“Black Seeds of Vengeance” müziksel açıdan kusursuz bir eser olmakla beraber Nile’ın üzerimizde hüküm sürmeye başlamasına sebep veren albümdür. Bu sebeple diskografide önemli bir yerde durur ve sadece bir geçiş albümü değil, aynı zamanda müzikal bir ziyafettir.
Bu genel girişten sonra içerlere doğru yolculuğumuza hafiften başlayalım.
Şahsen grubu bu albümle tanımış, “In Their Darkened Shrines“la altıma sıçmış, “Annihilation of the Wicked“la da kudurmuş bir insanım. Bu yüzden de “In Their Darkened Shrines”la “Annihilation of the Wicked”ın oluşmasına zemin hazırlamış bu albümü oldukça mühim ve kayda değer bulmaktayım. Zira Karl Sanders denilen yarı-tanrı kişilik bu albümde tüm metal severlere gayet sağlam ve daş gibi bir death metal albümü sunmuş ve hemen hepimizin iki üç notadan sonra anlayabildiği Nile tarzını oluşturma adına önemli işler yapmıştır.
Grubun bu albümden önce çıkarmış olduğu tek albüm olan “Amongst the Catacombs of Nephren-Ka”yı çok da dinlememiş bir insan olsam da, temel olarak bu albümde Nile’daki değişimlerden bahsetmeden olmaz.
Öncelikle ilk albümde Karl Sanders’in bizi başka alemlere götürme, piramitlerde gezdirme, Mısır çöllerinin kumlarını içine çektirtme isteğini bariz bir şekilde görüyoruz. Bu işi kafasındakine daha uygun yapmak isteyen tombalak abimiz davullara Derek Roddy’yi oturtmuş ve “tep tepebildiğin kadar” demiş. Ne de güzel demiş, ki sevgili Derek gayet iyi bir iş çıkarmış. Zaten Nile sonraki albümlerde bu davul olayını müthiş boyutlara çıkardı. Bu davul olayı, albümün oluşturduğu sound’un vazgeçilmez bir parçası oluveriyor tabii ki. Ayrıca vokal ve gitara Dallas Toler-Wade kişisini geçirerek, kendi boğuk ve anlaşılmaz vokalinden bizi az da olsa kurtarmıştır Sanders.
Mısır’ın tozlu, puslu ve kızgın (nası bir şeyse artık) atmosferini içimize kaktıran albüm, duyduğum en iyi introyla açılıyor. Sonrasında gelen Black Seeds of Vengeance’ı dinlediğinizde zaten geri dönüşü olmayan bir Mısır serüveninde Nil kıyılarının yolunu tutmuş oluyorsunuz.
Grup adeta her şarkıda sizi yoruyor ve Mısır’da yaşanmış olayları görmenizi, kazığa oturtulan askerlerin feryadını işitmenizi sağlıyor. Bir şarkıda vokallerle beraber böğürüp kusarken, öbür şarkıya geçmeden önce grup soluklanmanız için güzel akustik geçişler koymuş. Bunlarla beraber biraz daha atmosferi hissediyor, lanetli havayı içinize çekiyor ve işkencelerle çalıştırılan bir kölenin feryadı misali böğürmeye devam etmeden önce Mısır’ın çöllerine şöyle bir bakıyorsunuz.
Enstrümanların kullanımı açısından bir şeyler gevelemek bence gereksiz olduğundan bu konuya hiç girmiyorum. Zira herhangi bir Nile şarkısını dinlerseniz gaz olmayan davul, sizi içine çekmeyen ve acımasızca her tarafınızı kanatmayan gitar, sizi tüm gücünüzle böğürtmek istemeyen bir vokal performansı duyamayacağınızı düşünmekteyim.
Şarkı bazında incelemeye girmektense sevdiğim bir iki şarkıyı verip yine sevdiğim bir iki bölümü belirterek grubu yeni duyanlar için birkaç tavsiye yapmış olayım.
Öncelikle Invocation Of The Gate Of Aat-Ankh-es-en-Amenti ve Libation Unto the Shades Who Lurk in the Shadows of the Temple of Anhur (bir de bu uzun isim fantazisi nedir bu Karl Sanders’ta, anlamış değilim) gibi akustik pasajları gözden kaçırmamak lâzım. Grup, albümü yaparken bu pasajları şarkıların arasına gayet güzel ve dengeli biçimde yerleştirerek boynunuzu kırmamanızı, duvarlara kafa atmamanızı, tükürükler saçarak Mısır’a koşmamanızı sağlamış.
Öne çıkan parçaları belirtmek ne kadar doğru bilmem ama en azından bana göre öne çıkan iki-üç şarkıyı yazmakta bir mahsur görmemekteyim. Black Seeds Of Vengeance (vi şel blat aut dı rimembırıns of amalek, fırom andır dıa sıkaaaaaaaaaaaay!!!), Defiling The Gates Of Ishtar (2:40’dan sonraki rif, abooov) Nas Akhu Khan she en Asbiu, Khetti Satha Shemsu (savaş davulu ve brutal vokal şovu) bunların başlıcaları.
Bu kadar çok başyapıt albüme zemin hazırlamış bu “teknik”, “zor” ve “lanetli” albümü dinlememek çok şey kaçırmak anlamına gelir. Karl Sanders’ın bir anlamda yeni bir konsept oturttuğu ve her büyük grup gibi bu konseptte şarkılar yazmaya başladığı bu albüm bizi içine çekip paramparça ettirecek kadar death metal; bir o kadar da akustik çalgılarla ve ortadoğu melodileriyle bir nevi yöresel ziyafet (evet şimdi de gözleme tadında Nile albümü tanımı yaptım!) ortaya çıkarıyor, on numero iş yapıyor.
Kadro Karl Sanders: Vokal, gitar, klavye
Dallas Toler-Wade: Vokal, gitar
Chief Spires: Vokal, bas
Derek Roddy: Davul
Konuk
Pete Hammoura: Vokal, davul ("To Dream of Ur")
Ross Dolan: Vokal ("Khetti Satha Shemsu")
Şarkılar 1. Invocation of the Gate of Aat-Ankh-Es-En-Amenti
2. Black Seeds of Vengeance
3. Defiling the Gates of Ishtar
4. The Black Flame
5. Libation Unto the Shades Who Lurk in the Shadows of the Temple of Anhur
6. Masturbating the War God
7. Multitude of Foes
8. Chapter for Transforming into a Snake
9. Nas Akhu Khan She En Asbiu
10. To Dream of Ur
11. The Nameless City of the Accursed
12. Khetti Satha Shemsu
En sevdiğim Nile kapağı bu albümünki. Albüm olarak da gayet taş tabii ki. 6 yıl önce ekşisözlüğe şöyle demişim bu albüme dair:
mısır konsepti ile adını duyuran ve albümden albüme ulaşılması güç bir tekniğe ve enstruman hakimiyetine doğru giden nile’ın bu albümü; 2000′lerin en sert, en teknik, icrası ve düzenlemesi en zor ve en destansı death metal albümlerinden biriydi. çıktığı anda neredeyse tüm kritiklerden tam puan alan bu devasa albümde grup zamanının çok ötesinde bir performansla adeta bir güç gösterisi yapıyor. özellikle grubun, günümüzde yaratıcılık eksikliği çekilen konsept alanında çok güzel bir tavrı var bildiğimiz gibi. şeytan, işkence, sosyal adaletsizlik, kan, şiddet tarzı konular içinde boğulan binlerce grubun aksine, her büyük grup gibi nile da sadece kendine özgü olan bir konsept ve tarz yaratarak dikkat çekmeyi başarıyor.
biraz da müzikten bahsedelim. bu albümdeki müzisyenlik brutal death metal için ulaşılması gereken bir hedef niteliğinde adeta. albümün konsept yapısı gereği grup baştan sona hız delisi bir albüm yapmamış tabii ki. akustik pasajlardan, eski mısır’ın o mitolojik lanetli havasını yansıtan ve vurmalı yerel çalgılarla oluşturulan hipnotik ayinsel bölümlere kadar dopdolu bir müzik ziyafeti. girişteki “black seeds of vengeance”ın tüyler ürpertici ve adeta yeri yerinden oynatan finalinde karl sanders’ın “black seeds of vengeance” diye kükreyen brutal ötesi vokali sanki sizi alıyor ve çöl fırtınalarının estiği kum tepelerinin üzerinden firavunların, tapınakların olduğu, kölelerin çalıştığı ve köpek başlı tanrıların hükmettiği eski mısır’a götürüyor. tam anlamıyla “lanetli”.
gitarlar adeta piramit duvarlarını döven kum fırtınaları gibi akıl almaz güçlü bir ses duvarı örerken, kim tahmin edebilirdi ki doğu ezgilerinin bu kadar korkutucu ve tüyler ürpertici olabileceğini? ingilizce’de “lurking” diye bir kelime vardır. “gizlice saklanan, pusu kuran” anlamında kullanılır. bu albümün bana verdiği his işte bu. bahsettiğim o lanetli havayı oluşturan da bu zaten.
peki bu albüm yanlızca beş yıl önce çıkmış olmasına rağmen neden bir klasik olarak anılıyor? çünkü bu albüm bu tür içerisinde yapılan icrası en zor albümlerden biri. eğer dikkatlice dinlerseniz, gitarların dehşet işler yaptığını duyabilirsiniz. bunun yanı sıra tam anlamıyla epik, destansı ve konsantre olup dinlendiğinde adeta taş üstünde taş bırakmayan bir death metal dersi. brutal death metalden hoşlanan ve bu albümü dinlemeyen biri olmamalı.
nefis bir albüm kitapçığı ile tam anlamıyla büyük bir gruba yakışan ve şimdiden klasik olmuş bir albüm kapağı bulunan eser; kapağından müziğine, konusundan sözlerine kadar gittikçe devleşen bir grubun en önemli albümü.
“black seeds of vengeance”a “eser” derken hiç tereddüt etmiyorum çünkü grubun müziğini yazan ve geleceğin death metal ikonu adaylarından olan karl sanders; her albümünde yaptığı gibi bu albüm öncesinde de çok yoğun ve detaylı eski mısır araştırmaları yapmış ve adeta lovecraft’ın (önceki albüm “amongst the catacombs of nephren-ka” da ismini lovecraft romanlarından almıştır.) o insanın üstüne çöreklenen karanlık atmosferini müziğe çok iyi yansıtmış.
sonuç olarak “intikamın kara tohumları”; brutal death metal adına yapılan en yaratıcı, çığır açıcı ve “zor” albümlerden biri olan bir başyapıt. teknik kabiliyeti ve müzikal dehasıyla günümüzün ve yakın geleceğimizin lider death metal grubu olarak gösterilen “nile” ve daha önemlisi de death metal adına tam bir “zafer” anı.
Ya şimdi müzik güzel gerçekten ama şu albümde atmosferik olayının cılkı çıkartılmış. Albüm 44 saniyelik atmosferik girişle başlıyor. Tamam güzel bir giriş, devam edelim. Dördüncü şarkının başında yine 46 saniyelik atmosferik birşeyler var. Hatta asıl müzik 1.33 te başlıyor. Beşinci şarkı tam bir buçuk dakikalık komple atmosferik bir geçiş zaten. Onuncu şarkının girişi tam 2 dakikalık atmosfer yine. On birinci ve on ikinci şarkılar arka arkaya sadece atmosferik şeyler. Bir de albümü tekrar başa aldığınızı düşünün introyla birlikte üçtane peş peşe. Tadında olsa daha iyi olurdu ama bu şekilde ‘beni dinleme, ne uğraşıyorsun aç başka albüm yardır gitsin’ diyor resmen. Bu ne ya.
Hele şu ikitane arka arkaya atmosferik parçaların olduğu albümlere nerdeyse sinir oluyorum. Bari ikisini birleştirin biz de bilelim işte orda birtane var dinlicez onu. Süreleri kısa bile olsa arka arkaya olduğunu bilince insan albümden kopuyor. Aşırı gereksiz bişey.
Albümdeki şarkılar okadar güzel ki sondaki ikitane arka arkaya atmosfer odaklı bölümleri fazlasıyla itici bulmama rağmen yine de albümü açıp açıp dinliyorum. Bari en sondakini koymasaydınız be kardeşim. On birinci hadi neyse iyi de on ikinciye hiç gerek yoktu bence. Neyse yine de dinliyor muyuz, evet dinliyoruz.
Dinlerken kalp atışım hızlanıyor. Black Seeds of Vengeance ta 1.59 a kadar olan herşey yetmezmiş gibi şarkının o yerinde çok kısa bir an durup birden tekrar başlamaları mükemmel geliyor. Heyecanlanıyorum resmen. Bir de şarkıyı öyle bir bitirmişler ki.
Sadece albümün sonundaki kısım daha kısa tutulsaydı keşke. Bir kaç kez döndürerek dinlediğimde To Dream of Ur dan sonra Black Seeds of Vengeance a tekrar gelene kadar uzun sürüyor.
En sevdiğim Nile kapağı bu albümünki. Albüm olarak da gayet taş tabii ki. 6 yıl önce ekşisözlüğe şöyle demişim bu albüme dair:
mısır konsepti ile adını duyuran ve albümden albüme ulaşılması güç bir tekniğe ve enstruman hakimiyetine doğru giden nile’ın bu albümü; 2000′lerin en sert, en teknik, icrası ve düzenlemesi en zor ve en destansı death metal albümlerinden biriydi. çıktığı anda neredeyse tüm kritiklerden tam puan alan bu devasa albümde grup zamanının çok ötesinde bir performansla adeta bir güç gösterisi yapıyor. özellikle grubun, günümüzde yaratıcılık eksikliği çekilen konsept alanında çok güzel bir tavrı var bildiğimiz gibi. şeytan, işkence, sosyal adaletsizlik, kan, şiddet tarzı konular içinde boğulan binlerce grubun aksine, her büyük grup gibi nile da sadece kendine özgü olan bir konsept ve tarz yaratarak dikkat çekmeyi başarıyor.
biraz da müzikten bahsedelim. bu albümdeki müzisyenlik brutal death metal için ulaşılması gereken bir hedef niteliğinde adeta. albümün konsept yapısı gereği grup baştan sona hız delisi bir albüm yapmamış tabii ki. akustik pasajlardan, eski mısır’ın o mitolojik lanetli havasını yansıtan ve vurmalı yerel çalgılarla oluşturulan hipnotik ayinsel bölümlere kadar dopdolu bir müzik ziyafeti. girişteki “black seeds of vengeance”ın tüyler ürpertici ve adeta yeri yerinden oynatan finalinde karl sanders’ın “black seeds of vengeance” diye kükreyen brutal ötesi vokali sanki sizi alıyor ve çöl fırtınalarının estiği kum tepelerinin üzerinden firavunların, tapınakların olduğu, kölelerin çalıştığı ve köpek başlı tanrıların hükmettiği eski mısır’a götürüyor. tam anlamıyla “lanetli”.
gitarlar adeta piramit duvarlarını döven kum fırtınaları gibi akıl almaz güçlü bir ses duvarı örerken, kim tahmin edebilirdi ki doğu ezgilerinin bu kadar korkutucu ve tüyler ürpertici olabileceğini? ingilizce’de “lurking” diye bir kelime vardır. “gizlice saklanan, pusu kuran” anlamında kullanılır. bu albümün bana verdiği his işte bu. bahsettiğim o lanetli havayı oluşturan da bu zaten.
peki bu albüm yanlızca beş yıl önce çıkmış olmasına rağmen neden bir klasik olarak anılıyor? çünkü bu albüm bu tür içerisinde yapılan icrası en zor albümlerden biri. eğer dikkatlice dinlerseniz, gitarların dehşet işler yaptığını duyabilirsiniz. bunun yanı sıra tam anlamıyla epik, destansı ve konsantre olup dinlendiğinde adeta taş üstünde taş bırakmayan bir death metal dersi. brutal death metalden hoşlanan ve bu albümü dinlemeyen biri olmamalı.
nefis bir albüm kitapçığı ile tam anlamıyla büyük bir gruba yakışan ve şimdiden klasik olmuş bir albüm kapağı bulunan eser; kapağından müziğine, konusundan sözlerine kadar gittikçe devleşen bir grubun en önemli albümü.
“black seeds of vengeance”a “eser” derken hiç tereddüt etmiyorum çünkü grubun müziğini yazan ve geleceğin death metal ikonu adaylarından olan karl sanders; her albümünde yaptığı gibi bu albüm öncesinde de çok yoğun ve detaylı eski mısır araştırmaları yapmış ve adeta lovecraft’ın (önceki albüm “amongst the catacombs of nephren-ka” da ismini lovecraft romanlarından almıştır.) o insanın üstüne çöreklenen karanlık atmosferini müziğe çok iyi yansıtmış.
sonuç olarak “intikamın kara tohumları”; brutal death metal adına yapılan en yaratıcı, çığır açıcı ve “zor” albümlerden biri olan bir başyapıt. teknik kabiliyeti ve müzikal dehasıyla günümüzün ve yakın geleceğimizin lider death metal grubu olarak gösterilen “nile” ve daha önemlisi de death metal adına tam bir “zafer” anı.
Ya şimdi müzik güzel gerçekten ama şu albümde atmosferik olayının cılkı çıkartılmış. Albüm 44 saniyelik atmosferik girişle başlıyor. Tamam güzel bir giriş, devam edelim. Dördüncü şarkının başında yine 46 saniyelik atmosferik birşeyler var. Hatta asıl müzik 1.33 te başlıyor. Beşinci şarkı tam bir buçuk dakikalık komple atmosferik bir geçiş zaten. Onuncu şarkının girişi tam 2 dakikalık atmosfer yine. On birinci ve on ikinci şarkılar arka arkaya sadece atmosferik şeyler. Bir de albümü tekrar başa aldığınızı düşünün introyla birlikte üçtane peş peşe. Tadında olsa daha iyi olurdu ama bu şekilde ‘beni dinleme, ne uğraşıyorsun aç başka albüm yardır gitsin’ diyor resmen. Bu ne ya.
Hele şu ikitane arka arkaya atmosferik parçaların olduğu albümlere nerdeyse sinir oluyorum. Bari ikisini birleştirin biz de bilelim işte orda birtane var dinlicez onu. Süreleri kısa bile olsa arka arkaya olduğunu bilince insan albümden kopuyor. Aşırı gereksiz bişey.
Albümle ilgili yorumda bulunmuştum ama yayınlanmamış.
19.07.2018
@SA, yanlışlıkla spam’e gitmiş pardon, yukarıda yayınlandı.
Albümdeki şarkılar okadar güzel ki sondaki ikitane arka arkaya atmosfer odaklı bölümleri fazlasıyla itici bulmama rağmen yine de albümü açıp açıp dinliyorum. Bari en sondakini koymasaydınız be kardeşim. On birinci hadi neyse iyi de on ikinciye hiç gerek yoktu bence. Neyse yine de dinliyor muyuz, evet dinliyoruz.
Dinlerken kalp atışım hızlanıyor. Black Seeds of Vengeance ta 1.59 a kadar olan herşey yetmezmiş gibi şarkının o yerinde çok kısa bir an durup birden tekrar başlamaları mükemmel geliyor. Heyecanlanıyorum resmen. Bir de şarkıyı öyle bir bitirmişler ki.
Sadece albümün sonundaki kısım daha kısa tutulsaydı keşke. Bir kaç kez döndürerek dinlediğimde To Dream of Ur dan sonra Black Seeds of Vengeance a tekrar gelene kadar uzun sürüyor.