Yılın 3. çeyreğinin sonlarında olduğumuz dönem itibariyle, bu yıl –en beğendiğim olmasa da- en çok dinleyeceğim albüm sanırım bu olacak. (En beğendiğim ve en çok dinlediğim/okuduğum/izlediğim sanat eseri aynı olmayabiliyor bende.). İlk albümleri “Gods Of Vermin” ile “fena değil”, “iyi” arası tepkiler almışlardı genellikle bu Almanlar. Lâkin 2. albümleri, yani tanıttığım albüm o kadar iyi ki aldıkları olumlu tepkiler en aşağı 2 level atlayacak garanti.
Beyninin KAMELOT’dan tanıdığımız –ya da Simone Simons’un sahibi olduğu için adını bıçak bileyerek andığımız- klavyeci Oliver Palotai olduğu Alman topluluk, kabaca özetlersek senfonik progresif power metal yapıyor. Yok bu epey geniş bir tanımlama oldu, senfonik metal deyip geçelim o halde. Bestelerin büyük kısmını tek başına kompoze eden Oliver, yetkin piyanistliğinin yanında kompozitör olarak da ne kadar başarılı olduğunu –daha da olabileceğini- adeta gözümüzün içine, çekiç-örs-üzengi kemiklerimizin iliklerine kadar sokmuş.
Albüm baştan sona büyük bir dinamizm içerisinde ilerliyor, ve tek bir saniye dinleyicisini kaybetmeyecek kadar renkli, hareketli ve heyecan verici bir akışa sahip. Aslan payını klavyeci –ve gitarlarda da katkıda bulunan- Oliver Palotai de kapsa, albümde en dumur edici performans vokalist Henning Basse’ye ait. (Aslında vokal melodileri de onun parlamasının azımsanmayacak önemdeki nedenlerinden biri.) Guilt’s Mirror, Tales Of Greed gibi ilk dinleyişte hafızalarda yer alan vokal melodilerine sahip parçalarda da adam çok iyi, 1413 gibi oryantal melodili parçada da öyle, hatta finaldeki ballad türündeki parçanın da hakkını vermiş Henning. METALIUM grubunun eski vokalisti apoletiyle SOS’ye gelen vokalist, bu albümdeki performansıyla kariyerinde beklenmedik bir sıçramada bulunduğunda hem fikir olunan bir mahiyette, beklenmedik derecede iyi vokaller icra etmiş. Yer yer meralcore’u anımsatan agresiflikte vokallerden tutun, Jorn Lande tarzı kirli hard rock havasında vokallere, hatta kimi zaman sesini Warrel Dane’i andırırcasına kullandığı yerlere kadar birçok farklı vokal stilini başarıyla icra eden müzisyen, böyle giderse kanımca türün sayılı vokalistlerinden biri olarak adından sıkça bahsettirir ileride.
Albümde vasat, hatta yalnızca iyi olarak değerlendirilebilecek hiçbir element yok, belki şarkı sözleri için “iyi” diyebilirim sadece, geriye kalan her şey çok iyi-süper arasında gidiyor. Klavyeler, Palotai’nin “sürekli öne çıkayım” egoizminden uzak olduğunu gösterircesine uygun yerlerde ve dozajda müzikte yer etmiş. Uzun yıllar piyanistlik yapmış, KAMELOT’a girmesine yakın klavye çalmaya başlamış bir enstrümantaliste göre bir hayli kendini geliştirmiş bir klavyeci olduğu gözümüze çarpıyor kendisinin. Lakin geçmişinden miras kalan piyanodaki yetkinliğini de uygun yerlerde öne çıkartmaktan çekinmemiş albümde Palotai.
Albümde tuhaf zamanlı ölçü pek yok, lakin SCAR SYMMETRY ve son dönem EPICA tarzı düz metronomda aksatılan ritmik örüntüler müziğin genel iskeletini oluşturan yapısal olgu olarak göze çarpıyor. Ek olarak albümdeki ritim gitar yaklaşımını Bruce Dickinson’ın solo albümlerindeki Roy Z’ninkilere benzettim ben. Gaz ve yakalayıcı olmasına rağmen, düz ve tekdüze değiller kesinlikle; groovy bir hava da katıyorlar albüme aynı zamanda. Sound da güzel olunca, böylesi ritim gitar-davul senkronizasyonundan hoşlanan ben gibi dinleyiciler için son derece doyurucu bir albüm olmuş “Magnisphyricon” .
SCAR SYMMETRY, EPICA gibi gruplarla birlikte, diğer bazı bilinen topluluklara benzetilebilecek anlar da var albümde. Örneğin OPETH tarzı distortion’lı kısımlardan sonra aniden gelen dingin clean vokalli ve akustik gitarlı kısım numarasını bir yerde kullanmışlar. Veya Bubonic Waltz’ın köprü kısmındaki vokaller, benzer ritmik yapının da katkısıyla, ICED EARTH’den fırlamış gibi geliyor kulağa.
Birkaç parçaya göz gezdirirsek, intro sonrası açılış parçası Bubonic Waltz, adı gibi vals melodili klavyelerle açılan, sonrasında ise power-progresif yapıda devam eden bir parça. Özellikle vokal melodileri, çok şaşırtıcı derecede yaratıcı. Ben şaşırdım en azından, zira bu türde artık şaşırtıcı vokal melodisi yazabilen grup fazla kalmadı. Çok başarılı bir açılış parçası bu özetle. Tales Of Greed ise adeta gaz püskürten, tiksinti kusan vokallere sahip, bomba gibi bir şarkı. Hele “Disgust”lı nakarat kısmı o kadar iyi ki, değme gaz metalcore grupları dinlesinler de feyz alsındar diyesim geliyor. 1413 ise oryantal etkilenimli, hayli enerjik ve renkli bir parça. Vokalist Basse’nin en güçlü performanslarından biri de bu parçada, özellikle parçanın nakarat vokallerinde kopartıyor Alman, nüfuzlu sesiyle. Ayrıca parçanın wah’lı oryantal gitar kısmı öncesi metalcore etkili vokaller de atlanmamalı. İtiraf edeyim, metalcore sevmem ve scream vokallerini de genelde sıkıcı bulurum. Çok belli bir tekniği var, ve sadece nüanssal farklar oluyor türün vokalleri arasında. Ama bu albümdeki o havadaki vokallerin belli bir farklılığı var, ve kulağa iyi geliyorlar. (Belki ben bu türü yüzeysel dinlediğim için yetersiz gözlemlemiş olabilirim, onu da ekleyeyim.)
Özetle, senfonik adı altında yüzlerce yıllık, bilindik klasik müzik numaralarını bize yedirmeye çalışan tonla grubun arasında inci gibi parlayan bir grup SONS OF SEASONS. Palotai’ye, albümde konuk müzisyen olarak da sesini esirgemeyen Simone yaramış belli.
Kadro Jürgen Steinmetz: Bas
Daniel Schild: Davul
Oliver Palotai: Klavye, gitar
Henning Basse: Vokal
Pepe Pierez: Gitar
Şarkılar 1. Magnisphyricon: Temperance
2. Bubonic Waltz
3. Soul Symmetry
4. Sanctuary
5. Casus Belli I: Guilt's Mirror
6. Magnisphyricon: Adjustement
7. Into the Void
8. A Nightbird's Gospel
9. Tales of Greed
10. Lilith
11. Casus Belli II: Necrologue to the Unborn
12. Magnisphyricon: The Aeon
13. 1413
14. Yesteryears