Kuşkusuz hepimiz aynı müziğin benzer türlerini sevdiğimiz icin Pasifagresif gibi platformlarda bir araya geliyor, bir albüme ilişkin fikirlerimizi ya da sadece katıksız coşkumuzu bizi anlayabilecek insanlarla paylaşma ihtiyacı duyuyoruz. Bazen bir konser haberi, bazen de ilginç bir gelişmeyle daldan dala atlıyor, hoş bir zihinsel düzlemde buluşuyoruz.
Fakat bu hafta, bu tarz genel durumlardan ziyade, belirli bir albümün bünyemizde yarattığı olağanın ötesindeki etkilerden bahsedelim. Varsa, hayatınızın bir kısmına hakim olmuş, sizde psikolojik olarak olumlu ya da olumsuz büyük etki yaratan, hatta belki de belirli bir döneminizin soundtrack’i haline gelen bir albümü ve onun sizde bıraktığı izleri paylaşalım bu hafta.
Bir diğer deyişle, hayatınızın albümü hangisidir sorusunun cevabından ziyade, “o albümün hayatınız üzerindeki yansımasını” okumak istiyoruz. Sitemizde “The Sound of Perseverance” gibi, “Blackwater Park” gibi yer yer içten üslupları, biraz da edebî değerleriyle sizlerden beğeni toplayan bazı incelemeleri arzu ederseniz referans alarak, bizlerle o anın ya da dönemin hikayesini paylaşmanızı diliyor, haydi buyrun sohbete diyorum.
Megadeth – Endgame. Biraz gec oldu ama olsun.
15.01.2013
@rauf, az biraz hikayesini de anlatırsan daha iyi olur. Herkes tek tek albüm adı listelerse fazla muhabbet dönmez. Nedendir niyedir onu da bilelim. :)
15.01.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Anlasildi baskanim :) Limewireden tek tek sarki indirmeyi biraktigim donemdi. İlk defa bir album indirip bastan sona dinledim. Degdi buna :) O siralar Ctistofer Grange’in Seytan Yemini kutabini okuyordum. Kitabi hep Endgame esliginde okudum. Bu yuzden ne zaman Grange okusam ya da Endgame dinlesem, o gunler aklima geliyor. Universite sinavina hazirlandigim donemdi. İstedigim fakulteyi kazanca o iki aktivite benim icin derin izler birakti :)
15.01.2013
@rauf, Aklıma direk Tolkien’in tüm kitaplarını, Blind Guardian eşiliğinde okumak geldi.
15.01.2013
@atoutlemonde, Eminim ki cok sarmistir.
Lisedeyken oradan buradan topladığım CD’lerden birinde A Perfect Circle’ın “13″ albümü vardı. Hastası olmuştum. “Vanishing” hala en sevdiğim şarkılardan biridir. APC ile bağlantılı olan Tool diye bi grubun da varlığından haberdardım ama hiç dinlememiştim.
Bi gece uykumdan durup dururken uyandım ve televizyonu açtım. Rastgele bi kanala basmıştım, MTV denk geldi. Açtığım anda Schism’in klibi başlamıştı. Klibi izledim, şarkıyı ilk defa dinledim. Klip bitince TV’yi kapatıp geri yattım. 2 gün sonra falan Lateralus’u bulabildim. Hayatım boyunca açık bir arayla en fazla dinlediğim ve beni en çok değiştiren albüm oldu o zamandan beri.
benim için en önem arzeden albüm metallica-reload albümüdür.henüz 6 yaşımı yeni doldururken ilk dinlediğim metal şarkısını ihtiva etmesinden dolayı önemlidir.(the memory remains)bunun dışında benim metal müzikle olan bağlarımı kuvvetlendiren albüm kreator-enemy of god albümü.bu albümü dinlediğim ilk zamanlarda özellikle thrash metale olan sevgim katlanmış ve ruhumda bir parça oluvermişti.o kadar çok grup ve albüm dinledim ama hiçbirisi beni bahsettiğim bu iki albüm kadar mutlu edemedi verdiği haz ve mutluluk bakımından.
Muhtemelen Godspeed You! Black Emperor’ın “F#A#infinity”si en üsttedir benim için. Hatta bu albümü dinlediğim güne kadar benim için The Wall’u geçebilecek bir albüm olduğunu bile düşünmemiştim. Geçmek de demeyeyim hatta. İkisi en üstte beraber dursunlar. The Wall da sıradan bir progresif rock ürünü değildi zaten. Yarattığı psikolojik dramayı o kadar iyi anlatıyor ki. Ama The Wall’un hayatımı değiştirme olayı daha çok albüm için çekilen filmi izlememe neden olmasıdır. Konsepti ne kadar bilirseniz bilin, filmi izledikten sonra olayı daha iyi kavrıyorsunuz. Özellikle Pink’in kendi kafasında ördüğü duvardan kurtulmak için yardım istemesinden sonra gelen “open your heart, i’m coming home”, ardından o ördüğü duvar gibi, istediği yardımın da sadece bir hayalden ibaret olduğunu anlamasıyla gelen aşağıdaki dörtlük muhtemelen benim için yerini başka bir şeye bırakmayacak gibi. Büyük konuşmayayım yine de.
“but it was only a fantasy
the wall was too high as you can see
no matter how he tried he could not break free
and the worms ate into his brain”
Bir de “F#A#infinity” evet. Bu albümün yine konseptini geçtim müzik anlayışımı değiştirmesi apayrı bir hikaye. Dinleyenlerin bildiği üzere arkadaşların ortalama 20 dakikalık eserleri oluyor. Bu 20 dakikanın tamamı bizim bildiğimiz standart anlamıyla “müzik” değil. Birileri çıkar konuşur, ne bileyim bir tren falan geçer, cızırtılar olur, gariplikler bişeyler. Hatta bazen sessizce oturursunuz. “İyi de neden?” diye düşünürken GY!BE’nin “şarkı” yapmadığını anladım. Adamlar giriş, gelişme, sonuç şeklinde gayet kompozisyon yazıyorlar ve bunlardaki sessizlikler de sesler gibi hikayenin bir parçası (bkz: i have nothing to say and i’m saying it). İnsan bu grubu ilk kez anlayarak dinledikten sonra “müzik buymuş demek” şeklinde bir duraksıyor. Elbet duraksamıştır birileri yani.
Çok ciddileştim neyse.
http://www.pasifagresif.com/2011/04/steve-vai-alien-love-secrets-ep/
yukarda yazdığım kritiğin başlarında da bahsettiğim gibi, benim için hayatımı değiştiren albüm, heralde lisedeyken sıra arkadaşımın bana verdiği joe satriani’nin surfing with the alien kasedidir. çünkü o zamana dek soloları dinliyodum ama hiçbişey anlamıyodum gerçekten, sonra ne olduysa bu albümle birlikte gitar müziği ve sololar acayip hoşuma gitmeye başlamıştı. bi de bu kasedin üstüne aynı arkadaşım steve vai’ın alien love secrets kasedini vermez mi, bu ikisini bilmem kaç kere dinlediğimi, tender surrender’daki efsane soloyu kasedi geri sararak kaç yüz defa dinlediğimi varın siz düşünün.
eneteresan olansa o aralar gitar çalmayı hiç bilmediğimden, yani gitardaki seslerin sebep-sonuç ilişkilerini yakalayamadığımdan, sololardan aldığım zevk bambaşkaydı. mahalledeki arkadaşım mr.crowley’in solosunu dinlettiğinde zevkten kuduruyodum resmen, solo haricinde gözüm hiçbişey görmüyodu, rifmiş, ritimlermiş hak getire. children of bodom’un hatebreeder albümü için o zamanki müthiş ergen perspektifiyle bi arkadaşıma “abi bu albümden daha iyi bişey dinliyceğime inanmıyorum ya” bile demişliğim vardır.
neyse sözün özü, eğer bugün içinde gitar yaratıcılığı ve manyaklığı bulunan, elektrogitarın ön plnda olduğu müzikleri seviyosam bunda, anlattığım albümlerin etkisi çoktur. hala daha en sevdiğim gitarist, ilk göz ağrım satriani’dir.
Radiohead – OK Computer: Hayatımı siken iki albümden biri. Dinlediğim güne lanet olsun diyorum bazen. Hatırlarım lise’nin başlarındaydım. Exit music adlı şarkıyla karşılaştım ve artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı.
Dream Theater – Scenes from a memory: Müzikalite anlamında beni afallatan ilk albüm. Yüzlerce defa gece açıp baştan sona dinlemişliğim vardır.
Burzum – Filosofem: Dunkelheit ve ardından jesus tod. Daha önce dinlediğim hiçbirşey beni bu kadar karanlığa sürüklememişti. Aradığım şey buydu. Hala dinlerken ilk gün ki gibi dehşete düşerim. Büyüksün Varg!
Opeth – Morningrise: Ah o ağlatan melodiler yok mu. Mikael’in buz gibi sesi. Yıllarca etkisinde kalmışımdır.
Katatonia – Discouraged ones: Anlatamayacağım derecede beni etkileyen bir albüm. Müzikalitesi değil yalnız. Anlatamam demiştim zaten.
Gentle Giant – Octopus: Müziğe farklı bakmamı sağlayan bir albüm. Diğerleri gibi büyük derecede etkilemedi ama müzik sanatına duyduğum saygı bu albümle ikiye katlanmıştır.
Camel – Mirage: Birde bu var tabi. Ne zaman dinlesem baştan sona dinlerim. Bir şarkısını dinlemeyi albüme hakaret olarak sayarım. Büyüksün Latimer!
Nickimden anlaşıabileceği üzre Youthanasia’dır. Nedenine gelirsek bu albümü dinleyene kadar belli bi tarz zevkim yoktu; nu, power, heavy, alternatif, metalcore, punk gibi türleri karışık olarak dinlerdim. Ayrıca albüm olarak değil, genelde bilinen parçaları dinlerdim. İşte yine böyle günlerden birinde adını sık sık duyduğum Megadeth’in Youthanasia’sıyla (o zamanlar Rust In Peace’den bihaber tabi) tanıştım, hemen hemen her parçasını sevdim ve arada gözden kaçan şarkılar olmasın diye albüm olarak dinlemeye başladım. (bkz: bu da böyle bir anımdır.)
Sadete gelirsek; Youthanasia dinlediğim en iyi albüm değildir, belki bir başyapıt da değildir (ki bence başyapıt) ama yeni ufuklara açılmam da en büyük pay sahibidir. (amma parantez içi geyik yapmışım ya, neyse bu son)
Helloween – Keeper of the Seven Keys Pt.2 – O güne kadar madonna M.Jackson filan dinliyordum. yıl 1989 ünv3.sınıf Isparta’nın çarşamba pazarında geziyorum, yere serili örtünün üstünde müslüm,Ferdi Tayfur ların arasında yabancı pop araştırmak için kaset karıştırırken ilginç kapaklı bir album dikkatimi çekti.Üstünde Helloween yazan korkunç bir kapaktı.Başka seçeneğim olmadığı için ne olduğunu bilmediğim bu kaseti aldım.Eve gidince walkman e taktım müzik yavaş yavaş sarmaya başladı defalarca dinledim sonra bayıldım.En çok da Dr.Stein parçasına hasta oldum.Bizim sınıfta metalci bir arkadaşa gösterdim kasedi görünce ooooo çekti.Sen bizim eve bi gel sana dinleteceklerim var dedi ve bir Rigor Mortis patlattı o anda bir değişim hissettim.Thrash le başlamış oldum bu işlere, devamını siz de tahmin edebilirsiniz…Çok yaşa Metal!
‘Metal dinlemeye nasıl başladık’ sohbetteki yorumumdan alıntı yapacağım.
”Benim hiç bir zaman metalci arkadaşım olmadı diyerek giriş yapayım bu yazıya.Ortaokul yıllarında ünlü komedyen Adam Sandler’a olan takıntımdan ötürü adamı araştırırdım sürekli sapık misali.Sonra koyu bir Van Halen fanı olduğunu öğrenmiştim.Normalde birisi belkide kulağıma Van Halen taksa kulaklığı parçalar yoluma devam ederdim ama dedim ya bu adama olan takıntımdan ötürü sende seversin oğlum dinle şunu flan deyip içimdeki şeytanı okşadım.Van Halen-Van Halen albümünden karışık şarkılar açıp kendimi deniyordum bir kaç haftada bir.Bir gün Eruption’ı açmış ve ben böyle bir şey duymadım be arkadaş olu verdim.Bu instrumental orgazmı kaç tur dinledim bilmiyorum ama sonuç olarak hayatımda ilk kez rock&metal albümü dinlememe sebep oldu.’ İlk aşk unutulmaz misali bu albüm sayesinde yüzlerce extreme albüm hayatıma katkıda bulundu ve hala da bulunmaya devam ediyor.
15.01.2013
@eartop, ha bak Orphaned Land – The Never Ending Way Of Orwarrior albümünü ne zaman açsam Sapari şarkısıyla beraber babamla gittiğimiz oltalı balık avı geliyor.Dağın başında gece gece ateş yakıp çay içmeler, mısır pişirmeler..Bu albüm şahittir kayalıkların arasında elimde fenerle oltanın zili çaldığında nasıl da koşturduğuma :)
Liseye başladığımda dinlemeye başladığım Kurban bugün metal müzik dinlememin en temelidir herhalde. Ama o zamanlar albüm dinlemek gibi bir alışkanlığım yoktu, açardım shuffledan ne gelirse. Daha sonra bir kere elime Opeth şarkıları geçmişti, biraz dinlemiş, “böyle müzik mi olur lan” diye atarlanıp silmiştim.
Daha sonra, çok sonra, metalle daha içli dışlı olduktan sonra, Opeth’i bir kez daha dinledim. Ama bu sefer hayatımda duyduğum en güzel şeyi duymuştum kesinlikle, “Morningrise”. O gün bu gündür beni bu kadar çok heyecanlandıran, duygulandıran, tripten tribe sokan başka bir albüm olmamıştır. Albümü geçtim aşık olduğumda bu kadar heyecanlandığımı hatırlamam.
15.01.2013
@Mert, Birader senin soyadın Gürçay mı? Cümle yapıların, örneklerin çok tanıdık geldide :)
15.01.2013
@eartop, Hayır :)
15.01.2013
@Mert, yok haci bizim mert degil bu :)
15.01.2013
@rauf, evet evet sonradan anladım.onun hikayesi Slayer ile başlıyordu :)
15.01.2013
@eartop, aa bak bende de ikinci adımda Slayer’ın büyük etkisi vardır :)
15.01.2013
@Mert, :))
05.03.2013
@eartop, biri mert gürçayi mi sordu hayirdir buyrun…
03.05.2013
@Mert Gürçay, dostum ben Kadir :)
Hayalperest bir insan olduğumdan, en çok hayatımı etkileyen gruplar hayalgücümü besleyen Symphony X – V, Rhapsody – SOTEL, Cradle of Filth – Cruelty ve Dusk albümleridir diyebilirim. Lakin Opeth – Morningrise, Amorphis – Tuonela gibi kuzey avrupadan çıkan, içi hem ısıtan hem soğutan albümlerin öteliği de epey ilginç duygulara sürüklemişti beni. Bruce Dickinson’ın solo albümleri ise, epey gaz ve bana hitap eden ruhu olan işlerdi. Dream Theater – Awake ve SFAM ise vizyonumu genişleten, beni şaşırtan albümlerdi. Elbette hepsinden önce, metal ve rock müziğe başladığım albümlerin etkisi de elbette bambaşka. Müziğe eleştirel bakabildikten sonra, ilk başlarda burun kıvırdığım bir takım grupların ve albümlerin de hakkını vermeye çalıştım, daha da yapmam gereken bir dolu böyle iş var. İlk dinleyişte ısındığım grupları sürekli dinleyerek uzun yıllar geçirdim, ama bir süre sonra farklı zenginlikler olduğunu da keşfettim. Kulağı alıştırmak diye de bi olay var. Belki şu aralar acayip sayıda albüm çıktığından, bunu yapmak zor olabiliyor, ya da nasıl olsa ilk dinleyişte “bana hitap etti” diyebileceğimiz de yeterli sayıda albüm olduğundan üşeniyoruz. Ama en azından kitleleri etkileyen grupları dikkatle dinlemeye çalışıyorum elimden geldiğince.
Benim için bir metal albümü olmamasına karşın rhcp – californication bu kategoridedir. İlköğretim zamanlarında boş bir derste arkadaşın kaseti teybe takması hayatımın dönüm noktalarından biri oldu. Rock müziğe girişim bu diyebilirim bir nevi.
Metal için ise başlangıç olarak, başımı eğerek, metallica – st anger diyeceğim. Klibe tav olmuştum, hapishane falan…
Dream Theater – Scenes from a Memory’de beni ilk dinleyişte etkileyen, baştan sona dinlemek yerine aradan şarkı seçerek dinlemeyi hakaret kabul ettiğim bir albümdür.
Bunlar dışında Crack the Skye, The Fragile Art of Existence, Focus, Brave Murder Day, Damnation, Moving Pictures bunlara benzer etki yapan albümlerdendir benim için.
16.01.2013
@Batu Sarıtürk, Aklıma şimdi geldi de, COB – Hatebreed albümü de 2010 yılının yazında İzmir Büyükşehir’de yaptığım stajla özdeşleşmiş durumda bende. Hayatımdaki en güzel dönemlerden birine böyle bir fon müziği uydurmuşum zamanında.
Wintersun’ın ilk albümü ve Edge of Sanity – Crimson.
Wintersun’ı ilk Starchild ile duyduğumu önceden söylemiştim,ve sonrasında da bütün albümü soluksuz dinlemiştim. Belki de ilk dinleyişte çenemi en çok düşüren albümdür Wintersun. Ki bu yaklaşık bir buçuk sene önceydi,ve metal müziğe hala ilgili olsam da öyle yeni gruplar falan keşfetmekle pek ilgili olmadığım zamanlardı. Sonra arkadaş tavsiyeleriyle Kalmah,Ensiferum falan filan giderken Wintersun’a denk geldim ve başka bir şey dinleyemez oldum. Hala albümden birkaç şarkıyı dinlemeden bir günümü geçiremem. Jari’yi gözümde tanrı yaptı bu albüm ve de davula başlamamın temel etkenlerinden biri olan Kai Hahto’yla tanıştırdı. Albümün bende bu kadar büyük yeri olmasının başka bir nedeni de cidden de önceden hiç bu kadar atmosferini hissettiğim bir şey dinlememiş olmamdı. Her şarkıda o soğukluğu,kış mevsiminin etkisini hissedebiliyordum. Vazgeçilmezim ve öyle kalacak.
Diğeri de dediğim gibi,Edge of Sanity’nin Crimson albümü. Bu albümü ilk dinleyeceğim zaman albüm kapağıyla karşılaşmış ve ”eh,tipik death metal albümü işte” tarzı düşüncelere girmiştim. Ama yine de bir şekilde ilgimi çekti ve indirip dinlemeye başladım albümü. Başlangıç gayet güzeldi ama muhtemelen bütün şarkı böyle gidecek diyerek yine savurma çabalarına girmiştim. Ama 0:38′deki o ambient melodi girdiği an…yaşadığım en büyük eargasm’dı belki de. ”HASSİKTİİİR” diye kalakaldım ve tabii ki sonuna kadar dinledim şarkıyı ardından. Bittiğinde ise çok çabuk bitti gibi gelmişti,daha da fazla,daha da fazla dinlenmesi gerekiyordu böyle bir sanat eserinin. Ve bunların hepsi daha albümün ne hakkında olduğunu bile keşfetmeden önceydi. Hikayesini ve sözlerini öğrendikten sonra zaten bağımlısı olmuştum. Ama bu albümün bana en büyük katkısı,içimdeki müzisyenlik isteğini daha da ateşlemiş olmasıydı. ”Benim yapmak istediğim müzik bu” demiştim kendime. Progresif,melodik,ara ara ambient kısımlar,ama hepsi death metal’in özünden sapmadan. Şu an yazdığım 18 şarkı ve az da olsa bir davulculuğum var,kendimi geliştirir de ileride müzikal olarak bir şey yapabilirsem yapacağım işte kesinlikle Edge of Sanity tınısı olmasını isterim.
”Cursed to be walking in the shadows of death,for a lifetime!”
İlk olarak elbette metale başlamama vesile olan albümü yazmam lazım.
The Gallery
Punish my Heaven şarkısıyla metal müziğe başlanır mı? Sanırım pek az kişi bu gibi sert bir şarkıyla bu müzik türüne dalmıştır. Pek takılmadığım bir arkadaşımın önerisi üzerine açıp dinlediğim ve dinlediğim ilk andan itibaren kendi kendime “işte budur!” dediğim bir şarkıydı Punish my heaven. Elbette vokallere ilk olarak net alışamasam da bir gün akşam dolmuşla eve giderken kendimi sessizce o vokalleri taklit ediyorken bulduğumda, bu sorunun da ortadan kalktığını anlamıştım. Hatta dolmuşlarla ilgili komik bir anımı yazayım yeri gelmişken.
O sıralar bende eski püskü bir telefon ve ondan daha eski bir kulaklık var. Müziği telefondan dinliyoruz gayri ihtiyari, ses kalitesi bozuk ama harçlıkla falan mp3 player alacak para yok anasını satiyim. Telefondaki kulaklık girişinde bir sıkıntı var, ne kadar sağlam yerleştirirsen yerleştir kendiliğinden çıkıyor. Ben bu soruna öyle bir alışmışım ki onu takıp ardından cebime koyuyorum, ters bir hareket yapmadığım sürece çıkmıyor. Neyse bir gün eve gitmek için dolmuşa bindim. Tam bindiğim sırada Edenspring şarkısı bitmiş The Dividing Line şarkısı başlıyordu. Dolmuşa girdim, en arka taraf boştu, hemen şoföre parayı uzatıp arkaya geçecektim. Çabuk olmalıydım zira arkamdan birileri biniyordu ve yerimi kapabilirlerdi. Parayı tam uzattım ki bir anda kulaklık yerinden çıktı ve telefonun hoperlöründen The Dividing Line’ın o meşhur çığlık çığlığa introsu bütün dolmuşta yankılanmaya başladı. Şerefsiz dolmuşçu da parayı almıyor ki kapatayım. Şarkının ilk 15 saniyesini topluca dinledik, sonra kulaklığı yeniden taktım ve insanların bana fırlattıkları o “Uzaylı, Satanist, İt, piç, ibne, vatan haini” bakışları altında arka koltuğa oturdum.
The Gallery benim hayatımın albümüdür elbette. Ancak tek midir? Hayır.
2009 Yılının ilk yarısı boyunca İstanbul Kumburgaz taraflarında dağın başında güvenlik görevliliği yaptığım zamanlar, (ki 12 saat gece nöbeti yapıyorduk, askerlikte bile yok o kadar anasını satiyim) Yaklaşık 3-4 ay boyunca Haggard’dan başka bir şey dinlemiyordum. Öyle ki tek bir albümü değil, Haggard’ın bütün albümlerini ben bu başlık altına alabilirim.
Haggard’ın bütün albümlerini topluca bir albüm sayıp, onu da hayatımı değiştiren, hiç olmazsa hayatımın belirli zor bir kısmına Soundtrack’lik yapan bir albüm olduğunu söyleyebilirim.
Bunun dışında Dağlarda bayırlarda gezmeyi ve gecelemeyi seven biri olarak, o karanlık ve soyutlanmış gecelerde kışın Burzum’un albümlerini, yazın da King Crimson’un albümlerini dinledim. Evet çok farklı kulvarlar olabilir ama kesinlikle ikisi de dağın tepesinde yapayalnızken mükemmel gidiyor. Tek bir albüm söylemem çok zor ikisi için de, bütün albümlerini dinlemeye vakit buluyor insan zaten.
Orphaned Land – Mabool hayatım boyunca en çok dinlediğim albüm olabilir. Halo Dies ise Dark Tranquillity’nin Away Delight Away şarkısından sonra ömrümde en çok dinlediğim şarkı sanırım.
Mabool bana çok şey kattı buna eminim.
Ramazan akşamlarının vazgeçilmezi Kreator’da var tabi.
Bu liste bitmez abi, en iyisi ben yarıda keseyim. Çok fazla albüm var, çok fazla tesirleri var üstümde. İnsan böyle yazınca, bu şarkıları yazan müzisyenlere diyecek söz bulamıyor gerçekten. Beni siz büyüttünüz lan!!
15.01.2013
@DrAQA, Dağ tepesinde Burzum dinlemek? Amanın ne güzel şeydir o öyle.
15.01.2013
@Baybora, Yaklaşık 6 seneden beri dağlara çıkıyorum. Çoğunlukla yakın arkadaşlarla bazen de yalnız başıma, kış mevsiminde ne vakit çıksam Burzum’un bütün albümlerini telefonuma yüklerim.
Zifiri karanlığın tam ortasında, ormanın içinde, gökyüzünde milyar yıldızı seyrederken, işte tam o atmosferin içinde Burzum dinlemek apayrı bir zevk.
Herkese şiddetle tavsiyemdir.
15.01.2013
@DrAQA, O ortamda bir Hvis Lyset Tar Oss,bir Hliðskjálf dinlemeyi düşünemiyorum bile cidden de. Çok iyiymiş ya.
15.01.2013
@Baybora, Yabani hayvan korkun yoksa dene bence. Nirvana denilen bir şey varsa orada tezahür oluyor kesinlikle. Şarkıları dinlerken Varg bunları burada mı yazmış dedirtiyor insana.
15.01.2013
@DrAQA, Bilgisayar başında yabani hayvan korkum yok tabii ama o ortamda muhtemelen elim ayağım titrer :D
Ama harbiden en büyük fantezilerimden biri haline geldi bu,yapmadan ölmeyeceğim. İlham verdiğin için teşekkürler.
15.01.2013
@DrAQA, ramazan akşamlarının vazgeçilmezi Kreator mü ? Orphaned Land daha bi uygun sanki :D
15.01.2013
@atoutlemonde, Hahaha :)
Şöyle ki o ramazan akşamları iftarın ardından Kreator’ı dinlerken bisiklet gezmelerine çıkardım. Bir kaç ramazan boyunca sürdürdüm bunu. Coma of Souls, Hordes of Chaos’la ramazan akşamları bağdaştı artık. Bir keresinde Amok Run’ı dinlerken artık nasıl gaza gelmişsem berber dükkanına dalıyordum az kalsın bisikletle, ucundan döndüm valla, bir şarkı bu kadar gaza getirir mi lan adamı :D
16.01.2013
@DrAQA, bende eğrelti otu kesmeyee giderken iron maiden powerslave albümü,sonbaharda limanda gece balık tutarken pagan heathen upheaval albümünü,gece evde saklanbaç oynarken burzum hlşdsjalf albümünü,yağmurlu havalarda theatre of tragedy nin aynı isimli albümünü dinlerdim
16.01.2013
@Swedish, İtiraf ediyorum Iron Maiden hiç dinlemedim.
16.01.2013
@DrAQA, hobaa tarihe not düşürtecek adamsın :) o zaman bir itiraf ta benden hiç motorhead dinlemedim ooh beee
25.01.2013
@Swedish, o zaman bir itiraf da benden; hiç iron maiden veya hiç motorhead dinlemedim :D
25.01.2013
@tranquillist, olayın boku böyle böyle çıkıyo :))))))))))) metal müzik dinlemeye in flames ile başlarsan ne deep purple ne black sabbath ne de başka köklü çınar dinleyemiyosun en azından ben öyleyim :))
25.01.2013
@Swedish, aynen aynen :D
25.01.2013
@DrAQA, abi dolmuş olayına güldüm ya bayağı :D the gallery ile metal dinlemeye başlayanlar arasında sadece sen yoksun abi, ben de aynı şekilde başlamıştım:D gerçi ben gallery’den ziyade projector ile başlamıştım ama ikisini hemen hemen aynı zamanlarda idrak etmiştim.
Bi düşündüm de albümlerle ilgili anılarımın çoğunu metroda metrobüste yer kapmaya çalıştığım anlar oluşturuyomuş.
Her şey müziği yolda vakit geçirmek için kullanan, soad,r.stones,metallica gibi popüler rock-metal gruplarını dinleyip millete artistik yapma bağımlısı gencin yüzüklerin efendisi serisini bitirdikten sonra çok da rahat dolaşamadığı internette(kota, hız, aile vs.) yaptığı araştırmalar sonucu nightfall in middle earth albümünü keşfetmesi ve “mirror mirror”ı dinleyip kilitlenmesiyle başladı. Tolkien’ın henüz sadece y.e. üçlemesini okumama rağmen fanatik derecede hayranıydım ve orta dünyayı(tolkien eserleri hariç) n.i.m.e kadar iyi anlatan başka bir esere hala rastlamadım heralde. Silmarillion’u 3 günde bitirdiğimde curse of feanor’un çalma sayısı 80i geçmişti. Albüm 50nin üstünde defa baştan sona dinlenmişti. Bir gün bu albüm hakkında bir şeyler yazabilecek gücü kendimde görmeyi umuyorum ve n.i.m.e’ün samimi ve tutkulu havasının o günkü kişiliğim üzerindeki etkisini kelimelere dökmeyi cidden istiyorum.
Orta Dünya katalizörlüğünde bodoslama daldığım metal dünyası beni çok kez küçük dilimle başbaşa bıraktı ama hatırladığım birkaçından bahsedeyim kısaca.
Slayer-Reign in Blood yakın çevrem dinleyemediği, “üf, nası dinliyosun bunu!?” dediği için birkaç hafta bilinçsizce, sırf artislenme amaçlı sadece onu dinledim. Sonradan blast beat denen şeyi keşfettim ve yarman rifflerle olan uyumu içimi coşturdu adeta ve baya sert müziklere doğru yöneldim kulağımı daha da alıştırmak için.
Iron Maiden hakkında yazdığım her kelime gevezeliğe girer ama diskografisini ezbere bilmekteyim diyeyim yetsin. Ayrıca rush(2112 baslarını kulaktan çıkardığım tek albüm sanırım) ile birlikte enstrüman seçimimde etkili oldu. Youtube’dan tüm konserlerini ve bas gitar coverlarını izlemişimdir heralde. Notlarımı düşürdü allahsızlar.
Sonrası hızlı gelişti baya. Aynı ay içinde destroy erase improve, individual thought patterns ve the gallery+the mind’s i ile tanışmıştım ki 1 sene boyunca sadece bunları dinlemiştim nerdeyse. Sonra still life, s.o.t.soul, leviathan geldi beni akılsız bırakmaya.
Yukarıdakiler hakkında duygusal ve müzikal açıdan sayfalar yazarım ama anı vs. gelmedi hiç aklıma şu an o yüzden kesiyorum burda. Aslında daha thrown to the sun var sayfalarca bahsetmelik ama millet artık grubun kadrolu yağcısı falan sanacak beni o yüzden bitsin artık bu yazı.
The Doors – Strange Days
The Doors – Morrison Hotel
15.01.2013
@Rotten Angel, Bu da bonus olarak gelsin:
http://www.youtube.com/watch?v=RH5BJPr-pAY
Çok enteresandır hem ilk aldığım kaset olması hemde bir mihenk taşı olması sebebi ile IN FLAMES JESTER RACE
Ömrümde başka müzik dinlemiycem dediğimi hatırlıyorum.Kasedi walkman a bi taktım yaklaşık 2 ay başka kaset dinlemedim.Evimiz şilede olduğu için bahçe içinde ve ben ağaçtan vişne,asma yaprağı vs toplarken bile bu albümü dinliyorum.elimden gelse denize de kulaklıkla giricem o derece
Linkin Park dinlemekten bıktığım ve farklı bir şeyler dinleme isteğimi fark ettiğim bi dönemde bas gitar çaldığını bildiğim bi mahalle arkadaşıma “karışık rock CD’si yapsana beaaa” tarzında isteklerde bulunuyordum. En sonunda ısrarlarıma dayanamayıp Dimebag’in öldüğü gün (CD’nin üzerinde tarih yazıyordu) içinde Vulgar Display Of Power albümünün olduğu bir CD yaptı verdi. Bilgisayarıma CD’yi takıp -neden hala bilmiyorum- ilk olarak Vulgar Display Of Power klasörüne tıkladım ve Mouth For War açtım.
Sonrasını zaten tahmin ediyorsunuzdur :)
16.01.2013
@Ali Karabacak, benim de gavur işi rock-metal aleminden ilk dinlediğim gruptu linkin park. Eski metalcilerden eniştem az dalga geçmezdi olum bırak şu çoluk çocuk grubunu adam gibi bişeyler dinle diye. Uyduk sözüne dönüşü de olmadı.
16.01.2013
@Ali Karabacak, İtiraf ediyorum lise yıllarımda ben de çok dinlerdim, bundan da gocunmam hatta aradan 6-7 yıl geçmesine rağmen birçok şarkısının sözleri hala hatırımdadır, shinoda’nın yerine alsalar rap vokal açısından sıkıntı yaşamazlar o derece ama Minutes to midnight tan sonrasını takip etmedim.
16.01.2013
@atoutlemonde, ben uzun süre dinledikten sonra bırakmıştım baya bi süre dinlemeyi. Ama daha sonra tekrar açıp dinlediğimde ilk albümün baya baya başarılı ve dinlenesi olduğunu tekrar anladım. Hatta o zamanlar Reanimationu dinlemezken şimdi gayet başarılı buluyorum.
Dark Tranquillity-Projector.
5-6 ayrı giriş ile başladığım, kimisinin gelişmesini de yarattığım ama sonuca bağlarken darlandığım bir kaç yazı denemesinde bulundum bu albüm ile ilgili. Belki bir Dark Tranquillity makalesinde üzerine daha fazla gidebileceğimi bir takım şeyler sebebiyle bu albümün yeri bende o kadar başka ki, işte bunu anlatayım diyorum olmuyor, anlatmayayım diyorum, başlık o kadar tatlı ki bir yerden insanın tutunası geliyor…falan filan.
Hasılası bu albümün yeri bende çok başkadır. Benim müzikal geçmişimin dinleyici rolünde ilerlemeye devam eden bölümümün en büyük kaynağı, değişkeni, belirleyecisi Projector’dur filan diyeyim bari de, bu postun bir anlamı olsun. Çok da iddialı bir cümle biliyorum, daha artis olanlarını da kurdum bu sayfaların ücra köşelerinde, onu da biliyorum, ama Projector hep bi başkadır abi. Ben değiştim, O’nun değeri değişmedi.
25.01.2013
@Korhan Tok, ağzın bal yesin abi. projector ile başladım ben de. hatta daha da derinlere inelim; auctioned ile başladım ben metal dinlemeye. o gün bu gündür, metal hayatımda hep var. projector benim hayatımda çoooooooook önemli bi yer teşkil eder. hani bunu – senin de dediğin gibi – burda kelimelerle anlatamam. ne desem ”keşke şöyle demeseydim de böyle deseydim” diye kendi kendime söylenicem biliyorum. o yüzden susuyorum ve hemen bir auctioned açıyorum.
Death – The Sound of Perseverance
Lise ikideyken para biriktirmek için dershaneye yürüyerek gittiğim zamanlardı. Normal hızla yürürsem 35 dk da bitirebileceğim yolu sırf albümü baştan sona dinleyebilmek için salına salına yürürdüm. Albüm bitmeden dershaneye varsam dahi köşe başından bir tur daha atıp albümü bitirirdim. Bu süreç tabi eve dönerken de geçerli. Biriktirdiğim parayla aldığım elektro gitarla da bu albümde çalan parçaları çalacağıma kendi kendime söz vermiştim. Bu hızla da anca üniversiteyi kazandığım yaz alabildim ilk elektro gitarımı. Gel zaman git zaman şu an üniversitede 3. senem. Hani bazen gitarı elinize alıp da çok güzel bir melodi bulduğunuz da hem sevinirsiniz hem de ‘Ulan bu bir şeye benziyor ama…’ diye içinizden geçirirsiniz ve uzun bir süre hangi parçaya ait olduğunu bulamazsınız ya.. içten içe kahrolur insan. Bulduğum melodinin Flesh and the power it holds parçasının 32. saniyesinde giren o muhteşem geçiş olduğunu anlamam benim üç ayımı almıştı. Bilinç altı işte nelere kadirsin sen :)
Pantera – The Great Southern Trendkill
Gece sahilde dolaşmaya çıktığımda kayalıkların üzerinden koşarken düşmeyeceğimi hissettiren albümdür kendisi.
Opeth – Orchid
Rize’nin karanlık dağ dibi sokaklarında gezerken korkumu yenen albümdür kendisi.
Children of Bodom – Follow the Reaper
Odamın kapısını kitleyip every time i die ile boynum ağırana kadar kaç defa headbang yaptığımı hatırlamıyorum.
Dark Tranquillity – The Gallery
İlk dinleyişimde tüm şarkılarının bir saniyesinde bile sıkılmadan dinlediğim ilk albümdür. Evimizden beş dakika uzaklıkta bir cami vardı bahçesindeki banklarda veya şadırvana oturarak dinlerdim. Ne zaman açsam o cami aklıma gelir.
Pink Floyd – The Wall
Bir aralar yatmadan önce sürekli filmini açardım ve izlerken uyuyakalırdım.
Tool – Lateralus
Çok özel anlatılacak gibi değil.
Estatic Fear – A sombre Dance
İlk sevgilimden ayrıldığımda kendime işkence çektiriyordum bunla.
çok albüm var böyle hangisini anlatırsam anlatayım mutlaka bir şeyler eksik kalacaktır ama kısa kısa anlatayım.
mötley crüe – dr.feelgood: her şey mükemmeldi ve sırf albüm kapağı için almıştım, beni dönüm noktasında karşılayan bir çalışmadır. sonra bu albümden nefret ettim. glam metal’den ve saç gruplarını hiç sevmiyorum.
def leppard – hysteria/adrenalize: bu iki albüm rock dinlemeye başladığım zamanlarda beni bu müziğin içerisine daha da itti. sırf albüm kapaklarının güzelliğinden dolayı tişörtlerini de almıştım ve ben artık def leppard fanatiğiydim.
lynyrd skynyrd – second helping: beni southern rock müziğine aşık eden albümdür. bununla birlikte önüne geçemediğim derecede bir sürü toplulukla tanıştım. marshall tucker band, atlanta rhythm section v.b
shadow gallery – shadow gallery: hades records etiketiyle death metal zannederek aldığım bir albümdü. çünkü hades records o sırada obituary albümlerini falan basıyordu. bu albümü dinlememle birlikte bir daha death metal dinlemedim. çünkü müziğe aşık olmuştum.
obituary – cause of death: kapağından dolayı korka korka aldığım bir albümdü. beni death metal ile buluşturdu.
king diamond – the eye: bu albümü stephen king, dean r.koontz kitaplarımın arasında saklardım benim için albüm değil romandı. dinlemekten pek vazgeçmedim arada sırada takıp o müthiş ambiyansa kendimi kaptırıyorum.
rush – 2112: 2-3 defa dinledikten sonra air drum olayına geçtiğim tek albümdü ve o neil peart’ın ritimlerine inanamıyordum. bir defasında albüm kapağındaki fotoğrafın satanizmle ilgili olacağını düşünerek dinlemekten bile vazgeçmiştim. sonrası ise yola devam…
the black crowes – the southern harmony…: bu albüm için ne söylesem azdır. hiçbir albümü bu kadar fazla dinlemedim. 3 kaset eskittim 2 cd eskittim ve hala elimde 2 adet sıfır cd’si bulunur.
r.e.m. – out of time: steve stevens’ın atomic playboys albümünü kasete doldururken marketteki adam sana bir grup çekicem kasetin b yüzüne dedi ve o zaman bu albüm beni mahvetti. ilk dinlediğimde losing my religion daha meşhur olmamıştı. sonra beni mahvetti. o güne ne kadar teşekkür etsem azdır.
enchant – a blueprint of the world: sırf albüm kapağında “neo prog from USA” diye aldığım bir albümdü ve dinlememle birlikte beni aniden ters köşeye fırlatmıştı. gözlerimden yaşlar getirerek, hayaller kurdurarak dinlediğim bir albümdü. elimde 3 tane cd’si vardı ayrı ayrı şirketlerden basılmış.
müslüm gürses – küskünüm: arabesk tarihinde bu albüm kadar acı veren ve yankı uyandıran bir albüm daha tanımıyorum. dinledikçe içe gömülür kendimle kalmak isterim. müslüm gürses belki çoğumuz için bir şey ifade etmeyebilir ancak böyle bir başyapıt karşısında kendimi çok feda ettim. dinlediğimde isyan bayrağını çekerim. plağını çok aramıştım ama bulamadım. “kadeh kadeh sevgilim seni kalbime gömdüm.” ah ah!
orhan gencebay – dil yarası: beni müzikal olarak besleyen bir çalışmadır. arap müziklerine de ilgim olduğundan bana çok yakın gelmişti. gencebay’ın çaldığı solo bağlama sololar beni mahvediyordu. sanırım bu albümü beni kendi müziğine daha fazla yaklaştırdı. dinlemekten vazgeçemedim.
16.01.2013
@baha, Usta yanlış anlama ama King Diamond ,Shadow Gallery gibi isimlerin ardından bir anda Müslüm Gürses – Küskünüm’ü görünce beni bir gülme aldı. :D
Kesinlikle saygım sonsuz, Müslüm’ün bir çok şarkısını severim, Türkiye’deki en iyi seslerden biri olarak sayarım.
Orhan Gencebay’dan da Ziyankar derim, başka bir şey demem.
16.01.2013
@DrAQA, olur daha nelerle karşılaşırsın bakalım.:) bende roll dergisi okurken pink floyd ile kahtalımıçı’yı aynı yerlerde görünce gülerdim ama sonra olayın farkına vardık.;) tabii ilk önce garip geliyor ama bu da benim gerçeğim. öyle yok ben dinlemiyorum falan yok. dinliyorsak dinliyoruzdur.:) o albümü gerçekten çok seviyorum. küskünüm, hasret rüzgarları, seni kalbime gömdüm, topraklara gömeceğim… bunlar acayip şarkılar acayip, mahvediyor.:)
ziyankar ise muhteşem bir bestedir, orhan bir tanedir. teşekkürler.:)
16.01.2013
@baha, müslim gürses plağının yeniden basımı taksim mephistoda var 42 tl burdan duyurayım sadece kemanları için bile dinlenir o albüm orjinal baskısını 60 a bulurum sana
16.01.2013
@Swedish, orjinal baskısı temiz ise buradan iletişime geçelim. çok çizik istemiyorum. malum ilk baskıya nasıl bakmışlardır ama olmazsa da mephisto’dan alırım ben haber verdiğin için teşekkürler.:)
kemanlar için +1 ;)
16.01.2013
@baha, orjinal baskısını bende aradım bı arkadaşım söyledi kadıkoyde normalde 80 ama 60 a ayarlarız dıye.Söylediine göre temizmiş.İstanbuldaysan gideriz
Facebook kullanıyosan tahir pehlivanoğlu benim ismim.Haberleşebiliriz buradan
17.01.2013
@Swedish, tamam ben bir mephisto’da olanı da araştırayım da sana dönerim.
kadıköy’de zihni’de mi?
17.01.2013
@baha, yok yok bu antikacılar sokağında.Tamam sen bak nasıl istersen :)
Anathema – alternative 4: 38 derece sıcakta epey yol yürüdükten sonra dinlemiştim ilk defa. 40 dakikanın sonunda o sıcağa rağmen üşüdüğümü hatırlıyorum, ne zaman dinlersem dinliyim aynı etkiyi tekrar yaşarım.
Enslaved – Monumension: dinlediğim ilk ensalved albümü olmasının yanı sıra bunu dinleyene kadar black metalden ciddi şekilde nefret ediyodum. The Voices’ın 4. dakikasından sonraki bölüm yaşadığım en büyük “oha”lardan biridir. Black metalin ruhaniliğini ilk hissettiğim şeydir aynı zamanda.
Green Day – American Idiot: Açık ara farkla en fazla dinlediğim albüm. Konsepti, müzikalitesi bi yana albümün hissettirdikleri, samimiyeti inanılmaz. Ne zaman sıkılsam, mutsuz olsam dinlerim. Green Day gibi bir grubun böyle bir şey yapabilmiş olması gerçekten çok ilginç.
Pink Floyd – Meddle: Bana ilk defa müzik dinleme ihtiyacı hissettiren şarkıyı barındırdığı için yeri her zaman ayrıdır. “Echoes” en sevdiğim işitsel ögedir. Bildiğin teoman filan dinlerken karşılaşıp aşık olmuştum. ilk defa müzik dinlemek adına çaba sarfettiğimi hatırlıyorum. Bugün çok farklı türlerde onlarca grubu dinliyosam bunun nedeni “Echoes”la karşılaşmamdır.
Bide Dark Tranquillity var. Albüm ayırt etmem. karşılaştığımda lisedeydim. Okul çıkışı dolmuşa binmek için 3dk’lık bi yürüme yolum vardı. Bunu yeterli bulmayıp sırf müzik dinlemek adına ters yöndeki durağa yürüdüğümü hatırlıyorum. Durağa vardığımda, dolmuşa binmeyip gerisi geriye eve döndüğüm zamanlar bile olmuştu. Ama illa bi albüm söylemek gerekirse tabiki “The Gallery”dir. Sabahları dolmuştan indikten sonra o 3dk’lık yolu “Punish My Heaven”ı tam olarak dinleyebilmek adına yavaş yürürdüm.
Hayatımda gereğinden fazla yer kaplayan albümlerden bazıları bunlar. En iyi albümler listesi yapsam o listeye girerler mi belirsiz ama soru da bu değildi zaten.
Dream theater-Scenes from a memory :Albümü ilk dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu.Konsept,prodüksiyon falan herşey harika.Zaman zaman açar kendimden geçerim.
Devin townsend-Ziltoid :Haftada en az bi kere dinlediğim albüm.Bi insanın(ne kadar insan desemde deil) tek başına bu tür bi manyaklığı yapabilmesi beni çok etkilemişti.
Enslaved-Below the lights :İlk dinlediğimde dumur olmuştum çünkü dinlediğim şeyin daha önce benzerini duymamıştım.Bunlar metal yapıyosa diğer bi çok grup napıyo diye düşünmüştüm açıkçası.Bu arada dinlediğim ilk enslaved albümüydü.
Electric Light Orchestra – Eldorado : Dinlerken hayaller alemine daldığım tek albüm …
18.01.2013
@burock1988, yeni duyuyorum, güzelmiş baya.
19.01.2013
@ihsanoird, kopyalayıp bir daha at cevap olmayan şekilde, bunu silelim.
Cannibal Corpse- The Wretched Spawn: Lisedeyken Cannibal Corpse diye bir grup varmış albüm kapakları yasaklanmış falan diye duymuştum. Ertesi gün korsan albümler satan bir dükkana gittim. Kapağı gördüğüm an zaten büyülenmiştim. Eve gidince dinlemeye çalıştım ama yok arkadaş metalik sesli bir adam böğürüyor. Aradan bir kaç ay geçti bir kere daha denedim sonra da bir daha death metali bırakamadım. Şimdi bu albüm en favorilerimden birisi değil ama benim için en özel olan albüm diyebilirim.
Beni en derinden etkileyen albüm metale ilk başladığım zamanlarda[bu 4 yıl öncesi oluyor] ekşisözlükte baya övüldüğünü gördüğüm Necrophagist’in Epitaph albümü.Bu albümü dinleyene kadar Death Metal dağarcığım sadece Dying Fetus’un 1-2 ve Six Feet Under’ın 1-2 şarkısıyla sınırlıydı.Bu albümle birlikte Death Metal’in brutal hem teknik hem de duygusal yanını öğrenmeye başladım.Bu albümle birlikte ufkum açılmaya başladı.Bu albümle birlikte Death Metal hayatımda yer edinmeye başladı.Diminished To Be ve The Stillborn One’ı arka arkaya dinlememle bu ekstrem müzik türü benim önceliklerim arasına girdi.
“Beast we will wise, feast.Eye for an eye!”
Nasıl unutabilirim ki…
En çok etkileyen My Arms, Your Hearse albümüdür muhtemelen. Genelde lisedeyken albümleri okul yolunda dinlerdim. Taktım kulaklığı ve Prologue ardından April Ethereal… İçerdiği yoğunluk ve atmosfer açısından hala daha beni en çok etkileyen şarkılardan biridir. Albümdeki her şarkı için bir paragraf yazabilirim ki lüzumu yok.
İkinci albüm olarak This Godless Endeavor derim. Şu an 7 tel kullanmama sebep veren ve teknik olarak da bana çağ atlatan albümdür bu. Uzunca bir süre Born’un etkisinden kurtulamayıp albümümün tamamını dinleyemedim. Dinlemeye fırsat bulduğumda ise başka albüme geçmem biraz zaman aldı. Çünkü kulak Nevermore istiyor, yoksunluk sendromları başlıyordu :).
Bunlar dışında BTBAM-Colours, Quo Vadis-Defiant Imagination, Death-The Sound of Perserverance ve güncel olarak ise The Faceless-Autotheism’dir.
Hayatımı değiştiren ilk albüm şüphesiz ki Metallica’nın And Justice For All albümüdür. Ortaokul zamanlarında müzik bilgim sadece Burak Kut ve Yonca Evcimik’ten ibaretken okul servisinde bir arkadaşıma ne dinliyosun diye sormamla başladı. Metallica deyince adeta bir gerizekalı gibi metal mi o ne lan teneke gürültüsü demiştim. sonunda ısrarlarına dayanamayıp kulaklıkları taktım. önce savaş sesleri, helikopterler ve sonra giren ilk notalar. Neye uğradığımı şaşırdım. Hayatımda böyle bir şey duymamıştım, şarkı bittiğinde de nirvanaya ulaşmıştım. Albümü alıp evde eski kasetçalarımda 100 kere falan dinlemişimdir. Sonra zaten bu hale geldik.
Onun dışında ilk aldığım albüm Manowar Louder Than Hell albümü. Çoğu kimse sevmez ama benim en sevdiğim albümüdür. Albümden “Power” akıyodu. Ergen bünyeye iyi gelen bişey tabi.
Rotting Christ- A Dead Poem: Bunu ne zaman dinlesem orgazm oluyorum, metaforik olarak değil baya bildiğin kasıklarımda bişeyler oluyor. O yüzden gece yatarken dinlerdim hep ehe :)
İn Flames- Jester Race: Bu da ikinci aldığım albümdü. Ne kadar şanslıymışım ki aldığım albümler hep böyle fantastik çıkıyodu o zamanlar. Moonshield’ın girişinde takılmıştım baya bi süre ve uzun süre başka bişey dinlemedim.
Death- A Sound Of Persevarence: İlk dinlediğim Death albümü.Bunu zaten Ahmet Saraçoğlu yazdı üstüne benim diyeceğim bişey yok. Hala dinlerken gözlerin yaşarır bazı parçalarda.
Blind Guardian-Nightfall İn Middle Earth: Full time bir nerd olduğum sıralarda FRP oynarken keşfettim bu albümü hala da en sevdiğim Blind Guardian albümüdür. Bunu aşamadılar bence.
Son söz metal beni bugün olduğum kişi yapan şeydir. Onunla tanışmamış olsaydım büyük ihtimalle çok başka biriydim. Metalin her türlüsü candır.
Camel – Mirage: Her anını kusursuz bulduğum, sanki bu dünyadan olmayan bir şaheser. Tarif etmeye çalışsam beceremem.
In Flames – The Jester Race/Whoracle: Hayatım boyunca bu müziği dinleyeceğimi kulaklarıma haykırmış albümler.
Death (Bilhassa son 4 albüm): Death metalin sadece melodik yanını severken aksinin de olabileceğini bana kanıtladı. Death metalin sert tarafına ilk attığım adım.
Carcass – Heartwork: Death metalin yukarda bahsettiğim melodik kısmıyla sert tarafının kusursuz biçimde harmanlanabileceğini, ama bunu Carcass kadar büyük bir ustalıkla yapan bir grubun belki de asla çıkmayacağını bana göstermiştir. Bu açıdan özel.
Theory In Practice – Colonizing The Sun: Müzikal algımı değiştirdi. İşin içine Death grubunda bile olmayan bir ince işçilik ve teknik katarak beni şok etmiştir.
BTBAM – Colors: Daha önce bu kadar ilginç bir şey dinlememiştim.
Nevermore – This Godless Endeavor: Hayatımda en çok dinlediğim albümlerden. Ekmek gibi, su gibi.
Estradasphere – Buck Fever: Kendi çizdiğim sınırların dışına çıktığım bir albüm. Her fâninin dinlemesi lazım. Buna alternatif bulamadım henüz.
Rush – Moving Pictures: 3 nokta yanyana.
Artillery – By Inheritance: Dünyanın en iyi thrash metal albümü. Epey bir süre başka bir şey dinlememiştim.
God is An Astronaut – All is Violent, All is Bright: Post rock fanı değilim ama bu çok başka bir şey.
Kısa kısa yazıyorum, sanki önemsizmiş gibi ama değil. Uzun yazsam kesin sıçıp batırırım; çünkü ifadesi zor. Bu gruplara benzer grup bulacağım diye aylarca lastfm’i, youtube’u aşındırdım. Kolay değil arkadaşlar :(
19.01.2013
@ihsanoird, Colonizing The Sun hakkında düşüncelerim seninkisiyle aynı. Hayatımda dinlediğim en iyi işçiliğe sahip albüm. Bunun gibisi bir daha gelir mi hiç bilmiyorum.
Kesinlikle Dark Tranquillity – Projector
Lisedeydim abi, 9.sınıfa yeni geçmiştim ama inanır mısın müziğin m’sinden anlamazdım, o derece ilgisizdim müziğe karşı. ne pop dinlerdim, ne rock dinlerdim.. hiçbirşey dinlemezdim. sonra amcamlar geldi bi gün bize – ben de o aralar ”ulan neden ben hiç müzik dinlemiyorum anasını satiyim” diye sorguluyorum kendimi içten içe – amcamın benden büyük bi kızı vardı, baktım telefonunda loreena mckennitt var. açtım hemen dinledim carvanserai, santiago felan filan derken, bayağı bi tuttum bu hatunu. sonra abi dinledikçe dinledim, çölde susuz kalmış birinin suya sarılması gibi sarıldım loreena’mın albümlerine, amma velakin bi müddet sonra gördüm ki; yok abi, bu da değildi, sıkılmıştım. neyse o zamanlar benim abim de üniversite okuyordu. tatile gelmişti bi keresinde ve gelir gelmez evdeki varlığı hissedilmeye başlandı. nitekim; geldiği ilk gün ankaradan aldığı draconian – the burning halo, in flames – jester race, whoracle, opeth – morningrise ve bir kaç albümü daha evdeki tüm ahaliye son sesle dinletmeye başladı sağolsun. tabi bi de dark tranquillity – the gallery, projector, haven almış. tabi o zamanlar ben daha 15 yaşındaki varlığımla scream vokal nedir brutal nedir ne değildir hiç bilmiyorum. bu ipne de sürekli böğüren adamlar açıyo anasını satiyim, evdekilerin kulakları zikiliyo ben de dahil. abime sürekli yalvarıyoruz ”abi kapa, oğlum kapa, ipne kapa” diye ama adam yok diyo, kapamıyo. soruyoruz işte biz ”ne anlıyon lan bundan, mal gibi böğürüyolar sadece” diye, bize ”siz ne anlarsınız lan” felan diye artis artis cevaplar felan veriyo ipne. neyse abi annem bi gün menemen yapmış bize abi kardeş, bizi mutfağa çağırıyo, mutfaktan bağırıyo ”fırat – yalçın, gelin menemen yaptım” diye. abim de o sıra auctioned açmış full ses dinliyo. adam nasıl mod’a girmişse artık, mutfağa yemek yerken de dinleyebilmek için sesi her yere verdi anasını satiyim ev ”where did i sign” diye inliyo amk. annem de dayanamadı sonunda ”ya yalçın allah aşkına git şunun az sesini kıs, adam gibi yemeğimizi yiyelim” dedi. ben de tamam anne deyip gittim hemen. abi tam auctionedın sesini kısıyodum ki birden melodi durdu, bilen bilir, hani aucitonedın artık son melodisi girmeden önce, bas gitarla elektro gitar beraber çalındıktan sonra ufak bi klavye melodisi var ya, hah işte tam oraya denk geldim amk, şansa bak. ”oha abi bu ne” dedim kendi kendime. annem mutfaktan ”nerdesin yalçın gelsene” diye bağıra dursun ben sesi de kısmayarak şarkıyı bitirdim oracıkta. sonra hemen abimin yanına koştum. menemen yerken abimi soru yağmuruna tutmaya başladım ”fırat bu şarkıyı benim telefona atalım mı lan pcden, fırat daha böyle şarkılar var mı lan, bak bu böğürmüyo bana böyle böğürmeyen atsana, fırat bunlar necidir neyin nesidir” felandı filandı derken abim illallah etti benden. benim o zamanlar kapaklı bi telefonum vardı, o telefona ”aucitoned + therein” attı, ”sen bunları dinle, seversen atarım daha” dedi. sonra ben full her gün auctioned dinlemeye başladım, sözleri ezberlemeye çalıştım felan.. thereindeki brutal vokale de bi süre sonra alışınca ”fırat” dedim ”bana tüm albümü at!!!!” sonra fırat da (abim yani, bakmayın fırat dediğime) attı. sonra projectorle kalmadı tabi, the gallery, haven mevın derken ben bunların tüm albümlerini topladım. hatta öyle ki 2 yıl boyunca metal olarak sadece dt dinledim. yani dtnin her albümünün her şarkısının yazılış amacını, neyi anlattığını, sözlerinin anlamlarını, sözlerinin kendisini ezbere bilirim. hatta youtubeda 12bin felan dt vidyosu varsa en az 10bin’ini izlemişimdir. çoğu şarkılarını en az 10bin kez izlemişimdir. neyse daha sonra baktım ki ben metalci olup çıkmışım.
şimdilerde abim metal dinlemiyo, post rock, jazz felan takılıyo. bundan 3 senne evvel de bana ”2yıla sen de sıkılırsın’2 demişti ama hala sıkılmadım görüldüğü üzere:D y
yani demem odur ki; DARK TRANQUILLITY – PROJECTOR benim sadece müziğe olan (olmayan aslında) bakış açımı değiştirmedi, hayatımı birçok şekilde değiştirdi. misal ben o gün auctionedın sesini kısmaya gitmeseydim, dt’yi belki de hiç tanımayacaktım ve şu an sizin gibi insanların bu güzel yorumlarını okuyamayacaktım. Dark tranquillity, hani derler ya, hayatımın grubudur. Projector de (The Gallery ile birlikte) hayatımın albümüdür. Auctioned da hayatımın şarkısıdır. tabi daha sonra insomnium, arch enemy, in flames, opeth, katatonia, wintersun, agalloch, kalmah, norther, skyfire, at the gates, (ve daha birsürüüüüü grup) derken olaya bakış açımı (kendi çapımda tabi) bi hayli genişlettim ama, bu geniş bakış açısıyla da Dark Tranquillity bendeki yerini kaybetmedi. hani bazı gruplar vardır ya, sadece yaptıkları müzik yüzünden sevmezsiniz, herşeyini seversiniz, işte bu da böyle bişey. ne anlatsam hislerimi tam ifade edemem. o yüzden susuyorum ve yine auctioned dinlemeye gidiyorum. VIVA DARK TRANQUILLITY, VIVA PROJECTOR, VIVA AUCTIONED, VIVA THE GALLERY!!!!
25.01.2013
@tranquillist, hahhah çok iyiymiş :)) menemen yerken müziğe başlamak :))
25.01.2013
@tranquillist, dobralığına hayran oldum abi :D sırıtarak okudum, süpermiş :D
System of a Down – Toxicity: Metal müziğe ilk başladığım albüm.. Bilgisayarda tesadğfen bulmuştum ve acayip hoşuma gitmişti. Sonra dedim ki, işte budur be!
Megadeth – Rust in Peace: Beni gerçek anlamda Metal (özellikle de Thrash metal) hastası eden, hayatımın albümü diyebileceğim albüm. Her bir anı başyapıt. Yeri çok ayrıdır.
Death – Individual Thought Patterns: Benim için her şarkısıyla, her saniyesiyle, davullarıyla, basıyla, sözleriyle, adıyla, kapağıyla gelmiş geçmiş en kusursuz ‘metal’ albümüdür. İlk dinlediğim zamanları hiç unutamam. Overactive Imagination’ı kaç kere dinlemişimdir tahmin bile edemiyorum.
Opeth – Morningrise: Hayatta en sevdiğim 2 albümden biri ve dinlediğim en güzel, en özel albümlerden biri. Müzik algımın şekillenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Bi aralar 3-4 ay boyunca her gece açar baştan sona dinlerdim. Kusursuzluk.
Rush – Moving Pictures: Rush.
Atheist – Unquestionable Presence: Metal müzik algımı değiştirmekle kalmamış, yerle bir etmiş albüm.
Pink Floyd – The Dark Side of the Moon: Müziğin sadece müzikten ibaret olmadığımı anladığım albüm.
Porcupine Tree – Fear of a Blank Planet: Apayrı bir yeri var, cidden anlatmaya kelimeler yetmez.
Ulver – Shadows of the Sun
Agalloch – The Mantle
Between the Buried and Me – Colors
Yes – Close to the Edge
King Crimson – In the Court of the Crimson King
ve Megadeth – Rust in Peace: Metal dinlemeye başladığım albüm.
Çoğuna yorum yapmaktan kaçınsam da, hiç değilse bendeki önemini belirtmiş olmak için en önemlileriyle ilgili 1-2 bir şey karalamaya çalıştım ancak şu 12 albümün her biri cidden bendeki önemini hakkını vererek anlatamayacağım düzeyde önemli albümler.
26.02.2021
@İlker, liste ne kadar da bana benziyor. Her birine resmen ”oha oha bunu ben yazmadım dimi” dedim. Dinlemeyeli epey olmuştu bir close to the edge açtım
Sadece bu başlık altında değil, diğer başlıkların altında ki yorumları da görünce bir şeyi fark ettim. Millet hep dayısından aldığı, ya da sıra arkadaşının verdiği kasetle başlamış… Keşke bende o günlerde doğabilmiş olsaydım da böyle bir kültürüm olsaydı diyorum. Benim Metal’ e başlamam aslında çok küçük yaşlarda başladı. Ablamdan ve onun arkadaşlarından dolayı kulağım aşina idi bu müziğe. Ama 15 yaşıma kadar hiç müzik dinlemek istememiş olmamdan ve hiç bir müziğin ilgimi çekmemesinden dönüp bakmaya yeltenmemiş, uzak durmuştum. 15 yaşımdayken Slipknot ile ilk adımı attım. Ekstrem metal grupları ile yeni yeni şarkılar ve gruplar öğrenirken Metal türlerini, kimin ne yaptığını vs. bu tarz bilgileri de öğrendikten sonra yavaş yavaş iyi-kötü, piyasa için yapılmış gibi şeyleri öğrendikten sonra iyice neyin ne olduğunu anlamaya başlamıştım. (Bunda arkadaşım Mahmut’ un (kulakları çınlasın) ve internetin çok yardımı dokundu. Asıl noktaya dönersek benim hayatımı değiştiren albüm olmasa da, bu müziğe adım atmamı sağlayan şey Slipknot’ ın All Hope Is Gone albümüdür. Ama elektro gitar almamı sağlayan, bana gitarı sevdiren, HAYATIMI DEĞİŞTİREN GRUP DEATH’ tir… Arkadaşım beni basit brutal vokal kullanan grupları dinlediğimi görünce ”Eğer Brutal seviyorsan ve kaliteli metal dinlemek istiyorsan Death’ e bayılırsın” dedi. Bunu söyleyen kişi ise sadece Thrash ve Heavy Metal dinleyen, Hard Rock kültürü fena olmayan Mahmut’ tur yine. Youtube üzerinden Death’ in Symbolic şarkısını açtı ve haftalarda görmezden geldikten sonra bir oturup dinlemeye başlayınca aşık oldum bu şarkıya, albüme, Chuck’ a… Kaliteli gitar riflerini, kolaya kaçmayan ve en önemlisi sadece gaz grup ve şarkı dinlemeyip benim tüm hayatımı metal’ e çevirdi. Gerçekten Metal Kültürü bakımından olgunlaşmamı sağlamıştı. Satın aldığım ve dinlediğim ilk albüm ise Immortal – Sons Of Northern Darkness’ tır. Teşekkürler Slipknot, Mahmut ve DEATH!!!
The Cure-Faith
OO BAŞLIK UP’LANMIŞ :D :D
iki albüm söyleyeceğim. birincisi tarkan-aacayipsin. sene 90′lar (albüm çıkış tarihine bakarsak 94, yani ben de 10 yaşındayım) ve kaset yeni çıkmış. yazın kuşadasında ptt sokağında yürürken -büyük ihtimal simsiyah kapağı yüzünden- vitrinde dikkatimi çeken bu kasedi ana babaya aldırıyorum ve son şarkı “biz nereye”nin sonundaki o yaklaşık 1 dakikalık elektro gitar solosunu tekrar tekrar sararak dinliyorum. hayatımda elektro gitarı böyle bir şekilde duymamışım ve birkaç sene içinde ajfa kasedine (evet black değil ajfayı dinledim ilk) okulda erişip oradan gidiyorum. metal müziğe yöneltip oradan da daha büyük yerlere adım atmama vesile olması sebebiyle bu albüm 1 numara.
ikinci albüme geliyoruz. sene 2005 yazı üniversitede üçüncü ya da dördüncü senem hatırlamıyorum ama finallere girmemedir bütünlemelere gitmedir vs. alabildiğine uzatmakla meşgulüm onun farkındayım. six feet under diye bir diziye de sarmışım ebemi belliyor. o arada elimde iki cd var yazın döndürüp duruyorum ama birisi daha bir derinden işliyor. zaten dizi “ölüm-hayat” üzerine dehşet bir şekilde sağlı sollu vuruyor (ki izlediğim en iyi tv eseridir) bir de “biz sonsuzuz, bu acıların hepsi bir yanılsama” sözlerinin yer aldığı bu albümle neredeyse bir yaz sabah akşam cebelleşiyorum. böylece hayatta hiçbir şeyi fazla büyütmemeyi, hiçbir şeyin hayatın odak noktası olmadığını, her şeyin gelip geçici olduğunu, bu çok kısa süreçte sıkıntı yerine neşe yaratmaya odaklanmayı karakterimin bir numaralı ilkesi haline getirmememdeki göz ardı edilemez etkisi sebebiyle de lateralus 2. sırayı alıyor. (hoş tabi six feet under’ın etkisi çok çok daha fazladır ama olsun.)
ODRAZA – Rzeczom.
https://www.youtube.com/watch?v=eDsU_jYTEts
Motörhead – Ace of Spades
Bana çok ağır bir zehir vermiş bir albüm.
Metallica – Ride The Lightning
Bütün ergenliğime damga vurmuş albüm
Death – The Sound of Perseverance
Kalbimi yerinden söküp paramparça etmiş albüm.