Adından pek belli etmese de saykodelik ve progresif rock dolaylarında alternatife göz kırparak dolaşan Norveç’li bir grup MOTORPSYCHO. 1989′dan beri bizlerle. Kendileriyle tanışmam da bundan iki sene öncesinde, “Heavy Metal Fruit” isimli albümlerini piyasaya sürmeleriyle başlar. İlk görüşte aşktır hatta. Hani bazı gruplar vardır, utanmadan müzik hakkındaki görüşlerinizi değiştirirler, zevklerinizi de değiştirirler. MOTORPSYCHO’nun yeri de bende böyledir. THE SMITHS’ten alıntı yaparak devam ediyorum; some bands are bigger than others, çünkü…
…bu parça. Bulduğum bu YuuTub linki 14 dakika olsa da parçanın orijinali 20 dakikadan fazla. Jonathan Swift’in 1700′lerde yayımlanan “Gulliver’s Travels” isimli hikayesine atıfta bulunarak “Gullible’s Travails” şeklinde adlandırılan bu arkadaş, “Hmm. Evet, bu da bi şeymiş. Neyse çay koyiim…” gibi bir tepki vermeme neden olmuştu. O çaydan sonra hayatım değişti, bir nevi COLOUR HAZE’lere, EARTHLESS’lara açılan kapı oldu benim için. Aradan geçen 2 sene boyunca grubun diğer albümlerine de “Heavy Metal Fruit” heyecanıyla baktım. Üzmediler. Ama bir şeyler farklıydı hepsinde.
İlk albümü “Lobotomizer”a stoner metal, ondan çok çok sonra yaptıkları “Let Them Eat Cake”e progresif/caz-rock, bu iki albümün arasında çıkan “Timothy’s Monster”a, “Blissard”a indie/noise rock diyebilirim. Genel olarak saykodelik rock şeklinde adları anılsa da metal, caz, pop ve nice müzik tarzında ürünler verebilen, bu tarzları harmanlayabilen insanlardan oluşuyor MOTORPSYCHO. Kısacası, öyle “E hani stoner’dık, metaldik olum… Indie, saykodelik derken caz n’alaka şindi?” gibi bir kaygı olmadan, kaliteli müzisyenler tarafından yapılan kaliteli bir müzik var ortada.
Gel gelelim 2012′ye. 2012′nin ilk 6 ayı beni yavaş yavaş hayal kırıklığına uğratmak üzereydi ki yazın sonlarına doğru albüm bombardımanı başladı. “The Death Defying Unicorn”, bu ilk 6 ayda her şeye rağmen bir umutla yaşamaya devam etmemi sağlayan yegâne albümlerdendi. 2003′te JAGGA JAZZIST ile yaptıkları “MOTORPSYCHO & JAGGA JAZZIST HORNS” adlı işbirliği sonucu, tadı damakta kalan, bu albüme yakın bir albüm ortaya çıkmıştı zaten (JAGGA JAZZIST’le tanışmam da böyle olmuştu). Bu yüzdendir ki MOTORPSYCHO’nun adının yine bir caz tabanlı müzisyenle anılmasına sevinmiştim. Norveç’li avangard /emprovize müzik grubu SUPERSILENT’tan Ståle Storløkken’i yanlarına aldılar ama albümün adında ekstra tek bir müzisyen ismi geçmesine rağmen Ola Kvernberg, TRONDHEIMSOLISTENE ve TRONDHEIM JAZZ ORCHESTRA gibi konuklar da mevcut. Sonuç olarak bir grup insan toplanıp bu albümü yaptı. Yüksek beklentilerle bastığım play butonu, 85 dakika sonra beni üzmeyince kırlara koşup papatya toplamak istedim. 10 saniye kadar süren bu istek yerini buzdolabı ve acaba buzdolabının içinde ne olduğunun merakına bırakınca da vazgeçtim haliyle.
Elimizde yine progresif tabanlı, cazcı eli değmiş, ucundan avant-prog kategorisine sokulabilecek bir albüm var. Ne yaptığınızı bildikten sonra istediğiniz kadar saçmalayabilirmişsiniz yani. Albüm tatlı mı tatlı, bir o kadar da acayip “Out of the Woods” ile “Selam ben geldim.” diyor, “Yanıma garip isimli garip insanlar aldım, bu sefer de böyle değişik bi’ şey yapmaya karar verdim.” diye de ekliyor kerata. Storløkken eseri olan “Out of the Woods”u takip eden “The Hollow Lands” var ki, “Out of the Woods”la beraber tek şarkı olsa da olurmuş. Müzisyenin seçimi tabii, bir şey diyemeyiz. “Out of the Woods” hakkında önemli bir nokta muhtemelen şudur ki, önünüzdeki yaklaşık 80 dakika boyunca nasıl bir şeyle baş başa kalacağınızın iki buçuk dakikalık özeti niteliğinde. Aslında şimdi bahsettiğim “ayırmayaydınız da iyiydi” konusundaki gibi, bu giriş parçasına, ikinci parça “The Hollow Lands”in ilk iki-üç dakikasını da katarsanız (biraz da şundan koyalım…) daha doyurucu bir özetiniz oluyor.
Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum ve konuyu değiştiriyorum. Gitar tonu. Müzisyenlerin albümdeki en büyük yaratıcılıklarından biri de bu konuda geliyor şahsıma sorarsanız. Ton deyip geçmemek lazım, çok şey belirliyor. Çünkü bu denli bir albüme aynı anda hem “caz, senfonik” hem de “saykedelik, stoner etkili” diyebilmemizin başlıca nedenidir kendileri. Ståle Storløkken’i işin içinden çıkartırsak elimizde COLOUR HAZE tadında şeyler kalıyor (daha çok ilk CD için geçerli bu). Bu noktadan yola çıkıp da işi “The Death Defying Unicorn”un dinlediğimiz bu son haline getirmek, takdir edersiniz ki her babayiğidin harcı değildir. Zaten bundan önce de yıllarca, değişik türlerde, farklı albümler ortaya koymuş MOTORPSYCHO’nun belki de aynı anda en çok öğeyi barındıran yapıtıdır bu tek boynuzlu albüm. Üstelik doğru formüllerle, abartmadan. Parantezi kapatabilirim.
2 CD olarak piyasaya sürülen albümün ilk CD’si gayet eğlenceli ve akıcı. Ha, buradan “…ama ikinci CD de bir o kadar kötü be aabi” gibi bir fikir çıkarmayalım. Oraya geleceğim. Saykodelik stoner gruplarından fırlama soloları ve gitar rifleri, senfonik düzenlemeleri, “uzun şarkı yapalım tam olsun” kasıntısıyla değil de kendiliğinden zaten uzun ve kusursuz olmaya meyilli kompozisyonları, bol katmanlı yapısı, başka başka enstrümanlarıyla “The Death Defying Unicorn”, 2012 içinde dinlediğim en güzel olaylardan birisi. Yakalanan ve kaybedilmeyen bir dinamik var ki şans işi olmadığı belli. Sağdan soldan hep bir şeyler fırlıyor, sizi rahat bırakmamakta kararlılar. Aynı gitmekten kaçıp, kendilerine “İşi daha renkli hale nasıl getiririz?” sorusunu sordukları ve enstrümanlarıyla “aha böyle bence” şeklinde cevapladıklarını görebiliyoruz. Özellikle ses rengini sevdiğim Bent Sæther’ın hoş mu hoş, şarkıya kendisini veren vokalleri de ayrıca dinlemeye değer. Yıldızlı pekiyi Brent. “Into the Gyre”daki ilk dönem PINK FLOYD esintileri de beni ayrıca mutlu etti zaten. Salak salak sırıtmıştım hatta.
Albümün 41 dakikalık ilk CD’sinin aksine, aşağı yukarı aynı uzunluğa sahip 2. CD, büyük ölçüde daha klasik, durgun bir müzik sunuyor dinleyiciye. Yine bahsi geçen müzisyenlerin tür konusunda ne kadar açık olduklarını daha iyi anlayabiliyoruz burada. Dikkatimi çeken ve fark edince öyle kendi kendime “heheh.. heh. he..” dediğim diğer bir nokta ise 2. CD’deki “Sculls in Limbo” isimli kısa arkadaş. Harsh Noise dinleyeniniz var mıdır bilmiyorum ama “Sculls in Limbo” benim gözümde “ılımlı harsh noise” oldu artık, MERZBOW’un “ÖEAAH” dedirtmeyeni adeta. Cızırdatmayanı mı desem? Her neyse yahu, konudan uzaklaşıyorum. “Oh, Proteus – A Lament” ile başlayan 2. CD, beş parça boyunca bizi ilginç triplere soktuktan sonra “Mutiny!” ve ardından gelen “The Hollow Lands”in kardeşi diyebileceğimiz “Into the Mystic” ile ilk CD’ye göz kırparak şöleni sonlandırıyor. Ama bu beşlinin içinde “La Lethe” yok mu… Albümden ayrı bir yere koyuyorum. Sonra da bakıp bakıp “Vay be.” diyorum.
Ståle Storløkken’in sağladığı uyumla coşan MOTORPSYCHO, arkasına aldığı diğer müzisyen topluluklarıyla beraber “The Death Defying Unicorn” denen albümü ortaya çıkarttı, beni üzmemeye devam etti. Tür içinde yükseklere konulabilecek bir albüm benim için. Sevmeyenine türü sevdirebilecek bir albüm müdür? Olabilir gözüyle bakıyorum. Sevenine de gayet keyifli bir 85 dakika geçirteceğine eminim. Teşekkürler çocuklar :’(
Başka bir yerde söylediğim bir şeyi burada da tekrarlamak istiyorum. Hafız biz 18-19 yaiımızdayken KoRN, Metallica, Sepultura, Iron Maiden dinlerdik. Şimdi bu yaşta olanlar MOTORPSYCHO AND STÅLE STORLØKKEN, ALUK TODOLO falan dinliyor. Vat dı vat?
2 yıl evvel bir yaz günü, heavy metal fruit’i -ve jaga jazzist’in what we must’ını- dinleyip saygıyla karışık hö?! duygusuyla kalakalmıştım. zor zamanlardı. o gün aklıma geldi görünce. eline sağlık.(bi de böyle; sitede bazı kritikler arada kaynıyor gibi oluyor, anama SÖĞÜLMÜŞ gibi hissediyorum. içim burkuluyor.)
Başka bir yerde söylediğim bir şeyi burada da tekrarlamak istiyorum. Hafız biz 18-19 yaiımızdayken KoRN, Metallica, Sepultura, Iron Maiden dinlerdik. Şimdi bu yaşta olanlar MOTORPSYCHO AND STÅLE STORLØKKEN, ALUK TODOLO falan dinliyor. Vat dı vat?
2 yıl evvel bir yaz günü, heavy metal fruit’i -ve jaga jazzist’in what we must’ını- dinleyip saygıyla karışık hö?! duygusuyla kalakalmıştım. zor zamanlardı. o gün aklıma geldi görünce. eline sağlık.(bi de böyle; sitede bazı kritikler arada kaynıyor gibi oluyor, anama SÖĞÜLMÜŞ gibi hissediyorum. içim burkuluyor.)
Şunu bir hortlatayımda insanlar görür belki, ÇOK GÜZEL ALBÜM LAN DİNLEYİN BENCE.