Bundan birkaç ay önce, kendimi bir dinleyici olarak oldukça doyumsuz ve dinlediğim pek çok şeyden baymış halde bulduğumda yaşadığım sıkıntıyı az çok tahmin edersiniz. Bu hepimizin bir şekilde başına gelir, aslında çok sevdiğiniz gruplar eskisi kadar etkilememeye başlar, dinlediğiniz şeyleri o kadar ezberlemişsinizdir ki, müzikte şaşırtıcı bir şey bulamamaya başlarsınız.
O deliler gibi dinlediğiniz gruplar hafiften sıkıntı vermeye başlar, boğuluyormuş gibi hissedersiniz. Bir yerden sonra dinlemek istemezsiniz, ancak bunu kendinize itiraf etmekte zorlanırsınız. Onları o kadar çok seviyorsunuzdur ki, “tamam artık, şu an seni dinlemek istemiyorum” diyemezsiniz asla, vefa borcunuz varmış gibi hissedersiniz.
Ancak unutulmaması gereken şey, bu hissin oldukça normal oluşudur. Aslında sadece taze bir şeylere ihtiyacınız vardır. Favori kitabınızı ayda 10 kere okuyamazsınız, favori filminizi haftada 6-7 kere izleyemezsiniz. Ve diğer örneklere göre çok daha fazla tekrar tekrar tüketilebilirliği olmasına rağmen favori albümünüzü/grubunuzu da başka hiçbir şey dinlemeden yıllar boyu dinleyemezsiniz. Favori gruplarına gönülden bağlı olanlar bu önermeye katılmayabilirler fakat bazı şeyleri itiraf etme vakti, “BEN BAŞKA HİÇBİR ŞEY DİNLEMEDEN YILLARCA X GRUBUNU DİNLEYEBİLİRİM” diyenler ya ruh hastasıdır, ya da yalan söylüyordur.
Spiritual Beggars, tam da böyle bir dönemden geçerken yardımıma koştu işte. Müzikten o kadar da keyif alamadığım bir dönemde, yeni bir şeyler aradığım sırada son albümleri olan “Return to Zero”ya denk geldim ve sonunda biraz “nefes alabildim”. “Return to Zero” o kadar “ihtiyaç duyduğum” müziği sunuyordu ki, uzunca bir süre başka bir şey dinleyemedim ve kendimi bu büyülü müziğin yaratıcılarını keşfetmeye adadım. Her albümünü çok çok fazla kez dinledim ve geldiğim nokta da şudur ki; artık Spiritual Beggars’ın en büyük hayranlarından biriyim ve bu muhteşem grubun her albümünü sondan başa doğru sizlere anlatmaya çalışacağım. “Demons” da bu serinin ikinci halkası (ilki için)
Duyulduğu ilk andan itibaren dinleyiciyi yakalayan rifler, J.B.’nin hükümdar vokali, insanda koşma isteği uyandıran, içine bir kez girdikten sonra bağıra çağıra eşlik ettiren mükemmel şarkılar, harika bir müzisyen performansı ve son derece heyecan verici bir atmosfer. İşte Demons bu. Gerçekten, böylesine retro bir hava barındırmalarına rağmen bu derece heyecan verici bir müzik yapabilmelerine şaşırıyorum. Hani intro’sundan itibaren bir şeylerin geleceğini haberdar eden albümler vardır ya, işte bu albümde de, Inner Strength çalmaya başladığı andan itibaren bir şeylerin olacağını anlıyorsunuz ve dikkatiniz hiçbir şekilde dağılmıyor. Ağzınız zevkten açılmış, “ne güzel lan” diye içinizden geçirirken, Demons artıp azalan temposuna rağmen her zaman o taze heyecanını koruyor ve…mutlu oluyorsunuz! Evet, bildiğin mutlu ediyor bu albüm. Tabi burada eğlencelik, çerez tadındaki fırfırlı müziklerin verdiği yapay mutluluktan bahsetmiyorum. Demons’ı dinlerken “ulan bunlar ne güzel şarkılar, nasıl güzel bir şey dinliyorum lan ben” diyor, keşfinizden dolayı kendinizle adeta gurur duyuyorsunuz. Detaylara inelim.
Albüm dediğim gibi, adeta kahramanın gelişini haberdar eden intro Inner Strength ile açılıyor ve gazı pompaladıktan sonra albümün en sağlam hitlerinden Throwing Your Life Away ile uçuşa geçiyor. Hani burada Michael Amott’u kimseye anlatacak değilim fakat, bu rifler nedir arkadaş ya? Amott’un death metal işlerini de bilen biri olarak şunu söyleyebilirim ki, bence Spiritual Beggars’taki bu stoner/hard rock rifleri kesinlikle diğer işlerinden daha başarılı. Gerçekten Throwing Your Life Away gibi, One Man Army gibi, Treading Waters gibi, Dying Every Day gibi şarkıların gitar işçiliğine şapka çıkarmayacak (daha çok şarkı sayarım da abartmayayım) kaç kişi çıkar bilemiyorum. Sololar ise yine aşırı kıskandırıcı. Hele bazı sololarda altınızdan halı çekilmiş gibi oluyorsunuz.
Albümün atmosferinin oluşumuna en büyük katkıyı Michael Amott’tan sonra bana göre Per Wiberg abimiz yapıyor. “Return to Zero” kritiğinde Wiberg’in kariyerinin en iyi performanslarından birini gösterdiğini söylemiştim, ki bu doğru. Fakat önceki işlerinin de en az Return to Zero kadar iyi olduğunu düşünmemiştim. “Demons”, “Return to Zero”dan daha tempolu bir albüm olmasına rağmen Wiberg yine kendini göstermeyi başarmış ve bu retro sound’un en büyük sorumlusu olmuş. Özellikle nakaratlarda bastığı notalar gerçekten muhteşem ve tripkar. Yine de çaldığı enstrüman bir org olduğu için asıl marifeti orta ve düşük tempodaki şarkılarda ortaya çıkıyor. Albümün en güzel şarkılarından olan kapanış şarkısı No One Heard, JB’nin mükemmel vokaliyle birlikte Wiberg’in elinde büyümüş adeta. Bana göre şu anda rock/metal müzikte orgu en iyi kullanan 3-5 adamdan biri kendileri.
JB demişken, biraz da onun Spiritual Beggars için nasıl mükemmel bir seçim olduğundan ve albüme kendi ruhundan ne güzel bir parça üflediğinden bahsedelim isterseniz. Cidden, bir insan evladı ancak bu kadar frontman’liğe yatkın olabilir. Şarkıları o kadar karizmatik ve güçlü söylüyor ki, bir yerden sonra ne dese yapacak kıvama geliyorsunuz. Ancak onunla ilgili en iyi şey, güçlü ama kısıtlı bir ses rengi varmış gibi gözükse de aslında gayet çok yönlü bir vokalist olması. Throwing Your Life Away’de bağırıp çağırıp gövde gösterisi yapabilirken, Elusive’deki enteresan melodiye ağzıyla eşlik edebiliyor, Through the Halls’ta sakince dertleşebilirken No One Heard’de adamı karşısına alıp her şeyi bir baba gibi tek tek anlatabiliyor. JB, vokalist sorunu çeken her grubun kesinlikle kadrosunda görmek isteyeceği müthiş bir ses.
Albüm ayrıca çift CD’lik farklı bir versiyonla da hizmete sunulmuş ve burada da grubun Japonya’da vermiş olduğu konseri dinleyebiliyoruz. Monster Astronauts, Angel of Betrayal, Blind Mountain gibi Spice döneminden şarkıları JB’nin sesinden dinleyebildiğimiz bu versiyonu ıskalamayın derim, zira grup konser nasıl verilir dersi veriyor adeta. Spice’ın o özel sesiyle yaratılmış şarkıları JB’nin nasıl ustalıkla söylediğini görmek de ayrıca hoş.
Albümün prodüksiyonu ise kusursuz. Koltukta Fredrik Nordstrom ve Michael Amott birlikte oturuyorlar ve ortaya çıkan iş, bir retro hard rock albümü için muazzam. Fredman bu alemin 3-5 tanrısından biri olduğu için kötü bir şey çıkması beklenemez zaten fakat, pek de alışık olmadığı bir tarzda da bu kadar başarılı olması takdire şayan.
Kısa tutamadım, kusura bakmayın ancak Spiritual Beggars gerçekten müzik algımı değiştirmiş bir grup ve dinletebilmek adına türlü maymunluklara girebilecek kadar seviyorum kendilerini. Mükemmel rifleriyle, heyecanlı yapısıyla, bambaşka boyutlardaki sololarıyla, taze fikirleriyle ve bazen jam dinlermiş gibi hissettiren şarkılarıyla bu albümü hard rock veya retro müzik sevenlere önermiyorum. HERKESE öneriyorum. Hiç alâkası olmayanlara, daha önce dinlememişlere, mesafeli duranlara falan, hepinize öneriyorum. Bence siz de çok seveceksiniz.
Kadro Janne "JB" Christoffersson: Vokal
Michael Amott: Gitar
Sharlee D'Angelo: Bas
Per Wiberg: Klavye, piyano, org
Ludwig Witt: Davul
Şarkılar 1. Inner Strength
2. Throwing Your Life Away
3. Salt in Your Wounds
4. One Man Army
5. Through the Halls
6. Treading Water
7. Dying Every Day
8. Born to Die
9. Born to Die (Reprise)
10. In My Blood
11. Elusive
12. Sleeping With One Eye Open
13. No One Heard
bende tam anlatıldığı gibi bi “müzikal boşluk” içerisindeyim ve grubu dinlemeye karar verdim kritiği okuduktan sonra yalnız merak ettiğim birşey var davul performansı nasıl. bir albümün davulları tek düze olduğu zaman gitar işçiliği, vokaller vb. diğer etmenler ne kadar iyi olsada dinleyemiyorum bi sorayım dedim (ne gerek var lan lavuk 2011 yılındayız aç youtube’u grooveshark’ı bak diyebilirsiniz ama … öyle işte)
burak canik: Ludwig Witt hiçbir zaman çok ekstra işler yapan bir davulcu olmamasına rağmen benim çok sevdiğim bir müzisyendir. Şimdiye kadar hiçbir albümde şov yaptığına şahit olmadım fakat inanılmaz yerinde ve güzel bir tuşeyle çalar, ki olayı da budur zaten.
Spiritual Beggars’ın her albümü gibi bu da çok iyidir. Throwing Your Life Away ile öyle bir açılıyor ki albüm akıp gidiyor zaten
yakalayıcı riffler, şeker gibi sololar, jb’nin güçlü vokali. işte spiriçul beggarz
ben bunu dinlememiştim. önceki yazar/okur deneyimine dayanarak bunu da dinlemeliyim. bu güzel exploded yazı için teşekkür ederiz.
bende tam anlatıldığı gibi bi “müzikal boşluk” içerisindeyim ve grubu dinlemeye karar verdim kritiği okuduktan sonra yalnız merak ettiğim birşey var davul performansı nasıl. bir albümün davulları tek düze olduğu zaman gitar işçiliği, vokaller vb. diğer etmenler ne kadar iyi olsada dinleyemiyorum bi sorayım dedim (ne gerek var lan lavuk 2011 yılındayız aç youtube’u grooveshark’ı bak diyebilirsiniz ama … öyle işte)
23.05.2011
@burak canik, iyi davullar
herifler on numara kasıntı da yok. çok severim :=
burak canik: Ludwig Witt hiçbir zaman çok ekstra işler yapan bir davulcu olmamasına rağmen benim çok sevdiğim bir müzisyendir. Şimdiye kadar hiçbir albümde şov yaptığına şahit olmadım fakat inanılmaz yerinde ve güzel bir tuşeyle çalar, ki olayı da budur zaten.
Ertuna: ben teşekkür ederim.
Çok akıcı ve güzel bir yazı. Eline sağlık Bercacım. Prodüksiyondan bahsettiğin kısım hakkında da tam olarak aynı şeyleri düşünüyorum.
çok güzel bir kritik olmuş, özellikle o ilk 3 paragraf “al abi sen busun.” tadındaydı benim için. sanırım deneyeceğim albümü.
Çok güzel kritik olmuş. Samimiyeti ise ayrı şahane. JB’nin ardından da ağıt yakmak gerekecek sanırım.
Açık ara en iyi albümleri, her şarkı harika ama In My Blood diye bir şey var bu albümde. JB de en iyi metal vokallerinden biri bence.
Ad Astra kritiğinden geliyorum… O albüm 11/10 ama bu albüm, grubun en iyi işi. Varın gerisini siz düşünün.