Ön uyarı: Yazı, kritikten başka her halta benzedi.
Uyarı: Yazımla birlikte bu albümü dinlerseniz nasıl bi etkisi olur hiçbir fikrim yok.
Okuduktan sonra gelen edit: İnsanın canı sıkılınca neler yapmıyor, şu yazdığım yazıyı okuyunca onu anladım. Son paragrafı okuyunca bir daha anladım.
Eskiden kritikleri bir çırpıda yazardım. Son dönemde bunu yapamamaya başladım, Stephen King gibi okurla çok samimi olabilen biri de değilim, ki bu tıkanmanın neden olduğunu kendimin de bildiği pek söylenemez. Müge Anlı’yı izliyorum, ne acayip lan. Gavurların “guilty pleasure” dedikleri şeyim de bu sanırım.
Yardıra yardıra konuşuyor millet. Kritiklerimi de yardıra yardıra yazdığımdan (daha doğrusu artık yazamadığımdan), yardıran insanları gözlemliyorum birkaç haftadır. Esra Ceyhan’ı bile izledim birkaç kez. Tuhaf lan, valla. Kurgusal bir konseptte yardırmak da zordur ha. Önceleri nasıl yapıyordum bilmiyorum ama, bir şekilde oluyordu. Bilindiği üzere, yazarların gençlik eserleri ve yaşlılık eserleri bir çok farklılıklar içerir, hatta bazı yazarlar gençken yazdıkları ve başyapıt olarak görülen eserlerini baştan bile yazabilirler. (Akerfeldt’e gönderme mi yapsam naapsam?) Mikael’e şunu söylemek isterim ki, “Morningrise”ı yeniden kaydetseydin bi ben beğenirdim. Neden bilmiyorum, ama öyle. (Bu postmodern kritikte en son bu paragrafı çiziktirdim, bir nevi erken final.)
Bu gözler o kadar çirkin şehirler gördü ki, ve burun o kadar kirli bir hava soludu ki; belki de bu çirkinliği tamamlamak için metal dinlemeye itti beni bilinçaltım. Trafik gürültüsü neticede evimde yoktu, huzurlu odamda bir şeyler eksik gibiydi. Belki de zengin olsaydım ve odam görsel olarak mükemmel olsaydı, hiç bu yollara sapmazdım. Neticede işitsel hayal gücü denen bişey de var. İşitsel ve görsel hayal gücü çevreden aldıklarıyla hayatımıza renk katıyorlar. Sokakta pek müzik dinlemezdim, trafik gürültüsü ve çirkin şehirler bir biçimde birbirlerini tamamlıyorlardı, ve ben de bunu bozmak istemiyordum herhalde. Amerikalı bir hocam, dış dünyadan kendilerini müzikle izole eden insanları anlayamadığını söylemişti, ve belki haklıydı bilemiyorum. Belki de doğalı, gözlerimizin o çirkin otobüsü görürken, kulaklarımızın da duymasıdır.
Hiç unutmuyorum, 20′li yaşlarımın başında bir keresinde “Bana kalsaydı teknoloji olmamasını isterdim” demiştim. Aslında öyle, birincil bir ihtiyaç değildir teknoloji. Sadece çok temel şeyler için zaruridir. Bunları saymama gerek yok sanırım. Ursula LeGuin’i bilir misiniz? Bilmiyorsanız okuyun, ve sadece Mülksüzler’le kalmayın. Hatta gerekirse mülksüz kalın, ama Mülksüzler’le kalmayın. (Sosyal ebeveynlik sistemi kurguladığı ütopyasına dikkat). Aman, neyse, saçmalamaya başlayayım alışıldığı üzere.
Bir süredir müzik dinlemiyorum, canım istemiyor. Bi zaman dönerim mutlaka, ve bu müziğe verdiğim en büyük ara. İyi hissediyorum, ve zamanla yeniden müzikle kucaklaşacağımın da farkındayım. Zehiri aldık bir kere, kaçış yok. Metal müziği de yaşlanınca bile dinlerim gibime geliyor. Şu sıra belki yaşlı bir moddayım, ve kritik yazasım geldiğinde moruklara daha uygun düşecek bir albümü seçtim. Evet, saçmalama başlıyor…
Bir keresinde pandaların arka yoldan kamyon geçince iktidarsız kaldıklarını, ya da hayvanat bahçesinde yan kafesteki aslan kükrediğinde aynı akibete uğradıklarını okumuştum. Komik gelmişti bana bu, ama nesillerinin tükenme tehlikesi altında olmasının tek sebebinin doğayı katletmemiz olmadığını da düşündürtmüştü aynı zamanda. Çiftleşen panda pornoları falan izletmek gibi işlere bile girişildi hayvanların neslini korumak adına, ama belki de evrimsel olarak nesilleri tükenmesi gerekiyordur yavaş yavaş. Panda demişken,
Pandalara hiç dikkat ettiniz mi? Corpse paint yapmalarına gerek yoktur, günün yarısından çoğunu ot (bambu) yiyerek geçiren ve nesilleri tükenmekte olan true black’çilerdir onlar. Pasiftirler (otçul), ama agresiftirler de. (etçiller familyasındandırlar). İnsanları sevmezler (misantrofist), ve yalnız kurtturlar, ormanlarda bir başına yaşarlar. “Vaaaarg” şeklinde kükrediklerini rivayet eden masum köylüler vardır. Belki de insanlar onları ayılar familyasına dahil ettiği için misantrofisttirler, kim bilir. Pasifagresif bir ayı, konuşabilseydi bize muhtemelen: “Hem dış görünüşe önem vermem diyorsunuz, hem de otçul olmama, sevimli olmama rağmen beni diğer ayılarla aynı familyada görüyorsunuz” derdi. Adam haklı vallahi. Adam demişken, Havva’yı da anıp kısa kritiğimize geçelim. Belki de yazdığım son kritiğe.
Kazu Matsui, Tokyo doğumlu, shakuhachi isimli bambu flüt virtüözü. Gençliğinde Avrupa ve Hindistan’ı bolca gezen sanatçı, daha sonra doğduğu şehire, eğitmenlik yapmak üzere geri dönmüştür. Klavyeci karısı Keiko Matsui’ye prodüktörlük yapmak, ve Jumanji gibi önemli filmlerin müziklerinde pay sahibi olmak gibi bir takım önemli işleri de mevcuttur.
“Bamboo” albümündeki dominant enstrüman da, bu shakuhachi isimli üflemeli odun. New Age tarzındaki albümde, türden beklenen huzuru ve ayrıca mistik havayı ciğerlere solumak iyi gelse de, shakuhachi acı dolu bir feryat nüfuzunda o ciğerleri parçalayabiliyor da. Dijital perküsyonlarla desteklenmiş vurmalıların yumuşak tonları, basın derinliği ve piyanoların keskinliği birleştiğinde, Kazu’nun üflediği ruh albümde vücut buluyor.
Rahatlatıcı bir iç çekiş, ya da ciğer parçalayan bir feryat…
Ya da,
Birinin ardından diğeri.
Ya sonraki nefes?
Neyse “Bamboo” değişik bir çalışma sayılabilir, usta işi bir eser. Panda da değişik bir hayvan. Benden bu kadar, kendimi tekrar etmekten korkmadığım bir dönemde görüşmek dileğiyle. Şimdi Kazu enstrümanına üflemeden hemen önceki ana gidin, ve hayal gücünüz girsin devreye.
Metal dinlemeye dinlemeye ne yollara saptık anasını satayım. Bakalım yeniden başladığımda neler olacak, göreceğiz…
Şarkılar 1. Shrine
2. Black Bird & The Bamboo Forest
3. Small Monk, Opening The Gate
4. Sign of the Snow Crane
5. Dancing in the Remaining Lights
6. Talking with Rice Spirit
7. Up in the Sky
8. Legend of the Lake
9. Riding with the Sword
10. The Desert
haha ben de pandalarla ilgili bişiler araştırıyodum geçenlerde tesadüfe bak, şu bölüm nefisto olmuş, kalemine sağlık.
“Pandalara hiç dikkat ettiniz mi? Corpse paint yapmalarına gerek yoktur, günün yarısından çoğunu ot (bambu) yiyerek geçiren ve nesilleri tükenmekte olan true black’çilerdir onlar. Pasiftirler (otçul), ama agresiftirler de. (etçiller familyasındandırlar). İnsanları sevmezler (misantrofist), ve yalnız kurtturlar, ormanlarda bir başına yaşarlar. “Vaaaarg” şeklinde kükrediklerini rivayet eden masum köylüler vardır. Belki de insanlar onları ayılar familyasına dahil ettiği için misantrofisttirler, kim bilir. Pasifagresif bir ayı, konuşabilseydi bize muhtemelen: “Hem dış görünüşe önem vermem diyorsunuz, hem de otçul olmama, sevimli olmama rağmen beni diğer ayılarla aynı familyada görüyorsunuz” derdi. Adam haklı vallahi. Adam demişken, Havva’yı da anıp kısa kritiğimize geçelim. Belki de yazdığım son kritiğe.”
ben zaten sormuştum sana hatırlıyosan, “nası abi bu kadar müzik(özellikle yeni olanından) dinleyebiliyosunuz” diye. ee insan sıkılır bi noktadan sonra tabii. aynı şey yazma için de geçerli. o yüzden en güzeli sevdiğin veya beğendiğin grubun, “işte bu benim grubum, bunun kritiğini ben yazmalıyım” dediğin kritikleri yazmak. o da yılda en fazla 10-15 fean eder. ama şu da bi gerçek ki bu kritikle zirvede bıraktın ahbap, şimdilik…
1 Hafta ara ile, bu albümü edinmem ve dinlemem ama hiç bir şekil de sitenizden haberdar ol(a)mamam ve hem sanatçıyı, hem de albümü hem de sitenizi, tesadüfen, sanatçıya dair google araştırmaları yaparken rastlamış olmam, sabah sabah beni işaretlendirdi.
Böyle bir site kurduğunuz için(çok geç keşfetmiş gibi olsam da)teşekkürler!
haha ben de pandalarla ilgili bişiler araştırıyodum geçenlerde tesadüfe bak, şu bölüm nefisto olmuş, kalemine sağlık.
“Pandalara hiç dikkat ettiniz mi? Corpse paint yapmalarına gerek yoktur, günün yarısından çoğunu ot (bambu) yiyerek geçiren ve nesilleri tükenmekte olan true black’çilerdir onlar. Pasiftirler (otçul), ama agresiftirler de. (etçiller familyasındandırlar). İnsanları sevmezler (misantrofist), ve yalnız kurtturlar, ormanlarda bir başına yaşarlar. “Vaaaarg” şeklinde kükrediklerini rivayet eden masum köylüler vardır. Belki de insanlar onları ayılar familyasına dahil ettiği için misantrofisttirler, kim bilir. Pasifagresif bir ayı, konuşabilseydi bize muhtemelen: “Hem dış görünüşe önem vermem diyorsunuz, hem de otçul olmama, sevimli olmama rağmen beni diğer ayılarla aynı familyada görüyorsunuz” derdi. Adam haklı vallahi. Adam demişken, Havva’yı da anıp kısa kritiğimize geçelim. Belki de yazdığım son kritiğe.”
ben zaten sormuştum sana hatırlıyosan, “nası abi bu kadar müzik(özellikle yeni olanından) dinleyebiliyosunuz” diye. ee insan sıkılır bi noktadan sonra tabii. aynı şey yazma için de geçerli. o yüzden en güzeli sevdiğin veya beğendiğin grubun, “işte bu benim grubum, bunun kritiğini ben yazmalıyım” dediğin kritikleri yazmak. o da yılda en fazla 10-15 fean eder. ama şu da bi gerçek ki bu kritikle zirvede bıraktın ahbap, şimdilik…
03.02.2013
@Ufuk Sönmez, Sağ ol abi.
1 Hafta ara ile, bu albümü edinmem ve dinlemem ama hiç bir şekil de sitenizden haberdar ol(a)mamam ve hem sanatçıyı, hem de albümü hem de sitenizi, tesadüfen, sanatçıya dair google araştırmaları yaparken rastlamış olmam, sabah sabah beni işaretlendirdi.
Böyle bir site kurduğunuz için(çok geç keşfetmiş gibi olsam da)teşekkürler!
10.02.2013
@Ychorus, Ben de Ychorus’u uzun bir süredir takip eden biri olarak, teşekkürlerimi sunsam yeridir. :)
Böyle anlar olmasa, her hangi bir şeye dair devamlılığın hiçbir anlamı kalmıyor.. El sallıyor, eğiliyorum.