu albümle başladım ve bayağı sevdim.
Bir de the enemy insidenin girişinde nevermore etkisi hisseden tek kişi benim galiba
20.10.2013
@12ParmakBağırsağı, rica ederim :) Daha once hic dinlemediysen Images and Words albumune de mutlaka bak derim, hem progresif metal da bir mihenk tasi hem de DT yi daha iyi kesfetmek icin dinlenilmesi gereken ilk album.
Evet cok dogru dedin, herkes Megadeth ve Symphony X benzetmeleri yapiyor genelde Enemy Inside icin, ama bence de daha cok Nevermore hissi var sarkida. Ilk calan rifin cok benzerlerini hem Nevermore dan hem de Loomis in solo albumlerinde daha once dinledik.
the bigger picture, behind the veil gibi şarkıları görmezden gelip anlamsızca yorum yapanları hayretle izliyorum. eğer bu besteler baştan savma ise ben müzikten anlamıyorum. ki falling into infinity sonrası dream theater’a pek prim vermem. oysa bu albüm biraz farklı. belki de müzikten anlamıyorumdur.:)
“someone save me look behind the veil” offff vokallere gel! ;)
29.11.2013
@baha, cidden çok güzel şarkılar. Gerçi ben albümü baştan sona çok seviyorum. Açayım da dinleyeyim iyi hatırlattın. :)
“A Dramatic Turn Of Events” albümünü baya-baya sevmiş biri olarak bu albümüde fazlasıyla beğendim. Grubu ne kadar sevsem de DT’de her zaman bir duygu eksikliği hiss ederdim ama son 2 albümde bunun üstesinden geliyorlar bazı şarkılarda. Bu albümde de “the enemy inside” şarkısı bence bunun bariz örneği. LaBrie’nin solo albümünü dinledikten sonra baya korkmuştum DT albümü için ama hayal kırıklığına uğramadığım için mutluyum ^^