Evlerinde ne yaptıklarını bilemem elbette, ama kaliteli sanatçıların birçoğunun hayranlarının görüşlerini pek de umursamadıklarını, internetten ilk başlarda takip etseler de bir yerden sonra kafaları şişeceğinden bıraktıklarını düşünüyorum. Onlarca, yüzlerce farklı fikre boğulmak bir yana, iki keskin ve birbirine zıt görüşle karşılaşmaları kaçınılmaz bir olgu sanırım. Bunlardan birincisi, “tarzını değiştirme, bu yolda devam et”çiler, diğer kesim ise “bunu tükettik, bundan sonra bambaşka ve oha olacağımız yaratıcılıkta sürekli daha da dumur edici eserler üret”çilerdir bence. Muhabbete neden buradan girdim? Japonya, Arap ülkeleri, Çin gibi, globalleşmenin yaygınlaşmasına kadar yüzlerce belki binlerce yıldır kendi kültürlerinin dinamikleri içerisinden pek şaşmadan varoluşlarını sürdüren kültürler, ABD gibi, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olan bizler gibi, İngiltere gibi yayılmacı ve başka kültürler içerisine penetre etmeyi tercih etmiş ülkelerce gizemli bulunmuşlardır.
Bu sebeple, globalleşme olgusu hayatımıza entegre oldukça, Afrika kabileleri, uzak doğu mistisizmi, doğu mistisizmi, Çin geleneksel yapısı gibi şeyler özellikle batının ilgi odağı olmuştur. İşte tam da burada sanatçılar için keskin bir tercih durumu vuku buluyor. Sadece kendi kültürel yapısından esinlenerek sanat eseri üretse bir Japon müzisyen, dünyanın geri kalanına gizemli ve etkileyici görünüyor ama kendi ülkesinin pek ilgisini çekemiyor. (Bizde de öyle değil midir? Bir düşünün örnekleri.) Hadi bir yerden sonra “diğer kültürlerden de gerek gezerek, görerek; gerekse TV’den, kitaplardan, internetten çok etkilendim ve dünya görüşüm genişledi, farklı biri oldum ve müziğime bunu yansıtayım” şeklinde düşünse ve hissetse, bu sefer tüketim bağımlısı batı dünyasının acımasız eleştirilerine maruz kalacaktır. “Özünden çıktı kendini bozdu” gibi laflarla sürekli taciz edilecektir, ama bu sefer de kendi ülkesinin değişime ve global dünyaya entegrasyonuna özlem duyan ülkesinde baştacı edilecektir. Aslında şu söylediklerim bir yerde sadece fikirsel bazla sınırlı, ve aslolan elbette samimiyettir, ne hissettirdiğidir. Benim için müzisyen ne hissediyorsa onu yansıtmalıdır sanata, ve gerçek sanatçı da bunu yapandır, gerisi olsa olsa zanaatçılığı ağır basan kişilerdir. Ama kitleler için böyle değil sanırım maalesef. Neyse Ertuna’nın son kritiğindeki pozitifliğe ben de ucundan bulaşayım da, düzelir umarım diyeyim bu durum için.
GALNERYUS, oldukça sentezlere dayalı, tutarlı, bütünlüklü, felaket gaz ve kalifiye müzik yapan Japon bir topluluk. Vokal partisyonu yazılımında kendi müziklerinden fazlaca beslenseler de, enstrümantasyondaneo-klasik’tenekstrem metale kadar etkilenim skalaları bir hayli geniş olagelmiştir. 2010’a kadar topluluğun vokalistliğini üstlenen Masahiro Yamaguchi, benim hayatımda dinlediğim en nitelikli ses yapısına sahip olan, ve sesindeki duygu-teknik bileşimi abartı etkileyicilikte olan vokalistlerden biri.
Klasik batı şan tekniğinde eğitim almışçasına güçlü bir vibratosu var, ama power metal vokalistlerinden alıştığımız kontr-tenor aralığına çıkarken sesinin entonasyonunda bir kayıp olmaması da onu eşsiz kılıyordu. “Phoenix Rising” albümünde maalesef ki vokallerde o yok, Matasoshi Ono isminde, Yamaguchi’nin yanında solda sıfır olmasa da, bir hayli nal toplayıcı bir performansı olan bir ses kullanıcısı kendisi.
Tanıttığım albüm beni aşırı heyecanlandırmamıştı zaten, o eşsiz vokalistin artık grupta olmamasından mütevellit. O yüzden uğradığım hayal kırıklığı küçük boyutta oldu eseri dinlediğimde. Zaten dediğim gibi enstrümantasyonunuz ağırlıklı olarak sentezlere dayanıyorsa, ana janrınız power metal ise ve vokalistinizde de çok bir numara yoksa, pek o kadar heyecanlanılası bir bekleyiş de olmayacaktır benim gibi power metalde vokallere fazlaca önem veren dinleyiciler için.
Neo-klasik etkiler bir hayli lezzetli kullanılmış ama, bunu demezsem albüme haksızlık ederim. GALNERYUS’un vokallerinden sonra en etkin tarafı buydu, bu albümde en azından bunu koruyabilmişler. Ayrıca, dinlediğim tüm Japon rock/metal gruplarında olduğu gibi, bu topluluk da bas gitar fetişistlerini ihya edecek bir icrasını barındırıyor bu enstrümanın tüm albümlerinde, bunda da bir farklılık yok bu yönden. Ayrıca albümdeki şarkıların sürekli 4×4’lük ritimlerde gitmemeleri, yerinde ve zekice kurgulanmış geçişler de bu sentetik müziği olabildiğince hareketlendirmiş.
Sanata ve sanatçıya büyük değer veren toprakların bu kalifiye power-metal grubunu henüz dinlemediyseniz, ve şu yazım az da olsa sizde bir merak uyandırdıysa, ben 2010 öncesinde çıkardıkları herhangi bir albümle tanışmanızı öneririm grupla.
Kadro Junichi Sato: Davul
Syu: Gitar
Yuhki: Klavye
Taka: Bas
Masatoshi Ono: Vokal
Şarkılar 1. The Rising
2. Tear Off Your Chain
3. Future Never Dies
4.Spirt of Steel
5. Scars
6.The Wind Blows
7. T.F.F.B
8. No More Tears
9. Bash Out!
10.The Time Has Come
11.The Phoenix
/h/’de görüşüyoruz yani?
06.02.2012
@Ertuna Yavuz, hentai?
06.02.2012
@Ertuna Yavuz, Tamam /h/emşerim. xD