Bir grubun çok fazla reklamının yapılması, zaman zaman gruba trip atarmışçasına topluluğun albümlerini hiç dinlememe tepkiselliğine vardığım durumlar yaratabiliyor bende. Halbuki bu her zaman iyi bir şey değil. Zira her ne kadar arada çok övülen bir grubu heves ve beklentiyle dinlediğinizde karşınıza çıkan balona çok sinirlenseniz, o övgülere sövseniz de; bazen öyle iyi bir grupla da karşılaşabiliyorsunuz ki sırf bu ihtimal için bile sevdiğiniz türdeki gruplara fırsat oldukça bir şans vermenin iyi olacağı mentalitesini içselleştirebiliyorsunuz.
İşte Circus Maximus ile tanışmam da böyle bir antipati yüzünden çok geç olmuştu. Zira takıldığım birçok prog grubunun forumunda, hem de grubun bir elemanı sürekli grubunun reklamını yapıyordu. Neyse eninde sonunda grupla tanıştım, ve vazgeçilmezlerim arasında olmasa da, bu tanıttığım 2. albümlerinde gösterdikleri gelişim, yakın zamanda çıkması beklenen 3. albümlerini heves ve biraz da Neo’nun ilk seferde karşı apartmanın terasına atlama teşebbüsünde bulunurken Mouse’ın “ya atlarsa” derkenki ruh haline benzer bir ümitle beklememe vesile oluyor. [Hiç kimse ilk seferinde atlayamaz. (ama bu 3. sefer olacak)]
Öncelikle ilk albüm “1’st Chapter” ve bunun arasında ne gibi bir fark var ondan bahsedelim. Aslında ilk albüm daha odaklı ve daha ateşli bir tarza sahip, ama kullanılan oryantal melodiler de dahil, “şurası çok özgün olmuş” denebilecek tek bir saniyesi yok albümün. O bakımdan, tanıttığım albümde de pek fazla özgünlük olmamasına rağmen, nispeten daha özgün bir hava veren bileşimler bu albümü bana göre daha değerli yapıyor.
Eserde bence en dikkat çekici unsur vokalistin ses rengi, ve albümdeki bu sese uygun yazılmış vokaller. Eriksen’in sesini duyduğunuzda türde tanınmış herhangi bir vokaliste benzemediği sonucuna ulaşmanız kuvvetle muhtemel. (Çok bilinmeyen benzer bir sese sahip vokalist mevcut mudur bilemeyeceğim.). Vokalistin özgün ses rengi dışında, çok rahat, sesini zorlamadan hayli yüksek notalara ulaşabildiğini söyleyebiliriz. Belki insanüstü seslere çıkmıyor, ama 2.5 oktav civarında sesini hiç zorlamadan lezzetli vokal yapabilmek de ciddi bir teknik isteyen bir hadisedir. Eğer kendine ve sesine iyi bakarsa 50’lerinde de bu ayarda şarkı söylemesi muhtemeldir böylesi bir teknikle. Aslında gerektiğinde bir hayli güçlü ve volümlü de söyleyebildiğini, Beyond Twilight – “For The Love Of Art And The Making”de görmüştük. Ama daha sade ve dingin bir müzik yapan Circus Maximus’da hayli zorlanmadan söylediği hissediliyor Michael’in.
Bana göre albümde vokallerden sonra en dikkat çekici şey davullar. İlk olarak asla şova kaçmadan kompozisyonlar içersinde çok uygun şeyler yapmış davulcu. Ek olarak da kimi zil oyunları, ve özellikle bazı ataklarda klasını da belli etmiş. Albümdeki riff’ler ve sololar yerli yerinde kompoze ve icra edilmiş. Neo-klasik etkilerden ziyade, tanınmış rock virtüözlerinin etkilerine rastlıyoruz sololarında, Satriani gibi.
Klavyelerde yadsınamaz bir Dream Theater etkisi var, ve soundda yeterince baskın da olsalar icralarında ve melodilerde fazla dikkat çekici bir şey yok. Baslar türden bekleneni yerine getiriyorlar. Güçlü distortion’ların altını iyi dolduruyorlar, ve krosları takip etmedikleri 80’ler havasındaki bölümlerde zevk veren bir tonda olduklarını düşünüyorum dinlerken.
Sane No More gibi, parça iskeletinin aksaklık üzerine kurulu olduğu, nispeten kaotik parçalarda tuhaf zaman ölçülü kısımlar iyi kurgulanmış ve icra edilmiş. Ama hiç deneysellik veya yenilik vaat etmeyen, progresiflik seviyeleri hayli düşük kimi parçalarda öyle kısımlar kullandıklarında ise bunlar parçaların ruhuna gitmemiş.
Arrival Of Love gibi 80’ler etkili melodik rock/metal ile modern prog-power’ın füzyonu olan parçalar grubun temel müzikal yapısının özeti olarak göze çarpıyor. Lakin kimi parçalarda progresiflik düzeyi çok yüksekken, kimisinde melodik rock veya metal yönü daha ağır basıyor. Zero parçası ise power gruplarının hemen hemen hepsinin, progresif-power gruplarının çoğunun, progresif metal gruplarının ise azımsanmayacak bir oranının her albümünde kullanılan, tercihen piyanolu, ballad türünde bir şarkı.
İşin özü albümde ileri derecede bir ilk dönem Dream Theater etkisine, ve baskın bir 80’ler havasına rastlayacaksınız. Özellikle vokallerde çok baskın olan reverb de bu havayı güçlendiren önemli bir unsur. Ama albüm sıkmıyor, zira ballad olarak başlayıp sonra sert prog metal’e dönen parça mı yok, epiklikte Blind Guardian’ı aratmayan kimi vokal melodileri mi yok albümde.
Kadro Michael Eriksen: Vokal
Mats Haugen: Gitar
Glen Mollen: Bas
Truls Haugen: Davul
Lasse Finbraten: Klavye
Şarkılar 1. A Darkened Mind
2. Abyss
3. Wither
4. Sane No More
5. Arrival of Love
6. Zero
7. Mouth of Madness
8. From Childhood's Hour...
9. Ultimate Sacrifice
sayfa ortasındaki grup logosu megadeth fontunun uçları çekiştirilmiş hali. yakıştıramadım. olmamış diyorum albümü dinliyorum gözlerim kapalı.
grubun ilk albümünün kapağı fotoşop faciası.
http://www.metallyrica.com/covers/circus%2Bmaximus%2B%2528nor%2529the%2B1st%2Bchapter.jpg
05.03.2011
@Ahmet Saraçoğlu, Anlayamadım bi espri döndüyse. Nedir o resim?
05.03.2011
@Aeonian_Lich, bilmem ki ne düşündüler. uzakta bi sirk var bi onu anladım.
05.03.2011
@Ahmet Saraçoğlu, ben linke tıklayınca bacak arasında koca bi tavşan duran bi hatun resmi görüyorum ilk albüm kapağından ziyade.
05.03.2011
@Aeonian_Lich, ahaha nası ya? çölde tek tekerlekli bisiklete binen adam var bende.
05.03.2011
@Ahmet Saraçoğlu, http://static.cdnsv.com/images/hotlinking.jpg
şu çıkıyor bende. :D
05.03.2011
@Aeonian_Lich, bunu kullansalarmış daha iyiymiş.
05.03.2011
@Ahmet Saraçoğlu, tasarımcı bildiği tüm efektleri uygulamak zorunda hissetmiş heralde.
Zero gibi müthiş bir ballad ı barındıran şahane ötesi albüm