Yüce Tanrı, yüce Tanrı!
Yüce güç, yüce güç!
Tanrım, yargıla beni!
Neden o kadar uzaklara çekildin benden?
Yargıla beni… tıpkı bir cesetmişim gibi!
Tıpkı onu yaratan grubun herhangi bir grup olmadığı gibi, “Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum” de herhangi bir albüm değil. Sözlerinden, konseptinden, ruhundan ayrı tutarak bu albümdeki yalnızca müziği yorumlamak en hafif tabirle insafsızlık olacak. Dolayısıyla absürt, dağınık bir yazı olabilir bu, umarım katlanılabilir tutabilirim.
To Obumbrate: Gölgelemek, karartmak.
“Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum” aslında dört şarkılık bir albüm. Bu dört şarkı, sırayla birbiriyle bağlantılı, ve albümün fiziksel kopyasının arkasında gösterildiği gibi bu bağıntı bir baklava biçimiyle konseptleri birbirine bağlıyor. Bu dört şarkının önü ve arkası albümde birer Obombration ile çerçevelenmiş, kitapçıkta ise bu baklavanın içinde tek bir Obombration kelimesi asılı. Konseptin her yanından insanoğlunun yanışı, kararışı, çürümüşlüğü akıyor. DEATHSPELL OMEGA’nın “Si Monumentum Requires, Circumspice” ile başlayıp, “Paracletus” ile biten teslis üçlemesinin ikinci ayağı olan “Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum”, insanın dinle içiçeliğinin, bir çürümeyle sonuçlanışının anlatısı.
Sonsuz bir çürüme hissi ve hummalı çığlıklar; hayır, bu bir Cehenneme alçalış, düşüşü inkâr, özgürlük ve köleliğin ötesinde bir taçlandırma değil. Ağıtlar ve yargı çığlıklarından tutuşuyor alev; ses ya da eter kadar kaygan, ulaşılmaz; ölümle bir dalavere, içinde tek bir umut kırıntısı olmadan. Tepemde ve altımdaki dünya bir sonsuzluk, evet; sonsuz bir acı içinde asılı kalmanın verdiği hafiflik! Cesaret ettim ve ödünç aldım bu sözleri, açık açık konuşayım ve onların alçaklığının keyfini çıkartayım diye, çılgın kahkahaların mabetini gözlerken.
İddia, Tanrı’nın kötücül bir yaratım olduğudur. Kendi suretini yansıtarak yarattığı insan ne kadar çabalarsa çabalasın özündeki karanlığı ve çürümüşlüğü yok edemez. Ortaya çıkacak olan her zaman bu yarasıdır Tanrı’nın. Hep karanlıktır hüküm sürecek olan. DEATHSPELL OMEGA bunu sözlerin yanında müziğiyle vuruyor dinleyiciye. Dört şarkının toplam 40 dakikalık süresinin heredeyse her saniyesine hakim olan kaotik davullar, insanoğlunun içindeki kaosun, karanlığın dışa vurumu. Bu lanet piyesin sakinleştiği nadir anlarda dahi müziğin gerginliği, dezonant riflerin ve hatta kimi zaman gelişigüzel basılıyormuş hissi verilen notaların müsebbibi daima karanlık; insanoğlunun içinde beslediği dehşet hissi, sakinleşemezlik.
Bu vahşi kirlenmişlik ve Tanrı’ya aralıksız adanmışlık, Cennete sesini duyurma çabası asla daha az isyankâr değil. Tanrı’ya olan büyük benzerlik de burada zaten; tıpkı ışığa ancak zifirî karanlığın benzediği gibi.
İnsanoğlunun mutlu olma çabası daima nâfiledir. Gelip geçici mutluluklar peşinde koşmak da kendini Tanrı’ya adayıp ondan kurtarılmayı beklemek kadar komik ve anlamsızdır. Albüm ilk “Obombration” ile açılır ve burada arka planda, birçok teolojik felsefede yaratılışın, varoluşun sesi olarak kabul edilen “om” sesi vardır. Ölüp yargı gününe ulaşmış gibi bir adalet bekleyen insan Tanrı’ya yakarırken, aslında varoluşunun anlamını sorgulamaya çabalıyordur. Bir Tanrı tarafından, onun sureti olacak şekilde yaratılmış ve yaşamıştır; ama bunun nedeninden bihaberdir. Dolayısıyla kurtuluş aslında yok olmaktan geçmektedir; kurtuluş acı çekmekten, içindeki karanlıkla ve çürümüşlükle doğumundan itibaren lekelenmiş, lanetlenmiş insanın cezasını çekmekten geçmektedir.
Artık dayanamıyorum kendi kepâzeliğime. Onu ben açığa çıkarttım, ben kutsadım, hatta daha da aşağılıklığa, namertliğe ittim! Şimdi bu rezaletten yeniden mi doğacağım?
Dinî öğretilerin içinin boşluğunu, aynı retorikle bu öğretilerin tam aksini dinleyiciye sunarak ortaya çıkartmaya çalışıyor grup. Aslında DEATHSPELL OMEGA’nın tüm lirikal konsepti bu cümle üzerinden yürüyor. Hiçbir durumda aşırıya kaçmamayı öğütleyen dini öğretilerin aksine, “Aşırılıklarda yaşamayan, insanlığın düşmanının ya ta kendisi, ya da onun uşağıdır, ve adı ağza bile alınmayacak bir saçmalığa hizmet etmektedir!” şeklinde iddialarda bulunduklarını, her tür mantığın varabileceği en son noktanın mantıksızlığın ta kendisi olduğunu, aradaki her adımın saçmalığından dem vurduklarını okuyabilirsiniz sözlerinde. İnsanoğlunun bir amacı yoktur yani; anlamsız bir varoluşun çürüyüp gitmesini izlemektir tek yaptığımız.
Gerçeğin rüzgârı, kepâze bu oyunda tokat gibi çarptı gerçeği! Dehşetin Tanrısı, aşağıladın hepimizi, aşağılıyorsun hepimizi!
Tanrı, yargıla beni!
…ve onun teri Dünya’ya süzülen kan damlalarına döndü, aktı.
Tanrı, tozlu ölüme getirdi beni kılavuzluğun!
…tıpkı bir cesetmişim gibi!
Şarkılar 1. Obombration
2. The Shrine of Mad Laughter
3. Bread of Bitterness
4. The Repellent Scars of Abandon and Election
5. A Chore for the Lost
6. Obombration
laaaaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnnnnn…siteye bi girdim karşıma çıkan kritiğe bak…ertuğrul dost show yapmışın be süpersin…benim için en özel d.s.o albümüdür bu…The Shrine of Mad Laughter ı ilk dinlediğimde uzun süre kendime gelemedim ciddi anlamda…hatta albüm değil sanki 46 dakikalık tek parça sanat eseri…10/10
kritiği yazan arkadaşı tebrik ederim. benimde en sevdiğim dso albümü. bazen keşke daha uzun yapsalardı diye söylenirim. bread of bitterness’e ve parçadaki davulların kayganlığına hastayım. the repellent’deki rifler bence “sanatsal black metal”in tanımı. a chore’da apeshit bölümleri çok can alıcı. bir de 2. obombration çok tırstırıcı.
dso’nun insan(fall from grace) konseptli albümü.
arkadaşlar, bu grubun Paracletus albümünü yeni yeni dinliyorum. grup sanki kasten bazı tellerin akordunu bozmuş gibi geldi bana bilgisi olan var mı bu konuda, ayrıca o albümde kendine özgü bir bateri kullanımı var. grup ne kadar çirkin müzik yaparsa yapsın, black metal adına müzik güzelleşiyor, enteresan bi grup.
@Ufuk Sönmez, tellerin akordlarini bozduklarini sanmiyorum, hatta bildigim kadari ile standart tuning kullaniyorlar.
Yaptiklari numara “inverted power chord” denen mainstream muzikte (metal da dahil), pek yer almayan akorlari kullanmalari. Alisik olmadigimizdan bu tarz akorlar kulagimiza bozuk ve yanlis gelebiliyor. Hele bir de bu akorlar taranarak (tremolo) calindiginda ortaya oldukca kaotik ve duzensiz bir sound cikiyor.
Gorguts, DSO, … Behold the Arctopus gibi gruplarin basarisi da bence iste yuzeyde bu kadar karmasik ve atonal gozuken melodi ve akorlari alip ortaya sanat eseri koyabilmeleri. Cok buyuk gruplar bence bunlar, ozellikle teknik acidan buyuk saygiyi hakediyorlar.
@Kemal, dostum saolasın cevap için. bu arada bloğuna şöyle bi göz gezdirdim, sen de adventure hastasıymışsın, inan çok sevindim. bu devirde salt adventure oyuncusu bulmak öyle zor ki. yap şöyle bi favori ilk 5′ini kapıştaralım. benimki şöyle:
1-sanitarium(hayatımda ilk ve son kez bi oyunda ağladım, o derece yani)
2-grim fandango(bu oyuna ne desem boş)
3-the curse of monkey island(serinin en iyisi buydu diye hatırlıyorum)
4-syberia(oyunun atmosferine, sibernetik sistemlere hasta olmuştum)
5-machinarium(oyun moyun diil, bildiğin sanat eseri)
Haha guzel olmus gercekten :) Evet ben tam anlamiyla bir adventure puristiyim ! Aynen ben de bu konularda muhabbet edecek insan fazla bulamiyorum (hele Turk !) Tabii hemen vereyim kendi ilk 5 imi.
Tesadufe gel ki senin saydigin ilk 3 oyun (Sani,Grim,Monkey) benim de listeme rahat girer. Bunlar oyun filan degil bildigin sanat eseri. Bir album, bir kitap ya da bir film ne kadar sanat eseri olabilirse bunlar da o kadar sanat eseri. Ikon adventure olarak Gabriel Knight serisinin agir manyagiyim bunlara ek olarak.
Boyle klasik ikon adventure lar disinda ben minimal hikaye iceren puzzle adventurelari acaip seviyorum. Myst tarzi oyunlari yani. Mesela Blog da ilk oyununun incelemesini yaptigim Rhem serisi inanilmazdir. Ciddi anlamda kafa yormak gerekiyor oyunu bitirmek icin. Hic bir yardim almadan boyle bir oyunu bitirdiginde kendini milyon dolarlik matematik problemi cozmus gibi hissediyorsun :D
Bunlarin disinda Black Dahlia benim hayatimda onemli bir yere sahip oyundur. Adventure oyunculari disinda pek bilinmez bu oyun, fakat karmasik bir hikaye ve super puzzelari bir araya ustaca sekilde getirebilen nadir oyunlardan biridir. Bir de inanilmaz bir noir atmosferi vardir, FMV olarak yapilmis olmasi da ayri bir guzellik.
Abi senin bahsettiklerinden Syberia’dan cok hazzetmiyorum malesef :( O oyun ciktiginda herkes “iste adventure turunun kurtaricisi geldi” modlarin girmisti, bende ise hayalkirikligi oldu. Evet hikaye, grafikler ve oyunun tasarimi cok guzel ama oyunda puzzle namina nerdeyse hic bir sey yok, resmen kitap okur gibi dumduz oynuyorsun oyunu. Ben biraz daha oyuncuyu dusunmeye tesvik eden oyunlari seviyorum.
Machinarium evet cok harika bir oyun fakat ben ona ne zaman baslasam bir sekilde yarim kaldi ve bitiremedim. Yakin zamanda bitirmek istiyorum onu.
Abi iste okuldan ve muzik grubundan bloga cok zaman ayiramiyorum ama gaza geldim bak simdi :D Gidip yeni oyun incelemeleri koyayim oraya :D
@Kemal, dostum benim de puzzle bulmacalar pek hoşuma gitmiyo açıkçası, çünkü deneme yanılma yönteminin kullanıldığı adamı uğraştıran cinsten oluyo genelde, ha bazıları güzel oluyo ama puzzle çıktı mı karşıma “hay sikeyim” diyorum genelde. mesela sanitarium’da adamın lab’ına girmeden önce bi puzzle vardı. dedim ki “ulan ben şimdi uğraşçağıma, şunları sürekli sağa çevirsem bi yerde şu sistemin ekok(en küçük ortak kat)’unu bulurum diye düşündüm. hani meshuggah’ta poli ritimler illa bi yerde 4/4′lük ritmin bi yerinde kesişiyo ya, ulan çevir hepsini sağa, düzenek bi yerde başladığı yere dönecektir” diye düşündüm, sağa doğru bi 50 kere çevirmeden sonra oldu hakketten :)
ama mesela atlantis 3′te bi puzzle vardı. puzzle’ı sıraya koymak için internetten bildiğin seth,ra felan bunların hikayesini araştırmak gerekiyodu.
benim sevdiğim bulmaca stiliyse şöyle: mesela sanitarium’da taşı kilise çanına fırlatmayı düşünmek gibi veya grim fandango’da çatıdaki kuşları kaçırtmak için yem tabağına balon koymak gibi.
genel olarak oyunlarda hikayelere çok önem veririm dostum, çünkü hikaye oyundaki merak unsurunu arttırır benim için, o oyunun içine girmemi kolaylaştırır. hikaye+atmosfer yani oyunun kendine özgülüğü, kendine ait apayrı dünyası olması o oyunu bu yönleriyle özel kılar.
bahsettiğin oyunlara gelirsek, rhem serisinin 3. ve 4. oyunlarına adventuregamers.com’daki kritiklerde editörler tarafından 3,5 yıldız verilmiş, black dahlia’ya editör 2,5 vermiş ama kullanıcılardan 4 yıldız verenler var. zaten bu sitedeki editör puanlarından ziyade kullanıcı puanları daha sağlıklı oluyor.
evet, son olarak da senin sevebileceğin tarzda çok eskilerden(1996) lighthouse dye bi oyun var, aklında bulunsun derim panpa.
@Ufuk Sönmez, abi dedigini cok iyi anliyorum, o tarz deneme yanilma tarzi bulmacalari ben de pek sevmiyorum. Hele slider lara feci uyuz olurum. Ama benim sevdigim tarz puzzle adventurelarda o tarz bulmacalardan ziyade ipuclarini bir araya getirip sifre cozme tarzi bulmacalar agirlikli oluyor. Aynen Atlantis 3 deki bulmacalar gibi. Rhem de hele bahsettigin tarz bulmacalar nerdeyse hic yok, ve deneme yanilma yontemi ise yaramiyor cunku denenecek kombinasyonlar milyonu gecebiliyor. Yani kolaya kacmadan direkt oturup kafa calistirman lazim o tarz oyunlarda, bu da benim cok hosuma gidiyor, ayni zevki ve olanagi veren baska bir oyun turu yok gibi bir sey.
Evet tabi envanter ve cevreyle etkilesime girmen gereken bulmacalari da cok seviyorum. Senin de bahsettigin gibi Lucas Arts bu tarz bulmacalarda uzmanlasmisti. Tim Schafer in yeni cikacak oyununu dort gozle bekliyorum o yuzden.
Hikaye ye ben de onem veriyorum ama dedigim gibi bir oyun hikayesi olmayip ta cok guzel bulmacalar ile de kurtarabilir benim icin. Ama sadece hikaye ve sifir bulmaca olunca (Syberia ornegindeki gibi) icine giremiyorum oyunun, zevk almam zorlasiyor. Ama genel olarak alt tur ayirt etmeden adventure seviyorum diyebilirim :D Hani nasil kayitsiz sartsiz her melodik death metal grubunu dinleyen adamlar vardir ya, ben de onun gibiyim :D Adventure sa oynarim abi :D
Abi adventuregamers.com genelde notlari cok cok dusuk bir site, ben genelde o siteyi cok ciddiye almiyorum. Adamlarin yaptigi incelemelere bakinca “ya bu herifler gercekten adventure seviyomu ya ?” diyebiliyorsun, cok cok iyi oyunlarin o sitede yerin dibine gecirildigine ben cok sahit oldum. Biraz daha pozitif ve eglenceli incelemeler icin justadventure.com ve gameboomers.com u oneririm.
Evet abi Lighthouse tam benim tarzim bir oyun. Onu 10 sene once filan oynamistim ama ingilizcem yeterli olmadigindan ve kafam basmadigindan oyunun tam hakkini verememistim. Hatirlattigin iyi oldu ben onu tekrar bi oynayayim.
@Ufuk Sönmez, sanitarium oyunu bitirmek için nerdeysel 6 ay falan uğraştìm fakat gene de bitiremedim ben de save indirip öyle bitirdim ne müthiş oyundu be ama insanın psikolojik yapısını cidden etkiliyor şimdi yapmuyor böyle oyunlar bir de postal ve max payne serilerine de hastayım
@TAAKE, max payne ilk çıktığında baya ses getirmişti, 1 veya 2.sini bitirmiştim diye hatırlıyorum. sanitarium’da ben de ingilizce anagramlı bi yerde çok feci takılmıştım, ama sana şunu söyliyim usta, eğer takıldığın yerde çözüme bakarsan o oyunun zevki biter, direk oyunu shift+delete yap derim. yardım almadan bu tarz oyunları bitirmenin zevkini hiçbişeyden alamazsın. eğer sanitarium kalitesinde bi oyun oynamak istiyosan, machinarium’u tavsiye edebilirim. ufak yer kaplıyo, netten rahatlıkla indirebilirsin.
@Ufuk Sönmez, sağol hacı bi bakayım,sanitarium uda zaten bir tavsiye üzerine oynamıştım,ama gene de sanitarium u çözümsüz bitiren adamım da elini öpmek lazım,hele o çocuklarla saklambaç oynana bölüm dehşet bir şey,fakat çözüme ulaşınca manyak bir haz veriyor adama bu oyunlar:)
@Ufuk Sönmez, bende Call of Cthulhu’nun oyununda şu kasa şifrelerini ya da bulmacaları falan çözerken baya zorlanmıştım da yine de bakmadım çözümlere, zorla bitirdim oyunu
ilk başta bu ne lan dedirtse de sonra dan makattan kan alma konusunda uzman bir küfür,kargaşa,felsefe ve isyan dolu kült bir labüm olduğu anlaşılıyor,bu albümle DSO benim gözümde tıpkı behexen gibi kendine özgü tarzı ve müziği olan bir grup oluyor
arkadaşlar yazıda ve yorumlarda belirtilmiş bu albümüm üçlemenin bir parçası olduğu,fakat bu üçleme nedir?tanrı,insan,şeytan şeklinde bir üçleme mi,yoksa baba,oğul,kutsal ruh tarzında mı?hangi albüm hangi üçlemenenin unsurunu temsil ediyor?bir de bilen varsa bu albümlerde ne tür bir felsefe anlatılıyor ve neden bahsediliyor?kenose epsi hakkında biraz bilgi buldum ama bu albümler ve üçleme hakkında çok az bilgi buldum,zaten DSO herşeyiyle gizem bir grup :),ilgilenen arkadaşlara şimdiden teşekkürler
@TAAKE, Yeni gördüm bu yorumu, biraz geç de olsa cevaplayayım. Paracletus kritiğinde değinmeye çalışmıştım biraz aslında ( http://www.pasifagresif.com/2010/11/deathspell-omega-paracletus/ ); genel olarak üçlemenin Tanrı-İnsan-Şeytan olduğu iddia ediliyor; ama ben direkt olarak Hıristiyanlık’ın Baba-Oğul-Kutsal Ruh’una gönderme olduğunu düşünüyorum üçlemenin, zira Paracletus’un teması Şeytan’dan ziyade Kutsal Ruh’a yakın duruyor. Bunun için konsepti biraz esnetip İsa=İnsan varsayımını yapmak gerekiyor gerçi, zira Fas- albümü tamamen insanoğlu üzerinden yürüyor.
Albümlerin felsefesi de genel olarak bu kritikte değindiğim gibi kutsal kitapların retoriğini kullanarak onların söylediklerinin tam tersini dikte etmeye çalışmaktan geçiyor. Yakarılan Tanrı değil de Şeytan’a yakın kötücül bir varlık, ve dolayısıyla insana verilen öğütler de kutsal kitapların tam aksi yönde. O kadar ağdalı bir dil var ki gerçi, yanıldığım noktalar illa ki oluyordur. Belki Batuhan daha iyi bir açıklama getirebilir, yaklaşık üç yıl önce Deathspell Omega’nın bu üçlemesinin konsepti üzerine bir yazı yazacaktı ama ne oldu bilmiyorum sdfdf.
Bir de bu kritikte ‘teslis üçlemesi’ yazmışım, bir kişi de çıkıp dememiş ki bu nedir. Anlatım bozukluklarımla sevin beni.
The Shrine of Mad Laughter 2:07′de giren ritmi ilk dinlediğimden beri akıl sağlığım yerinde değil. Albümü dinlerken ürperiyorum. Hem ciddili ürpertici müzik hem de ihtişamı karşısında kendimi küçücük hissetme sendromuna giriyorum.
Benim için Fas Ite ayrı diğer DsO albümleri ayrıdır. Saraçoğlu’ndan kopya çekip bileğime albümün dövmesini yaptırınca burayı editlerim.
Hani Cthulhu mitosunda insan, aklının anlamaya yetmeyeceği kudretteki şeylerden korkuyor ya çünkü onu kavrayamıyor. Bu albüm de bende benzer hisler uyandırıyor. Bu yönüyle Akhlys gibi grupların müziğinden daha fazla ürpertiyor beni bu albüm.
Deathspell Omega’yı benim gözümde bambaşka bir grup yapan o ilk şok ve takdir anı, “The Shrine of Mad Laughter”ın malum 2:44-5:17 arasındaki kısmıydı. O anı dinleyene kadar hem grubun kendisine hem de genel olarak ekstrem metaldeki atonal avangart furyaya baya mesafeliydim. Black metal denilen şeyin, Norveç’ten bildiğimiz o klasik hâli gibi olması ve öyle kalması gerektiğini düşünüyordum.
Fakat şarkının o aralığı bende bütün bu düşünceleri radikal bir şekilde değiştirdi ve sonrasında Deathspell Omega başta olmak üzere sayısız grubun kapısı önümde açıldı. Bunu bana yaşatan şey 46 dk’lık bir albümde kısacık kalan o dezonant kabus aralığı oldu. Normalde sevdiğim bir çok grubu bir şarkısı ya da bir albümü üzere sevip merak ederek dinlemeye başlardım. Deathspell Omega’da ise bunun; uzun bir şarkı içindeki görece kısa olan bir aralıkta gerçekleşmiş olmasına hala çok şaşırıyorum.
Tamam “Paracletus” gerçekten top-tier bir albüm ama benim için grubun zirvesi bu albümdür. Diskografilerinde bu albüm kalibresindeki müzikal anlayışı en çok yansıttıklarını düşündüğüm diğer işleri “Chaining the Katechon” ve “The Synarchy of Molten Bones” oldu zaman içinde.
@Emir, Bahsettiğinin aynısını A Chore for the Lost’un malum kapanış melodisi için yaşadım. Sırf o melodinin peşinden Fas’ı 10-15 kere dinleyerek aşığı oldum grubun.
Harbiden 10. Kapağıyla da, müziğiyle de, karanlığıyla da, kaosuyla da, boğuculuğuyla da, her şeyiyle 10.
laaaaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnnnnn…siteye bi girdim karşıma çıkan kritiğe bak…ertuğrul dost show yapmışın be süpersin…benim için en özel d.s.o albümüdür bu…The Shrine of Mad Laughter ı ilk dinlediğimde uzun süre kendime gelemedim ciddi anlamda…hatta albüm değil sanki 46 dakikalık tek parça sanat eseri…10/10
Dehset album, güzel kritik, ama itiraf edeyim her zaman dinleyemiyorum zira adamin hayatini karartiyor
kritiği yazan arkadaşı tebrik ederim. benimde en sevdiğim dso albümü. bazen keşke daha uzun yapsalardı diye söylenirim. bread of bitterness’e ve parçadaki davulların kayganlığına hastayım. the repellent’deki rifler bence “sanatsal black metal”in tanımı. a chore’da apeshit bölümleri çok can alıcı. bir de 2. obombration çok tırstırıcı.
dso’nun insan(fall from grace) konseptli albümü.
Deathspell Omega albümleri hepsi canım ciğerim ama Paracletus’un yeri bambaşka.
20.06.2013
@saw you drown, Galiba +1. Şu yaz günlerini perdeleri çekip DSO dinleyerek geçiriyorum sapık gibi. Bugün benzer şeyler düşündüm.
Havitities’in beklenen geri donusu! Direnis damarlarindaki kara kani kaynatmis anlasilan!
arkadaşlar, bu grubun Paracletus albümünü yeni yeni dinliyorum. grup sanki kasten bazı tellerin akordunu bozmuş gibi geldi bana bilgisi olan var mı bu konuda, ayrıca o albümde kendine özgü bir bateri kullanımı var. grup ne kadar çirkin müzik yaparsa yapsın, black metal adına müzik güzelleşiyor, enteresan bi grup.
21.06.2013
@Ufuk Sönmez, tellerin akordlarini bozduklarini sanmiyorum, hatta bildigim kadari ile standart tuning kullaniyorlar.
Yaptiklari numara “inverted power chord” denen mainstream muzikte (metal da dahil), pek yer almayan akorlari kullanmalari. Alisik olmadigimizdan bu tarz akorlar kulagimiza bozuk ve yanlis gelebiliyor. Hele bir de bu akorlar taranarak (tremolo) calindiginda ortaya oldukca kaotik ve duzensiz bir sound cikiyor.
Gorguts, DSO, … Behold the Arctopus gibi gruplarin basarisi da bence iste yuzeyde bu kadar karmasik ve atonal gozuken melodi ve akorlari alip ortaya sanat eseri koyabilmeleri. Cok buyuk gruplar bence bunlar, ozellikle teknik acidan buyuk saygiyi hakediyorlar.
22.06.2013
@Kemal, portal’ı da eklemek lazım bunların arasına.
22.06.2013
@Lefthandpath, haklisin onlar da bu olayin hakkini fazlasiyla veriyor.
23.06.2013
@Kemal, dostum saolasın cevap için. bu arada bloğuna şöyle bi göz gezdirdim, sen de adventure hastasıymışsın, inan çok sevindim. bu devirde salt adventure oyuncusu bulmak öyle zor ki. yap şöyle bi favori ilk 5′ini kapıştaralım. benimki şöyle:
1-sanitarium(hayatımda ilk ve son kez bi oyunda ağladım, o derece yani)
2-grim fandango(bu oyuna ne desem boş)
3-the curse of monkey island(serinin en iyisi buydu diye hatırlıyorum)
4-syberia(oyunun atmosferine, sibernetik sistemlere hasta olmuştum)
5-machinarium(oyun moyun diil, bildiğin sanat eseri)
23.06.2013
@Ufuk Sönmez, Rica ederim abi.
Haha guzel olmus gercekten :) Evet ben tam anlamiyla bir adventure puristiyim ! Aynen ben de bu konularda muhabbet edecek insan fazla bulamiyorum (hele Turk !) Tabii hemen vereyim kendi ilk 5 imi.
Tesadufe gel ki senin saydigin ilk 3 oyun (Sani,Grim,Monkey) benim de listeme rahat girer. Bunlar oyun filan degil bildigin sanat eseri. Bir album, bir kitap ya da bir film ne kadar sanat eseri olabilirse bunlar da o kadar sanat eseri. Ikon adventure olarak Gabriel Knight serisinin agir manyagiyim bunlara ek olarak.
Boyle klasik ikon adventure lar disinda ben minimal hikaye iceren puzzle adventurelari acaip seviyorum. Myst tarzi oyunlari yani. Mesela Blog da ilk oyununun incelemesini yaptigim Rhem serisi inanilmazdir. Ciddi anlamda kafa yormak gerekiyor oyunu bitirmek icin. Hic bir yardim almadan boyle bir oyunu bitirdiginde kendini milyon dolarlik matematik problemi cozmus gibi hissediyorsun :D
Bunlarin disinda Black Dahlia benim hayatimda onemli bir yere sahip oyundur. Adventure oyunculari disinda pek bilinmez bu oyun, fakat karmasik bir hikaye ve super puzzelari bir araya ustaca sekilde getirebilen nadir oyunlardan biridir. Bir de inanilmaz bir noir atmosferi vardir, FMV olarak yapilmis olmasi da ayri bir guzellik.
Abi senin bahsettiklerinden Syberia’dan cok hazzetmiyorum malesef :( O oyun ciktiginda herkes “iste adventure turunun kurtaricisi geldi” modlarin girmisti, bende ise hayalkirikligi oldu. Evet hikaye, grafikler ve oyunun tasarimi cok guzel ama oyunda puzzle namina nerdeyse hic bir sey yok, resmen kitap okur gibi dumduz oynuyorsun oyunu. Ben biraz daha oyuncuyu dusunmeye tesvik eden oyunlari seviyorum.
Machinarium evet cok harika bir oyun fakat ben ona ne zaman baslasam bir sekilde yarim kaldi ve bitiremedim. Yakin zamanda bitirmek istiyorum onu.
Abi iste okuldan ve muzik grubundan bloga cok zaman ayiramiyorum ama gaza geldim bak simdi :D Gidip yeni oyun incelemeleri koyayim oraya :D
24.06.2013
@Kemal, dostum benim de puzzle bulmacalar pek hoşuma gitmiyo açıkçası, çünkü deneme yanılma yönteminin kullanıldığı adamı uğraştıran cinsten oluyo genelde, ha bazıları güzel oluyo ama puzzle çıktı mı karşıma “hay sikeyim” diyorum genelde. mesela sanitarium’da adamın lab’ına girmeden önce bi puzzle vardı. dedim ki “ulan ben şimdi uğraşçağıma, şunları sürekli sağa çevirsem bi yerde şu sistemin ekok(en küçük ortak kat)’unu bulurum diye düşündüm. hani meshuggah’ta poli ritimler illa bi yerde 4/4′lük ritmin bi yerinde kesişiyo ya, ulan çevir hepsini sağa, düzenek bi yerde başladığı yere dönecektir” diye düşündüm, sağa doğru bi 50 kere çevirmeden sonra oldu hakketten :)
ama mesela atlantis 3′te bi puzzle vardı. puzzle’ı sıraya koymak için internetten bildiğin seth,ra felan bunların hikayesini araştırmak gerekiyodu.
benim sevdiğim bulmaca stiliyse şöyle: mesela sanitarium’da taşı kilise çanına fırlatmayı düşünmek gibi veya grim fandango’da çatıdaki kuşları kaçırtmak için yem tabağına balon koymak gibi.
genel olarak oyunlarda hikayelere çok önem veririm dostum, çünkü hikaye oyundaki merak unsurunu arttırır benim için, o oyunun içine girmemi kolaylaştırır. hikaye+atmosfer yani oyunun kendine özgülüğü, kendine ait apayrı dünyası olması o oyunu bu yönleriyle özel kılar.
bahsettiğin oyunlara gelirsek, rhem serisinin 3. ve 4. oyunlarına adventuregamers.com’daki kritiklerde editörler tarafından 3,5 yıldız verilmiş, black dahlia’ya editör 2,5 vermiş ama kullanıcılardan 4 yıldız verenler var. zaten bu sitedeki editör puanlarından ziyade kullanıcı puanları daha sağlıklı oluyor.
evet, son olarak da senin sevebileceğin tarzda çok eskilerden(1996) lighthouse dye bi oyun var, aklında bulunsun derim panpa.
24.06.2013
@Ufuk Sönmez, abi dedigini cok iyi anliyorum, o tarz deneme yanilma tarzi bulmacalari ben de pek sevmiyorum. Hele slider lara feci uyuz olurum. Ama benim sevdigim tarz puzzle adventurelarda o tarz bulmacalardan ziyade ipuclarini bir araya getirip sifre cozme tarzi bulmacalar agirlikli oluyor. Aynen Atlantis 3 deki bulmacalar gibi. Rhem de hele bahsettigin tarz bulmacalar nerdeyse hic yok, ve deneme yanilma yontemi ise yaramiyor cunku denenecek kombinasyonlar milyonu gecebiliyor. Yani kolaya kacmadan direkt oturup kafa calistirman lazim o tarz oyunlarda, bu da benim cok hosuma gidiyor, ayni zevki ve olanagi veren baska bir oyun turu yok gibi bir sey.
Evet tabi envanter ve cevreyle etkilesime girmen gereken bulmacalari da cok seviyorum. Senin de bahsettigin gibi Lucas Arts bu tarz bulmacalarda uzmanlasmisti. Tim Schafer in yeni cikacak oyununu dort gozle bekliyorum o yuzden.
Hikaye ye ben de onem veriyorum ama dedigim gibi bir oyun hikayesi olmayip ta cok guzel bulmacalar ile de kurtarabilir benim icin. Ama sadece hikaye ve sifir bulmaca olunca (Syberia ornegindeki gibi) icine giremiyorum oyunun, zevk almam zorlasiyor. Ama genel olarak alt tur ayirt etmeden adventure seviyorum diyebilirim :D Hani nasil kayitsiz sartsiz her melodik death metal grubunu dinleyen adamlar vardir ya, ben de onun gibiyim :D Adventure sa oynarim abi :D
Abi adventuregamers.com genelde notlari cok cok dusuk bir site, ben genelde o siteyi cok ciddiye almiyorum. Adamlarin yaptigi incelemelere bakinca “ya bu herifler gercekten adventure seviyomu ya ?” diyebiliyorsun, cok cok iyi oyunlarin o sitede yerin dibine gecirildigine ben cok sahit oldum. Biraz daha pozitif ve eglenceli incelemeler icin justadventure.com ve gameboomers.com u oneririm.
Evet abi Lighthouse tam benim tarzim bir oyun. Onu 10 sene once filan oynamistim ama ingilizcem yeterli olmadigindan ve kafam basmadigindan oyunun tam hakkini verememistim. Hatirlattigin iyi oldu ben onu tekrar bi oynayayim.
12.07.2013
@Ufuk Sönmez, sanitarium oyunu bitirmek için nerdeysel 6 ay falan uğraştìm fakat gene de bitiremedim ben de save indirip öyle bitirdim ne müthiş oyundu be ama insanın psikolojik yapısını cidden etkiliyor şimdi yapmuyor böyle oyunlar bir de postal ve max payne serilerine de hastayım
13.07.2013
@TAAKE, max payne ilk çıktığında baya ses getirmişti, 1 veya 2.sini bitirmiştim diye hatırlıyorum. sanitarium’da ben de ingilizce anagramlı bi yerde çok feci takılmıştım, ama sana şunu söyliyim usta, eğer takıldığın yerde çözüme bakarsan o oyunun zevki biter, direk oyunu shift+delete yap derim. yardım almadan bu tarz oyunları bitirmenin zevkini hiçbişeyden alamazsın. eğer sanitarium kalitesinde bi oyun oynamak istiyosan, machinarium’u tavsiye edebilirim. ufak yer kaplıyo, netten rahatlıkla indirebilirsin.
15.07.2013
@Ufuk Sönmez, sağol hacı bi bakayım,sanitarium uda zaten bir tavsiye üzerine oynamıştım,ama gene de sanitarium u çözümsüz bitiren adamım da elini öpmek lazım,hele o çocuklarla saklambaç oynana bölüm dehşet bir şey,fakat çözüme ulaşınca manyak bir haz veriyor adama bu oyunlar:)
09.02.2014
@Ufuk Sönmez, bende Call of Cthulhu’nun oyununda şu kasa şifrelerini ya da bulmacaları falan çözerken baya zorlanmıştım da yine de bakmadım çözümlere, zorla bitirdim oyunu
ilk başta bu ne lan dedirtse de sonra dan makattan kan alma konusunda uzman bir küfür,kargaşa,felsefe ve isyan dolu kült bir labüm olduğu anlaşılıyor,bu albümle DSO benim gözümde tıpkı behexen gibi kendine özgü tarzı ve müziği olan bir grup oluyor
arkadaşlar yazıda ve yorumlarda belirtilmiş bu albümüm üçlemenin bir parçası olduğu,fakat bu üçleme nedir?tanrı,insan,şeytan şeklinde bir üçleme mi,yoksa baba,oğul,kutsal ruh tarzında mı?hangi albüm hangi üçlemenenin unsurunu temsil ediyor?bir de bilen varsa bu albümlerde ne tür bir felsefe anlatılıyor ve neden bahsediliyor?kenose epsi hakkında biraz bilgi buldum ama bu albümler ve üçleme hakkında çok az bilgi buldum,zaten DSO herşeyiyle gizem bir grup :),ilgilenen arkadaşlara şimdiden teşekkürler
02.08.2013
@TAAKE, Yeni gördüm bu yorumu, biraz geç de olsa cevaplayayım. Paracletus kritiğinde değinmeye çalışmıştım biraz aslında ( http://www.pasifagresif.com/2010/11/deathspell-omega-paracletus/ ); genel olarak üçlemenin Tanrı-İnsan-Şeytan olduğu iddia ediliyor; ama ben direkt olarak Hıristiyanlık’ın Baba-Oğul-Kutsal Ruh’una gönderme olduğunu düşünüyorum üçlemenin, zira Paracletus’un teması Şeytan’dan ziyade Kutsal Ruh’a yakın duruyor. Bunun için konsepti biraz esnetip İsa=İnsan varsayımını yapmak gerekiyor gerçi, zira Fas- albümü tamamen insanoğlu üzerinden yürüyor.
Albümlerin felsefesi de genel olarak bu kritikte değindiğim gibi kutsal kitapların retoriğini kullanarak onların söylediklerinin tam tersini dikte etmeye çalışmaktan geçiyor. Yakarılan Tanrı değil de Şeytan’a yakın kötücül bir varlık, ve dolayısıyla insana verilen öğütler de kutsal kitapların tam aksi yönde. O kadar ağdalı bir dil var ki gerçi, yanıldığım noktalar illa ki oluyordur. Belki Batuhan daha iyi bir açıklama getirebilir, yaklaşık üç yıl önce Deathspell Omega’nın bu üçlemesinin konsepti üzerine bir yazı yazacaktı ama ne oldu bilmiyorum sdfdf.
Bir de bu kritikte ‘teslis üçlemesi’ yazmışım, bir kişi de çıkıp dememiş ki bu nedir. Anlatım bozukluklarımla sevin beni.
09.02.2014
@TAAKE, yıldız tilbe dinlemek varken yaktık kendimizi be abi yok üçleme yok konsept falan müzik mi dinliyoruz felsefe dersi mi alıyoruz belli değil :P
Üçlemenin, kendi içinde işlediği konsept ve şarkı sözleri bakımından açık ara en sevdiğim parçası. Kusursuz.
Yazı da cidden müthiş Bircan, zamanında okuyamamıştım ama şimdi birden aklıma geldi, okuyayım dedim. Gideyim de bi Rahip C. patlatayım.
Ezanlarımız dinmeyecek.
20.08.2020
@ismail vilehand, selam ve dua ile.
Cioran, Çürümenin Kitabı’nı yazdı, DsO da müziğini yaptı.
Albüme ayrı kapağına ayrı hastayız… https://ibb.co/3vn08LY
Bir iki haftadır DsO dinleyerek uyuyorum ve The Repellent Scars of Abandon and Election muazzam bir şey.
21.06.2021
@Dysplasia, Benim de bir haftadır Furnaces.. girdi eşliğinde uykuya dalma albümlerime. ^.^
The Shrine of Mad Laughter 2:07′de giren ritmi ilk dinlediğimden beri akıl sağlığım yerinde değil. Albümü dinlerken ürperiyorum. Hem ciddili ürpertici müzik hem de ihtişamı karşısında kendimi küçücük hissetme sendromuna giriyorum.
Benim için Fas Ite ayrı diğer DsO albümleri ayrıdır. Saraçoğlu’ndan kopya çekip bileğime albümün dövmesini yaptırınca burayı editlerim.
Güne bu albümle başlayacak kadar yaşadığım hayattan ve dünyadan nefret ediyorum. İnceldiği yerden kopsun artık.
👄❤💦
Hani Cthulhu mitosunda insan, aklının anlamaya yetmeyeceği kudretteki şeylerden korkuyor ya çünkü onu kavrayamıyor. Bu albüm de bende benzer hisler uyandırıyor. Bu yönüyle Akhlys gibi grupların müziğinden daha fazla ürpertiyor beni bu albüm.
Deathspell Omega’yı benim gözümde bambaşka bir grup yapan o ilk şok ve takdir anı, “The Shrine of Mad Laughter”ın malum 2:44-5:17 arasındaki kısmıydı. O anı dinleyene kadar hem grubun kendisine hem de genel olarak ekstrem metaldeki atonal avangart furyaya baya mesafeliydim. Black metal denilen şeyin, Norveç’ten bildiğimiz o klasik hâli gibi olması ve öyle kalması gerektiğini düşünüyordum.
Fakat şarkının o aralığı bende bütün bu düşünceleri radikal bir şekilde değiştirdi ve sonrasında Deathspell Omega başta olmak üzere sayısız grubun kapısı önümde açıldı. Bunu bana yaşatan şey 46 dk’lık bir albümde kısacık kalan o dezonant kabus aralığı oldu. Normalde sevdiğim bir çok grubu bir şarkısı ya da bir albümü üzere sevip merak ederek dinlemeye başlardım. Deathspell Omega’da ise bunun; uzun bir şarkı içindeki görece kısa olan bir aralıkta gerçekleşmiş olmasına hala çok şaşırıyorum.
Tamam “Paracletus” gerçekten top-tier bir albüm ama benim için grubun zirvesi bu albümdür. Diskografilerinde bu albüm kalibresindeki müzikal anlayışı en çok yansıttıklarını düşündüğüm diğer işleri “Chaining the Katechon” ve “The Synarchy of Molten Bones” oldu zaman içinde.
22.11.2023
@Emir, Bahsettiğinin aynısını A Chore for the Lost’un malum kapanış melodisi için yaşadım. Sırf o melodinin peşinden Fas’ı 10-15 kere dinleyerek aşığı oldum grubun.
23.11.2023
@12ParmakBağırsağı, “Bread of Bitterness” ve “A Chore for the Lost” şarkılarının son kısımları cidden çok fena.
06.04.2024
@Emir, bir üstteki yorumu tam olarak o aralığı dinlerken yazmıştım. Şahsi fikrimce en iyi dso şarkısı.