Sene 2012 ve her çift sayılı yılda olduğu gibi yine yeni bir Soulfly albümüyle karşı karşıyayız. Üretkenliği sebebiyle kimi şımarıklar tarafından artık heyecan verici bulunmayan, kimi fanboylar içinse bir mutluluk kaynağı olan, Brezilya’nın çok, İtalya’nın ise biraz gurur duyduğu, fakirin ve ezilmişin dostu Max Cavalera ve her albümde gitgide biraz daha gaza basan grubu Soulfly, yine arayı çok açmadan, çantasına yine bir ton konuk müzisyen alarak, yeni albümü Enslaved ile ortamlara geri dönüş yapıyor.
Peki bu geri dönüş hayırlı bir geri dönüş mü olmuş, iki senede bir albüm çıkarmayı adet edinmiş olan Soulfly, her albümde aynı yemeği yemekten şikayet edenleri bu kez heyecanlandıracak bir şeyler bulabilmiş mi, aynı şekilde Soulfly’ın hiç de sabit durmadığını, her albümde yeni bir şeyler denediğini savunan karşıt görüşlüler albümden tatmin olmuş mu? Bu soruların cevaplarını birazdan… veremeyeceğim elbette, zira ben de bilmiyorum, gidip onlara sormak lazım. Ancak iki gruba da dahil olmayan, fakat iki grupla da benzer fikirlere sahip olan biri olarak birkaç şey söyleyebilirim.
Öncelikle evet, Soulfly gerçekten de formülize denebilecek derecede basit yapılı ve tahmin edilebilir bir müzik yapıyor ve bunu her albümde bıkmadan usanmadan yapıyor. Bir şarkıyı belli bir yere kadar dinledikten sonra birazdan gelecek rifi, daha sonrasında gelecek melodiyi ve soloyu pekala tahmin edebiliyorsunuz. Rif sayısı oldukça az, şarkı iskeletleri mümkün olduğunca minimalistik. Kaldı ki Max Cavalera’nın gitarında da sadece 4 tel var, varın siz düşünün ne kadar çeşitli yapılarda şarkılar yapabileceklerini. Allah aşkına şunları yazarken gözüm açıldı resmen, yıllardır niye bunları dinliyorum ben mal gibi? Salak mıyım neyim?
Ama işte kazın ayağı öyle değil. Evet, şarkı yapıları oldukça basit, rif sayısı bayağı az. Fakat işin bu aşamasında Max Cavalera gibi bir ilah, bir metal terminatörü devreye giriyor. Mantıklı bir açıklama getiremeyeceğim belki fakat, bu kadar basit şarkı yapılarına rağmen bir şekilde şarkı trafiklerini başarılı bir şekilde ayarlamayı, az sayıda yazmasına rağmen insanı heyecanlandıracak, hoplatacak zıplatacak, gaza getirecek, kanın daha hızlı pompalanmasını sağlayacak rif bulmayı başarıyor. Bu iskeletin üzerine mükemmel bir vokal, çılgın yetenekli bir solo gitarist ve tonla konuk sanatçıyla birlikte zenginleşen kadro ile Soulfly albümleri kaçınılmaz olarak başarılı oluyor, kulakları şenlendiriyor, duvarları kırdırıyor.
Bir de şöyle bir durum var ki, Max Cavalera daha önce Sepultura ile gittiği yolun ters istikametini, şu anda Soulfly ile gidiyor. Yıllar içinde çıkan albümleri incelediğimiz zaman Max Cavalera’nın yola black metal etkili bir death metal albümü Morbid Visions ile başladığını, daha sonra death metal etkili thrash metal albümleri Schizophrenia, “Beneath the Remains” ve “Arise” ile devam ettiğini, daha sonra giderek dallanıp budaklanan bir anlayışla groove etkili thrash albümü “Chaos A.D.” ve son olarak da bu dallanıp budaklama sonucunda ortaya çıkan endüstriyel ve etnik yapılı, numetal etkisi bayağı yoğun Roots ile Sepultura macerasının son bulduğunu görüyoruz. Şimdi Soulfly’a baktığımız zaman ise yoğun numetal etkisi içeren birkaç albümün ardından aşırı etnik Prophecy’nin geldiğini, sonrasında Dark Ages ile birlikte thrash etkili sound’una geri döndüğünü görüyor, “Conquer” ve “Omen” ile ise artık iyiden iyiye death metal’e göz kırpan thrash sound’unu benimsediğine şahit oluyoruz. Bugünün konusu Enslaved’in ise artık thrash yapısının yanına death metal’i de yerleştirdiğini düşünürsek, Soulfly’ın Sepultura’yı tersten bir şekilde kopya ettiğini ve gelecek yıllarda çıkacak Soulfly albümünün ucundan black metal’e bile bulaşacağını söyleyebiliriz mehehe.
Ancak bunu elbette bir geçmişi taklit etmek olarak görmek mümkün değil. Zira ne kadar izlenen yol bariz bir şekilde geçmişi işaret ediyor olsa da icra edilen müzikler arasında çok bir benzerlik yok ve iki grubun da karakterinin farklı olduğunu görebiliyoruz. Bu bakımdan Max Cavalera geçmişe yolculuk ederken bu yolculuğu Soulfly tavrı ile yapıyor ve açıkça söylemek gerekirse, ben de bu tavrın hastasıyım.
“Enslaved”e baktığımız zaman, yukarıda bahsettiğim gibi kolay tahmin edilebilir ve formulize şarkı yapılarının çok iyi bir şekilde düzenlendiğinin ve harika riflerle, çok çok iyi davullarla ve Max Cavalera’nın sevmeyenine rastlamadığım enfes vokalleriyle bezenerek icra edildiğini görüyoruz. Müzikal yapıya baktığımız zaman ise yine yukarıda bahsettiğim gibi şarkıların artık Soulfly tarihinde hiç olmadığı kadar death metal’e yakın durduğunu, gürültünün ve agresifliğin bir dakika kesilmediğini, tribal ve etnik olaylara girmeden, çok daha direkt ve öfkeli bir şekilde suratımızda patladığını hissedebiliyoruz.
Evet, Soulfly’ın kuruluş amacı, isminden de rahatlıkla anlaşılabileceği üzere, tribal ve ruhani bir müzik yapmak, etniklikten etniklik beğenmek olmasına rağmen “Enslaved”in diğer Soulfly albümlerinden en büyük farkı, neredeyse hiçbir şarkıda etnik, tribal olaylara bulaşılmaması. “Prophecy” ile içinde ne kadar etnik müzik yapma sevdası varsa hepsini kusan ve o zamandan beri giderek bu yönelimini minimuma çeken Max Cavalera, “Enslaved”de bu tavırdan tamamen uzaklaşmış ve çok daha saf bir müziğe yönelmiş.
Kadroda ise birtakım değişiklikler var. Soulfly’ın ilk zamanlarında her albümde farklı müzisyenlerle çalışacağını, farklı deneyimlerden kaçmayacağını açıklayan Max, Marc Rizzo’yu bulduğundan beri bu kararından vazgeçse de grubun geri kalanını yenilemekten sakınmamış. Bu kez baslarda Bobby Burns yerine ayı death/grind grubu Asesino’dan Tony Campos, davulda da çok sevdiğim Joe Nunez yerine bu albüme kadar neredeyse hiç sevmediğim eski Borknagar, Arsis, Malevolent Creation davulcusu David Kinkade yer alıyor. CV’lerinde bolca death metal referansı olan bu iki üyenin tam da Enslaved öncesi gruba katılması bayağı mantıklı olmakla beraber, grubun yıllardan beri müzdarip olduğu “core’cu yavşaklar” imajından sıyrılıp, Kenworth Trucks hayran kulübünün Arizona şubesine dönüşmesine katkıda bulunmuşlar zira fotoğraflarda da gördüğünüz gibi Tony Campos kavgada asla karşı grupta olmasını istemeyeceğiniz bir tip. Max’in zaten yıllardır pislikten geçilmeyen imajıyla beraber yılların disko müdavimi tipli Marc Rizzo’su da kendini kamyon piyasasına adayan bir imaj benimsemeye karar verince, yaptıkları albüm kadar sert ve ecnebinin “badass” dediği bir kılığa bürünmüşler.
Modayı bırakıp bu üyelerin müziğe ne gibi katkıları olduğunu konuşalım dilerseniz. Öncelikle az önce söylediğim gibi davulcu Kinkade’den bu albüme kadar hiç hoşlanmıyordum fakat bunun asıl sebebi gerçekten eşlik etmesi zor bir grup olan Borknagar’ın duygu yüklü pasajlarının içine etmesiydi. Borknagar’la “Urd”u kaydeder kaydetmez Soulfly’ın kadrosuna katılan Kinkade’yi bu albümle birlikte kendini bulmuş, asıl yapması gerekeni yapıyormuş olarak gördüm. Zira kendisine hiç uygun olmayan Borknagar’dan sonra ayılar ayısı bir grubun en hayvan albümüne denk gelince asıl yeteneklerini gösterme fırsatını bulabilmiş Kinkade. Albüm boyunca hüküm süren vahşeti ve pisliği çok iyi bir şekilde yönlendiren, muhteşem ataklarıyla ve çok da yaratıcı olmasa da çaldığı yere çok uygun pasajlarıyla takdirimi kazandı Kinkade.
Tony Campos için çok fazla söyleyebileceğim bir şey yok, grubun minimalist sayılabilecek tavrına uygun olarak çok çılgın şeyler yapmasa da grubun şimdiye kadarki en etkin basçısı olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda Bobby Burns’ün aksine death metal çıkışlı olduğu ve grubun da bundan sonra yöneldiği tarz bu topraklar olacağı için şarkı yazım süreçlerinde Max’le karşılıklı fikir alışverişlerine girebilirler diye düşünüyorum. Onun dışında çok bir artısını veya eksisini görmedim.
Marc Rizzo ise giderek temposunu artıran ve sertleşen müzik karşısında solo bazında biraz geri plana gelmeye başlamış. Normalde alıştığımız kadar boş alanı yok ve yeteneklerinin tümünü sergileyebilmiş diyemem fakat tamamen etkisini tabii ki kaybetmemiş ve Gladiator, Legions, Redemption of Man by God gibi şarkılarda kendini hayli hayli gösteriyor. Onun dışında örneğin bir “Conquer”daki gibi ağızları açık bırakmıyor. Olsun, enstrüman masturbasyonuna karşı her zaman savunduğum “doğru şeyi doğru zamanda yapma” düsturuna göre çok tatmin edici bir performansı olduğunu söyleyebilirim en azından.
Soulfly albümlerinin vazgeçilmezi, konuk vokalistlere baktığımız zaman karşımıza Cattle Decapitation’dan Travis Ryan ve Devildriver’dan Dez Fafara çıkıyor. İtiraf edeyim, şu albüme kadar Cattle Decapitation dinlemişliğim yoktu fakat Travis Ryan World Scum’da öyle hayvan söylüyor ki direkt olarak Cattle Decapitation’ı araştırmaya koyuldum, (hatta yorum kısmında albüm tavsiyesi verecek olan olursa sevinirim). Ses rengi olarak Glen Benton’ı andıran ve tıpkı onun gibi low pitch bir vokalle brutalini destekleyen Ryan, yine iyi bir iş çıkartmasına rağmen o kadar da akılda kalan bir performans sergilemeyen Dez Fafara’dan çok daha iyi söylemiş ve albümün en büyük hit’ine direkt olarak tesir etmiş.
Toparlayacak olursak, artık Max Cavalera’nın death metal topraklarına iyiden iyiye dönüş yaptığı ancak alışıldık Soulfly dokusunu da yitirmeyen bir albüm olmuş Enslaved, eminim ki kimi eski Sepultura fanlarını şaşırtıp yüzlerine bir gülümseme yerleştirecektir. Onun dışında Soulfly’ın son 4 albümünde yakaladığı ivmeden memnun olanlar için zaten sorun yok, yine zevkle dinlenecek, sahiplenilecek bir iş “Enslaved”. Hatta diğer albümlere -özellikle Omen’e- göre artılarına bakacak olursak, artan rif sayısı, şarkı sürelerindeki uzayış, düzenlemelerin artık daha az formülize hissettirmesi gibi olgular, “Enslaved”in ömrünü uzatıyor. Şarkılara bakacak olursak da albümün tartışmasız hiti World Scum, epik ikinci yarısıyla ve nakaratıyla Gladiator, oldschool thrash temposuyla Treachery, tam bir şiddet gösterisi Redemption of Man by God, İspanyolca sözleri ve aralarda kendini gösteren flamenko gitarıyla Plata O Plomo ve bu kez karşımıza yaylılarıyla çıkan, geleneksel “albümün sakin enstrumantali” serisinin 8. ayağı Soulfly VIII, dinlemesi oldukça keyifli yapıtlar. 2014′te yeni bir Soulfly albümüyle görüşene dek,” Enslaved” hepimizi idare eder. Hoşçakalın.
Kadro Max Cavalera: Vokal, gitar, sitar
Marc Rizzo: Gitar
Tony Campos: Bas
David Kinkade: Davul
Şarkılar 1. Resistance
2. World Scum (Travis Ryan ile düet)
3. Intervention
4. Gladiator
5. Legions
6. American Steel
7. Redemption of Man by God (Dez Fafara ile düet)
8. Treachery
9. Plata O Plomo
10. Chains
11. Revengeance (Richie, Zyon & Igor Cavalera ile düet)
12. Slave (bonus)
13. Bastard (bonus)
14. Soulfly VIII (bonus)
joe nunez ve yeşil saçlı bassçı eleman iyiydi hoştu ama bence soulfly’ın asıl omuriliği marc rizzo denen mutanttır. onun için en son kadro değişikliğinin çok derinden sarmayacağı bir gruptu soulfly, hatta iyi bile geldi 2010′daki albümle kıyaslar isek.
joe nunez ve yeşil saçlı bassçı eleman iyiydi hoştu ama bence soulfly’ın asıl omuriliği marc rizzo denen mutanttır. onun için en son kadro değişikliğinin çok derinden sarmayacağı bir gruptu soulfly, hatta iyi bile geldi 2010′daki albümle kıyaslar isek.
Tony Campos’un Sakalı Cumhuriyeti.
max’in saçı neden bu kadar dandik anlamıyorum. o arkadaki kütlenin sebebini açıklamasının vakti geldi artık.
27.04.2012
@Lefthandpath, e ‘dreadlock’ hadisesi işte o,
28.04.2012
@nordson, evet o kısmı sarıp 6 ay yıkamamış.
29.04.2012
@Lefthandpath, dreadlock da aşmış bi dreadlock chris barnes gibi yapaydı iyiydi maxın eski saçı daha güzeldi ya sepulturadayken
underrated albüm!!
Çok güzel albüm ve ona yaraşır bir kritik.