Albüm incelemelerinde bir albümün kalitesi ve tekrar tekrar dinlenebilirliğinden bahsedilirken albümün bütünlüğü, şarkıların birbirleriyle olan ilişkisi gibi hususlara da değinilir. Ani ve vurucu girişlerin yanı sıra, intro ve benzeri kısa geçişler de albümlerin karakterini belirleyen ayrıntılar arasında yer alır. Bu hafta, albüm kavramını bu yapısal çerçevede inceleyelim.
Şarkıların uzunluk dağılımı da dinleyicilerin beğenisini etkileyen faktörlerden.Bazı gruplar albümlerini uzun dakikalardan oluşan az sayıda parçayla vücuda getirirken, bazıları da tadı damakta bırakmalık kısa kısa çok sayıda parçayla karşımıza çıkıyor. Tabii ki türe gore de şekillenen eğilimler söz konusu.
Bu bağlamda örnekler vererek çeşitli albüm yapılarına olan yaklaşımınızı kişisel zevkinizi ve ilgili görüşlerinizi paylaşmanızı diliyor, haydi buyrun sohbete diyorum.
Bu konuda ilk aklıma gelen şey, intro kavramının giderek romantik bir hal alması. İnternet devriyle birlikte günde 10 albüm indirip her şarkının ilk 5 saniyesine bakarak albümleri anlayabildiğine inanan kitlenin artmasıyla, intro kullanmak, ilk şarkının başına 10-15 saniye sessizlik veya fade in koymak gibi olaylar, neredeyse ticari olarak yanlış kararlar olarak görülmeye başlandı.
Aynı şekilde, albümün en sonuna konan 10-15 dk’lık devasa şaheserler de, yine günde 10 albüm indirip şöyle bir bakan kesimin daha albüm sonuna gelmeden sıkılması dolayısıyla hiç dinlenmeden güme gidebiliyor.
@Ahmet Saraçoğlu, Internet devriyle diye başlayan cümleni maddelendirerek 2. maddeye de grupların bu kadar kolay bişeyler yapabildiğini sanması maddesini ekleyeyim.
Buna dayanarak da 5 saniye dinlenip köşeye atılan gruplar anlamlanmış oluyo bir nebze.
Ya ben şeyi sevmiyorum, Nevermore’un The Learning ve Mastodon’un Pendulous Skin’de yaptığı 10 dakika falan sessizlik olayları. Ki bu iki şarkının da sonunda sessizlik bozuluyor ama pek de tutmuyorum ben bu olayı. Aynı şekilde şu sıralar çok fazla dinlediğim Mastodon’un Crack the Skye şarkısının nakaratı çok fazla tekrar ediyor. Bence Brain Dailor’un sesi ve nakarat melodisi çok iyi oturmuş ama gereksiz bir tekrar etme olayı var. Kaldı ki Crack the Skye’ın genelinde var bu olay, ama bu şarkıda rahatsız ediyor beni.
Aynı şekilde bazı gruplar uzun şarkılar yapsa bayağı ilginç olur diye düşünmeden edemiyorum. 23 dakikalık Necrophagist şarkısı falan olsa mesela herkes “Ha?” diye karşılar bence. Ben mesela Meshuggah’ın 21 dakikalık şarkısı olduğunu öğrenince bayağı şaşırıp daha heyecanlı dinlemiştim.
Ha bir de yazıya konulmuş olan Black Rose Immortal’ın 9.42 ile 14.40 arası bir şarkı içerisinde duyup da hayatımda en etkilendiğim şeylerden biri olabilir. Hele 13.38′de giren melodinin hastasıyım, ölüyorum onun için. Sırf o 5 dakikalık bölüm için bile Opeth’in köpeği olmuşluğum var zamanında.
@Jester, Bonus track olayının saçmalığına katılıyorum. En sona grubun bir diyaloğunu ya da ufak muziplikler koymak pek kötü niyetli bir şey olmasa da, tek seferde albüm dinleyenler için problem gibi duruyor. Sırada ki albüme hızlıca geçirmemesinin yanı sıra en gereksiz yerde giren konuşmalar filan bazen ciddi tırstırabiliyo insanı.
Eskiden 8-9 dakikalık şarkılar ne kadar güzel olursa olsun bana uzun gelirdi.Şimdilerde uzun olup olmadığını farketmiyorum bile.Şarkıyı sevdikten sonra isterse 1 saat sürsün hiç problem değil.Aklıma gelen en uzun örnek Moonsorrow’un son albümünde Huuto adlı başyapıtı.15 dakika ve 58 saniye süren bu ‘epik’ sanat eserini arka arkaya 9-10 kez hiç sıkılmadan dinliyorum.
Bence bir albümün giriş ve bitiş şarkıları etkileyici, akılda kalıcı olursa o albümün puanı bir derece artar. Ama benim sevmediğim bazı yapılar var tabi. Mesela bazı gruplar albümlerinin ilk sırasına neredeyse arabesk diyebileceğimiz, arkadan yağmur sesi efektli, ağır, melankolik enstrümental veya vokalin çok az olduğu parçalar koyuyorlar ki ben artık illallah ettim, bıktım bu tip albüm girişleri dinlemekten. Seven olabilir tabi, ona sözümüz yok ama günümüzde hemen hemen her albümün kısa, efektli bir introyla başlaması ne yazık ki kaçınılmaz artık. Bir diğer içime sinmeyen olay ise albümde herhangi bir sıradaki herhangi bir enstrümental parçanın çok kısa olması. 1, 1.5 dakikalık bir enstrümental koyacaksanız hiç koymayın onu zaten. Bence albümlerde enstrümental parçalar olsa daha iyi olur ama biraz uzun olsun lütfen yalvarıyorum buradan. Sonraaa, efekt katılmış vokalleri veya catchy vokalleri de hiç ama hiç sevmem. Bu tip vokaller gördüğüm zaman o albüm bana bi yapmacıklık hissettirir ki bu bana göre bir albüm için en kötü şeylerden biridir. Bir de ben uzun şarkıları severim ama çooooook uzun şarkıları sevmem. Bence şarkılar ortalama 4 – 7 dakika arasında olmalı, hadi bilemedin 3.5 – 7.5, ama bundan fazlasını dinlerken – şarkı ne kadar güzel olursa olsun – nedense mutlaka şarkının bir yerinde sıkılıyorum veya her bölüme tam konsantre olamıyorum ve şarkının hakkını veremiyorum. Bir de bu çoook uzun dediğimiz şarkılarda şarkı içi bütünlük, uyumluluk çok önemli ki bazılarında aşırı uyumsuzluklar var. Sanki ”ya bu melodiler boşa gitmesin” düşüncesiyle, birbirinden alakasız melodiler arka arkaya çalınabiliyor. Bu da beni rahatsız etmiyor değil.
Şarkı dizilimi önemli. Hatta, bence bir albümdeki en önemli şeylerden biri. Ben çok dikkat ederim şarkıların sırasına. Benim için her sıranın ayrı bir önemi vardır. Mesela ben, albümün hit şarkısı 2, 5, 7 veya 8 nolu track olunca daha çok severim o albümü :D Bir de son track önemli tabi. Ben olsam mesela son sıraya enstrümental parça koyarım. Ama bunun yerine albümün hit parçalarından biri son sıraya koyulursa da hoş olur tabi. Bunun dışında albümün kapağı da bence çok önemli. Hep albümdeki sound ile kapağı gözümün önüne getirip, birbirleriyle uyumlular mı, ben aralarında bir bağ bulabiliyor muyum diye düşünürüm. Scream veya brutal vokalin arasına serpiştirilmiş, clean vokal kısımları olursa o albüm gözümde bir derece daha büyür. Ama clean dediysek, öyle her şarkının tamamına yakınının clean söylenmesini de istemem. Ben brutal veya scream vokal olmalı ana vokal. Ama albümün sound’una göre full clean vokalli bir albüm de bazen çok güzel olabilir tabi.
Velhasıl kelam, benim bir albümde yüzeysel olarak söylersek bahsedebileceğim, dikkat ettiğim unsurlar bunlardır. Tabi albümün detaylarına, derinlerine inildiğinde birsürü unsur daha ilave edilir, orası ayrı.
-kesmeşeker’in “tut beni düşmeden” albümünde hareketli bir şarkıdan sonra, slow şarkı sonra gene hareketli sonra hoop yine slow şarkı geliyordu. kesmeşeker en sevdiğim türk rock grubudur kabul ama bu şarkı yapısını sevememiştim, albümün havasına giremiyodum bi türlü.
-sevdiğim bikaç grup haricinde albüm dinlemeyi bıraktığım için genelde karışık mp3 dinleyen birisiyim. yolda dinlemek için bu şarkıları mp3 playerıma attığımda shuffle modda sıra uzun bi şarkıya geldiğinde uyuz oluyorum. “arkadaşım senin başka şarkıların sırasını yemeye ne hakkın var” :D
-albümler istediği gibi olsun, pek problem diil benim için. ben dinler seçer, kendime göre uzun vadede bi best of yaparım o grubun.
Dinlerim, severim ya da sevmem. Veya farklı bulurum, tam anlayamam ve sonra bir daha dinlerim derim. Bunun gibi şeyler. Şöyle şeyleri sevmiyorum ön koşullanmasıyla bişey dinlediğim, ya da öyle olduğundan dinlemediğim dönemler oldu, ama artık yok. Intro var, intro var. Yakıştıranı var, batıranı var. Genelleme yapmam gerekirse, şarkı geçişlerinin birbirine uyumlu olduğu albümlere daha meyilliyim. Bir şarkı biterken, öbürünün başlamasını heyecanla bekleme olayı hoşuma gidiyor.
Albüm uzunluğu, şarkı uzunluğu, şarkılar arası geçiş konusunda bence en ideali klasik progresif rock grupları yakalamışlar. zamanının teknolojik kısıtlamalarından olsa da 40-50 dakika arası bir albüm için en ”tadında” süre. şarkı süreleri içinse şu sürenin altında kalmasın veya şu süreden uzun olmasın diye düşünülmemesi en güzeli olmuş. albümü tek bir şarkıymış gibi hissettiren şarkılar arası geçişler de o dönemin güzel hareketlerinden.
Ben elimden geldigince tek tek sarki dinlemek yerine butun albumu dinlemeyi tercih ediyorum. Cunku bence sanatcinin yansitmak istedigi duygulari ve mesaji butun albumu dinleyince cok daha iyi aliyorsunuz. Tabii bu tecrubenin kalitesi gruptan gruba degisiyor.
Mesela grubun muzigi belli kaliplara odaklanmissa ve genelde 2-3 farkli tarzda sarkilar yapiyorsa, albumdeki sarkilari sirasi ile dinlemenin pek bir manasi olmuyor. Bunun sanirim en guzel orneklerinden biri Cannibal Corpse (CC ye laf etmiyorum, yanlis anlasilmasin, olumune kopegiyim). Adamlarin yapi olarak 3-4 tane sarki yazim tarzi var ve onlar bile sound olarak birbirine cok yakin oldugu icin albumdeki sarki siralamasinin pek bir onemi kalmiyor.
Bunun tam tersi olarak cok daha genis bir yelpazede muzik yapan gruplarin (mesela Pain of Salvation) sarkilari bence kesinlikle album sirasinda dinlenmeli. Cunku her sarkinin duygusu ve mesaji farkli oldugundan, bunlarin siralamasini degistirdiginiz anda edineceginiz dinleme tecrubesi optimumdan uzaklasiyor.
Sanirim hayatimda dinledigim en iyi album kurgusuna sahip (ya da en iyilerden biri diyelim) eser Operation Mindcrime dir. Epik sarkilar, hizli sarkilar, balladlar, enstrumental gecisler vs. albumun icine o kadar iyi serpistirilimis ve dizilmistir ki, heyecan ve cosku ile baslayip, ask ile devam eden ve sonunda nefret ve caresizlik ile biten hikayeyi damarlarinizda hissediyorsunuz. Simdi diyeceksiniz ki “ya album konsept album, sozlerinden dolayi tabiki oyle hissettirmesi normal”. Fakat soyle bir sey var ki, ben bu albumu ilk dinledigim zamanlar ingilizcem yok gibi birseydi, ve buna ragmen sadece gitar melodileri, vokalin vurgulari, ve sarkilarin dizilisinden hikayenin duygusunu alabiliyordum. Bu albumler bosuna efsane olmuyor :D
@Kemal, Bir parça dinlemekle bütün albümü dinlemek olayı biraz da albüme bağlı oluyor. Genelde albüm olarak dinlemeyi sevdiğim eskiden daha fazla şey vardı. Artık o kadarı bayıyor.
@Pue, Dogru soyluyorsun, album kurgusuna onem veren gruplarin sayisi bir hayli azaldi. Hatta progresif rock/metal turu disinda nerdeyse kimse iplemiyor bu isleri. Bence bunun en buyuk sebebi , yukarida Ahmet’in bahsettigi gibi, muzigin artik cok kolay ulasilabilir ve tuketilebilir hale gelmis olmasi.
E haliyle ticari olarak mantikli olan sey koca bir album uzerine caba sarfetmek yerine, 2-3 tane guzel sarki ypamak, bunlardan milyonlarca youtube viewi alip, konserlere milleti cekmek. Boyle olunca iste icinde 2-3 tane hit sarki olup gerisi “filler” denen parcalarla albumu dolduruyorlar. Tabii ki eskiden de boyle albumler vardi ama sayilari sanki simdi cok daha fazla.
@Kemal, Kesinlikle katılıyorum. Hele ki son dönemki “Elimizde 77 tane riff var” ya da ” …kalan 17 parçayı 3 günde yazdık” gibi söylemlerin de arttığını göz önüne alacak olursak…
Albümlerin kapaklarıyla özdeşleştirilmesi,kapaktan tarz tahlili falan benim de çok yaptığım şeylerin başında geliyor.
İlk parçanın intro olması daha en baştan o albüme olan heyecanımı azaltıyor.Hele de sesi belirli bir seviyeye getirmedikçe anlaşılmayan introlar.Özellikle bu albümleri mp3 player cebimde dınlerken hemeen geçiyorum.
Benim için en önemli olay ilk yada ikinci parçanın girişinde yaklaşık 1.5 dakikalık çift lead gitar ve harmonik gitar melodileridir.Eğer bu olay yoksa sağlam davul atağıyla başlayan parçalar da albüme hemen adapte olmamı sağlar.
@Rotten Angel, Bu söylediğini son dönemde o kadar çok insanla tartıştım ki..
Noise diye gürültüden müzik yapmak üzerine kurulu ve kuru gürültüden başka bişeyin duyulmadığı sesler bütünü için ” Hmm şurdaki eko distortion güzel girmiş”, “mikserin burda birden kısa devre yaptığı yerde bi patlama yaşanmış” gibi yorumlar duyduktan sonra aynı senin söylediğin ikileme düştüm. Ben gürültü diyorum. Problem? :)
@saw you drown, noise dedim, hatta white noise dedim, çok cool’um. eminim herkes benim inanılmaz cool olduğumu ve engin bir müzik zevkine sahip olduğumu düşünüyordur. çünkü noise dedim, hatta white noise dedim. çok cool’um.
Noise’un sınırlarını “kuru gürültüden başka bişeyin duyulmadığı sesler bütünü için” cümlesiyle belirleyen bir algı karşısında ne kadar dil dökseniz az, zarar. De, güzel kardeşim, çünkü zaten müzik değil o, “gürültü”, onu ortaya koyan da müzisyen değil, “gürültü sanatçısı.” Maksat distortion, feedback, kakofoni, statik bir yapı koymak ortaya, melodiyi, tabu kırıcılık, tahrik etmek.
Noise öyle ekmeğini yiyebileceğiniz pop bir şey değil. İtalyan fütüristlere ve sonrasında Dada gürültü deneylerine dayanıyor. Batur Sönmez yıllardır noise buluşmaları düzenliyor, herhangi birinde 20-25′ten fazla kişi görmedim – sanatçılar dahil.
@Pue, Noise aynı zamanda parazit ve cızırtı anlamlarına da geliyor. Bu kelimeleri kullanmak, bence aşağılamak değil. En azından ben bu kelimeleri kullanarak aşağılamıyorum :)
İngilizce, Türkçe’den daha cool bir dil olduğu için; gürültü, parazit veya cızırtı demek yerine ”noise” demek, bu işi yapan insanların daha çok hoşuna gidiyor sanırım.
@Rotten Angel B.C., ne alakası var yahu. Sen insanlara Ağır Metal dinliyorum, Siyah Metal dinliyorum, Ölüm Metali dinliyorum falan mı diyorsun? Çürümüş Melek de yazabilirdin o kutucuğa.
İtiraf vakti geldi. Ben bu numarayı yedim. 20 saniye geçti. ”Ulan kulaklığa bir şey oldu” dedim içimden. Öbür şarkıya atlayınca, gülme sesleri geldi. Anladım gerçeği.
Tabi bu süprizler, yukarıdan Ahmet’in bahsettiği” her şarkının ilk 5 saniyesine bakarak albümeri anlayabildiğine inanan kitle” için geçerli değil.
intro bazı albümlerde gereksiz görünebilir. ama masalsı konseptli ya da birbirine bağlı şarkılar olan albümlerde intro albümün havasına hazırlama işini çok iyi yapıyor. örneğin, baştaki demir dövme seslerini(Leukes renkespill -Introduksjon) dinlemeden belus dinlediğimi düşünemiyorum.
ben albüm içine intro serpiştirilmesine gıcık oluyorum. konsept albümlerde özellikle bu çok oluyor. kasette dinlesen tamam, kesintisiz neticede orada, geçişleri bağlamak için mantıklı ama artık her biri bağımsız yapıya sahip trackler varken gereksiz şişme yaratıyor. bu tip introların şarkılara eklemlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
bununla bağlantılı, ortalama 50 dakikalık albümlere intro-outro falan hariç 13-15 şarkı koyan gruplara uyuz oluyorum. bu gruplar otomatiğe bağlıyorlar, gıdım düşünmüyorlar şarkılar üzerine. böyle “85 şarkı yazdık içlerinden 15 tanesini seçip albüme koyduk” diyen hiç bi grubun adam gibi iş çıkardığını görmedim zaten. az olsun öz olsun aga, sevmiyorum ben öyle çuvaldan boşaltır gibi şarkı yığılmasını. albüm yapısı, dinamikleri, bütünlüğü falan yalan oluyor tabi böyle olunca.
Ben albümlerin belli bir konsept ya da teması olması gerektiğine inananlardanım. Konsept albümler zaten başımın tacıdır ama özellikle politik içeriklli, eleştirel, anti-militarist albümler hep 1 numaram olmuştur. O yüzden metal müzisyenlerinin, bu müziğin nerden geldiğini ve kökenlerini unutmaması gerekir ki artık bunu umursayanı da zannetmiyorum. (dinleyiciler de dahil) “Köklerimize dönüyoruz” geyiği yapan birçok grubun sadece enstrümantal olarak değil, içerik açısından da bunu dikkate alması gerekir.
Uzunluğa gelirsek de; eskiden uzun şarkıları dinlemeye çekinirdim ama artık herhangi bir sınırlama getirmiyorum ki müzisyene de şu kadar dakkalık şarkı yap diye bişey dayatamazsınız. Yüzeysel olacak ama kaliteli olduktan sonra sürenin herhangi bir önemi yok, Dream Theater’ın A Change of Seasons’ına kimse hayır diyemez heralde.
Albüm kapağına da pek dikkat etmiyorum açıkçası, aslında önemli bir etken. Eğer müzisyen olsaydım çok özenli davranırdım muhtemelen ama dinleyici olarak çok da takmıyorum. Yalnız Iron Maiden’ın Eddie’si, Megadeth’in Vic’i gibi bu tarz bir karakter oluşturulmasına da sıcak bakıyorum.
@progressive, SFAM candır zaten ama Operation Mindcrime’ı da es geçmemek lazım; enstrümantal olarak daha geride olsa da, konu olarak daha etkileyici bence.
Bu konuda ilk aklıma gelen şey, intro kavramının giderek romantik bir hal alması. İnternet devriyle birlikte günde 10 albüm indirip her şarkının ilk 5 saniyesine bakarak albümleri anlayabildiğine inanan kitlenin artmasıyla, intro kullanmak, ilk şarkının başına 10-15 saniye sessizlik veya fade in koymak gibi olaylar, neredeyse ticari olarak yanlış kararlar olarak görülmeye başlandı.
Aynı şekilde, albümün en sonuna konan 10-15 dk’lık devasa şaheserler de, yine günde 10 albüm indirip şöyle bir bakan kesimin daha albüm sonuna gelmeden sıkılması dolayısıyla hiç dinlenmeden güme gidebiliyor.
05.02.2013
@Ahmet Saraçoğlu, albümün en sonuna konan 10-15 dk’lık devasa şaheserler vol 1: watain – waters of ain…
06.02.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Internet devriyle diye başlayan cümleni maddelendirerek 2. maddeye de grupların bu kadar kolay bişeyler yapabildiğini sanması maddesini ekleyeyim.
Buna dayanarak da 5 saniye dinlenip köşeye atılan gruplar anlamlanmış oluyo bir nebze.
07.02.2013
@Ahmet Saraçoğlu, valla sırf bu yüzden yeni dinlediğim bi albümde ilk önce en sondaki şarkıyı dinliyorum ben jsldgdfgdfkjgd. hele 10+ süresi varsa.
Ya ben şeyi sevmiyorum, Nevermore’un The Learning ve Mastodon’un Pendulous Skin’de yaptığı 10 dakika falan sessizlik olayları. Ki bu iki şarkının da sonunda sessizlik bozuluyor ama pek de tutmuyorum ben bu olayı. Aynı şekilde şu sıralar çok fazla dinlediğim Mastodon’un Crack the Skye şarkısının nakaratı çok fazla tekrar ediyor. Bence Brain Dailor’un sesi ve nakarat melodisi çok iyi oturmuş ama gereksiz bir tekrar etme olayı var. Kaldı ki Crack the Skye’ın genelinde var bu olay, ama bu şarkıda rahatsız ediyor beni.
Aynı şekilde bazı gruplar uzun şarkılar yapsa bayağı ilginç olur diye düşünmeden edemiyorum. 23 dakikalık Necrophagist şarkısı falan olsa mesela herkes “Ha?” diye karşılar bence. Ben mesela Meshuggah’ın 21 dakikalık şarkısı olduğunu öğrenince bayağı şaşırıp daha heyecanlı dinlemiştim.
Ha bir de yazıya konulmuş olan Black Rose Immortal’ın 9.42 ile 14.40 arası bir şarkı içerisinde duyup da hayatımda en etkilendiğim şeylerden biri olabilir. Hele 13.38′de giren melodinin hastasıyım, ölüyorum onun için. Sırf o 5 dakikalık bölüm için bile Opeth’in köpeği olmuşluğum var zamanında.
05.02.2013
@Jester, Bonus track olayının saçmalığına katılıyorum. En sona grubun bir diyaloğunu ya da ufak muziplikler koymak pek kötü niyetli bir şey olmasa da, tek seferde albüm dinleyenler için problem gibi duruyor. Sırada ki albüme hızlıca geçirmemesinin yanı sıra en gereksiz yerde giren konuşmalar filan bazen ciddi tırstırabiliyo insanı.
05.02.2013
@oz, Bonus ne lan, “hidden” olacaktı.
Eskiden 8-9 dakikalık şarkılar ne kadar güzel olursa olsun bana uzun gelirdi.Şimdilerde uzun olup olmadığını farketmiyorum bile.Şarkıyı sevdikten sonra isterse 1 saat sürsün hiç problem değil.Aklıma gelen en uzun örnek Moonsorrow’un son albümünde Huuto adlı başyapıtı.15 dakika ve 58 saniye süren bu ‘epik’ sanat eserini arka arkaya 9-10 kez hiç sıkılmadan dinliyorum.
Bence bir albümün giriş ve bitiş şarkıları etkileyici, akılda kalıcı olursa o albümün puanı bir derece artar. Ama benim sevmediğim bazı yapılar var tabi. Mesela bazı gruplar albümlerinin ilk sırasına neredeyse arabesk diyebileceğimiz, arkadan yağmur sesi efektli, ağır, melankolik enstrümental veya vokalin çok az olduğu parçalar koyuyorlar ki ben artık illallah ettim, bıktım bu tip albüm girişleri dinlemekten. Seven olabilir tabi, ona sözümüz yok ama günümüzde hemen hemen her albümün kısa, efektli bir introyla başlaması ne yazık ki kaçınılmaz artık. Bir diğer içime sinmeyen olay ise albümde herhangi bir sıradaki herhangi bir enstrümental parçanın çok kısa olması. 1, 1.5 dakikalık bir enstrümental koyacaksanız hiç koymayın onu zaten. Bence albümlerde enstrümental parçalar olsa daha iyi olur ama biraz uzun olsun lütfen yalvarıyorum buradan. Sonraaa, efekt katılmış vokalleri veya catchy vokalleri de hiç ama hiç sevmem. Bu tip vokaller gördüğüm zaman o albüm bana bi yapmacıklık hissettirir ki bu bana göre bir albüm için en kötü şeylerden biridir. Bir de ben uzun şarkıları severim ama çooooook uzun şarkıları sevmem. Bence şarkılar ortalama 4 – 7 dakika arasında olmalı, hadi bilemedin 3.5 – 7.5, ama bundan fazlasını dinlerken – şarkı ne kadar güzel olursa olsun – nedense mutlaka şarkının bir yerinde sıkılıyorum veya her bölüme tam konsantre olamıyorum ve şarkının hakkını veremiyorum. Bir de bu çoook uzun dediğimiz şarkılarda şarkı içi bütünlük, uyumluluk çok önemli ki bazılarında aşırı uyumsuzluklar var. Sanki ”ya bu melodiler boşa gitmesin” düşüncesiyle, birbirinden alakasız melodiler arka arkaya çalınabiliyor. Bu da beni rahatsız etmiyor değil.
Şarkı dizilimi önemli. Hatta, bence bir albümdeki en önemli şeylerden biri. Ben çok dikkat ederim şarkıların sırasına. Benim için her sıranın ayrı bir önemi vardır. Mesela ben, albümün hit şarkısı 2, 5, 7 veya 8 nolu track olunca daha çok severim o albümü :D Bir de son track önemli tabi. Ben olsam mesela son sıraya enstrümental parça koyarım. Ama bunun yerine albümün hit parçalarından biri son sıraya koyulursa da hoş olur tabi. Bunun dışında albümün kapağı da bence çok önemli. Hep albümdeki sound ile kapağı gözümün önüne getirip, birbirleriyle uyumlular mı, ben aralarında bir bağ bulabiliyor muyum diye düşünürüm. Scream veya brutal vokalin arasına serpiştirilmiş, clean vokal kısımları olursa o albüm gözümde bir derece daha büyür. Ama clean dediysek, öyle her şarkının tamamına yakınının clean söylenmesini de istemem. Ben brutal veya scream vokal olmalı ana vokal. Ama albümün sound’una göre full clean vokalli bir albüm de bazen çok güzel olabilir tabi.
Velhasıl kelam, benim bir albümde yüzeysel olarak söylersek bahsedebileceğim, dikkat ettiğim unsurlar bunlardır. Tabi albümün detaylarına, derinlerine inildiğinde birsürü unsur daha ilave edilir, orası ayrı.
-kesmeşeker’in “tut beni düşmeden” albümünde hareketli bir şarkıdan sonra, slow şarkı sonra gene hareketli sonra hoop yine slow şarkı geliyordu. kesmeşeker en sevdiğim türk rock grubudur kabul ama bu şarkı yapısını sevememiştim, albümün havasına giremiyodum bi türlü.
-sevdiğim bikaç grup haricinde albüm dinlemeyi bıraktığım için genelde karışık mp3 dinleyen birisiyim. yolda dinlemek için bu şarkıları mp3 playerıma attığımda shuffle modda sıra uzun bi şarkıya geldiğinde uyuz oluyorum. “arkadaşım senin başka şarkıların sırasını yemeye ne hakkın var” :D
-albümler istediği gibi olsun, pek problem diil benim için. ben dinler seçer, kendime göre uzun vadede bi best of yaparım o grubun.
Dinlerim, severim ya da sevmem. Veya farklı bulurum, tam anlayamam ve sonra bir daha dinlerim derim. Bunun gibi şeyler. Şöyle şeyleri sevmiyorum ön koşullanmasıyla bişey dinlediğim, ya da öyle olduğundan dinlemediğim dönemler oldu, ama artık yok. Intro var, intro var. Yakıştıranı var, batıranı var. Genelleme yapmam gerekirse, şarkı geçişlerinin birbirine uyumlu olduğu albümlere daha meyilliyim. Bir şarkı biterken, öbürünün başlamasını heyecanla bekleme olayı hoşuma gidiyor.
Albüm uzunluğu, şarkı uzunluğu, şarkılar arası geçiş konusunda bence en ideali klasik progresif rock grupları yakalamışlar. zamanının teknolojik kısıtlamalarından olsa da 40-50 dakika arası bir albüm için en ”tadında” süre. şarkı süreleri içinse şu sürenin altında kalmasın veya şu süreden uzun olmasın diye düşünülmemesi en güzeli olmuş. albümü tek bir şarkıymış gibi hissettiren şarkılar arası geçişler de o dönemin güzel hareketlerinden.
Benim de pek bi ayrımım yok. Fakat farklı duygulara yer vermek, dinleyiciye küçük sürprizler yapmak tabiki iyidir.
Ben elimden geldigince tek tek sarki dinlemek yerine butun albumu dinlemeyi tercih ediyorum. Cunku bence sanatcinin yansitmak istedigi duygulari ve mesaji butun albumu dinleyince cok daha iyi aliyorsunuz. Tabii bu tecrubenin kalitesi gruptan gruba degisiyor.
Mesela grubun muzigi belli kaliplara odaklanmissa ve genelde 2-3 farkli tarzda sarkilar yapiyorsa, albumdeki sarkilari sirasi ile dinlemenin pek bir manasi olmuyor. Bunun sanirim en guzel orneklerinden biri Cannibal Corpse (CC ye laf etmiyorum, yanlis anlasilmasin, olumune kopegiyim). Adamlarin yapi olarak 3-4 tane sarki yazim tarzi var ve onlar bile sound olarak birbirine cok yakin oldugu icin albumdeki sarki siralamasinin pek bir onemi kalmiyor.
Bunun tam tersi olarak cok daha genis bir yelpazede muzik yapan gruplarin (mesela Pain of Salvation) sarkilari bence kesinlikle album sirasinda dinlenmeli. Cunku her sarkinin duygusu ve mesaji farkli oldugundan, bunlarin siralamasini degistirdiginiz anda edineceginiz dinleme tecrubesi optimumdan uzaklasiyor.
Sanirim hayatimda dinledigim en iyi album kurgusuna sahip (ya da en iyilerden biri diyelim) eser Operation Mindcrime dir. Epik sarkilar, hizli sarkilar, balladlar, enstrumental gecisler vs. albumun icine o kadar iyi serpistirilimis ve dizilmistir ki, heyecan ve cosku ile baslayip, ask ile devam eden ve sonunda nefret ve caresizlik ile biten hikayeyi damarlarinizda hissediyorsunuz. Simdi diyeceksiniz ki “ya album konsept album, sozlerinden dolayi tabiki oyle hissettirmesi normal”. Fakat soyle bir sey var ki, ben bu albumu ilk dinledigim zamanlar ingilizcem yok gibi birseydi, ve buna ragmen sadece gitar melodileri, vokalin vurgulari, ve sarkilarin dizilisinden hikayenin duygusunu alabiliyordum. Bu albumler bosuna efsane olmuyor :D
06.02.2013
@Kemal, Bir parça dinlemekle bütün albümü dinlemek olayı biraz da albüme bağlı oluyor. Genelde albüm olarak dinlemeyi sevdiğim eskiden daha fazla şey vardı. Artık o kadarı bayıyor.
06.02.2013
@Pue, Dogru soyluyorsun, album kurgusuna onem veren gruplarin sayisi bir hayli azaldi. Hatta progresif rock/metal turu disinda nerdeyse kimse iplemiyor bu isleri. Bence bunun en buyuk sebebi , yukarida Ahmet’in bahsettigi gibi, muzigin artik cok kolay ulasilabilir ve tuketilebilir hale gelmis olmasi.
E haliyle ticari olarak mantikli olan sey koca bir album uzerine caba sarfetmek yerine, 2-3 tane guzel sarki ypamak, bunlardan milyonlarca youtube viewi alip, konserlere milleti cekmek. Boyle olunca iste icinde 2-3 tane hit sarki olup gerisi “filler” denen parcalarla albumu dolduruyorlar. Tabii ki eskiden de boyle albumler vardi ama sayilari sanki simdi cok daha fazla.
06.02.2013
@Kemal, Gerçek sanatçı kalmadı abi:D
06.02.2013
@Kemal, Kesinlikle katılıyorum. Hele ki son dönemki “Elimizde 77 tane riff var” ya da ” …kalan 17 parçayı 3 günde yazdık” gibi söylemlerin de arttığını göz önüne alacak olursak…
Albümlerin kapaklarıyla özdeşleştirilmesi,kapaktan tarz tahlili falan benim de çok yaptığım şeylerin başında geliyor.
İlk parçanın intro olması daha en baştan o albüme olan heyecanımı azaltıyor.Hele de sesi belirli bir seviyeye getirmedikçe anlaşılmayan introlar.Özellikle bu albümleri mp3 player cebimde dınlerken hemeen geçiyorum.
Benim için en önemli olay ilk yada ikinci parçanın girişinde yaklaşık 1.5 dakikalık çift lead gitar ve harmonik gitar melodileridir.Eğer bu olay yoksa sağlam davul atağıyla başlayan parçalar da albüme hemen adapte olmamı sağlar.
Type o negative, şöyle bir şaka yapmıştı albümünde:
http://www.youtube.com/watch?v=ySS64KxPpTU
İlk parça tamamen cızırtı. Albümü alanlar ”ulan bozuk cd sattı bana keraneci” demesi için yapılmış.
ikinci parça girdiğinde, ”Umarım sizin için yaptığımız bu küçük şakamızı beğenmişsinizdir, ben pete, ben johhny, ben kenny, cart curt” diyor.
Gereksiz işler tabi.
05.02.2013
@Rotten Angel, cızırtı değil de, white noise diyelim ona. Sesle oynamayı, ses üzerine düşünmeyi seven bir gruba yakışır bir hareket :)
05.02.2013
@Rotten Angel, ahaha. Noise müzisyenleri duymasın.
05.02.2013
@earth’s skin, @Onur Sancu
ben cızırtı diyorum. problem? :)
06.02.2013
@Rotten Angel, Bu söylediğini son dönemde o kadar çok insanla tartıştım ki..
Noise diye gürültüden müzik yapmak üzerine kurulu ve kuru gürültüden başka bişeyin duyulmadığı sesler bütünü için ” Hmm şurdaki eko distortion güzel girmiş”, “mikserin burda birden kısa devre yaptığı yerde bi patlama yaşanmış” gibi yorumlar duyduktan sonra aynı senin söylediğin ikileme düştüm. Ben gürültü diyorum. Problem? :)
06.02.2013
@Pue, Cool olma çabası işte abi. Ne yapacan.
bknz: benim müzik zevkim çok geniş.
07.02.2013
@saw you drown, noise dedim, hatta white noise dedim, çok cool’um. eminim herkes benim inanılmaz cool olduğumu ve engin bir müzik zevkine sahip olduğumu düşünüyordur. çünkü noise dedim, hatta white noise dedim. çok cool’um.
Noise’un sınırlarını “kuru gürültüden başka bişeyin duyulmadığı sesler bütünü için” cümlesiyle belirleyen bir algı karşısında ne kadar dil dökseniz az, zarar. De, güzel kardeşim, çünkü zaten müzik değil o, “gürültü”, onu ortaya koyan da müzisyen değil, “gürültü sanatçısı.” Maksat distortion, feedback, kakofoni, statik bir yapı koymak ortaya, melodiyi, tabu kırıcılık, tahrik etmek.
Noise öyle ekmeğini yiyebileceğiniz pop bir şey değil. İtalyan fütüristlere ve sonrasında Dada gürültü deneylerine dayanıyor. Batur Sönmez yıllardır noise buluşmaları düzenliyor, herhangi birinde 20-25′ten fazla kişi görmedim – sanatçılar dahil.
07.02.2013
@Pue, Noise aynı zamanda parazit ve cızırtı anlamlarına da geliyor. Bu kelimeleri kullanmak, bence aşağılamak değil. En azından ben bu kelimeleri kullanarak aşağılamıyorum :)
İngilizce, Türkçe’den daha cool bir dil olduğu için; gürültü, parazit veya cızırtı demek yerine ”noise” demek, bu işi yapan insanların daha çok hoşuna gidiyor sanırım.
07.02.2013
@Rotten Angel B.C., ne alakası var yahu. Sen insanlara Ağır Metal dinliyorum, Siyah Metal dinliyorum, Ölüm Metali dinliyorum falan mı diyorsun? Çürümüş Melek de yazabilirdin o kutucuğa.
08.02.2013
@Onur Sancu, Konunun uzamaması için haklısınız diyorum :)
07.02.2013
@Rotten Angel, diyebilirsin. Aşağı yukarı Türkçe karşılığı o zaten.
08.02.2013
@Onur Sancu, Yok bundan sonra sadece noise yazacağım. İnternet tartışmaları, seninde dediğin gibi sıkıcı.
05.02.2013
@Rotten Angel, Ben çok beğendim, bayılırım böyle sürprizlere!
05.02.2013
İtiraf vakti geldi. Ben bu numarayı yedim. 20 saniye geçti. ”Ulan kulaklığa bir şey oldu” dedim içimden. Öbür şarkıya atlayınca, gülme sesleri geldi. Anladım gerçeği.
Tabi bu süprizler, yukarıdan Ahmet’in bahsettiği” her şarkının ilk 5 saniyesine bakarak albümeri anlayabildiğine inanan kitle” için geçerli değil.
Gereksiz işler dememin sebebi de buydu :)
06.02.2013
@Rotten Angel, en sevdiğim introlardan..
Bi de Machine Screw vardır, introların şahı.
08.02.2013
@Osman, Machine Screw, Allah için güzel intro.
Bilmeyenler için:
http://www.youtube.com/watch?v=6IZHR2UB-tI
intro bazı albümlerde gereksiz görünebilir. ama masalsı konseptli ya da birbirine bağlı şarkılar olan albümlerde intro albümün havasına hazırlama işini çok iyi yapıyor. örneğin, baştaki demir dövme seslerini(Leukes renkespill -Introduksjon) dinlemeden belus dinlediğimi düşünemiyorum.
oz’unda bahsettiği şu hidden track olayında benim şu ana kadar dinlediğim en güzel iş Radical Noise’dan çıkma eheheheh: http://www.youtube.com/watch?v=OJZBksCIKZk
ben albüm içine intro serpiştirilmesine gıcık oluyorum. konsept albümlerde özellikle bu çok oluyor. kasette dinlesen tamam, kesintisiz neticede orada, geçişleri bağlamak için mantıklı ama artık her biri bağımsız yapıya sahip trackler varken gereksiz şişme yaratıyor. bu tip introların şarkılara eklemlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
bununla bağlantılı, ortalama 50 dakikalık albümlere intro-outro falan hariç 13-15 şarkı koyan gruplara uyuz oluyorum. bu gruplar otomatiğe bağlıyorlar, gıdım düşünmüyorlar şarkılar üzerine. böyle “85 şarkı yazdık içlerinden 15 tanesini seçip albüme koyduk” diyen hiç bi grubun adam gibi iş çıkardığını görmedim zaten. az olsun öz olsun aga, sevmiyorum ben öyle çuvaldan boşaltır gibi şarkı yığılmasını. albüm yapısı, dinamikleri, bütünlüğü falan yalan oluyor tabi böyle olunca.
Ben albümlerin belli bir konsept ya da teması olması gerektiğine inananlardanım. Konsept albümler zaten başımın tacıdır ama özellikle politik içeriklli, eleştirel, anti-militarist albümler hep 1 numaram olmuştur. O yüzden metal müzisyenlerinin, bu müziğin nerden geldiğini ve kökenlerini unutmaması gerekir ki artık bunu umursayanı da zannetmiyorum. (dinleyiciler de dahil) “Köklerimize dönüyoruz” geyiği yapan birçok grubun sadece enstrümantal olarak değil, içerik açısından da bunu dikkate alması gerekir.
Uzunluğa gelirsek de; eskiden uzun şarkıları dinlemeye çekinirdim ama artık herhangi bir sınırlama getirmiyorum ki müzisyene de şu kadar dakkalık şarkı yap diye bişey dayatamazsınız. Yüzeysel olacak ama kaliteli olduktan sonra sürenin herhangi bir önemi yok, Dream Theater’ın A Change of Seasons’ına kimse hayır diyemez heralde.
Albüm kapağına da pek dikkat etmiyorum açıkçası, aslında önemli bir etken. Eğer müzisyen olsaydım çok özenli davranırdım muhtemelen ama dinleyici olarak çok da takmıyorum. Yalnız Iron Maiden’ın Eddie’si, Megadeth’in Vic’i gibi bu tarz bir karakter oluşturulmasına da sıcak bakıyorum.
08.02.2013
@atoutlemonde, Konsept albümlerin ben de hastasıyım.Özellikle Dream Theater-Scenes from a memory her dinlediğimde tüylerim diken diken oluyor.
08.02.2013
@progressive, SFAM candır zaten ama Operation Mindcrime’ı da es geçmemek lazım; enstrümantal olarak daha geride olsa da, konu olarak daha etkileyici bence.