Günümüzde metal dünyasında yer alan onca gitarist arasından beni en çok etkileyen ve uzunca bir zamandır favori gitaristim konumundaki isim, NEVERMORE’dan ayrılma haberini ilk gördüğümde, büyük bir inanamamazlık eşliğinde elimle ağzımı kapadığım ve bunca yıldır dinlediğim bu müzikte bana gerçek anlamda bir hassiktir dedirtmişliği olan, gitar üzerinde yapılmadık numara bırakmayan gitar fenomeni Jeff Loomis, yani JLo’dur (pop dünyasının var, bizim de bi JLo’muz olsun).
NEVERMORE’da olduğu sıralarda çıkardığı “Zero Order Phase” ile gitar albümü kavramını olabilecek en sert tarafa yaslayan ve Jason Becker, Marty Friedman gibi isimlerden aldığı ilhamlarla geliştirdiği özgün solo tekniğini, rif yazmadaki benzersizliğiyle harmanlayıp muazzam bestelere imza atan Loomis, o albüm ile “gitar albümü” olayını sıkıcı bulan kesimlerin bile ilgisini çekmiş, adeta vokal kanalları çıkarılmış bir metal albümü yapmıştı.
“Zero Order Phase”i iyi yapan şey, Loomis’in “bakın nasıl da…” olayını olması gerekenden öne çıkarmayıp, masturbasyonun içini doldurmuş olması (oha lan ne dedim ben) ve olayı sadece ve sadece solo ve gavur tabiriyle “shred” dinlemek isteyenlerle sınırlı tutmamış oluşuydu. Teknik olarak hayvanlık mertebesinde olan JLo, aklı NEVERMORE tarafından yeterince alınmış kişiler tarafından bilindiği üzere, beste ve duygu konusunda da eksiği gediği olmayan bir isim. Lâkin şöyle bir durum var ki, ne kadar olağanüstü bir gitarist olursanız olun, solo gitar albümü yapmanın riskli bir tarafı var, o da albümlerin bir yerden sonra kendilerini tekrarlamaya başlaması. Çeyrek asır civarı bir süredir gitar çalan bir insanın yeni albümünü dinlediğinizde “kendini çok geliştirmiş” diyemeyeceğimize göre, NEVERMORE’la başyapıt üstüne başyapıt yaratan JLo’nun ikinci bir “Zero Order Phase” yapacak kadar “herkes gibi” olmadığı da açıktı. Bu yüzden de Loomis, farklı bir şeyler denemeli, heyecanı tazelemek adına birtakım denemelerde bulunmalıydı.
Solo gitar albümü yapan biri için bu konudaki en mantıklı çözüm, elbette ki albüme vokal de içeren şarkılar katmak ve insanların farklı bir şeyler duymasını sağlayarak, gelecekte karşılaşabileceği “yine dülülülülülülü solo albümü işte” düşüncelerine karşı, asıl olayının “şarkı besteleyebilmek” olduğunu göstermekti. Elbette o “dülülülülülü” sololar yine olacaktı, ancak şu da bir gerçek ki Loomis bu albümü de “Zero Order Phase” gibi tümüyle enstrümantal yapsa, yapılan işi sıkıcı bulacak insan sayısı da artacaktı.
Peki ne oldu? Loomis albüme bir sürü konuk aldı. “Plains of Oblivion“da Loomis’e gitarıyla eşlik eden isimler Marty Friedman (Mercurial), Tony MacAlpine (The Ultimatom), Chris Poland (Continuum Drift), Attila Vörös (Requiem For the Living) gibi isimlerken, vokal namına albüme katkı yapanlar ise Ihsahn ve Christine Rhoades olarak karşımıza çıkıyor. Bilindiği gibi Rhoades NEVERMORE’un “Dreaming Neon Black” albümündeki aynı isimli şarkıda gruba eşlik etmiş, ardından da sessizliğe gömülmüştü. Kendisini bu albümde Tragedy and Harmony’de ve Chosen Time’da duyuyoruz. Ihsahn’ı ise Surrender adlı şarkıda hem yırtıcı, hem de clean vokalleriyle dinleme fırsatı buluyor, bu seçiminden dolayı Loomis’e selam gönderiyoruz.
Davulun arkasında bu kez, 2012′de çıkan tüm metal albümlerinde çalan ve son yıllarda metal dünyasının en revaçta olan davulcusu konumundaki Dirk Verbeuren’i görüyoruz. Her zamanki gibi dehşet işler yapıyor, ne kadar doğru bir seçim olduğunu kanıtlıyor. Bas gitarda ise Loomis’in YouTube’da keşfedip temasa geçtiği Shane Lentz adlı arkadaş var. YouTube’da aratırsanız, tapping manyağı bir 31′ci olduğunu görebilirsiniz.
Albüme gelirsek; “Plains of Oblivion”da özellikle davul kullanımı kaynaklı bir gelişim görüyoruz. Şöyle ki, her ne kadar gayet iyi olsa da ilk albümde daha ziyade sadece ritim görevi üstlenen davul, Dirk’ün elinde bestelerin şekillenmesine de vesile olan bir hale bürünmüş ve ortaya daha bir grup müziği çıkmış. Başta blast beat kullanımı olmak üzere, “Plains of Oblivion” “Zero Order Phase”e nazaran daha kaotik ve yardırmalı anlar barındırıyor. Escape Velocity buna güzel bir örnek teşkil ediyor ve Verbeuren’in bir şarkıyı coşturmayı nasıl iyi bildiğini tekrardan gözümüze sokuyor.
Loomis’in sololarında hissedilen ekstradan bir coşma da bahsedilmeden geçilmeyecek konular arasında. Akılda kalıcı melodik solo geçişlerinin yanı sıra, sırf shred’e abanan sapkınlıklar da pek çok yerde karşımıza çıkıyor. Ancak albümdeki vokalli şarkılar göz önünde bulundurulduğunda, Loomis’in en azından enstrümantal parçalarda çılgın atmak istemesi, at koşturması doğal karşılanmalı. Vokalli parçalara baktığımızda, Rhoades’u duyduğumuz Harmony and Tragedy’nin bir NEVERMORE parçası havası taşıdığını ve Warrel tarafından söylense ve bir NEVERMORE albümüne konsa çok da sırıtmayacağını görüyoruz. Gayet sert ve atarlı bir şarkı ve belli ki üzerinde vokal olacağı düşüncesiyle bestelenmiş, geniş akor vuruşlarıyla dolu vokal aralıkları bırakılmış.
Albümde dikakt çeken diğer bir detay ise, JLo’nun neo-klasik tatlara daha bir yer vermiş oluşu. Requiem For the Living’in başında net şekilde görülebilen bu olay, Loomis’in Malmsteen’vari etkilenimlerini de su yüzüne çıkarıyor. Lâkin Loomis araya soktuğu birtakım özgünlükler ve marka hareketlerle bu durumları tadında bırakmayı biliyor. Özellikle River Dragon Has Come solosunun girişinden hatırlayacağımız ve hem solo şarkılarında, hem de emprovize takılırken sürekli karşımıza çıkardığı o solo kalıbını aralara sokmadan edememiş.
Konu Loomis olduğunda durmaksızın yazabileceğimden fazla da uzatmadan sadede geleyim. “Plains of Oblivion”, “Zero Order Phase” kadar hit şarkı ve akılda kalıcılık barındırmıyor. İlk albümde yer alan bazı şarkılar, Loomis’in tüm gitar kliniklerinde çaldığı ve gitar manyağı insanlarca modern zaman gitar albümleri arasındaki ufak çaplı klasikler olarak algılanan yapıtlarken, “Plains of Oblivion”da olağanüstü gitar kullanımı dışında, bestesel anlamda atılmış büyük adımlar yok. Ancak Loomis’in işi shred olduğuna ve bu özelliğiyle klinik turları düzenlediğine göre, bunu normal karşılamamak da haksızlık olur. Albüme “Zero Order Phase” kadar hasta olmadım, ama Loomis Loomis’tir diyor ve noktalıyorum.
Konuklar:
Dirk Verbeuren: Davul
Ihsahn: Vokal (7)
Christine Rhoades: Vokal (4, 8)
Chris Poland: Gitar (6)
Attila Vörös: Gitar (5)
Tony MacAlpine: Gitar (2)
Marty Friedman: Gitar (1)
Shane Lentz: Bas
Şarkılar 1. Mercurial
2. The Ultimatum
3. Escape Velocity
4. Tragedy and Harmony
5. Requiem For The Living
6. Continuum Drift
7. Surrender
8. Chosen Time
9. Rapture
10. Sibylline Origin
Ellerine sağlık.Kritik çok iyi.Ama 7.5 az bir puan en azından bir 8′i hakediyor.Tamam bi zero order phase değil ama hakkını vermek lazım albümün.Bir kere şarkılardaki melodiler çok zengin ve basit melodiler değil.Rifler her zaman ki bir virtüözün elinden çıkmış gibi ve gaz.Bence albümdeki en zayıf halka kapak.
Açıkçası ben bu albüm için umutsuzdum(solo gitar albümlerini hiç sevmem) ama kişi loomis olunca olay değişiyomuş.O Escape Velocitynin girişi Surrenderda İhsannın yardırışı ve daha uzun uzun sayılabilecek pekçok şey gerçekten her metal dinleyicisini etkileyecek türden.
Bence Ihsahn’la grup kuraydı daha iyiydi, sadece yayınlanan şarkıları dinledim ve pek hoşuma gitmedi onlar da. Dinledikten sonra da yorum yaparım tabi.
Ben “Zero Order Phase” den daha iyi buldum açıkçası. Davul kullanımının mükemmelliği kendini direk belli ediyor, bir yandan da Tony MacAlpine ve Chris Poland’ın katıldığı parçalardaki atmosfer hava beni benden aldı diyebilirim. Ihsahnlı “Surrender” ve Rhoadeslu “Tragedy and Harmony” hem kaotik hem duygu iç içe geçmiş parçalar. Benden 9/10 çalışır bu albüme.
Sanki daha duygulu bu albümde parçalar.. İki albüm arasında şu daha iyidir diyemem ama ben beğendim.Surrender sanki biraz çorba olmuş ama güzeldi oda… 2 gün sonra bu lalelin gitarına sahip olacağımı düşününce heyecan basıyor.. Gerçi onun gibi çalmak için bir 4-5 sene usanmadan çalışmak gerek :V Vesselam, örnek alınacak adam..
evet kritik güzel olmuş. bence yazarın belirtmek istediği nokta, malmsteen’e ya da diğer shred’çilere zaman zaman burun kıvırıyosak aynı objektifliği j-lo için de yapmamız gerektiği(ya da ben öyle düşünüyorum diyelim), o yüzden 7,5 puan vermiş. ben olsam 8 verirdim, başlığa da “eşşeğin gamına su kaçırmak” atardım. çünkü bazı adamlar vardır, onların stüdyoda elinden geleni yapacağını bilirsin. mesela chuck, sakis, j-lo vs… kolpacı değildirler yani. o yüzden 8 puan, tabii zero order phase’i de dinlemedim bu arada kıyaslama yapamıyorum.
Albümü henüz 2 kez dinledim; Zero Order Phase’i geçecek gibi durmuyor. Albümde en beğendiğim şarkılardan biri Chosen Time. Yalnız, kim bu Christine Rhoades diye araştırırken Dreaming Neon Black’teki billur sesli hatun olduğunu öğrendim. Sonra ismi tanıdık geliyor derken ampül yandı. Bu hatun -neden bilmiyorum, belki de Facebook’taki ismimi Ihsahn diye hahah- Facebook’ta beni eklemişti. Van Williams ve Attila Vörös de ortak arkadaşımız. Sözde Nevermore’un yarısını tanıyorum :)
Bu albüme başta pek ısınamasam da -bir de o zamanlar zero order phase’e tekrar sardığım zamanlar- dinledikçe güzelleşen albümler listesinde yerini aldı benim gözümde de.
escape velocity, mercurial ve requem for the living dışında pek begenmedim. requiem’in 19-29 daki soloda araba reklamı izliyomusum gbi bi hisse kapıldım.
albümü bu aralar yeniden dinledim bi kaç kez ve the mercurial ve continuum drift şarkılarını bi kenara bırakırsak, bi de ihsahn’lı şarkı o kadar güzel diil, onun haricindeki şarkılar süper bence. özellikle “requiem for the living” bu aralar favorim. rapture’un akustik gitar solosu nefis, albüm inanılmaz gaz, melodilerin arkasındaki rifler şahane, şarkılar zaman zaman efektlerle de desteklenmiş, kısacası modern zamanların jason becker-altitudes ayarında bi albüm bu bence. adam çok uğraşmış belli ki.
Bence de kritik çok güzel ve yeterli detaya sahip. Evet albüm de Zero Order Phase gibi akıllara kazınacak bir tarz yok. Ama oldukça zengin ve sıkmayan bir albüm olmuş. Dinlerken bazı yerlerde o cın cın lı bol bol mutelu rifler ve baterinin de eşliğiyle tam gazı alırken bazı yerlerde de o herif orada ne yaptı lan dedirtiyor adama. Yani benim gibi sürekli virtüözleri dinleyen bir adam bile bazen sıkılırken bu adam hem o tadı hem de albüm tadını verebilen biri. Bu da muhteremi özel bir adam yapıyor.
Ellerine sağlık.Kritik çok iyi.Ama 7.5 az bir puan en azından bir 8′i hakediyor.Tamam bi zero order phase değil ama hakkını vermek lazım albümün.Bir kere şarkılardaki melodiler çok zengin ve basit melodiler değil.Rifler her zaman ki bir virtüözün elinden çıkmış gibi ve gaz.Bence albümdeki en zayıf halka kapak.
Açıkçası ben bu albüm için umutsuzdum(solo gitar albümlerini hiç sevmem) ama kişi loomis olunca olay değişiyomuş.O Escape Velocitynin girişi Surrenderda İhsannın yardırışı ve daha uzun uzun sayılabilecek pekçok şey gerçekten her metal dinleyicisini etkileyecek türden.
Şu gitarist albümlerini hiç dinleyemiyorum.
Bence Ihsahn’la grup kuraydı daha iyiydi, sadece yayınlanan şarkıları dinledim ve pek hoşuma gitmedi onlar da. Dinledikten sonra da yorum yaparım tabi.
Ben “Zero Order Phase” den daha iyi buldum açıkçası. Davul kullanımının mükemmelliği kendini direk belli ediyor, bir yandan da Tony MacAlpine ve Chris Poland’ın katıldığı parçalardaki atmosfer hava beni benden aldı diyebilirim. Ihsahnlı “Surrender” ve Rhoadeslu “Tragedy and Harmony” hem kaotik hem duygu iç içe geçmiş parçalar. Benden 9/10 çalışır bu albüme.
jeff loomisle moomisle alakam yok da ihsahn diyo la şimdi ilgi alanıma girdi dinleyebilirim :)
Şahsen “Zero Order Phase”den daha iyi buldum albümü. Beni benden alan noktalardan biri de kesinlikle solo arkası riffler.
Sanki daha duygulu bu albümde parçalar.. İki albüm arasında şu daha iyidir diyemem ama ben beğendim.Surrender sanki biraz çorba olmuş ama güzeldi oda… 2 gün sonra bu lalelin gitarına sahip olacağımı düşününce heyecan basıyor.. Gerçi onun gibi çalmak için bir 4-5 sene usanmadan çalışmak gerek :V Vesselam, örnek alınacak adam..
bi miles of machines gibi efsane yok, ancak the ultimatum un melodisine hayran kaldım.
Eline saglik, guzel yazı olmuş.
evet kritik güzel olmuş. bence yazarın belirtmek istediği nokta, malmsteen’e ya da diğer shred’çilere zaman zaman burun kıvırıyosak aynı objektifliği j-lo için de yapmamız gerektiği(ya da ben öyle düşünüyorum diyelim), o yüzden 7,5 puan vermiş. ben olsam 8 verirdim, başlığa da “eşşeğin gamına su kaçırmak” atardım. çünkü bazı adamlar vardır, onların stüdyoda elinden geleni yapacağını bilirsin. mesela chuck, sakis, j-lo vs… kolpacı değildirler yani. o yüzden 8 puan, tabii zero order phase’i de dinlemedim bu arada kıyaslama yapamıyorum.
15.04.2012
@Ufuk Sönmez, j-lo diyince direk jennifer lopez’e geçti beynim. J-lo shred diyince de ne varsa kafada iflas etti sonra dineldim.
15.04.2012
@Beleg, burdan ahmet saraçoğlu’nun yazısını okumadığın anlaşılıyor :) onun bulduğu bu kısaltmayı yaygınlaştırmak için kullanmıştım.
Albümü henüz 2 kez dinledim; Zero Order Phase’i geçecek gibi durmuyor. Albümde en beğendiğim şarkılardan biri Chosen Time. Yalnız, kim bu Christine Rhoades diye araştırırken Dreaming Neon Black’teki billur sesli hatun olduğunu öğrendim. Sonra ismi tanıdık geliyor derken ampül yandı. Bu hatun -neden bilmiyorum, belki de Facebook’taki ismimi Ihsahn diye hahah- Facebook’ta beni eklemişti. Van Williams ve Attila Vörös de ortak arkadaşımız. Sözde Nevermore’un yarısını tanıyorum :)
18.04.2012
@like fire, oha o kadın mıymış :S bu ses kadın sesi olamaz abi
Albümü her gece yatmadan dinliyorum.Gittikçe daha çok seviyorum.Christine Rhoades tragedy of harmony şarkısında müthiş söylemiş.
billboard listesine 179 numaradan girmiş 2.900 satarak.
Surrender dışındaki şarkıların hepsini sevdim. Normalde pek solo albüm dinleyen birisi değilim; ama konu Jeff Loomis olunca orası ayrı.
Bu albüme başta pek ısınamasam da -bir de o zamanlar zero order phase’e tekrar sardığım zamanlar- dinledikçe güzelleşen albümler listesinde yerini aldı benim gözümde de.
Ama yine de bir ZOP değil :)
escape velocity, mercurial ve requem for the living dışında pek begenmedim. requiem’in 19-29 daki soloda araba reklamı izliyomusum gbi bi hisse kapıldım.
04.06.2012
@Exorsexist, Continuum drift
albümü bu aralar yeniden dinledim bi kaç kez ve the mercurial ve continuum drift şarkılarını bi kenara bırakırsak, bi de ihsahn’lı şarkı o kadar güzel diil, onun haricindeki şarkılar süper bence. özellikle “requiem for the living” bu aralar favorim. rapture’un akustik gitar solosu nefis, albüm inanılmaz gaz, melodilerin arkasındaki rifler şahane, şarkılar zaman zaman efektlerle de desteklenmiş, kısacası modern zamanların jason becker-altitudes ayarında bi albüm bu bence. adam çok uğraşmış belli ki.
09.01.2013
@Ufuk Sönmez, abartmışım biraz sanki.
Bence de kritik çok güzel ve yeterli detaya sahip. Evet albüm de Zero Order Phase gibi akıllara kazınacak bir tarz yok. Ama oldukça zengin ve sıkmayan bir albüm olmuş. Dinlerken bazı yerlerde o cın cın lı bol bol mutelu rifler ve baterinin de eşliğiyle tam gazı alırken bazı yerlerde de o herif orada ne yaptı lan dedirtiyor adama. Yani benim gibi sürekli virtüözleri dinleyen bir adam bile bazen sıkılırken bu adam hem o tadı hem de albüm tadını verebilen biri. Bu da muhteremi özel bir adam yapıyor.