Berk KAYNAK
Evet, yanlış duymadınız. Bu albüm tam olarak bunu yapıyor. Sizi Jüpiter ve Mars’ta gezdiriyor. Albümü ilk dinlediğim sırada albümün ilk CD’sinin Jupiter, ikinci CD’s’nin ise Mars olduğunu görünce “ne ilginç” demiştim.
Ama albümü dinledikçe farkına vardım ki normal ve doğal olan buymuş. Zira bu şarkılar Dünya gezegeninden çıkmış hissiyatı vermiyordu. Bu kritikte site konseptinin (metal müzik sitesi olmasından mütevellit) biraz dışına çıkacağım. Fakat böyle güzel ve bende özel yeri olan bir albüm için değer diye düşündüm.
Öncelikle albüm 28 şarkıdan oluşuyor. Jüpiter 14, Mars 14. Albüm süresi 2 saat 2 dakika. İlk bakışta bayağı göz korkutuyor. Benim de korkmuştu. Hatta şahsen müzikal albüm kavramı içinde sevmediğim şeylerden biri de albümlerin gereksiz yere uzun olmasıdır. Fakat bu albüm başka, cidden. Albümü ilk dinlediğim zamanlardan beri ne zaman açsam o 2 saat 2 dakikanın nasıl geçtiğini bir türlü anlamıyorum.Albüm şelaleler gibi akıp gidiyor ve ben ise sanki o şelaleden atlıyorum.
Albümün en bilindik şarkıları Dani California, Snow (Hey Oh) ve Tell Me Baby. Bunlar grubun da en bilindik şarkılarından bazıları aynı zamanda. Bilmeyeniniz zaten yoktur ya da en azından azdır diye tahmin ediyorum. Fakat albüm kesinlikle bu şarkılardan ibaret değil. Albümdeki şarkılar gerçekten ustaca hazırlanmış ve insanın her duygusuna dokunabilecek türde şarkılar. Mesela albümle aynı adı taşıyan şarkıyı dinleyin. Gerçekten insanın derin duygularına doğru koşan bir şarkı. Ya da mesela tam şu an kulaklarımda çalan She Looks To Me. Bir de Torture Me var, şarkı gaz bir şekilde başlıyor fakat nakaratta aksedilen duygusal hava ile başka boyutlara taşınıyor. Mesela çok bilinmeyen ama albümün son şarkısı olan Death Of A Martian. Sanırsam Flea’nin köpeğinin ölümü üzerine yazılmış bir şarkı. O nakarattaki geri vokallerle beraber ilerleyen vokal melodisi cidden insanın içine dokunuyor. Tabii albümde Charlie, Readymade, Hump de Bump, Tell Me Baby, Dani California gibi tempolu ve eğlenceli şekilde ilerleyen şarkılar da var. Özellikle Charlie’nin sonlarına doğru giren rif/melodimsi şey çok güzel. Albümün değişik bir artısı ise hangi ruh halinde olursanız olun cidden güzel gidiyor. Şarkılar sanki hayatın adımlarına göre yazılmış. Albümden şarkı ayıramıyorum resmen. 28 şarkılık albümde vasat bir şarkı dahi bulunmadığı için (en kötü vasatın biraz üstü bir iki şarkı var ama kesinlikle vasat yok), buraya hangi şarkıyı koyacağımı şaşırdım. Bari bir tane fazla bilinmedik, iki de bilindik şarkı koyayım da gönlümüz hoş olsun.
Biraz da albümdeki enstrüman kullanımına dikkat çekelim. Albümde yoğun bir John Frusciante etkisi olduğunu söylemeliyim. Neden grupta bu adamın ayrılışının hayranları çok üzdüğü, neden son albümde çok özlendiği ve hatta neden bazı insanların sırf bu adam yok diye son albümü sevemediğinin asıl cevabı bu albüm. Yanlış anlaşılmasın, ben son albümü de beğendim ve Josh Klinghoffer da gayet iyi bir gitarist. Ama bu adam cidden başka. Şarkıların aralarına ince ince dokuduğu harika melodiler, çok beğendiğim solo tarzı, yine çok beğendiğim geri vokalleri ve şarkılardaki arpej ve ritmleriyle albümün baş kahramanlarından biri olduğunu söylemeliyim. Gerçi gruptaki bütün üyeler albümün baş kahramanı. Tek kişiyle böyle bir albüm çıkamaz zira. Flea’nın inanılmaz etkin, yer yer funky yer yer duygusal bile olabilen, şarkıların bütün yükünü sırtladığı bası olsun, Chad Smith’in alttan alta desteklediği ve Flea ile birlikte gösterdiği inanılmaz uyum olsun, albümün diğer sırları. Ama diğer büyük bir olay ise bence Anthony Kiedis. Anthony’nin önceki albümlere göre sesini daha iyi kullanması, inanılmaz ses rengi, yazdığı vokal melodileri ve kendisinin söz yazarlığı, albümün bu kadar iyi olmasında önemli etkenler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca albümdeki diğer küçük bir ayrıntı da şarkılarda arka planda kullanılan seslerin albümdeki şarkıların yüreğinize dokunmasındaki diğer bir etken olması.
Bu albümün cidden yeri bende çok farklı.28 şarkı olmasına ve ben de uzun albümlere karşı bir insan olmama rağmen, albümü baştan sona dinlerken bir kere bile sıkılmadım ve hâlâ daha dinlemeye devam ediyorum. Hayatımın fon müziği olan albümlerden biri diyebilirim. Albüme belki gereğinden fazla puan verdiğimi düşünebilirsiniz. Bu konuda eleştiriye açığım. Ama hepimizin böyle bizde özel yeri olan ve bu yeri değiştiremeyeceğimiz albümleri yok mudur? Elbette vardır. Ayrıca albümün ilk çıktığı zaman “neredeyse” bütün ülkelerde 1. sıraya oturmasına ve kazandığı Grammy ödüllerine de bakarsak, çok da yanlış bir puan olduğunu düşünmüyorum. Size de Jüpiter ve Mars ziyaretinizde iyi eğlenceler diliyor ve albüme 10 üzerinden 10 veriyorum.
Not: Derseniz ki Jüpiter mi daha güzel bir yerdi, yoksa Mars mı, Mars çok zorlasa da Jüpiter’in penaltılarda kazandığını söyleyebilirim.
Not 2: Ha derseniz ki “bu 28 şarkı bize yetmedi, dişimin kovuğunu doldurmaz bunlar (?), başka bir gezegeni de gezemez miyiz?”, bir de Venus’e ufak bir tur düzenliyor grup. 9 şarkılık Venus adında bir “B-Side Tracks” olayı mevcut. Oradaki şarkılar da Jupiter ve Mars kadar olmasa da fena olmayan şarkılar, tavsiye ederim.
Sırf Wet Sand yeter bu albüme 10/10 vermeye
RHCP’nin ve özellikle Chad Smith’in ağır hastasıyım ve en sevdiğim RHCP albümü de sanırım bu. Az İstanbul-Çeşme, Çeşme-İstanbul yolculuğu yapmadım bu albümle, o kadar uzun yolda 2 saat falan bir şey ifade etmiyor tabi, su gibi akıyor albüm. Zaten albüm de tam bir yol albümü. Taa ilk çılgın zamanlarından şimdiki olgun zamanlarına kadar diskografilerindeki en dengeli albüm de sanırım bu. Yaşlanmış matrak dayı gibi bir albüm valla.
Bu kadar şarkı yapıp her birinin ayrı güzel olması 10 vermeye yeter. Eline sağlık.
İstisnasız hayatımın gruplarındandır RHCP. Rock müziğe girişim fi tarihte bu tiplerle olmuştu. Şu güne kadar araya uzun bekleme süreleri sokmadan en çok dinlediğim albüm de budur herhalde. Teşekkürler kritik için.
Aralarında daha önce dinlediğim birkaç şarkı var ama bir bütün olarak hiç dinlemedim. Belki yakın bir zamanda gözümü karatıp 2 saat 2 dakikamı bu albüme ayırmalıyım.
ilk dinlediğim RHCP albümü, zaten pek başka da albümlerini de bilmem. yalnız bu albüm beni ilk dinlemeden itibaren baya sarmıştı, özelikle albümde ki bas işçiliği aşmış olup beni baya kölesi yapmıştır. ve birde bu kadar çok şarkı yapıp hepsinin aynı kalitede aynı güçte de olması ayrı bi dehalıktır.
Kusursuz bir albüm. Greatest Hits mübarek.
yazarla tıpatıp aynı düşünceleri paylaşıyorum. albümün çıktığı zamanlar, öss dalgasına sayılı günlerim kalmıştı. gayet net hatırlıyorum, her yerde bu albüm konuşuluyordu. hatta o dönem türkiye’de yayınlanan rolling stone’da okuması keyifli bir röportaj da vardı. tabii ben o dönem, isveç metalini yeterince sömüremediğim için bu albüme yüz vermemiştim. sanırım üniversite 2′de falan albümle olan aşkımız başladı. tabii ben maymun iştahlı olduğum için başka türlere kaydım, ilişkimiz kesildi. 2010′da tekrar buluştuk ve abartısız o zamandan beri her ayda bir kere döndürürüm.
ben bu albüme klasik rhcp olarak bakmıyorum. baştan sona dinleyebildiğim iki albümleri var zaten, diğeri de blood, sex olanı. bu albüm daha klasik rock, her devrin müziği tarzında. the rolling stones’un exile on the main street’i gibi.
albüm baştan sona enstrüman dersi niteliğinde, yadsınamaz. belki chad smith için tekdüze eleştirisi yapılabilir ancak, bu sound için duyduğum en iyi davul tonunu çıkarmış. tabii krtikte belirtilen frusciante gerçeği çok ayrı bir konu. şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, frusciante albümde çalmasaydı, şarkılar bu denli her dinlediğinde damakta ayrı bir tat bırakmazdı. zaten frusciante bir numaralı gitar idolümdür. adam rhcp’ye ikinci gelişiyle çaldığı üç albüm ve solo kaydı the empyrean ile 21. yy’de ölümsüzlüğün kurallarını koydu. stilinde hepsi var; elastikiyet, emprevizyon, doğaçlama, ritm duygusu, maneviyat, yer yer elitizm.. hendrix gibi birşey :) bilmiyorum bir tek ben mi düşünüyorum ama evde gitar çalarken müziği çok da basit görünüyor, bu kadar kolay olanı kendim bulamadığım için salak gibi de hissetmişimdir :)
her neyse, bu iki albümlük iş gerçekten zor. rhcp bu işten fazlasıyla başarılı çıktı. gn’r için use your illusions, smashing pumpkins için mellon collie, zeppelin için physical ne anlam ifade ediyorsa, o türden birşey bu da.