2000’lerin başından itibaren, genel olarak değil de, bu progresif rock etkili müziklerde bir kısır döngünün yaşandığı gerçek. Progresif metal açısından da pek farklı değil hani; şöyle geriye dönüp baktığımızda çok orijinal işlerin çıkmadığını görüyoruz, dinliyoruz. Çıkan albümler ya Porcupine Tree, ya Dream Theater, ya da Genesis, Pink Floyd, Marillion etkili oluveriyor. Son zamanlarda çıkan progresif rock etiketine sahip herhangi bir çalışmaya bir kulak atın; ya davul tonları, ya gitar tonları size hemen başka bir grubu anımsatıverir. Yıllar önce 90 sonlarında eski Marillion vokalisti Fish’in söylediği sözler daha dün gibi aklımda. “Bu gruplar benim için nostalji” diyerek bugünkü çerçeveyi keskin bir şekilde özetlemişti. Bu durum müziğin geleceği açısından çok tehlikeli.
Polonya bu durumdan biraz sıyrılır gibi olmuştu ama bu ülkenin gruplarının da bırakamadığı bir şey vardı, o da bu ülke topluluklarının eserlerinde ilk dönem Pink Floyd’un getirdiği psychedelic tınılarla birlikte, son dönem müzikal hareketlerden Porcupine Tree’nin yarattığı modern çalışmaların izlerinin göründüğüdür. Öncelikle 90’lı yıllar sonrasında gelen Genesis ve Marillion etkili neo-progresif gruplardan, Polonya’nın gururu Collage’ın “Moonshine” albümüyle yarattığı o büyük etkidir. Bu durum yaratılan gitar tonları bakımından hemen hemen bütün Polonya progresif topluluklarına tesir etmişti. 2000’lerle birlikte ise Riverside ortaya çıkmıştı ki ilk albümündeki Same River adlı beste, büyük ihtimalle kendilerinin bile ortaya çıkarmaktan gurur duyduğu bir eserdi. Yoğun olarak Pink Floyd etkileri taşıyan bu çalışma yüzünden o tarihlerde Anathema fırtınasının da esmesiyle birlikte insanlar yeni bir hüzün arayışına girdiler ve karşılarında doğal olarak Riverside’ı buldular.
Riverside’ın progresif yönü biraz zayıftır. Açıkçası belli kalıpları üzerinden giderler bestelerinde ve çok fazla kompleks yapılara girişmezler. “Second Life Syndrome”daki Conceiving You ve I Turned You Down adlı besteler tam da Anathema severler için yapılmıştı sanki. Grup bunu çok iyi çözdü ve albümde bu tarz eserlere de yer verdiler. Her albümde Pink Floyd’dan mutlaka biraz bahsederler. O bestelerinde, bu bestelerinde mutlaka ama mutlaka bir saygı göstermeyi ihmal etmezler.
“Anno Domini High Definition” ise onların sert bir yüzü olarak müzik tarihine geçti. Çok fazla karmaşık olmayan ama belli derecede yoğun pasajlar içeren bir albümdü. “Rapid Eye Movement” albümü gibi fazla eleştiriye uğramadı. Biz biliyorduk ki Riverside çok iyi bir topluluktu ve daha yapacaklarının yarısını bile yapmadılar. Bir süre önce 3 şarkılık bir EP çıkardılar ve adını da “Memories In My Head” koydular. Anlaşılan insan beyni ile olan problemleri bitmemişti ve bugün bir çok yeni progresif gruba da taş çıkartan, çok korkunç müzikal yapılara sahip olan bir eser ürettiler. Şarkı şarkı bakalım.
GOODBYE SWEET INNOCENCE
Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon” albümünü dinleyenler bilirler ki, Pink Floyd müzikle resim çizme sanatının belki de başlangıcını yapmıştı o albümle. Riverside ise bu bestenin hemen girişinde böyle bir şey denemiş. Yoğun psychedelic titreşimler sayesinde o bas gitarın tınılarını duyana dek bunu çok derinlerde hissediyoruz. Bu topluluk insana yavaş yavaş acı vermeyi çok seviyor. Piotr Grudziński’nin kullandığı o acı dolu gitar tonları Mariusz Duda’nın sesinde anlam bulan şiirler gibi insan ruhunun derinliklerine nüfuz eden o kısa kısa cümleler… Çok yumuşak tonlarda söyleyen Duda ruhuyla şarkının ortalarında geziniyor ve beste sonlara doğru, Riverside’ın ilk albüm hariç bugüne kadar pek denemediği ilginç klavye partisyonlarına şahit oluyoruz.
LIVING IN THE PAST
Riverside’ın sadece ilk albümdeki Same River adlı şarkıyla akrabalık bağları olduğunu düşündüğüm, yoğun progresif öğeler içeren, tam anlamıyla bir progresif rock başyapıtı. Çok ilginç girişiyle birlikte o klasik Riverside gitar tonlarının ardından, 1.25’de giren o klavye partisyonunu tarif etmem mümkün değil. Nasıl bir kompozisyon yaratımıdır ki bu, insanı aniden dehlizlere sürükleyebiliyor. Bu gibi parıldayan notaları Wobbler, IQ gibi gruplar çok kullanır. Özellikle 3. dakikadan itibaren şarkının kimliği bir anda değişiveriyor. Üst üste bindirilmiş biri eski ton biri de yeni tonlarda gezinen klavye melodileri nasıl bir zekanın yaratımıdır? Oradaki kısa oryantal ezgi oraya nasıl yerleştirilmiştir, aklım almıyor. Sadece bunlar da değil. Hadi klasik klavye tonu olsa bu kadar dikkatimi çekmeyecek ama adamlar bildiğiniz Hammond Org kullanmış. Bu saatten sonra da beste üzerinde çok fazla etkileşim oluyor ve 7.17 saniyeyle birlikte Porcupine Tree etkilerine geçiyoruz ve özellikle Porcupine Tree’nin “Lightbulb Sun” albümündeki sound’u çağrıştıran çok değişik elementler kullanıldığını görüyoruz; hem müzikal açıdan, hem de vokal kayıtları açısından. 9. dakikadan sonra ise Riverside bir progresif topluluk olarak Hammond Org ile ders vermiş adeta ve eşsiz bir kompozisyon yaratmış.
FORGOTTEN LAND
Sanki bir kara film müziği gibi başlayan ve bir kaçışı anımsatan yapısıyla Forgotten Land, bas tınıları, hüzünlü etkileşimleri ve Mariusz Duda’nın karakteristik vokalleriyle birlikte iyi bir kapanış şarkısı oluyor. Riverside bestelerinde artık duyduğumuz o içe dönük gitar tınılarının aynısını burada da duyabiliyoruz. 5. dakikadan itibaren çok temiz gitar tınılarıyla birlikte verilen o acı dolu melodik baslar, insanın yüreğini burkabiliyor. Tıpkı Katatonia’daki gibi sıkça rastladığımız bu duygu burada da mevcut. Riverside bu tür eserlerde çok başarılı. Ozric Tentacles, Eloy v.b. psychedelic space rock gruplarının kullandığı synth’ler de özellikle bu şarkıda iyice kendisini göstermiş.
Bu kısacık EP, senelerce üzerinde çalışıp hiçbir şey üretemeyen progresif rock/metal gruplarına karşı bir ders niteliğinde sanki. Adamlar çok fazla grubun etkisinde kalmadan, kendi kimliklerini kaybetmeden, başkalarından tabii ki birazcık esinlenerek, kendi başlarına üretiyorlar. Bu EP yüzünden onlara saygım daha da çok arttı ve artık inanıyorum, onlar daha da iyisini yapacaklar.
adamların he işi muhteşem.30 dakikalık bir orgazm gibi bişey olmuş EP.baya damnation ve porcupine tree tadı aldım.üstünede bildiğimiz riverside,muhteşem kayıtlar her enstrümanın cillop gibi gelmesi vs,kısaca çok iyi.ayrıca the witcher önceki oyunundada vader ı kullanmıştı.hatta klibi vardı oyun görüntülerinden oluşan.adamlar polonyanın her imkanını kullanıyorlar :)
@B U R Z U M, piyasanın en yetenekli ve popüler isimlerinden biri olan Travis Smith ile çalışıyorlar bildiğim kadarıyla. onun çizgisine benziyor kapak, ve evet çok güzel.
Riverside’i ilk dinlediğimde porcupine tree sanmıştım. Porcupine tree’i de ilk dinlediğimde Pink Floyd sanmıştım. Progressive rock’ta etkileşim tabi olacak fazlasıyla. Sonuçta kökler aynı yerden geliyor.
alemlere aktı bile
adamların he işi muhteşem.30 dakikalık bir orgazm gibi bişey olmuş EP.baya damnation ve porcupine tree tadı aldım.üstünede bildiğimiz riverside,muhteşem kayıtlar her enstrümanın cillop gibi gelmesi vs,kısaca çok iyi.ayrıca the witcher önceki oyunundada vader ı kullanmıştı.hatta klibi vardı oyun görüntülerinden oluşan.adamlar polonyanın her imkanını kullanıyorlar :)
bu adamlar hakkında hiçbişi bilmiyorum ama kapak tek kelime ile muhteşem…
17.05.2011
@B U R Z U M, ne tür dinliyorsun bilmiyorum ama bu grupla hemen tanışmalısın.
11.10.2011
@B U R Z U M, piyasanın en yetenekli ve popüler isimlerinden biri olan Travis Smith ile çalışıyorlar bildiğim kadarıyla. onun çizgisine benziyor kapak, ve evet çok güzel.
Kapak muhteşem yaw.
polak değiller miydi? yoksa aynı anlama mı geliyor? kendimden şüphe ettim, aydınlatınız.
oh ne güzel riverside’a dair yeni bir şeyler bulabilmek. canımsın, balımsın Riverside :)
Living In The Past bir şaheser. Tek kelimeyle muhteşem bir ep.
“living in the past” !! benim için çok sağlam bi kazanç oldu riverside. şu kaliteye rağmen az tanındıklarını düşündüm. durmak yok kritiğe devam :)
ben de living in the past diyorum. ohş direkt.
Riverside’i ilk dinlediğimde porcupine tree sanmıştım. Porcupine tree’i de ilk dinlediğimde Pink Floyd sanmıştım. Progressive rock’ta etkileşim tabi olacak fazlasıyla. Sonuçta kökler aynı yerden geliyor.