OCTOBER FALLS’un şu anki halini oldukça şanssız buluyorum. Gerçi ne kadarı şanssızlık, ne kadarı kariyer planlamasından kaynaklanıyor tartışılabilir belki. İlk eserlerini verirken bir neofolk (ya da folk/ambient) grubu (ve Mikko Lehto’nun solo projesi) olan OCTOBER FALLS, o kadar başarılı işlere imza attı ki, bir anda türün önde gelenlerinden biri olarak gösterilmeye başlandı. Bu, sonradan atmosferik bir dark metale doğru dönen grup için ilk başta bir avantaj gibi gözükebilir; “The Streams of the End” EP’si grubun ilk metal içerikli kaydı idi; fakat adını metal dünyasından birçok kişi şimdiden duymuştu bile. Daha sonra çıkan “Sarastus” ise yine tamamen folk bir kayıttı, ve aradaki metal etkileşimli EP’nin yaratmaya başladığı etkiyi yine sildi, OCTOBER FALLS adını iyiden iyiye bir folk/neofolk grubu olarak insanların aklına kazıdı.
Bundan sonra ise, avantajı dezavantaja dönüştüren albümler gelmeye başladı. 2008 çıkışlı “The Womb of Primordial Nature” ve özellikle 2010 çıkışlı “A Collapse of Faith”, herhangi başka bir grup çıkartsa efsane olabilecek kadar güzel albümler. İkisi de gerek akustik gitar kullanımları, gerek tam kıvamındaki gitar tonu, gerekse yakalanan muazzam melodiler ile gerçekten birer sanat eseri. Ve bu albümler ne kadar pozitif tepkiler almış olurlarsa olsunlar, üzülerek görüyorum ki metal dinleyen insanlar içinde bile “OCTOBER FALLS folk grubu değil miydi, niye bozdu kendini böyle, ben onun hüzünlü hallerini seviyordum” gibi düşüncelere sahip bir kitle oluştu.
Şahsen şimdiye kadar çıkarttığı, tür ayırdetmeksizin her eseri benim için birer şaheser olan grubun şikayet edebileceğim hiçbir yanı yok. Ya da yoktu.
“The Plague of a Coming Age”, görünüşe göre grubun büyüme albümü. Önceki iki albümün gerek görsel tasarımlar, gerekse müzik olarak barındırdığı minimalliğe darbe vurulduğunu görmek hiç zor değil. Her ne kadar başarılı bulsam da albüm kapağını görür görmez (ve biraz da konuk olarak AMORPHIS vokalisti Tomi Joutsen’in bulunacağını öğrenince) bir şeylerin farklı olacağını tahmin etmiştim. Sanırım en büyük fark, bu albümün diğerleri kadar doğal olmaması.
Gerek akustik, gerekse metal albümlerinin bu kadar başarılı olmasının bence ne büyük sebebi, müzikte bir zorlama olmadığının rahatça sezilebilmesiydi; en sert olduğu anlarda bile müzik dinleyicinin ruhunda adeta akıp gidiyor, onu kendisiyle birlikte sürükleyebiliyordu. Bu defa ise albümün çoğunda, akustik-folk bölümler ile nispeten daha sert bölümler arasındaki dengenin kurulabilmesi için gereğinden fazla uğraşılmış gibi bir hava var. Daha doğrusu, böyle bir dengenin kurulabilmesi için uğraşılmış olması başlı başına bir sorun. O akıp giden müzik, yerini “dur buraya bir akustik pasaj iteleyelim”, “davulu hızlandıralım burada biraz, şarkı çok yavaş oldu galiba” gibi diyaloglara bırakmış gibi gözüküyor.
Yine de Mikko Lahto’nun hakkını vermek lazım, insanın aklında fazlasıyla yer edebilen, kimi zaman ruhuna dokunabilen, gerçekten çok güzel melodiler yazıyor. Sırf bunlar var olduğu için bile bu albümden kötü bir albüm olarak bahsetmem mümkün değil. Tomi Joutsen’in de, konuk olduğu, albümle aynı adı taşıyan parçayı güzel vokalleriyle bir adım öne çıkarttığından bahsetmemek olmaz. Varolan şüphelerimi (bir dayanakları olduğundan değil, kendisinin vokalinin OCTOBER FALLS’a yakışıp yakışmayacağından emin değildim sadece) bir çırpıda silmeyi başardı. Şahsen aynı başarıyı vokalleri üstlendiği diğer parça “Boiling Heart of the North”ta gösteremediğini düşünsem de, özel bir sesi olduğu gerçek.
Toparlayalım. Karşımızda, önceki iki albümü dinlemiş olanların alışık olacağı o özel atmosfer yine mevcut. Belki eskisi kadar karanlık değil, hatta kesinlikle eskisi kadar sürükleyici değil; ama orada. Fazlaca törpülenmiş olması ise albümle ilgili beni üzen sebep işte. Şimdiye dek çıkarttığı her işi kusursuza yakın bulduğum OCTOBER FALLS, beni ilk kez hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Kötü bir albüm değil dediğim gibi, o kadar güzel anlar var ki bazen yukarıda yazdıklarımı silip öve öve bitiremeyesim geldi albümü; ama odadaki fil de görmezden gelinecek gibi değil. Bundan çok da iyilerini yapmış, daha iyilerine de yapabilecek kapasitede bir grup OCTOBER FALLS, ve eminim ki yapacaktır da.
Kadro Mikko Lehto: Vokal, gitar
Sami Hinkka: Bas
Marko Tarvonen: Davul
Tomi Joutsen: Temiz vokaller
Şarkılar 1. At the Edge of an Empty Horizon
2. Bloodlines
3. The Verge of Oblivion
4. Snakes of the Old World
5. The Plague of a Coming Edge
6. Mouth of a Nation's Harlots
7. Boiling Heart of North
8. The Weight of the Fallen
9. Below the Soils
7 veya 7,5 puan olmasını bekliyordum,bence de öyle. Tarzının üstüne bir de barındırdığı isimleri de öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım bu albüm için,ama kesinlikle kötü bir albüm olmasa da olağanüstü bir şeyler de yok maalesef.
bana The Womb of Primordial Nature albümündeki şarkıları alıp kesip kısaltıp 2 kez albüme koymuşlar hissi verdi, öyle olunca bi yerden sonra sıkıyor, fazla geliyor. şarkı süreleri kısalınca çeşit açısından daha dinamik ve yelpazesi geniş bir albüm olur diye düşünmüştüm ben, madem bu kafada şarkı yazacaksın 9 tane yazıp iç bayma, az olsun öz olsun.
(buradan mikko lehto’ya sesleniyorum sldkjfdg)
bi de ben marko tarvonen’in çaldığı davulları seviyorum. bi numarası yok öyle ama ne bilim, belli bi standardı var hiç altına düşmüyor.
@sambalici, Aynen katılıyorum hepsine. Özellikle Tarvonen’in davulları konusunda aynı düşünüyoruz tamamen, adam bu folk-ish işlere çok uygun davullar yazıyor, çalıyor. Çok bir ekstrası yok gerçekten ama müziğin ruhunu harika yakalıyor.
Ertuğrul Bircan Çopur fırtınası esiyor sitede :)
Albümü tam manasıyla dinlryip öyle yorum yapacağım,ama şunu blirtmeden geçmeyeyim grup kesinlikle akustik işlere devam ete,meliydi zira Marras albümünü dinler dinler ağlarım
7 veya 7,5 puan olmasını bekliyordum,bence de öyle. Tarzının üstüne bir de barındırdığı isimleri de öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım bu albüm için,ama kesinlikle kötü bir albüm olmasa da olağanüstü bir şeyler de yok maalesef.
bana The Womb of Primordial Nature albümündeki şarkıları alıp kesip kısaltıp 2 kez albüme koymuşlar hissi verdi, öyle olunca bi yerden sonra sıkıyor, fazla geliyor. şarkı süreleri kısalınca çeşit açısından daha dinamik ve yelpazesi geniş bir albüm olur diye düşünmüştüm ben, madem bu kafada şarkı yazacaksın 9 tane yazıp iç bayma, az olsun öz olsun.
(buradan mikko lehto’ya sesleniyorum sldkjfdg)
bi de ben marko tarvonen’in çaldığı davulları seviyorum. bi numarası yok öyle ama ne bilim, belli bi standardı var hiç altına düşmüyor.
17.03.2013
@sambalici, Aynen katılıyorum hepsine. Özellikle Tarvonen’in davulları konusunda aynı düşünüyoruz tamamen, adam bu folk-ish işlere çok uygun davullar yazıyor, çalıyor. Çok bir ekstrası yok gerçekten ama müziğin ruhunu harika yakalıyor.
17.03.2013
@sambalici, Valla ben de katılmaya gelmiştim ama benden katılınılmış.. +1 deyip gidiyorum o zaman.
Albümü 2-3 kere dinledim ve sildim çok sıkıcı ve hiç bi özelliği yok bence
Ertuğrul Bircan Çopur fırtınası esiyor sitede :)
Albümü tam manasıyla dinlryip öyle yorum yapacağım,ama şunu blirtmeden geçmeyeyim grup kesinlikle akustik işlere devam ete,meliydi zira Marras albümünü dinler dinler ağlarım
Severim böyle şeyleri..onceki islerine bi bakayim ben de madem
bu albümün kritik edildiğini yeni görüyorum. ben iyi buldum. yani tek başına düşündüğümde soundu falan çok güçlü geldi.