MASTODON’la tanışmam lise yıllarıma dayanır. Troy’la sıra arkadaşıydım. Birlikte türlü şamata, yaramazlık peşinde koşardık. Brann’le Bill bir alt sınıfta okuyor, Brent de kantin işletiyordu. Sonra onlar MASTODON’u kurdular, ben de babayı alıp yoluma devam ettim. Halbuki çok iyi blok flüt çalıyordum ve grubu daha da yükseklere taşıyabilirdim. Neyse, şanslarını kaybettiler.
“Remission”da ateşle, “Leviathan“da suyla, “Blood Mountain”da toprakla, “Crack the Skye“da da eter ile haşır neşir olan grubumuz, dünyanın en önemli metal grupları arasına girdiği bu on yıllık sürecin 2011 ayağı olan “The Hunter”ı da ağaca, oduna, keresteye adıyor.
Grubun albüm öncesi açıklamalarındaki kilit nokta, “The Hunter”ın “Crack the Skye”daki saykodelik, progresif durumlardan sıyrılan ve “Leviathan” gibi daha direkt müzikal yapılar barındıran bir çalışma olacağıydı. “Crack the Skye”ı grubun en iyi albümü olarak gören kitle bundan hoşnut oldu mu bilmem ama grupla 2004 yılında, “Leviathan” çıktıktan hemen sonra tanışan ve MASTODON’a ilk andan vurulan biri olarak, bu açıklama benim epey hoşuma gitmişti. “Crack the Skye” da diğer tüm MASTODON albümleri gibi hastası olduğum bir çalışma olsa da, MASTODON benim için daha ziyade Blood and Thunder’dı, March of the Fire Ants’ti, The Wolf is Loose’tu. Kısacası ben grubun daha atarlı ve minimal halini seviyordum.
“The Hunter” çıkmadan evvel yayınlanan üç şarkıdan da çok bir tat alamamış, hatta neredeyse hiç etkilenmemiştim. Üç şarkı da fazlasıyla tekdüze ve MASTODON’un bodos hallerinde dahi sahip olduğu sofistikelikten uzak şarkılar gibi gelmişti. Ancak albümü dinlemeden bir kanıya varmanın yanlış olacağını bildiğimden, bu olumsuz düşüncelerimi sadece ailemle paylaştım.
Babamın “Mostodon mu?” sorusuyla son bulan bu iç dökme seansının ardından, neyse ki albüm çıktı ve şu an bu yazıyı okumakta olan çoğu kişi gibi ben de albümü dinledim, dinledim, dinledim.
MASTODON albümleri arasında şu daha iyi bu daha kötü türü bir değerlendirme yapmak kolay olmadığından, bu tarz bir yoruma girmeyeceğim. Daha ziyade şöyle diyeceğim: “The Hunter” dört kelimeyle olağanüstü güzellikte bir albüm. Her anı, her şeyi özenle düşünülmüş, ustalık, tecrübe ve yetenek kokan, ilkinde olmasa bile ikinci, üçüncü dinlemede size tüm cevherlerini sergileyen, şahane bir eser.
Ormansal konseptlerin, özellikle de tahtanın ön plana çıktığı albümde, şarkı isimlerinden de anlaşılacağı üzere tümüyle doğa içerisinde geçen bir konsept mevcut. Her ne kadar grup “The Hunter”ın bir konsept albüm olmadığını söylese de, ağırlığı hissedilen bir orman havası var. “The Hunter” adının ve genel konseptin kaynağı ise, Brent Hinds’in abisinin albüm hazırlandığı dönemlerde bir gün ava gitmesi ve orada beklenmedik şekilde ölmesi. Çarlık Rusyası’ndaki belden aşağısı felçli bir çocuğu konu eden, ancak asıl temasını satır aralarına gizlenmiş şekilde Brann Dailor’ın 14 yaşında intihar eden kız kardeşinden alan “Crack the Skye”ın ardından, “The Hunter”ın da Brent Hinds’in kardeşinin ölümüyle ilintili olması, grup adına üzücü bir durum. Umarım hava ile ilgili olacak albüm için bu tarz bir kayıp yaşanmaz.
Biraz derine inersek, “The Hunter”ın bir önceki “Crack the Skye”ın ağır havasını tümüyle terk etmediğini ve kimi şarkılarda gayet yoğun bir kimlik barındırdığını görüyoruz. Şarkılar, bütün halinde olmasalar bile, bir şekilde bir epiklik yansıtmayı başarıyorlar. Adı “Ahtapotun Hiç Arkadaşı Yok” olan bir şarkıya dahi epiklik sokabilen bir grup olan MASTODON, All the Heavy Lifting ve Stargasm gibi şarkılarda devasa nakaratlar ortaya koymayı, The Sparrow’da ise hiç zorlanmadan muazzam bir atmosfer yaratmayı başarmış. Hem de tüm şarkı boyunca tek bir cümle söyleyerek.
Diğer yandan, agresifleşilen anlarda da, örneğin bir Island, yahut Circle of Cysquatch yardırıcılığı yok. Karşımızda, gücünü daha kontrollü ve amiyane tabiriyle steril veren bir MASTODON var. Bunun sebeplerinden biri, albüm kaydının önceki MASTODON albümlerine oranla içine daha kolay girilir bir sıcaklıkta oluşu. Bundan sorumlu başlıca kişi de, daha önce 50 Cent, Alanis Morissette, Avenged Sevenfold ve Maroon 5 gibi isimlerle çalışmışlığı olan yapımcı Mike Elizondo. Ancak albümün direktliği söz konusu olduğunda belirtilmesi gereken en önemli şey, MASTODON’un “The Hunter”ı sadece 2 ay gibi bir sürede yazıp kaydetmiş olması. Grup, albüme koymayı düşündüğü büyük bir konsept olmasına rağmen, bundan bir anda vazgeçmiş ve oturup, çalması eğlenceli, kolay anlaşılır ve MASTODON’un “epik şarkılar yapan o sofistike grup” gibi bir yaftalamaya konu olmasını engelleme amacı güden işbu albümü yazmış. Albümdeki riflerin bazıları “Crack the Skye” döneminden, bazılarıysa çok daha eskiden gelen ve “The Hunter” için bir araya getirilen riflermiş. Kısacası grubun “The Hunter”a dair temel düşüncesi, “bir albüm yapalım ve hemen yapalım” olmuş. Bu sebepten dolayı, çalışmak istedikleri insanların (yapımcı, kapak sanatçısı) meşgul olduklarını öğrendikleri anda, hemen müsait olan kişilere yönelmişler ve hiç beklemeden, oyalanmadan albümü paketlemişler.
“The Hunter”da bahsedilmesi gereken diğer ayrıntılar arasında, üstte de belirttiğim gibi, albümün, grubun Paul Romano ile çalışmadığı ilk MASTODON kapağını barındırıyor oluşu. Diğer bir detay da, ilk kez bir MASTODON albümünde, tümü davulcu Brann Dailor tarafından bestelenip söylenen bir şarkı olması. O şarkımız da Creature Lives.
Sona geldiğimizde diyebilirim ki, “The Hunter” bu sene içerisinde beni “The Great Mass“le birlikte en çok etkileyen albüm oldu. Söz konusu grup MASTODON olduğundan albüm için başyapıt demeyi gerekli görmüyorum, çünkü MASTODON hep çok çok iyi albümler yaptı, ilerde de çok çok iyi albümler yapacak. “The Hunter” da bu geleneği bozmayan, bilakis yükseklere taşıyan bir müzik ziyafeti.
MASTODON her şeyi doğru yapıyor, farkını hep belli ediyor ve yeni milenyumun metal dünyasına bahşettiği en önemli birkaç gruptan biri olarak gösterilmesinin ne denli yerinde bir düşünce olduğunu da her şekilde ortaya koyuyor. İyi ki varlar, umarım daha uzun yıllar var olacaklar.
Not: Alttaki ilk 62 yorum ve onlara verilen cevaplarla birlikte 161 yorum, albüme dair haberler içindir.
Şarkılar 1. Black Tongue
2. Curl of the Burl
3. Blasteroid
4. Stargasm
5. Octopus Has No Friends
6. All the Heavy Lifting
7. The Hunter
8. Dry Bone Valley
9. Thickening
10. Creature Lives
11. Spectrelight
12. Bedazzled Fingernails
13. The Sparrow
albüm heritage dönemi çıktığından olsa gerek tarafımdan pek iplenmemişti, son 2 hafta nolduysa canım the hunter çekti. kolay bi şekilde diyebilirim ki, son 10 yılın olmasa bile (opeth faktörü) son 5 yılın en iyi albümü. albümü bugüne kadar bildiğin kıçımdan dinlemişim… crack the skye’daki derin atmosferi, blood mountain’daki kompleksliği, remission ve leviathan’daki yardırma olayını aramışım. bu albümde her birinden hatrı sayılır bir oranda olsa bile, asıl farkı vokal melodileri yaratıyor hacı. 4 element ve mastodon’la ilgili bi geyik vardı hani; remission = fire, leviathan = water, blood mountain = earth, crack the skye = air, the hunter = $$$ tarzı… “o öyle olmıcak koçum, the hunter = tahta ulan euheheuhe” diyerek kritiğimi bu iğrenç espriyle sonlandırıyorum. 10/10
albüm ilk çıktığında vokal melodileri hakkında saçma sapan mal beyanlarında bulunmuştum, 2 önceki (ilk) sayfa 40. comment.
Grubu pasifagresif sayesinde tanıdım. Günümüzde böyle deha denilebilecek gruplara rastlamak kolay değil. Mastodon u dinlemeye başladığımda her defasında diskografi bitiyor. Ve her seferinde yeni parçalar keşfediyorum. Bu gün de The sparrow u keşfettim. Tam 70 ler tarzı yapılmış, mükemmel etkileyici bir beste. Grup hakkında kitap bile yazılabilir bence.
En sevdiğim uzun yol albümü. Böyle yollarda olmakla ilgili beni kendine bağlayan özel bir hissiyatı var, tam açıklayamıyorum. Arabadayken elim hep Blasteroid ve Dry Bone Valley’ye gidiyor, sonra baştan sona dinliyorum
@ihsanoird, uzun yıllardır 8 saat üzeri kara yolu yolculuklarında her zaman Mastodon ve Neurosis diskografilerini dinliyorum. Neden elim hep bu iki gruba gidiyor ben de bilmiyorum.
@deadhouse, %100 katılıyorum. Var böyle çok aşırı sevdiğim ama çok seyrek, sadece belirli durumlarda dinlediğim. Misal “Amenra”. Açıp dinlemek için çok aklımı yitirmiş olmam lazım.
@ihsanoird, @ismail vilehand, bence maneviyatı en güçlü Mastodon albümü bu. Melodiler, vokallerin derinlerindeki keder; pek çok açıdan her şarkısı insanın içine işliyor. Dinlediğimde ilgili şarkıyı dinlediğim belirli bir yeri veya zamanı en çok hatırlatan albümlerden biri.
@Ahmet Saraçoğlu, Leviathan bencede en önemli Mastodon albümü. Remission en çiğ, Blood Mountain en hırçın, Crack the Skye en kendine özgü Mastodon albümü bana göre. Bu albüme bir tanım bulamıyorum. Çok özel bir sound var bu albümde. Tüm bu ve diğer ismini anmadığım Mastodon albümlerinden favori parça çıkarabiliyorum ama bu albümde olmuyor. Ama yinede günün sonunda bu albüm gözümde hala en iyi 3 veya 4. en iyi Mastodon albümü olsada en çok kendini dinleten albüm. Çok garip bi şey.
Ya koca 4 sayfa boyunca ben hariç sadece tek bir kişi Thickening’den bahsetmiş. Bu şarkıyı biraz övebilir miyiz arkadaşlar. Grubun en underrated birkaç şarkısından biri olduğunu düşünüyorum. Saykedelik başlayıp sonradan coşması ama şarkı boyunca da o hüzünlü havasını yitirmemesi, vokaller, gitarlar her şeyiyle muhteşem bir şey. <3
“mııaaaaaastodonuz biiiiiiz, şehirleri gezeriiiiiiiiiiz” (the hunter vokal melodisi)
albüm heritage dönemi çıktığından olsa gerek tarafımdan pek iplenmemişti, son 2 hafta nolduysa canım the hunter çekti. kolay bi şekilde diyebilirim ki, son 10 yılın olmasa bile (opeth faktörü) son 5 yılın en iyi albümü. albümü bugüne kadar bildiğin kıçımdan dinlemişim… crack the skye’daki derin atmosferi, blood mountain’daki kompleksliği, remission ve leviathan’daki yardırma olayını aramışım. bu albümde her birinden hatrı sayılır bir oranda olsa bile, asıl farkı vokal melodileri yaratıyor hacı. 4 element ve mastodon’la ilgili bi geyik vardı hani; remission = fire, leviathan = water, blood mountain = earth, crack the skye = air, the hunter = $$$ tarzı… “o öyle olmıcak koçum, the hunter = tahta ulan euheheuhe” diyerek kritiğimi bu iğrenç espriyle sonlandırıyorum. 10/10
albüm ilk çıktığında vokal melodileri hakkında saçma sapan mal beyanlarında bulunmuştum, 2 önceki (ilk) sayfa 40. comment.
23.03.2012
@Osman, benim esprinin benzeri kritikte varmış ne iğrenç insanlarız pöff
crack the skye alışırken bu kadar zorlanmadım.ama güzel albüm.
Stargasm’ın melodisi var ya…HIAAAAAAAA.
bazen dünyanın en iyi albümü.bazen
Grubu pasifagresif sayesinde tanıdım. Günümüzde böyle deha denilebilecek gruplara rastlamak kolay değil. Mastodon u dinlemeye başladığımda her defasında diskografi bitiyor. Ve her seferinde yeni parçalar keşfediyorum. Bu gün de The sparrow u keşfettim. Tam 70 ler tarzı yapılmış, mükemmel etkileyici bir beste. Grup hakkında kitap bile yazılabilir bence.
Pek adı geçmeyen Thickening muhteşem bir parça, albümde favorilerimden biri net şekilde.
En sevdiğim uzun yol albümü. Böyle yollarda olmakla ilgili beni kendine bağlayan özel bir hissiyatı var, tam açıklayamıyorum. Arabadayken elim hep Blasteroid ve Dry Bone Valley’ye gidiyor, sonra baştan sona dinliyorum
11.07.2020
@ihsanoird, uzun yıllardır 8 saat üzeri kara yolu yolculuklarında her zaman Mastodon ve Neurosis diskografilerini dinliyorum. Neden elim hep bu iki gruba gidiyor ben de bilmiyorum.
11.07.2020
@ismail vilehand, Çünkü Neurosis özeldir. Ulu orta her yerde, her zaman dinlenmez. :)
11.07.2020
@deadhouse, %100 katılıyorum. Var böyle çok aşırı sevdiğim ama çok seyrek, sadece belirli durumlarda dinlediğim. Misal “Amenra”. Açıp dinlemek için çok aklımı yitirmiş olmam lazım.
11.07.2020
@ihsanoird, @ismail vilehand, bence maneviyatı en güçlü Mastodon albümü bu. Melodiler, vokallerin derinlerindeki keder; pek çok açıdan her şarkısı insanın içine işliyor. Dinlediğimde ilgili şarkıyı dinlediğim belirli bir yeri veya zamanı en çok hatırlatan albümlerden biri.
11.07.2020
@Ahmet Saraçoğlu, bu albümde dibi gördükten sonra Mastodon çok oynaklaştı. En iç parçalayan şarkıları bu albümde.
11.07.2020
@ismail vilehand, harbiden, nerede Octopus Has No Friends’in, All the Heavy Lifting’in, The Sparrow’un hüznü nerede The Motherload’un götleri.
Mastodon’un vokal melodilerini her albümde sevmişimdir bu albümünkiler bambaşka
29.01.2021
@Akanker, Just close your eyes
And pretend that everything’s fine
Just close your eyes
I’ll tell you when
Bu çok acayip bir albüm ya. Kesinlikle en favori Mastodon albümüm değil ama en çok dinlediğim Mastodon albümü. Hiç eskimiyor, sürekli taze.
23.04.2021
@owlbos, bence en iyi/önemli Mastodon albümü Leviathan ama benim en sevdiğim Mastodon albümü The Hunter. Çok kendine özgü bir atmosferi var.
23.04.2021
@Ahmet Saraçoğlu, Leviathan bencede en önemli Mastodon albümü. Remission en çiğ, Blood Mountain en hırçın, Crack the Skye en kendine özgü Mastodon albümü bana göre. Bu albüme bir tanım bulamıyorum. Çok özel bir sound var bu albümde. Tüm bu ve diğer ismini anmadığım Mastodon albümlerinden favori parça çıkarabiliyorum ama bu albümde olmuyor. Ama yinede günün sonunda bu albüm gözümde hala en iyi 3 veya 4. en iyi Mastodon albümü olsada en çok kendini dinleten albüm. Çok garip bi şey.
06.11.2021
@owlbos, ömrümü sonuna kadar sıkılmadan dinleyeceğim sayılı albümlerden.
Dark Tranquillity ile birlikte dünyanın en iyi grubu Mastodon’dur.
Ya koca 4 sayfa boyunca ben hariç sadece tek bir kişi Thickening’den bahsetmiş. Bu şarkıyı biraz övebilir miyiz arkadaşlar. Grubun en underrated birkaç şarkısından biri olduğunu düşünüyorum. Saykedelik başlayıp sonradan coşması ama şarkı boyunca da o hüzünlü havasını yitirmemesi, vokaller, gitarlar her şeyiyle muhteşem bir şey. <3
04.11.2021
@İlker, ayıp edilmiş. Grubun en chill şarkısı bence, çaldığında kendimi evdeymiş gibi hissediyorum.
Bazen vampir gibi yapışıyorum bu albüme. Mastodon’un en tadında albümü olabilir.