Dark Tranquillity. Seveniyle, eleştireniyle melodik death metal camiasında kendinden en fazla söz ettiren gruplardan biri şüphesiz. Dinleyicilerini sıkmamak adına müziğinde her türlü varyasyonu deneyen ve bunu türünde az görülen bir başarıyla ve tecrübeyle yapan grubun bu denli tanınmasının ve sevilmesinin sebeplerinden bir tanesi de bu farklı, özgün ama karakterli yapıları. Her bir albümü belirli bir kesim dinleyicileri tarafından favori olarak, ulaşılmaz olarak, çığır açıcı olarak görülen grubun belki de en geri planda kalmış albümlerinden birini inceleyeceğim bugün.
Geri planda kalmış deyince şayet bu yazıyı okuduğu sırada albümü dinlememiş metalseverler varsa bunu kesinlikle olumsuz olarak almasınlar, almamalılar. Dedik ya Dark Tranquillity farklı, çok farklı bir grup. Adından en az söz ettiren albümünden dahi nasıl sanatsallık aktığına az sonra geleceğim. Ama önce gelin daha nesnel ve genel bir gözle bakalım “The Mind’s I”a.
Öncelikle bahsin farz olduğu ilk konu şüphesiz ki “The Gallery” adlı şaheser. Ne kadar eşsiz bir yerde durduğuna değinmeme gerek olmayan bu albümden hemen sonra çıkması “The Mind’s I”ın en büyük şanssızlığı. Albüm çoğunlukla hayranlar tarafında “The Gallery” kadar bütünsel bir şekilde ele alınıp baş üstünde taşınmıyor ne yazık ki. İşin ilginç tarafı ise bunun “The Mind’s I”a kattığı havanın albüm boyunca süregelen gizli isyan hissi bağlamında kendine yer bulması. Hani Dark Tranquillity hakikaten bir sanat grubu denir ya çoğu yerde, işte bu albümü yeterince defa dinler ve grubun yarattığı atmosfere kendinizi bırakırsanız albümün derinlerinde yatan bu son derece samimi hislerle karşılaşacaksınız.
(Aşağıdaki yorumlarda bahsedilen yanlış fotoğraf)
(Gerçek, kapı gibi DARK TRANQUILLITY fotoğrafı)
Dark Tranquillity’nin işinde iyi olmasının birçok sebebi var elbet. Ancak bunların hiçbirini yarattıkları müzikal yoğunluk kadar etkileyici olamaz. Grup, belirli bir düzende değişime gitse ve asla stabil kalmasa da duyduğunuzda “Dark Tranquillity tınısı” olduğunu hissedebileceğiniz netlikte bir duruşları da var. Onları benzersiz kılan da bu zaten. Değişimle karakterli yapı arasındaki o bulunması çok çok zor dengeyi bulmak.
Olayı biraz daha özelleştirelim. “The Mind’s I”da Dark Tranquillity olmayan hiçbir şey duymuyorsunuz. Grup önceki albümden farklı hiçbir şey sunmuyor. Hatta ilk dinleyişinizde albüm size “The Gallery”den arta kalanların şarkı hâline gelmişi olarak bile gelebiliyor. Fakat albüme gölgede kalmış bir eser olarak bakma gafilliğinde bulunmayıp dinlemeye, onu özümsemeye, İsveç’ten gelen çığlıkları, notaları kalbinizle duymaya çalışırsanız farkı kavrıyor ve gözlerinizde yepyeni bir keşfin verdiği o ışığı hissedebiliyorsunuz.
Herhangi bir Dark Tranquillity albümünü müzikal olarak değerlendirecek yetiye ulaşamadım henüz ama albümü, diskografideki tüm albümlere hakim sayılan bir hayranları olarak, gitar işçiliği ve melodi seçimi bakımından ilk sıraya koyuyorum. Evet, “The Gallery” de var, “Character” da tam bir gövde gösterisi, “Damage Done”daki yetenek bolluğuna kayıtsız kalmak olanaksız ancak “The Mind’s I” bambaşka. Bunu bu kadar net ne söyletiyor bana tam emin değilim ama görüşümde ısrarlıyım. Çünkü:
Çünkü rifflerden sorumlu ekibin başındaki Niklas Sundin ilk albümden itibaren oturtmaya çalıştığı, “The Gallery”de yetkinleştirdiği riff tarzında bu albümde zirveye çıkıyor. Albüm boyunca arka arkaya gelen herhangi 8-10 nota gözlerinizi kapatıp içinize hüzün ve güç dolmasını sağlayabilecek kadar kuvvetli ve samimi. Aynı şeyi davul ve bas için söyleyemem(aslında söylerim de) fakat Dark Tranquillity enstrüman hakimiyeti yönüyle de türdaşlarından ayrılmayı her zaman başarmış bir grup, bu gelenek söz konusu albümde de sürüyor diyeyim yetsin.
Şarkı sözleri ve Stanne. Bu adamın sosyal hayatında etkileyemediği herhangi biri var mıdır gerçekten merak ediyorum. Albüm boyunca tüm Dark Tranquillity diskografisinde hissettiğimiz bir hüzün ve bunu bastırmaya çalışan bir isyan söz konusu. Eğer grubun lirik konseptini özetleyecek olsaydım seçeceğim kelimelerden ikisi “misery” ve “apathy” olurdu. Hayır, hayır içinde bu sözcükleri barındıran şarkılardan dolayı değil.
Sanki tüm albümler süresince bütünsel biçimde bir bireyin çöküşünü, yalnızlaşmasını, çevresinde olanlara karşı bakışını görüyor ve duyuyoruz. Fakat kişimiz o kadar kızgın, hırslı, çekingen, zayıf ve melankolik olabiliyor ki zaman zaman, karmakarışık bir insanla karşı karşıya kalıyor ve çoğu zaman da Stanne’nin o meşhur, anlamlandırması güç sözleriyle bütünleşen bir duygu denizinde yüzüyoruz. Ve elbette ki tüm bu hisler ve yorumlar malum adamın sesine o kadar uyuyor, onunla o kadar içiçe geçiyor, onu o kadar sarıyor ki şu satırlar Stanne’nin ağzından çıktığı anda kendini bağırmak isterken bulmayan herhangi birini insanlık dışı cisim olarak adlandırabiliriz rahatlıkla:
“On account of their brightness
I made friends with the word and the moon
Went with the tide and left for the sound
Of dead instruments thrown out of tune”
Bahsetmek istediğim birkaç şarkıya gelelim. Albümdeki sırayla gidecek olursak bunların ilki tahmin edebileceğiniz üzere “Hedon”.
Albümden önce çıkan EP’nin ismiyle başlayan şarkı beş buçuk dakika boyunca size felsefedeki hedonizm akımının yarattıklarından, yanlış anlaşılmasından, dünya çapındaki yansımalarından bahsediyor ve insanlık adına bir trajedi hâline dahi gelebilen bu fikir akımının insanlıktan neler eksilttiğini belirtiyor. Ayrıca şarkıya çekilen klip de gerçekten iyi düşünülmüş.
“How hungry we’ve become
Like animals naked in shame”
Ve sözlerini şu şekilde tamamlayarak insanlığın dramını dışarıdan bakarak seslendiriyor:
“We look at you, afraid
To see what we really are”
İkincisi ise Constant.
Bu şarkıyı Stanne’den daha iyi anlatamam herhalde:
“İşte her alanda yaratıcı ve özgün olarak yaptığımız işleri ne kadar yüceltebileceğimizle; durağan, sıkıcı ve hüzünlü ömrümüzün sınırlarını kaldırabileceğimizle ilgili bir parça! İşte Constant!”
“This is the magic that a name would stain.“
Son şarkı ise The Mind’s Eye.
Albümle aynı isimdeki (telaffuzda) bu enstrümantal parçayı hemen her gün dinlememe rağmen o denli yoğun bir yapısı var ki insanı her seferinde çevresine farklı bakmaya teşvik ediyor adeta. Kesinlikle es geçilmemesi ve hissedilmesi gereken bir ziyafet.
Son paragrafa gelelim. The Mind’s I en sevdiğim Dark Tranquillity albümü. Benim için çok kişisel bir albüm ve dinlediğim tüm albümler içinde belki de en çok içselleştirdiğim, bütünleştiğim albüm. Öznel açıdan beni bu denli içine çekmesi bir yana, objektif gözle bakarsak da bir melodik death metal albümü, abartayım, bir Dark Tranquillity albümü için üst düzey yetenek, yaratıcılık ve özgünlük barındıran bir 46 dakika. En sevdiğim albümlerden bir tanesinin sitede yazılmadığını gördüğümde yaşadığım sevinci tamamen yazıya dökemesem de benim için apayrı yeri olan bu gerekli değeri görmemiş şaheserle sizleri baş başa bırakıyor ve kesinlikle “başka” bir albümle karşı karşıya olduğunuzu yineliyorum.
Kadro Mikael Stanne: Vocal
Anders Jivarp: Davul
Martin Henriksson: Bas, akustik gitar
Fredrik Johansson: Gitar, akustik gitar, davul ("The Mind's Eye"da)
Niklas Sundin: Gitar
Şarkılar 1. Dreamlore Degenerate
2. Zodijackyl Light
3. Hedon
4. Scythe, Rage and Roses
5. Constant
6. Dissolution Factor Red
7. Insanity's Crescendo
8. Still Moving Sinews
9. Atom Heart 243.5
10. Tidal Tantrum
11. Tongues
12. The Mind's Eye
İçinde sevmediğim şarkısı bulunmayan bir DT albümü daha. Bu albümün benim için diğer bir özelliği ise, DT’nin Elektronik öğeler kullanmadığı son albümü olması.
Bir de The Gallery’den sonra bu albüm bana her zaman daha sakin gelmiştir.
Benim de en sevdigim DT albumu bu (gerci ayni lafi degisik zamanlarda 4 farkli DT albumu icin soylemisligim var..) Bu albumdeki agresiflige ve melodik gibi gozukmeyip aslinda deli melodik olan rifflere bayiliyorum !
Ya o degil de Dreamlore Degenerate, Zodijackyl Light ve Hedon gibi 3 sarki ile albumu acmak nasil bir hayvanliktir ?? Resmen nefes aldirmiyor insana bu 3 sarki, bir riff bitiyor digeri basliyor, o kadar cok guzel fikir ve icra sikistirmis ki adamlar su 3 sarkiya akil alir sey degil.. Melodik death metal tarihinin en kayifli anlarindan bence..
Albumun geri kalaninda da Insanity’s Crescendo ve Tongues gibi okuzlukler mevcut.. Bu nasil bir uretkenliktir arkadas..
Stanne’nin bu albumdeki vokallerinin agir hayraniyim. “Brutal vokal cok duz ve duygusuz bir stil yea” diyenlerin kafasina kafasina bu albumu vurmak lazim. Butun tonlamalar, vurgular, gecisler o kadar guzel ki.. Benim gordugum en dinamik brutal vokal performanslarindan biri. Malesef Stanne birazcik tarzini degistirdi bu albumden sonra. Olsun adamin her hali guzel.
Yazara da tesekkur ederim, kritik albumun hakkini vermis gayet.
@Kemal, abi kritiği bir saatte yazıp yolladım ama bahsetçek o kadar çok şeyim var ki daha albümle ilgili. Hala tutuyorum kendimi. Dinlediğim albümler içinde en sevdiğim ya da ilk 5te falandır. Resmen bıkılmıyor albümden, ben tükendim 2 senedir :D
Herkese yorumları için teşekkür edeyim bu arada, yazdıkça yazası geliyor insanın yorumları okudukça.
@Beleg, abi seni çok iyi anlıyorum. ve şunu diyebilirim ki, çok şanslısın. zira ben de bir dt albümünün kritiğini yazmayı çok isterdim. (gerçi pek objektif bakamazdım olaya, orası ayrı:) ama cidden öyle hissediyor insan, yani ne yazarsam yazayım, ne anlatırsam anlatayım istediğim şeyi anlatamamış olacağım gibi hissediyorsun. benim için en azından, dark tranquillity böyle bir grup.
kritikle ilgili tek bir olumsuz şey söyleyebilirim; o fotoğraftaki elemanlar kim abi? :D onlar dt elemanları değil :D bunun dışında süper bir kritik. çok teşekkürler.
böyle bir albümün bu platformda henüz yer almasına şaşırdım açıkçası.(darısı images and words ün başına) 9,5 luk puana da the gallery i gözönüne alarak ben de katılıyorum.
Çok uzun bir yorum yapmıştım ama yanlışlıkla ekran kapandı ve tüm yazı gitti. Yeniden yazayım en iyisi.
The Mind’s I. Aslında bir sürü şey söyleyebilirim bu albüm hakkında ama sanırım ancak ”The Mind’s I” dersem özetlemiş olurum. Eminim burada ve diğer pek çok yerdeki çoğu insan ”ya abi dt gallery’den önce bu albümü çıkarsa anlayacağım ama the gallery gibi muhteşem bir albümden sonra böyle bir albümü çıkarmak… anlamıyorum” şeklinde düşünüyordur. Zira bu durumda taşlar yerine oturmuş olacaktı ve DT, The Mind’s I gibi ‘iyi’ bir albüm çıkardıktan sonra The Gallery gibi ‘muhteşem’ bir albüm çıkarmış olacaktı; dolayısıyla tüm bu kafa karışıklığı ortadan kalkacaktı. Ama benim için, yıllardır, her gün DT dinleyen biri için, asıl bu şekilde her şey aydınlığa kavuştu. Neden mi? Çünkü bu albüm tozlu bir albüm. Tozlu bir albüm diyorum çünkü…
90lar İsveç’indeyiz. Sene 1995. At The Gates, SOTS gibi süper hızlı, süper vokalli, capcanlı, süper bir albüm yapar. DT, onlardan aşağı kalmayacak kadar hızlı, onlardan daha melankolik ve duygusal vokalli, onlarınki kadar süper, onlarınki kadar capcanlı bir albüm yapar. In Flames de bir o kadar canlı, süper albümler yapar. Ve sene 1997. Dark Tranquillity bir albüm daha yapar. Ama bu albüm sanılanın aksine çok sıradışıdır. İlk dinlenildiğinde, güzel mi yoksa kötü mü, o bile anlaşılamaz. Hep ikinci plana atılır. Önemsenmez. Diskografideki albümlerden biridir sadece.
Ve sene 2013. Bu albümün gizemi hala çözülemedi. Bu gizemi çözemeyenler, suçu kendilerinde değil de The Mind’s I’da arayıp, ”kötü albüm” diyebiliyorlar hemen. Onlar için, bu albümün yaratıcılığını, gizemini, sıradışılığını keşfetmeyenler için bu albüm sadece Insanity’s Crescendo’nun introsu, Tidal Tantrum’un bir kaç melodik kısmı ve The Mind’s Eye’dan oluşuyor. Peki ben sorarım onlara; siz hiç Mikael ile birlikte ‘enter suicidal angels’ diye fısıldadınız mı? Hiç ağlayarak ‘…afraid to see what we realy areeee’ dediniz mi? Siz hiç ‘for the blooed of heaven’ diye bağırdınız mı? Siz hiç ‘on account of their brightness…’ diye başlayan kısmı Mikael’in söylediği gibi, ağlayarak söylemeye çalıştınız mı? Siz hiç 10-15 kere üst üste Still Moving Sinews, Atom Heart 243.5, Constant dinlediniz mi? Eğer cevaplarınız çoğunlukla hayır ise, o zaman siz The Mind’s I’yı beğenemezsiniz zaten.
Adamlar 9 tane albüm yaptı, 10.sunu yapıyor, ama siz hala anlamadınız değil mi? Whoracle’ı alırsınız, dinlersiniz ve Jotun’u duyar duymaz ”hassiktir, çok süper albümmüş” dersiniz. Ama hiç bir DT albümünde bunu diyemezsiniz işte. Hiç bir zaman dinler dinlemez bir DT albümünü anlayamazsınız, hazmedemezsiniz, anlatmaya çalıştığı şeyi anlayamazsınız. Düşünsenize, adamlar 97′de çıkarmış bu albümü, üzerinden 16 yıl geçmiş, ama hala gizemli bir albüm The Mind’s I çoğumuz için.
Çünkü bu albüm tozlu bir albüm. Hani eski bir ev vardır, yıllardır kapısından içeri girilmemiştir, rutubetlidir biraz, eşyaları tozlu çarşaflarla örtülüdür. Hah işte, The Mind’s I sizi o evin kapısından içeri sokar. Dreamlore Degenerate ile o kapıdan, o evden içeri girersiniz ama The Mind’s Eye biter, siz hala çıkamazsınız o evden. Ziar ben yıllardır çıkamadım. Hem çıkmayı kim istiyor ki?
The Mind’s I bir mucizedir, keşfinizi bekleyen. Ben o mucizeyi keşfettim, bu albüm artık bana o kadaaaaar çok şey anlatıyor ki. Darısı keşfedemeyenlerin, o kapıdan içeri giremeyenlerin, gizemi çözemeyenlerin başına.
Here is an albüm about how we can make things better by being creative and original in everything we do; to break the boundaries of our normal, tedious, miserable lives. Here is ”The Min’s I.”
Gothenburg sound’un saheserlerinden. Fredrik Nordstrom’e da ayriyetten boyle bir ekole kucak acip bikmadan usanmadan produksiyonunu yaptigi icin kalpler yolluyorum buradan. Boss HM-2 ve MT-2′sine kurban, fukara yillarin vazgecilmezi.
Bu albümün bana hatırlattığı ilk his şöyle:
henüz lise hazırlık sınıfında iken aldığım Gallery albümüne hasta olmuş gece gündüz bu albümü dinliyorum.Bir yandan da dergide fanzinde okuduğum kadarıyla minds i albümünün varlığından haberdarım.Ayrıca rock markette bu albümün Hedon klibini seyretmişim.Neyse işte ben bukadarcık kulak aşinalığı ve bilgimle gidiyorum bizim arkadaşların yanına ve diyorumki oğlum bu adamların böyle böyle bi albümü var acaba nerden bulsak kasedini ve dinlesek.
Bu muhabbetin geçtiği günden 2 gün sonra yılbaşı ve herkes birbirine hediyeleri verecek.Aaa bi bakıyorum bizim metalci camia bana bu albümün çekme kasedini almış.Bakıyorum siyah kapak ve ust kısımda the mind’s i yazısı.Hemen albümü takıyorum walkman a ve başlıyorum albüme.Ulan bi tuhaflık var sound ne dt ye benziyor ne de galleery e.Sert gitarlar acayip brutal bir vokal dümdüz death metal.Sonradan anlıyorum ki bizim eşşolueşşekler beni dalgaya alıp malevolent creation albümünü çekip birde kapak uydurup bana yedirmişler.AYIP LAN AYIP :)) (yapanın kendisi site okuru olduğundan buradan hala teessüflerimi iletirim)
Bundan yıllar sonra albümün plak versiyonu çıkınca ve o plağı alınca aha bu yukarda hissettiğim tüm duygular yeniden canlandı.Velhasılı dt nin şaheseri bir albüme yorum yapmak bize düşmez dinlemek insanı stanne in kurduğu dünyada eşsiz dakikalar geçirtir.
Son olarak epey bir süre kapaktaki kemiği hep bir el zannettim.Napıym minnacık kaset kapağında o kadr seçiliyodu :)
Bence DT diskografisinde The Gallery’ye en yakın duran albüm The Mind’s I. Açıkçası ilk dinlediğim zamanlarda, The Gallery’nin aklımı almış olmasıyla da alakalı olarak, çok benimseyememiştim. Bazı şarkılar öne çıkıyordu ama komple bir “manyak albüm lan bu” hissiyatı oluşmamıştı. Açıkçası hala da hep The Gallery’nin sonrasında çıkan albüm olması dolayısıyla tam anlamıyla bayıldığımı söyleyemem.
Lakin Hedon, Scythe, Rage and Roses, Constant, Insanity’s Crescendo gibi akıl almaz şarkılar da var tabii. Hele Insanity’s Crescendo, grubun yazdığı en iyi şarkılardan biri bence. En azından ben çok fazla seviyorum.
Dediğim gibi, dinlediğim dönem, öncesinde çıkan albüm gibi bazı dinamiklerin de beğeni düzeyimi etkilediği bir albüm, ama zaten bu tarz efsane gruplar için bu tür şeyler her zaman geçerlidir. Opeth, In Flames, Dark Tranquillity gibi yoğun ve güçlü müzik yapan grupların, özellikle de tür içerisinde patlamalar yaptığı bu 3-4 albümlük dönemlerindeki işleri hep birileri tarafından en iyi olarak görülür. Biri MAYH der biri Morningrise, biri The Jester Race der biri Whoracle, biri The Gallery der biri The Mind’s I.
Sonuçta DT işe, adı geçen diğer gruplar gibi onlar da eşi benzeri olmayan bir grup.
Hedon: Bugünki bağımlılığımın tanımı… Sabahtan beri DT diskografisini hızlı hızlı geçesim geldi ama Hedon’da takılmış bulunmaktayım. Gerek felsefesi, gerek klibiyle DT’nin biraz hakkı yenen şaheseri…
Albüme gelirsek de; savaş sonrası oluşan bir dinginlik gibi. Savaştan kastım da The Gallery. Daha Punish My Heaven’la kafamıza balyozu indirir. Delişmendir, ataktır, melankoliktir, yırtıcıdır ve bunları The Minds I’da daha kısıtlı bulursunuz. Stanne’nin vokalleri bile durulmuş ancak içinde gizli bir hüzün, agresyon ve melankoli barındırmaktan da geri kalmamıştır. Atmosfer olarak belki de diskografinin en iyisidir. Dingindir, yorgundur ve sakindir. Sakinlik, koyu sakinlik…
Bu albümü hep dinlemek lazım. Hiçbir grup hedon,constant,insanity’s crescendo,dreamlore degenerate gibi şarkılar yapamaz; dtnin kendisi bile bir daha yapmadı.
Şu dönemde “ya işte biz de melodik dm takılıyoruz” diye müzik yapan sözüm ona melodeth ibnemsilerinin arka arkaya 76 kere falan dinlemesi gereken bir albümdür.
en iyi dt albümü.kendi başına da mükemmel bir albüm.
projektor ile birlikte en iyi dt albümü.
İçinde sevmediğim şarkısı bulunmayan bir DT albümü daha. Bu albümün benim için diğer bir özelliği ise, DT’nin Elektronik öğeler kullanmadığı son albümü olması.
Bir de The Gallery’den sonra bu albüm bana her zaman daha sakin gelmiştir.
en kötü dt albümü.
çok güzel bir kritik olmuş.hemen albümü açtım dinlemeye başladım.
DT albümlerinin hepsi baya çocuğum gibi, hepsinin olduğu gibi bunun da yeri çok ayrı. Hedon, Zodijackyl Light, Insanity’s Crescendo.. Of of.
Ne güzel grup ulan bu. Çok acayip.
Benim de en sevdigim DT albumu bu (gerci ayni lafi degisik zamanlarda 4 farkli DT albumu icin soylemisligim var..) Bu albumdeki agresiflige ve melodik gibi gozukmeyip aslinda deli melodik olan rifflere bayiliyorum !
Ya o degil de Dreamlore Degenerate, Zodijackyl Light ve Hedon gibi 3 sarki ile albumu acmak nasil bir hayvanliktir ?? Resmen nefes aldirmiyor insana bu 3 sarki, bir riff bitiyor digeri basliyor, o kadar cok guzel fikir ve icra sikistirmis ki adamlar su 3 sarkiya akil alir sey degil.. Melodik death metal tarihinin en kayifli anlarindan bence..
Albumun geri kalaninda da Insanity’s Crescendo ve Tongues gibi okuzlukler mevcut.. Bu nasil bir uretkenliktir arkadas..
Stanne’nin bu albumdeki vokallerinin agir hayraniyim. “Brutal vokal cok duz ve duygusuz bir stil yea” diyenlerin kafasina kafasina bu albumu vurmak lazim. Butun tonlamalar, vurgular, gecisler o kadar guzel ki.. Benim gordugum en dinamik brutal vokal performanslarindan biri. Malesef Stanne birazcik tarzini degistirdi bu albumden sonra. Olsun adamin her hali guzel.
Yazara da tesekkur ederim, kritik albumun hakkini vermis gayet.
30.03.2013
@Kemal, abi kritiği bir saatte yazıp yolladım ama bahsetçek o kadar çok şeyim var ki daha albümle ilgili. Hala tutuyorum kendimi. Dinlediğim albümler içinde en sevdiğim ya da ilk 5te falandır. Resmen bıkılmıyor albümden, ben tükendim 2 senedir :D
Herkese yorumları için teşekkür edeyim bu arada, yazdıkça yazası geliyor insanın yorumları okudukça.
31.03.2013
@Beleg, abi seni çok iyi anlıyorum. ve şunu diyebilirim ki, çok şanslısın. zira ben de bir dt albümünün kritiğini yazmayı çok isterdim. (gerçi pek objektif bakamazdım olaya, orası ayrı:) ama cidden öyle hissediyor insan, yani ne yazarsam yazayım, ne anlatırsam anlatayım istediğim şeyi anlatamamış olacağım gibi hissediyorsun. benim için en azından, dark tranquillity böyle bir grup.
kritikle ilgili tek bir olumsuz şey söyleyebilirim; o fotoğraftaki elemanlar kim abi? :D onlar dt elemanları değil :D bunun dışında süper bir kritik. çok teşekkürler.
31.03.2013
@tranquillist, abi fotoya yeni dikkat ettim hakkaten yanlış link vermişim galiba :D
böyle bir albümün bu platformda henüz yer almasına şaşırdım açıkçası.(darısı images and words ün başına) 9,5 luk puana da the gallery i gözönüne alarak ben de katılıyorum.
Fotodaki elemanlar kim?
Çok uzun bir yorum yapmıştım ama yanlışlıkla ekran kapandı ve tüm yazı gitti. Yeniden yazayım en iyisi.
The Mind’s I. Aslında bir sürü şey söyleyebilirim bu albüm hakkında ama sanırım ancak ”The Mind’s I” dersem özetlemiş olurum. Eminim burada ve diğer pek çok yerdeki çoğu insan ”ya abi dt gallery’den önce bu albümü çıkarsa anlayacağım ama the gallery gibi muhteşem bir albümden sonra böyle bir albümü çıkarmak… anlamıyorum” şeklinde düşünüyordur. Zira bu durumda taşlar yerine oturmuş olacaktı ve DT, The Mind’s I gibi ‘iyi’ bir albüm çıkardıktan sonra The Gallery gibi ‘muhteşem’ bir albüm çıkarmış olacaktı; dolayısıyla tüm bu kafa karışıklığı ortadan kalkacaktı. Ama benim için, yıllardır, her gün DT dinleyen biri için, asıl bu şekilde her şey aydınlığa kavuştu. Neden mi? Çünkü bu albüm tozlu bir albüm. Tozlu bir albüm diyorum çünkü…
90lar İsveç’indeyiz. Sene 1995. At The Gates, SOTS gibi süper hızlı, süper vokalli, capcanlı, süper bir albüm yapar. DT, onlardan aşağı kalmayacak kadar hızlı, onlardan daha melankolik ve duygusal vokalli, onlarınki kadar süper, onlarınki kadar capcanlı bir albüm yapar. In Flames de bir o kadar canlı, süper albümler yapar. Ve sene 1997. Dark Tranquillity bir albüm daha yapar. Ama bu albüm sanılanın aksine çok sıradışıdır. İlk dinlenildiğinde, güzel mi yoksa kötü mü, o bile anlaşılamaz. Hep ikinci plana atılır. Önemsenmez. Diskografideki albümlerden biridir sadece.
Ve sene 2013. Bu albümün gizemi hala çözülemedi. Bu gizemi çözemeyenler, suçu kendilerinde değil de The Mind’s I’da arayıp, ”kötü albüm” diyebiliyorlar hemen. Onlar için, bu albümün yaratıcılığını, gizemini, sıradışılığını keşfetmeyenler için bu albüm sadece Insanity’s Crescendo’nun introsu, Tidal Tantrum’un bir kaç melodik kısmı ve The Mind’s Eye’dan oluşuyor. Peki ben sorarım onlara; siz hiç Mikael ile birlikte ‘enter suicidal angels’ diye fısıldadınız mı? Hiç ağlayarak ‘…afraid to see what we realy areeee’ dediniz mi? Siz hiç ‘for the blooed of heaven’ diye bağırdınız mı? Siz hiç ‘on account of their brightness…’ diye başlayan kısmı Mikael’in söylediği gibi, ağlayarak söylemeye çalıştınız mı? Siz hiç 10-15 kere üst üste Still Moving Sinews, Atom Heart 243.5, Constant dinlediniz mi? Eğer cevaplarınız çoğunlukla hayır ise, o zaman siz The Mind’s I’yı beğenemezsiniz zaten.
Adamlar 9 tane albüm yaptı, 10.sunu yapıyor, ama siz hala anlamadınız değil mi? Whoracle’ı alırsınız, dinlersiniz ve Jotun’u duyar duymaz ”hassiktir, çok süper albümmüş” dersiniz. Ama hiç bir DT albümünde bunu diyemezsiniz işte. Hiç bir zaman dinler dinlemez bir DT albümünü anlayamazsınız, hazmedemezsiniz, anlatmaya çalıştığı şeyi anlayamazsınız. Düşünsenize, adamlar 97′de çıkarmış bu albümü, üzerinden 16 yıl geçmiş, ama hala gizemli bir albüm The Mind’s I çoğumuz için.
Çünkü bu albüm tozlu bir albüm. Hani eski bir ev vardır, yıllardır kapısından içeri girilmemiştir, rutubetlidir biraz, eşyaları tozlu çarşaflarla örtülüdür. Hah işte, The Mind’s I sizi o evin kapısından içeri sokar. Dreamlore Degenerate ile o kapıdan, o evden içeri girersiniz ama The Mind’s Eye biter, siz hala çıkamazsınız o evden. Ziar ben yıllardır çıkamadım. Hem çıkmayı kim istiyor ki?
The Mind’s I bir mucizedir, keşfinizi bekleyen. Ben o mucizeyi keşfettim, bu albüm artık bana o kadaaaaar çok şey anlatıyor ki. Darısı keşfedemeyenlerin, o kapıdan içeri giremeyenlerin, gizemi çözemeyenlerin başına.
Here is an albüm about how we can make things better by being creative and original in everything we do; to break the boundaries of our normal, tedious, miserable lives. Here is ”The Min’s I.”
Gothenburg sound’un saheserlerinden. Fredrik Nordstrom’e da ayriyetten boyle bir ekole kucak acip bikmadan usanmadan produksiyonunu yaptigi icin kalpler yolluyorum buradan. Boss HM-2 ve MT-2′sine kurban, fukara yillarin vazgecilmezi.
Bu albümün bana hatırlattığı ilk his şöyle:
henüz lise hazırlık sınıfında iken aldığım Gallery albümüne hasta olmuş gece gündüz bu albümü dinliyorum.Bir yandan da dergide fanzinde okuduğum kadarıyla minds i albümünün varlığından haberdarım.Ayrıca rock markette bu albümün Hedon klibini seyretmişim.Neyse işte ben bukadarcık kulak aşinalığı ve bilgimle gidiyorum bizim arkadaşların yanına ve diyorumki oğlum bu adamların böyle böyle bi albümü var acaba nerden bulsak kasedini ve dinlesek.
Bu muhabbetin geçtiği günden 2 gün sonra yılbaşı ve herkes birbirine hediyeleri verecek.Aaa bi bakıyorum bizim metalci camia bana bu albümün çekme kasedini almış.Bakıyorum siyah kapak ve ust kısımda the mind’s i yazısı.Hemen albümü takıyorum walkman a ve başlıyorum albüme.Ulan bi tuhaflık var sound ne dt ye benziyor ne de galleery e.Sert gitarlar acayip brutal bir vokal dümdüz death metal.Sonradan anlıyorum ki bizim eşşolueşşekler beni dalgaya alıp malevolent creation albümünü çekip birde kapak uydurup bana yedirmişler.AYIP LAN AYIP :)) (yapanın kendisi site okuru olduğundan buradan hala teessüflerimi iletirim)
Bundan yıllar sonra albümün plak versiyonu çıkınca ve o plağı alınca aha bu yukarda hissettiğim tüm duygular yeniden canlandı.Velhasılı dt nin şaheseri bir albüme yorum yapmak bize düşmez dinlemek insanı stanne in kurduğu dünyada eşsiz dakikalar geçirtir.
Son olarak epey bir süre kapaktaki kemiği hep bir el zannettim.Napıym minnacık kaset kapağında o kadr seçiliyodu :)
23.04.2013
@Swedish,
Tamam kabul ediyorum o benim..Zamanın şartları bunu gerektirdi :)
Bence DT diskografisinde The Gallery’ye en yakın duran albüm The Mind’s I. Açıkçası ilk dinlediğim zamanlarda, The Gallery’nin aklımı almış olmasıyla da alakalı olarak, çok benimseyememiştim. Bazı şarkılar öne çıkıyordu ama komple bir “manyak albüm lan bu” hissiyatı oluşmamıştı. Açıkçası hala da hep The Gallery’nin sonrasında çıkan albüm olması dolayısıyla tam anlamıyla bayıldığımı söyleyemem.
Lakin Hedon, Scythe, Rage and Roses, Constant, Insanity’s Crescendo gibi akıl almaz şarkılar da var tabii. Hele Insanity’s Crescendo, grubun yazdığı en iyi şarkılardan biri bence. En azından ben çok fazla seviyorum.
Dediğim gibi, dinlediğim dönem, öncesinde çıkan albüm gibi bazı dinamiklerin de beğeni düzeyimi etkilediği bir albüm, ama zaten bu tarz efsane gruplar için bu tür şeyler her zaman geçerlidir. Opeth, In Flames, Dark Tranquillity gibi yoğun ve güçlü müzik yapan grupların, özellikle de tür içerisinde patlamalar yaptığı bu 3-4 albümlük dönemlerindeki işleri hep birileri tarafından en iyi olarak görülür. Biri MAYH der biri Morningrise, biri The Jester Race der biri Whoracle, biri The Gallery der biri The Mind’s I.
Sonuçta DT işe, adı geçen diğer gruplar gibi onlar da eşi benzeri olmayan bir grup.
Hedon: Bugünki bağımlılığımın tanımı… Sabahtan beri DT diskografisini hızlı hızlı geçesim geldi ama Hedon’da takılmış bulunmaktayım. Gerek felsefesi, gerek klibiyle DT’nin biraz hakkı yenen şaheseri…
Albüme gelirsek de; savaş sonrası oluşan bir dinginlik gibi. Savaştan kastım da The Gallery. Daha Punish My Heaven’la kafamıza balyozu indirir. Delişmendir, ataktır, melankoliktir, yırtıcıdır ve bunları The Minds I’da daha kısıtlı bulursunuz. Stanne’nin vokalleri bile durulmuş ancak içinde gizli bir hüzün, agresyon ve melankoli barındırmaktan da geri kalmamıştır. Atmosfer olarak belki de diskografinin en iyisidir. Dingindir, yorgundur ve sakindir. Sakinlik, koyu sakinlik…
29.10.2013
@atoutlemonde, Hedon’u iyi hatırlattın, 2 yıldır hiç dinlemedim, hemen dinlemem lazım.
Bu albümü hep dinlemek lazım. Hiçbir grup hedon,constant,insanity’s crescendo,dreamlore degenerate gibi şarkılar yapamaz; dtnin kendisi bile bir daha yapmadı.
Ben artık the mind’s ı dinlemek değil, the mind’s ı olmak istiyorum mk
Hedon metal tarihinin en felsefik şarkısı olabilir mi
Hedon ve Insanity’s Crescendo olağanüstü şeyler. Eşsiz güzellikte iki sanat eseri.
Şu dönemde “ya işte biz de melodik dm takılıyoruz” diye müzik yapan sözüm ona melodeth ibnemsilerinin arka arkaya 76 kere falan dinlemesi gereken bir albümdür.
Kendisi bir kitaptır.