# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
KARNATAKA ve Çağrı Tozluoğlu
27.05.2013

Buradaki insanlar müzikle çok daha fazla içli dışlı.

Bu haftaki röportajımız, Pasifagresif okuru olmasının yanında, kritikleriyle de siteye birçok önemli albüm kazandırmış olan Baha Özer’den geliyor. Fazla uzatmadan sözü ona bırakıyoruz.

Geniş açılımlı Progresif Rock’ın bir diğer yüzü de müziğine folk ve etnik öğeler süsleyen kadın vokalli inanılmaz topluluklar. Bu grupların başını 70’lerde Renaissance, Pentangle gibi İngiliz topluluklar çekerken sonraki zamanlarda ise en başta Mostly Autumn, Iona, Panic Room, The Reasoning ve Polonya’dan Travellers gibi gruplar devam ettirdi ve hala devam ettirmeyi sürdürüyor. Bu gruplar arasında İngiliz topluluk Karnataka ise kendine özgü müziğiyle diğerlerinden keskin çizgilerle ayrılıyor. Mostly Autumn daha rock bir havada müziğini sergilerken Karnataka ise daha folky bir havada müziğini yorumluyor. Grubun kendi adını taşıyan albümü ve sonraki “The Storm” kaydı kendi çevrelerinde isimlerinin duyulmasını sağlamıştı. Sonraki “Delicate Flame of Desire” ise artık grubun kendini kanıtladığı çok üstün bir albüm olarak müzik tarihine geçti. Vokallerde yer alan Rachel Jones grubu neredeyse tek başına sırtlıyordu ve o güzel sesiyle inanılmaz ambiyanslar yaratmıştı. 7 sene albüm yapmaya ara veren toplulukta inanılmaz bir kadro değişimi olup ardından “The Gathering Light”ı çıkardılar ve o sene birçok dergi tarafından yere göğe sığdırılamadılar. Gerçekten de bu albüm Karnataka’nın en iyisiydi, o etnik, arabik melodiler birçok fanın gruba yaklaşmasını sağladı. Ardından grupta yeniden kadro değişimi meydana gelip tekrar çalışmaya başladılar. Bu sırada klavyeye ise Çağrı Tozluoğlu geçmişti ve bu sürede bir canlı kayıt albümü piyasaya sürdüler. Albüm için ise çalışmalar hızla sürmekte. Sorularımı öncelikle grubun basisti Ian Jones’a ve sonra da sevgili Çağrı Tozluoğlu’na yönelttim.

Öncelikle merhabalar, ve sizinle röportaj yapabildiğim için sevinçliyim. Ayrıca, sizi uzun süredir takip eden sıkı bir hayran olduğumu da eklemek isterim. İngiltere / İtalya / Hollanda turneniz nasıldı? Umduğunuz geri dönüşü alabildiniz mi hayranlardan?

Merhaba! Turnelerin hepsi çok iyi geçti, teşekkürler. Hayranların reaksiyonları inanılmazdı, ve turneler bir sonraki stüdyo albümümüz için yeni materyaller üretmemize de yardımcı oldu. Canlı çalmak grup için her zaman önemli olmuştur – bu stüdyodakinden çok farklı bir tecrübe oluyor ve şarkı düzenlemeleri konusunda yaratıcı takılabiliyorsunuz. Ek olarak, bu sayede hayranlarla etkileşim fırsatı da yakalıyoruz – ve bu olayın çalışınızda ne kadar büyük bir fark yarattığına inanmak güç.

“Karnataka” ismi kulağa çok egzotik ve fantastik geliyor. Bu ismi nereden buldunuz?

“Karnataka” ismi Hindistan orijinli bir kelime, oradaki bir bölgenin ismi. Birkaç yıl önce Karnataka’ya gidip, ormanda kamp yaparak vakit geçirmiştim. Bu harika bir deneyimdi. Fillerle iç içeydik, nehirde timsahlar vardı, ve yılanlar ve akrepler! Grubu kurduğumda, kişisel olarak bana bir şeyler ifade eden bir isim aramıştım. Diğer yandan da, müziğimiz de ara sıra doğu etkili temalar içerdiğinden, doğu kökenli bir isim kullanmak bana uygun görünmüştü.

İçersine Kelt ve orta-doğu melodileri de serpiştirilen, ama aslen İngiliz stili bir progresif müziği, kendi tarzınızda dinleyicilere sunuyorsunuz. Mostly Autumn, Magenta, Iona vb. gruplar arasında; kendinize has, belirgin bir müzikal karakteriniz olduğu, ve ayrı bir yerde durduğunuz da açık. Siz ne düşünüyorsunuz müziğiniz hakkında?

Karnataka’nın kesinlikle kendine has bir “sound”u var, ve bence sadece prog müzikten gelenlerle sınırlandırılmayacak genişlikte bir ilham yelpazemizin olması oldukça önemli.Grup elemanlarının Doğu’dan, Güney Amerika’ya; cazdan folk’a vs. giden, oldukça farklı türlerle haşır neşir olduklarını söyleyebilirim. Müzik zevki konusunda hepimiz de oldukça açık fikirliyiz. Ayrıca, biz hiçbir zaman başka gruplar gibi bir müzik yapmaya çalışmadık – bazı artistlerden çok fazla ilham almak böyle bir risk yaratabiliyor, ve bence kimi zaman prog müzikte buna; yani kendi soundu ve karakterini oturtmak yerine, bazı spesifik sanatçılardan etkilenme olgusuna rastlanabiliyor, ve bu bir sorun oluşturabiliyor.

Yakın zamanda kadronuza Hayley Griffiths ve Çağrı Tozluoğlu’nu dâhil ettiniz. Çağrı’yı bazı önceki işlerinden biliyordum, ve oldukça başarılı bir müzisyen. Onun kadroya dahil olmasının hikayesinden bize bahsedebilir misin? Böyle bir olayın gerçekleşmesi, Türkiye’de epey ses getirdi.

Çağrı, ulusal basına verdiğimiz ilan için bizimle kontak kurdu. Bir grup klavyeciyi deniyorduk ve Çağrı’nın hem çalışından, hem de besteciliğinden çok etkilendik. Bizim müziğimizin hissiyatına çok uygundu, ve kendi çalışıyla yepyeni birşeyler de sundu. Çağrı, modern bir sound kullanmasının yanında, müzik teknolojisini de iyi bilen ve takip eden bir klavyeci. Hem çalma hem de yazım aşamalarında, olaya oldukça yaratıcı yaklaşabiliyor.

Hayley Griffiths hem kendisi, hem de sesi çok güzel bir bayan. Ayrıca, şarkılara kattığı duygu çok etkileyici. Lisa Fury ve Rachel’i de düşündüğümüzde, Hayley ve onun gruba kazandırdıkları hakkında neler söylersin?

Hayley’in güçlü, güzel bir sesi ve inanılmaz bir ses aralığı var, ve tam bir tutkuyla ve kendini tamamen vererek şarkıları söylüyor. Onu ilk dinlediğimizde anında etkilenmiştik, ayrıca kendisinin melodi yazış stili ve ilham aldığı şeyler soundumuzu varyasyonladı. Hayley, elbette ki Riverdance ve Michael Flatley’s Lord of the Dance ile turladı, ve bu ona kimi en büyük sahnelerde performans sunma fırsatı verdi. Bu konuda oldukça deneyimli.

2004′ten beri birçok kadro değişimi yaşadınız. “Delicate Flame of Desire” albümünde yer alan kimi müzisyenler The Reasoning isimli grubu kurdular. Bu kadro değişimi gerçekten şart mıydı, yoksa sadece müzikal bir yön değişimi miydi sadece? Bizi biraz aydınlatır mısın?

Bazı sebeplerden ötürü 2004′deki ayrılmalar kaçınılmazdı, fakat her ne kadar o dönemler bizim için zorlu geçse de bizi olgunlaştırdı ve farklı yönlerimizi geliştirmemize yol açtı. Bana göre şu andaki müzisyenliğimiz çok daha güçlü. Enrico artık sounda çok fazla derinlik ve renk katan 3 boyutlu bir gitarist.

“The Gathering Light” albümünü çıkarmanız için tam 7 yıl bekledik. Tüm bu yıllar boyunca neler yapıyordunuz?

İlk kopuşların ardından uzun süreler farklı projeler için çalıştım, ve grubu yeniden toplama nihai kararını verdiğimizde kadronun birlikte bir şeyler üretebilecek kimyada olup olmadığından emin olmak istedik. Hayranlarla yeniden bir bağ kurmak da önemliydi, bu sebeple ilk önce mümkün olduğunca turlamaya karar verdik.

Bana göre “The Gathering Light” sizin bu güne kadarki en başarılı albümünüz, ve Lisa Fury’nin albümde yaptıkları gerçekten çok iyiydi. Sormak istediğim şey ise, Moment in Time ve Tide to Fall gibi parçalarda kullandığınız orta-doğu ve arabik melodilerle, ve bunu nasıl yapabildiğinizle alakalı olacak. Daha önceden de orta-doğu müzikleriyle uzun süredir haşır neşir miydiniz?

Orta-doğu ve arap müzikleriyle her zaman ilgiliydim ve Peter Gabriel, Loreena Mckennit gibi sanatçıların kendi müziklerine bu tınıları dahil etmelerinden hoşlanırdım. Aslında bunu daha önceki albümlerde de daha fazla yapmak istemiştim, fakat buna fırsat hiç doğmamıştı. Bundan sonra Çağrı da kadromuzda olduğuna ve bu etkileri çok daha etkin biçimde müziğimizde kullanabileceğimize göre, bu işe daha da fazla eğilmeye hevesliyim.

Biraz da “The Gathering Light” için nasıl hazırlandığınızı ve çalıştığınızı anlatabilir misin? Ek olarak, Lisa Fury neden gruptan ayrılmıştı? Bu albümü çıkardıktan sonra, Rick Wakeman’dan bile övgüler aldınız. Ne diyorsunuz bu duruma?

“The Gathering Light”taki şarkıların çoğu 2006-2009 yılları arasında yazıldı, kayıt ve prodüksiyon süresinde ise birkaç kısım daha eklendi. Albüm kaydı benim stüdyomda yapıldı, ve 18 aydan fazla sürdü. Çok büyük ve kompleks bir prodüksiyona kalkıştık. Daha önceki albümlerde kimi basit yaylı aranjmanları kullanmıştık, ama “The Gathering Light”ta bunu daha ileriye götürmeyi düşündüm ve böylelikle bir yaylılar kuartetiyle birlikte, Huw McDowell (ELO)’ın çello partisyonları kayıtta yer buldu. Albümü bitirdiğimizde Lisa bize Avustralya’ya yerleşmeyi planladığını söyleyip gruptan ayrılmıştı, böylelikle onun yerine yeni bir eleman bakınmaya zaten karar vermiştik. Rick Wakeman’dan övgüler almak çok büyük bir onurdu! Bir Yes hayranı olarak, kendisi tarafından coşkulu biçimde övülmek gerçekten çok özeldi. Radyo programlarında da bize büyük destek veriyor Rick.

Kadrosunda Lisa Fury, Steve Evans, Ian Simmons gibi isimleri barındıran “Chasing the Monsoon” projesi ne alemde? Herhangi bir gelişme var mı? Yakın zamanda bir albüm beklemeli miyiz?

“Chasing the Monsoon” projesi umuyorum ki bir zaman gerçekleşecek. Neredeyse bitmiş bir albüm kaydımız hazır. Hepimiz de başka projelerle çok meşgulüz, o yüzden bunu biraz bekletiyoruz şimdilik, fakat umarım yakın zamanda geri dönüp kaydı sonlandırabiliriz.

Müziğinizde folk ve rock müziği kaynaştırırken, saykedelik ve pop elementleriyle de onu süslüyorsunuz. Fairport, Convention ve Pentangle gibiİngiliz progresif folk gruplarından hiç etkilendiniz mi? Birçok tarzdan ilham alan müziğiniz hakkında neler söylersiniz?

Ben şahsen bu gruplardan çok; Genesis, Marillion, Yes ve Pink Floyd gibi progresif gruplardan, ve ayrıca Clannad, Loreena McKennit, All About Eve ve Within Temptation gibi progresif olarak görülmeyen sanatçılardan daha fazla etkilendim.

Rahatlatıcı ve huzurlu müziğiniz, duyguları ön plana çıkartıyor. Ben müziğinizle bazen bu dünyadaki kötülüklerden kaçıp, uzak bir yere hayali bir yolculuk yapıyorum. Böylesi bir müzik yapabilmenizin bir sırrı var mı? Büyüleyici ve canlı bir atmosferiniz olduğunu reddetmek zor.

Müziği yazarken bizi motive eden şeylerden biri, sizi müzikal veya duygusal bir yolculuğa çıkarması gerektiğidir bence, fakat ben bizim şarkılarımızın bireysel yolculuklar olması fikrini seviyorum. Belki de bu müziğe gerçeklerden uzaklaşma boyutu katıyor.

The Gathering Light ve Forsaken Light gibi şarkılarınızda sinematografik bir hissiyat var. Sinemayı seviyor musunuz? En sevdiğiniz yönetmenler, ve onların en sevdiğiniz filmleri hangileridir? Alan Parker ve filmi “The Wall” hakkında neler düşünüyorsunuz?

Evet, az önce konuştuğumuz yolculuk fikriyle paralel bir durum. Bu, müzikal olduğu kadar görsel de bir durum, ve belki de dinleyicilerin müziği dinlerken yolculuğu gözlerinin önüne getirmesini de sağlamak için bilinçaltısal bir çaba gösteriyoruzdur. Grupta hepimiz sinemayı çok seviyoruz, ve sanırım bu müziğe görsel yaklaşım konusunda da aynı durumu paylaşıyoruz galiba. Müzikte uğraşılan şey, görsel imgelerden faydalanamadan o imgeyi müzikle yaratmaya çalışmaktır, ve salt müzikle bunu başarabilmek kolay değil.
Kişisel olarak favori yönetmenlerim: Martin Scorsese, David Lynch, Tim Burton, David Cronenberg, Quentin Tarantino, Terry Gilliam, Spielberg, Sam Mendes, Peter Jackson, Clint Eastwood, Coen kardeşler, Steven Soderbergh, Ang Lee, Lars von Trier. Alan Parker’ın “The Wall”da hem albüm çok başarılı bir biçimde görselleştirilmişti, hem de İngiltere’nin çok tuhaf bir politik döneminde gösterime girmişti bu yapıt. Gerald Scarfe’nin animasyonları, albümdeki videolarla güçlü bir bağlantı da kurarak, filme gerçek anlamda çok şey katmıştı.

Favori İngiliz progresif rock grupların hangileri? Yes ve Jethro Tull gibi geleneksel grupları mı, yoksa Porcupine Tree gibi modern oluşumları mı tercih ediyorsun?

Dinleyici olarak, sevdiğim müzikler oldukça geniş bir yelpazede. Genesis, Yes, Ping Floyd gibi prog gruplarının büyük bir fanıyken, aynı zamanda Gary Numan, Human League, Depeche Mode gibi farklı türdeki grupları da hep dinlerdim – hala da bazen dinliyorum; ama Porcupine Tree, Flaming Lips, Mercury Rev gibi yeni gruplardan da keyif alıyorum.

Radiohead “OK Computer“ı çıkardığında, müzik dergilerinde “Önümüzdeki 20 yılı etkileyecek bir albümdür bu.” gibi spekülasyonlar yapıldı. Sen de böyle mi düşünüyorsun?

Radiohead’in “OK Computer” albümü kesinlikle bir dönüm noktası eseridir, ve birçok grup etkilenimlerini sayarken bu albümün de ismini verir. Bence Radiohead “gerçek” progresif gruplardan biridir – geçmişteki bir şeyi yeniden yorumlamak yerine, deneysellik zihniyetini orijinal biçimde ileriye taşıyan bir gruptur. Bu albüm 16 yıl önce piyasaya çıktı, birçokları için hala bir ilham kaynağı olmayı sürdürmesi de, eserin büyüklüğünün kanıtı gibidir.

Son zamanlarda progresif rock’ın önemli internet sitelerinde de çok popüler olmuş olan, progresif müziğin alt türleri hakkındaki düşüncelerin neler? Tarzı crossover prog, neo-prog, prog related gibi türlere bölmek gerçekten gerekli mi sence?

Bence prog etiketi bazen aşırı fazla kullanılıyor ve bana göre progresif olan birçok müzik başkasına göre olmuyor. Sanırım “prog” bazen, Genesis gibi eski prog gruplara sound olarak benzerliği vurgulayan bir sıfat olarak kullanılıyor, fakat ben bu tür bir nostaljiklikten ziyade “progressive” (ilerlemeci) gruplar için bu ibareyi kullanmayı tercih ediyorum. Björk gibi sanatçıları “prog” değil, ama progressive (ilerlemeci) olarak değerlendiriyorum. Türlerin tehlikeli tarafı, grupları belli kalıpları kullanmaya itebiliyorlar, yani bir türe uymak için müziklerinden deneyselliği hiçe sayabiliyor gruplar. Müziğin satılış biçimi duruma iyi gelmiyor, çünkü müzik, daha kolay pazarlanması adına kategorize ediliyor.

Bildiğim kadarıyla şu dönemde konserlerle meşgulsünüz, peki bir sonraki stüdyo albümünüz için ne zaman çalışmaya başlayacaksınız? Ya da, bir sonraki ürününüz yeni bir canlı kayıt mı olacak? Düşünceleriniz ve planlarınız nelerdir?

Konser vermekten hepimiz zevk alıyoruz, ve turlamanın grubu ileriye götürdüğünü ve böylece daha iyi bir takım olmamızı sağladığını hissediyoruz. Canlı albüm / DVD kaydedip piyasaya sürmek, yeni grup elemanlarını hayranlara -özellikle bizi turnelerde izleme fırsatı bulamayanlara- tanıtmada iyi bir yöntem. Yeni albümü kaydetmeye zaten başlamıştık, ve yine albümde yer alacak yeni materyaller yazmaya da devam ediyoruz.

Sorular bu kadardı Ian. Zaman ayırdığın, ve cevapların için teşekkürler. Eğer gelebilirseniz, sizi Türkiye’de izlemek ve ağırlamak çok güzel olur.

Türkiye’ye gelip çalmak harika olurdu! Aynı zamanda orası Çağrı’nın memleketi olduğundan, çok özel de bir konser vermiş olurduk.

ÇAĞRI TOZLUOĞLU RÖPORTAJI

Öncelikle Karnataka ile beraber olmandan mutluluk duyuyorum. İngiltere maceran başlamadan önce İstanbul’da Timecrash ve Mavera isimli topluluklarda bulundun. O yıllar nasıldı? Bir müzik eğitimin var mı?

Müzikle çok küçük yaşlardan beri uğraşıyorum. Bununla daha ileri yaşlardan beri uğraşan yok malum. :) Ortaokul yıllarımda memleketim Akşehir’de çeşitli tarzda müzikler yapan okul gruplarında ve korolarda çaldım. O yıllarda çok fazla Vangelis, Kitaro ve bizden Fahir Atakoğlu gibi klavye/piyano ağırlıklı müzik yapan fakat türlerinin sınırlarını esneten müzisyenleri dinliyordum, belki New Age’e yakın türler de denilebilir. Klavyenin üzerindeki 16 kanallı sequencer’la dinlediklerime benzer kayıtlar yapmaya çalışırdım. İstanbul macerası benim yatılı fen lisesine gelmemle başladı. Bu nedenle uzun bir süre enstrümanımdan uzakta kaldım. Okuldan kaçıp Kadıköy Pasajı’ndaki bir müzik mağazasına gider orada piyano çalışırdım. Timecrash grubu İstanbul’da benim üniversite yıllarımda ve sonrasında Koray Dinçalp ve Ozan Oğuz ile birlikte emek verdiğimiz öncelikli olarak uğraştığım müzik projemdi. Oldukça tutkulu bir gruptu, konsept proje üzerinde müzik yazımıyla ve kayıtla ilgili birçok şeyi birlikte öğrendik. Bunun yanında üniversite döneminin verdiği garp yoğunluklar ve eleman arayışları vardı tabi. Bunun yanı sıra birçok başka türde müzik yapan gruplarla birlikte konserler verdim, yan projelerde rol aldım, Hilal Aslı ile çalıştığım Mavera bunlardan birisidir. Üniversite yıllarımda mümkün olduğunca özel derslere ve kurslarla performans ve kompozisyon yeteneklerimi geliştirmeye çalıştım. Kısa bir süre klasik müzik ve daha sonra jazz piyano ve teori dersleri aldım. Her ne kadar ikisi de hiçbir zaman istediğim seviyelere ulaşamadıysa da müziğe bakışımı önemli ölçüde etkiledi ve çalışma disiplinime katkıda bulundu.

Türkiye ile İngiltere’yi müzik ekipmanları, stüdyolar ve insanların müziğe bakışları açısından tartabilir misin? Sence İngiltere’de müzikle uğraşmak nasıl bir duygu?

İngiltere’de bence en önce bahsedilmesi gereken fark insanların müziğe ve müzisyenlere yaklaşımları. Her ne kadar bunda ekonomik faktörlerin yeri büyük olsa da sokaktaki ortalama insan müzikle çok daha fazla içli dışlı. Bizim konserlerimizde yüzlerce kilometre yol tepen insanlar oluyor. Diğer Avrupa ülkelerinden, Amerika’dan ve hatta Japonya’dan bizi izlemeye gelenler oldu geçen seneki turlarımızda. Bu yılın başında Karnataka ile ilk turnemizde kuş uçmaz kervan geçmez diyebileceğimiz yerlerde çok güzel salonlarda konserlerimiz oldu. Ben başta böyle bir yerdeki salona birilerinin gelebilme ihtimali konusunda endişeliyken, konser saati yaklaştığında salonun doldurduğumuzu görmek beni epey şaşırtmıştı. Seyirciler desteklerinin beğendikleri müziğin sürdürülebilmesi ve onu icra edenler açısından ne kadar önemli olduklarının farkındalar. İkinci soruna gelirsek. Burada çeşitli ekipmanlara ve bunların gerektirdiği servislere ulaşmak daha kolay. Bu benim gibi işi biraz daha müziğin teknolojik yanına yakın olanlar için epey bir rahatlık sağlıyor tabii.

Seni İngiltere’ye yönlendiren neydi ve Karnataka ile nasıl buluştun? Ian Jones’un bunda payı var mıydı?

Ben aslında eşimin doktorası için Londra’ya taşındım, tam anlamıyla hayatımda bir dönüm noktası oldu. Buraya geldiğimden itibaren aralarında çok önemli isimlerinde olduğu bir çok grupla çalıştım. Daha sonra Karnataka’nın İnternet’e koyduğu bir ilana cevap verdim. Birlikte stüdyoya girdik ve sonra gruba kabul edildim.

Senin müzikal beğenilerine göre düşünürsek Karnataka müziği senin bakış açına göre senin için nerede duruyor? Beğenilerinle örtüşüyor mu? Karnataka müziğini daha önce biliyor muydun?

Genel olarak progressive rock/metal dinliyor olsamda aslında epey geniş bir spektrumda müzik dinleyen biriyim. Benim için müzik biraz bilmediğim görmediğim yerleri merakla gezmek gibi. O nedenle klasik, jazz, elektronik ne olursa olsun deneysel çalışmalar yapan müzisyenlerin eserlerini çok heyecanlandırıcı buluyorum. Halk müzikleri de, türküler de dinlerim yeri gelince. Pop müzik ve türevlerinin var olmalarına ve sanattan ziyade sermaye ile ilişkili olmalarına fikir olarak karşıyım, pek de dinlemem. Karnataka’nın müziği yukarıda bahsettiğim birçok elementten besleniyor. “The Gathering Light” üzerinde çok çalışılmış bir albüm, progressive rock altyapısının üzerinde çok güzel işlenmiş orkestral düzenlemeler, etnik müzik ögeleri ve beni en çok kendine bağlayan derin ve detaylı atmosferik bir sound var bu albümde. Bunda Ian’ın müziği albüme iki albüm arasındaki uzun sürede ince ince sabırla işlemesindeki başarısının rolü büyük. Bence Ian grubun korucusu da olarak Karnataka’nın sound’unun merkezini oluşturuyor. Enrico’nun gitarının ve müziğe bakışının da “The Gathering Light” albümünün sound’una etkisi azımsanamaz. Albümdeki müzisyenlik kalitesi de çok üst seviyede. Ian şahane melodik bass partileri yazan biri. Enrico’nun gitaristliği enstrümana hakim olmaktan ötede bir noktada, her gün karşılaştığınız gitaristlerden değil, enstrümanıyla kendi ruhunu tek parça etmiş kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir gitarist. Karnataka’yı Türkiye’deyken duymuştum fakat İngiltere’nin kendine has bir müzik ortamı var. Grubun kitlesini büyüklüğünü anlamak için biraz İngiltere müzik ortamına aşina olmak gerekiyor.

Daha önceki klavyecilerden Jonathan Edwards Panic Room adlı gruba geçmişti ve daha sonra grupta yer alan Gonzalo Carrera’nın yerine geldin. O müzisyenlerin yarattığı melodilerin aynısını aynı tonlardan mı çalıyorsun yoksa kendinden kattığın ve “şurası çok daha iyi olabilirdi.” gibilerinden düşündüğün oluyor mu?

Ben parçaları başta olduğunca aslına sadık kalarak çalmaya gayret ederim. Klavyelerimi de benzeri toplarla programlamaya çalışıyorum fakat illaki daha önce oluşturduğum kendi ses bankalarımı kullanmayı sevdiğim için herşey benim kullanmayı sevdiğim sounda daha yakın oluyor. Daha sonra stüdyo ve konser maratonu başlıyor ve bu sırada artık parçaların asıl halinden ziyade grup içi etkileşimin ve canlı ortamın seni götürdüğü nokta önemli oluyor. Parçaları, melodileri çalışım bu sırada tekrar tekrar şekilleniyor.

Progressive Rock müziği son yıllarda birçok kişi tarafından dinlenmeye başladı ama yine de bu yeterli değil. Sence bunun çok kişi tarafından dinlenmemesinin sebepleri nedir ve Karnataka ile konsere çıktığınızda seyircinin tepkisi nasıl oluyor?

Progressive müzik orijinallik kaygısıyla ön plana çıkan ve emek isteyen bir müzik. Birçok şeyde olduğu gibi emek isteyen şeylerin büyük kitlelere ulaşması çok kolay olmuyor. Progresif rock hiçbir zaman müziğin fastfood’u olmadı ilerde de olması mümkün değil, çünkü bu müzik dinleyenine de çalanına da bir anlayışı temsil ediyor. Progresif müzik birçokları için sermayenin dayatması olan seri üretim ve tekdüzeliğin karşıtı olan müzik değil mi zaten. Bizim çok tutkuyla bizi takip eden bir kitlemiz var. Geçen seneki turlarda grup kurulduğundan beri 60′dan fazla Karnataka konserine gelmiş dinleyicilerimiz vardı, grupla birlikte ben henüz 40 küsür konserde çaldım… Turlarda bizi tekrar tekrar farklı şehirlerde görmeye gelenler oldu. Artık bir süre sonra grubu takip edenlerle arkadaş gibi oluyorsun, onların yorumlarını dinlemek de çok önemli oluyor. Biz tabi sürekli elimizden geldiğince müziğimizi daha büyük kitlelere ulaştırmaya çalışıyoruz.

Genelde neler dinliyorsun? Porcupine Tree, Radiohead gibi yenilikçi gruplara mı ilgin var yoksa çok değişik müzik tarzlarından (heavy metal, klasik rock v.b) besleniyor musun?

Benim modern rock/metal sounduna karşı bir kulak alışkanlığım var, her ne kadar 70’ler dönemini zaman zaman dinlesem de sürekli dinleyebildiğimi söyleyemem. Genelde spektrumun biraz daha sert yanında kalan grupları dinliyorum ama daha önce de bahsettiğim gibi çok çeşitli bir dinleme zevkim var. Dream Theater, Porcupine Tree gibi müzikleriyle ve müzisyenlikleriyle kült haline gelmiş grupları tabii ki birçok Prog sever gibi ben de takip ediyorum. Son zamanlarda Animals as Leaders, Anubis Gate, Enochian Theory, Darkwater, Aeon Zen gibi grupları dinliyorum. Diğer tarzlardan Pascal Schumacher, Esbjörn Svensson Trio ve Ramin Djawadi dinliyorum yine son zamanlarda.

Klavye ağırlıklı synthesizer müziğine bakış açın ve Synth Pop, Post Punk ve synth ağırlıklı elektronik müzikler hakkında neler düşünüyorsun? Bu tarzlar sence bir klavye müzisyenini besleyebilir mi?

Klavyeci için elektronik müziği anlamak, bilmek önemli bir şey. Sonuçta gitaristleri gruplarından izole edince tür yine rock çerçevesinde kalabiliyor fakat aynı durum klavye/synth müzisyeni için her zaman geçerli değil. Ben eskilerden Jean Michel Jarre, Kraftwerk, Klaus Schulze gibi isimleri severek dinlerim. Diğer daha farklı elektronik müzik türleri de yine kullandığın enstrümanın tamamen farklı bir konsept içinde nerelere ulaşabildiğini görebilmek açısından önemli. Örneğin Richard Barbieri elektronik müziğin epey merkezinde olan biri ve sesler üzerindeki yeteneğini progressive rock içinde en güzel kullanan örneklerden biri, çok beğenecek takip ettiğim bir müzisyen. Björk ve birlikte çalıştığı birçok elektronik müzisyen ve prodüktör de çok muhteşem ve enteresan işler çıkarıyorlar. Başka bir sürü eskiden ve yeniden örnek sıralamak mümkün…

Karnataka çok derin bir müzik icra ediyor. Karnataka müziğinin sen de yarattığı duygular neler?

Benim için Karnataka’nın müziği en hareketli zamanlarında bile derinlerde acı dolu, duygulu bir müzik. Bir boşluğun içinde alıp yavaş yavaş içine çekip eritiyor sanki… Gerçi çok zaman çalmak benim melankolik ve karanlık yanlarımı tetikler. Muhtemelen yeni albümün atmosferi daha öncekilere göre biraz daha farklı olacak gibi görünüyor.

Yeni albüm çalışmalarınız ne zaman başlıyor? Gelecek planların neler? Bu yeni kadroyla bir umutla yola çıktınız ve umarım başarılı olursunuz.

Yeni albüm için parçaların yazımına zaten New Light Live albümünün prodüksiyonu sürerken başlamıştık. Turun Hollanda ayağı da bittikten sonra yeni albüm için çalışmalara ağırlık verdik. Hala daha yapılacak çok şey var, stüdyoda çok tutkulu ve yoğun bir çalışma sürdürüyoruz. Yakın zamanda internetten detayları öğrenmeye başlayacaksınız. Teşekkürler…

Sorular
Baha ÖZER (Konuk)
Tercüme için Özgür DURAKOĞULLARI’na çok teşekkürler.

etiketler:
  Yorum alanı

“KARNATAKA ve Çağrı Tozluoğlu” yazısına 2 yorum var

  1. Bahadir Sarp says:

    Röportaj için teşekkürler. Albümü baya merak ettim.

  2. İbrahim gürdal says:

    Basarilarinin devamini dilerim cagri
    seni devamli takip ediyoruz
    Şansin acik olsun

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.