San Marino, Liechtenstein ve Monaco’dan sonra Avrupa’nın en şirin ülkesi olan Andorra’dan seslerini yaklaşık on yıldır bir fısıltı şiddetinde de olsa duyurmayı başaran ve kendi kitlesini memnun edecek güzellikte bir müzik yapabilen Persefone adlı grubun 4. albümü bu sene raflarda kendine yer buldu mu bilmiyorum, zira raflarla pek işim olmuyor bu aralar.
Ama albümü edindim, dinledim ve üzerine konuşmak istediğim birkaç husus olduğu için de en sevdiğim metal platformu Pasifagresif’e (kalp) bu dar zaman aralığımda birkaç şey karalamak istedim. Zira grubun müzikal yapısı daha önce kulak kabartmış olanların bileceği üzere ayrıntılarda boğulmaya oldukça müsait.
Persefone’u 2009 yılında çıkardığı ve türüne göre iyi denebilecek derecede ses getiren albümü “Shin-Ken” ile tanıdım ve progresif-teknik-melodik (ve başka ne varsa) death metal alanında oldukça hoş bir müzik yapmaktalardı. Genel olarak bilmeyen arkadaşlar için grubun müziğini özetlemeye çalışırsam yeteneğe dayalı, gitar ve davul kullanımının hayli üst seviyeye çıkabildiği fakat dozajın ayarlanması konusunda türün içinde ekstra bir beceri gerektiren, vokalin sizi coşturabildiği, sıkmayan, dinlemesi zaman zaman aşırı derecede bağımlılık yapan bir müzik diyebilirim. Tabii ki bunlar hiçbir şey ifade etmeyeceğinden hemen aşağıda grubun “Shin-Ken” albümünün en meşhur şarkısı olan Fall to Rise’ı dinleyecek olursanız daha net anlaşırız.
Mevzu bahis progresif bir müzik olduğunda elbette grubun her albümünde aynı ruh halini, değişkenliği, cazgırlığı barındırmasını beklemek pek de mümkün değil. Fakat Persefone bu değişim olayını bir adım daha ileri taşıyarak her albümüyle gelişim gösteren, evrilen, başkalaşan ve daha da önemlisi bunu sürekli olarak olumlu şekilde yapabilen bir grup. Örneğin “The Core” ve “Shin-Ken” albümlerini arka arkaya dinleyecek olursanız net bir şekilde konsept albüm yapabilme becerilerinin, bütünlüğü sağlama çabalarının verdiği sonucun nasıl birden arttığını görebilirsiniz. İşte bu sebeptendir ki albümü bir mesnet noktası olmadan anlatmak oldukça güç ve sitedeki ilk Persefone kritiği de bu yazı olacağından sürekli olarak grubun bir veya birkaç önceki albümleriyle karşılaştırma yapmak durumunda kalacağım.
Spiritual Migration, yakın zamanki tartışma konumuz “Progresiflik nedir?” başlığı altında incelenmesi, üzerine fikir yürütülmesi gereken bir albüm olabilecek kadar katmanlı. Konsept albüm yapma geleneğini sürdüren grubun bu albümde de konu olarak çok farklı mecralarda dolaştığı söylenemez. Türün gereği haline gelmiş bir soğukluk kesinlikle barındırmasa da (hatta albüm bu açıdan özenle işlenmiş olsa da) bahsi geçen ruhsal devinim, her şeyi meydana getiren öz, içsel bütünlük vb. gibi kavramlar zaman zaman müziğin arkasında kalmış ki bunu olumsuz bir etken olarak almak ne kadar doğru onu da bilemiyorum. Özetle albüm kesinlikle rafine değil, tam aksine anlattıklarıyla bütünleşmeye çalışan bir yapıda.
Gelelim müziğe. Dedim ya Persefone ilerlemesini durdurmayan bir grup ve “Spiritual Migration”da da bu böyle sürmüş. Lakin albümün çıkış tarihinden bugüne yazılmış yabancı kritikleri okuyacak olursanız albüme verilen puanların 10 ile 4-5 arasında gidip geldiğini göreceksiniz. Buna sebep olacak neler var albümde? Öncelikle Persefone’un artık tamamen ne yaptığını biliyor oluşu. Bu oturaklı yeni sound dinleyicilerin gruba duyduğu eski heyecanlarını kaybetmelerini sağlamış. Tabii ki olayı bununla sınırlamak adaletsizlik olur, albümde belirgin bir şekilde (yüce ve büyük)Meshuggah, djent ve hatta metalcore etkileri mevcut. Bilindiği üzere son dönemlerde progresif death metal yapmanın en basit ve etkili yolu 7 telli bir gitarın en kalın teline poliritmik aralıklarla vurmak ve bunu değişken crosslarla, üstüne yazılan; tahmin edilebilir olmasına rağmen bu rafine karmaşada kulağa pek basit gelmeyen melodilerle süsleyip vokaliste dur kalklı ritme uygun şekilde satırları okumasını söylemek. Bir de elbette basçınızın 6-8 telli bir basla sürekli olarak gitarı çeşitlendiren riffler bulması gerekebilir ki bu pek de şart değil.
Evet, Persefone saydığım bu temellerin birkaçını müziğine katmış bu albümüyle, hatta zaman zaman oldukça göze batan core temelli dur kalk rifflere, şov amaçlı denebilecek gitar ve klavye sololarına başvurmuş. Peki bu denli katmanlı bir müzik içerisinde böyle değişkenlerle karşılaştığımızda önyargılı olup “olmamış” demek mi doğru olur yoksa birkaç kez daha albüme şans vermek mi? Albüme şans verdiğinizde gördüğünüz en önemli şey albümün, klişe de olsa söylemek durumundayım, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı şarkılardan oluştuğu oluyor. Konsept albümün gerekleri yerine getirilirken olaya eğer bütünlüğün sağlanması açısından bakarsanız o tek tek saydığımda “lanet olsun” dedirten tüm öğeler birdenbire anlam kazanıyor. Ve Persefone’un müziği burada olgunlaşıp yeni bir evreye giriyor. Onlar artık her farklı müzikal temayı birleştirebilecek yetenekte adamlar ve işlerini oldukça iyi yapıyorlar. Her ne kadar “Shin-Ken”in özgün yapısından, heyecan verici atmosferinden sonra “Spiritual Migration” daha dingin, durağan ve modern bir albümmüş gibi dursa da aslında albümde sürekli bahsedilen varlıkların özünün bir olması mevzusu müziğe de yedirilmiş. Bildiğiniz, bıraktığınız Persefone daha cesurca girişimlerde bulunarak en son yarattığı ses duvarını kalınlaştırmış, hepsi bu.
Albümün en iyi şarkısı tarzı bir şeyden bahsetmeyeceğim ama özellikle enstrümantal parçalardaki yoğunluk ve olaya hakim olma hissini kesinlikle fark edin derim. Zira yaklaşık 70 dk.lık bir albümden bahsediyoruz ve oldukça sık değişen bir yapı bulunuyor bu süre içinde. Denge ancak bu şekilde sakinleşmeler ve yükselmeleri kararında, dengeli bir şekilde dizerek sağlanabilirdi ki sağlanmış da.
Persefone kulak kabartmanız, belki de üstüne biraz çaba harcamanız gereken bir grup ama kesinlikle kötü bir grup değil. Bunu piyasa kaygıları olmadığından değil ne yaptıklarını bildiklerini hissettiğimden, gelişimlerine tanık olduğumdan söylüyorum. 70 dk.yı su gibi akıtabilecek bir albüm olmasına rağmen benim de kişisel favorimin “Shin-Ken” olduğunu söylüyor, Jeff Hanneman’ın vefatına hâla inanamadığım şu günlerde pek güzel grupları birkaç kişiye daha dinletmek adına yazdığım yazımı noktalıyorum. Andorra’ya Wikipedia’dan bakmayı da unutmayın.
Kadro Toni Mestre: Bas
Jordi Gorgues: Gitar
Carlos Lozano: Solo gitar
Miguel Espinosa: Klavye, vokal
Marc Martins: Vokal
Marc Mas: Davul
Şarkılar 1. Flying Sea Dragons
2. Mind as Universe
3. The Great Reality
4. Zazen Meditation
5. The Majestic of Gaia
6. Consciouness Pt.1 : Sitting in Silence
7. Consciouness Pt. 2 : A Path to Enlightenment
8. Inner Fullness
9. Metta Meditation
10. Upward Explosion
11. Spiritual Migration
12. Returning to the Source
13. Outro
Güzel kritik olmuş, az bile söylenmiş bence. Persefone uzun zaman sonra beni gerçekten etkileyen grup tek gurup sanırım. Resmen bağımlılık yaptı adamların müziği, her gün dinliyorum. Progresif müzik ve metal adına yüz akı denecek düzeyde iyi işler yapıyorlar. Atmosferi ve konsepti müziğin içine bu kadar iyi yedirmek pek kolay bir iş değil. Her türlü övgüyü hak ediyorlar bence. Albüme notum kesinlikle 10/10.
Çok güzel bir kritik eline sağlık. Ben bu grupla dergici bi arkadaşıma gelen promo sayesinde ilk albümleri çıkmadan, ya da yeni çıkmışken tanışmıştım. Sound iyi değildi, özellikle davul ve klavye tonları kötüydü ama hevesli ve güzel bir müzik vardı. Git gide daha profesyonelleştiler, bu albümü de fena bulmadım ama az dinledim henüz.
Shin-Ken albümünü ilk dinlediğimde çok sevmiştim. Aşık olmuştum. Çok güzeldi her şey ama sonra aramız bozulmuştu. Artık işler eskisi gibi değildi ne yalan söyleyeyim. Ayrıldık sonra. Ama güzel albümdür, arkasından kötü konuşmam. Konuşamam. Ara ara görüşürüz konuşuruz. Çok özel anlarımız olmadı değil.
Üstteki yorumu yazdığımda 17 yaşını doldurmamış ergen bir velettim, okul çıkışlarında Bornova metroya giden ağaçlı yolda yürürken çok uzun süre bu albümü dinlemiştim, eski yorumu görünce anılarım canlandı. Bu ara yine sardım, aklıma geldikçe birkaç günde bir dinliyorum. İnanılmaz bir albüm.
Yazı için teşekkürler. Albümü bir türlü sevemedim. Bana göre değil galiba müzikleri.
14.05.2013
@Bahadir Sarp, ‘Fall to rise’ isimli parçayı bir dinle hatta ‘Shin-Ken’ albümünü komple dinle derim.Beğenirsen bu albüme bir daha dinle :)
Güzel kritik olmuş, az bile söylenmiş bence. Persefone uzun zaman sonra beni gerçekten etkileyen grup tek gurup sanırım. Resmen bağımlılık yaptı adamların müziği, her gün dinliyorum. Progresif müzik ve metal adına yüz akı denecek düzeyde iyi işler yapıyorlar. Atmosferi ve konsepti müziğin içine bu kadar iyi yedirmek pek kolay bir iş değil. Her türlü övgüyü hak ediyorlar bence. Albüme notum kesinlikle 10/10.
Çok güzel bir kritik eline sağlık. Ben bu grupla dergici bi arkadaşıma gelen promo sayesinde ilk albümleri çıkmadan, ya da yeni çıkmışken tanışmıştım. Sound iyi değildi, özellikle davul ve klavye tonları kötüydü ama hevesli ve güzel bir müzik vardı. Git gide daha profesyonelleştiler, bu albümü de fena bulmadım ama az dinledim henüz.
Shin-Ken albümünü ilk dinlediğimde çok sevmiştim. Aşık olmuştum. Çok güzeldi her şey ama sonra aramız bozulmuştu. Artık işler eskisi gibi değildi ne yalan söyleyeyim. Ayrıldık sonra. Ama güzel albümdür, arkasından kötü konuşmam. Konuşamam. Ara ara görüşürüz konuşuruz. Çok özel anlarımız olmadı değil.
Bu albüme de bakayım en iyisi.
Nasıl beğenilmez böyle güzel bir müzik anlamıyorum. 5-6 kere baştan sonuna kadar dinledim albüm nete düştüğüncen beri. Çok çok iyi bir albüm.
Net güzel grup.
Üstteki yorumu yazdığımda 17 yaşını doldurmamış ergen bir velettim, okul çıkışlarında Bornova metroya giden ağaçlı yolda yürürken çok uzun süre bu albümü dinlemiştim, eski yorumu görünce anılarım canlandı. Bu ara yine sardım, aklıma geldikçe birkaç günde bir dinliyorum. İnanılmaz bir albüm.
07.12.2023
@Koralp, Bu durumu bende sık sık yaşıyorum. Bazı yorumlardan utanç duysam da ahah.