Ufuk SÖNMEZ
Metal dünyasında usta bas gitarist denince ilk akla gelen isimler genelde Steve DiGiorgio, Alex Webster, Steve Harris, Cliff Burton felandır. Rock ve fusion’da ise Billy Sheehan, Flea, Victor Wooten, Stu Hamm gibi isimlerdir. Tabii çok var, saymakla bitiremeyiz. Arada 11 telli bas gitarla patolojik death metal çalan YouTube gitaristleri de var, onları da es geçmeyelim derim, 11 tele göre baya iyi iş çıkarıyolar. Sonuç olarak 10 parmak ve 11 telle anca bu kadar oluyor. 11 tel de yeterli diil ama yabancı tel sınırlaması var, n’apalım yani?
Bugünkü konuğumuz ise son yılların başarılı teknik/progresif death metal grubu The Faceless’tan Evan Brewer. Her ne kadar kendisi The Faceless’ın muhteşem son albümü “Autotheism“de pek ön planda olmasa da, kendisinin ne cevherler taşıdığı YouTube videolarından ve ilk solo albümü “Alone”dan biliniyordu. Kendisinin ilk solo albümünün sadece bas gitardan çıkan seslerden oluştuğu dışında başka bir bilgi bilmiyorum. Bu albümde ise durum farklı.
Bu albümde destek ekibinde bateri, klavye, elektrogitar ve elektronik sesler var. Bateride elektronik işlere yönelmek için Animals As Leaders’tan ayrılan, benim çok beğendiğim, farklı bir ritim duygusu olduğuna inandığım Navene Koperweis, klavyede ise Brewer’la harika bir uyum yakalayan Jeremiah Abel var. Bunun haricinde 3. şarkıda Robert Provine’ın, 7. şarkıda da Paul Allen’ın konuk gitar soloları var. Yani albümde katman olarak en az elektro gitar yer alıyor.
Albümde müzik bas gitarın önderliğinde gidiyor ama bu önderlik diktatörlük seviyesinde değil. Evan, dikkatleri üzerine çekmek adına shred gibi gereksiz hareketlere girmiyor, sadece vurgusal anlamda pastadaki en büyük dilim olduğunu hissettiriyor, ki bu da gayet doğal; bu, adamın solo albümü. Müziği nasıl tarif edersin derseniz, size Animals As Leaders’ın gitarını çıkarın, yerine bas gitar koyun derim. Yani Animals As Leaders’ı dinlerken gezegenler arası seyahat ediyormuş gibi hissediyorsanız, bu albümü dinlerken de Mars’ın yüzeyinde araştırma yapan bir astronot gibi hissedeceksiniz. Zannedersem ne demek istediğimi çok iyi anladınız, zira düşüncelerimi bundan daha iyi anlatamazdım.
Kısaca her ikisi de son derece deneysel ve kimi zaman “jazzy” projeler ama burası önemli; bu bir caz-fusion kafası albümü değil. Fusion’cı bas gitaristlerin nasıl solo attığını veya olaya nasıl yaklaştığını az çok bilirsiniz. Evan Brewer’ın ise bence çok daha farklı bir hayal gücü ve vizyonu var, iyi ki de var. Burada altını çizmek istediğim nokta deneysellik + caz. Ne de güzel dememiş Özdemir Asaf: “Bütün notalar hızla özgürleşiyordu, birinciliği caz notalarına verdiler”. (Bu arada Animals As Leaders’a benzerlikle ilgili küçük bir anekdot; Evan ve Tosin Abasi bir zamanlar Reflux adlı grupta beraber çalıyorlardı. Tosin’in slapping tekniğini bu kadar iyi kimden kaptığı belli oldu şimdi).
Albümde 8 şarkı var ve bunların toplam süresi ortalama 35 dakika civarı. Oldum olası zaten 8 parçalı albümlere karşı bir sempatim vardır. Hazmetmesi kolay, dinleyiciyi yormayan, hangi şarkının kaçıncı sırada olduğu kolay hatırlanabilen, su gibi akan albümler. Şarkılara geçmeden önce Evan’ın bas gitarda neler yaptığına biraz bakalım. Slapping tekniği, farklı tapping varyasyonları, 4. şarkının sonlarında olduğu gibi kimi zaman minimal bas gitar kullanımı, 3. şarkının sonundaki gibi ani tempo değişiklikleri ve hızlanmalar, ayrı kanallardan gelen bas gitarlar, perdesiz bas gitar kullanımı ve sonuç olarak da grup işi olarak ortaya çıkarılmış başarılı kompozisyonlar. 1. şarkıyı dinlemeye başladığınız anda zaten sound’un cillopluğu sizi albümü dinlemeye çekecektir. Albümde beğenmediğim şarkı yok gibi bir şey de olsa, en beğendiğim şarkılar 1, 2, 3, 7 ve 8. şarkılar oldu. 8. şarkıda perdesiz bas gitarın yanında şarkının sonunda bence şarkıya cuk oturan, oldukça başarılı sürpriz bir saksafon solosu (sanırsam) da var. 3. şarkının ritmini biraz Meshuggah – Bleed’e benzettim açıkçası, 2. şarkıdaki tapping’li bölüm de Satriani’nin Midnight’ındaki bir yeri anımsattı. Bunlar gayet doğal yanılsamalar. Albümün Animals As Leaders’a en çok benzediği yerse bence 6. şarkının giriş rifi.
Yalnız Navene Koperweis’a özel bir parantez açmak lazım gerçekten. Arkanızda sanki Buffon, Casillas veya Cech varmış gibi uçanı kaçanı yakalayan, güven veren bir performans sergiliyor albüm boyunca. Şöyle bir örnekle açıklayayım: Bir jonglöre 1 top verdiğinizi düşünün, öyle ki bu jonglör bu topla havada sanki 3 top çeviriyormuş gibi oynasın. İşte Navene’e de aynı şekilde 1 ritim veriyorsunuz, size 3 ritim olarak geri dönüyor, o derece olayı bitirmiş bir baterist kendisi.
Evet, sonuç olarak karakteri ve potansiyeli itibariyle sizi alıp uçuracak bir albüm değil, evveliyatıyla bir bas gitar albümü sonuçta. Ama ben gayet tatmin oldum doğrusu albümden. Herkesin elinden geleni yaptığını hissedeceğiniz türden bir grup çalışması ürünü olmuş. Dolayısıyla puan olarak da 8 puanı uygun görüyorum Mr. Spock ve arkadaşlarına.
Puan olması gerekenden çok düşük kanımca.
Yazar arkadaşın da bahsettiği gibi, sadece bas gitardan oluşan ilk albümden sonra bir grup çalışmasına dönülecek olduğunu duyduğumda ilk albümü bayağı beğenen birisi olarak “Acaba?” demiştim. Fakat beklediğimden güzel geldi bana.
Olaya elektronik elementler, klavye, davul vb. girince daha bir zenginlik oluşmuş doğal olarak. Bu, aynı zamanda sadece bas gitardan oluşan bir albüme göre daha geniş bir çevrenin ilgisini çekmesini sağladı aynı zamanda. Tabi ilk albüm ve bu çok farklı sulardalar. Fakat ikisinin de tadı ayrı. Bende en kısa zamanda ilk albüm hakkında bir kritik yazmaya koyulayım bari :)
20.08.2013
@Batu Sarıtürk, yaz batu yaz, çal keke çal…