# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
DREYELANDS – Rooms of Revelation
| 14.02.2011

Kıymetlimisss.

Özgür DURAKOĞULLARI

Son yıllarda o kadar fazla progresif metal grubu çıkmaya başladı ki, neyi nasıl takip edeceğimi şaşırdım. Ama özellikle son iki senede işin biraz piçi oldum galiba, zira çıkan bir albümü 1 kere baştan sona dinlemeden bile, dinlemeye, arşivlemeye değer bir eser olup olmadığını genel itibariyle anlar oldum. Ama yanıldığım veya önyargılı davrandığımı fark ettiğim istisnalar da olmadı değil. Bu tür yanılgılarımı fark etmem genelde iki biçimde gerçekleşti. Birincisi albümü dinlemeye başlayıp, sonra iyi değil diye durdurup, belli bir zaman sonra tekrar bir bakayım deyip “fena değilmiş”, “iyiymiş aslında”, “oha ne kadar yanılmışım çok iyiymiş” gibi evrelerden geçmem; ikincisi ise yine beş para etmez diye albümü bir kenara atıp, sonra nette gezinirken albümle ilgili çok fazla sayıda ve/veya iyi yorumla karşılaşmam neticesinde, “ben mi bir şeyler kaçırdım acaba” düşüncesiyle bir daha deneyip yanılmış olma durumları yaşamam şeklinde özetlenebilir. Ama genele bakarsak, o benim kenara atıp beğenmediğim albüm sonra acayip beğenilse bile, benim fikrim büyük ihtimalle değişmemiştir.

Tanıttığım Macar DREYELANDS grubunun debut albümü ise ne çok beğendiğim, ne de “bir daha dinlenmez” diye bir kenara atacağım bir noktada duruyor. Bu türle yakın zamanda tanışmış, nispeten az sayıda geleneksel çizgide müzik yapan prog metal grubu dinlemiş biri bu albümü çok beğenebilir belki, ama kendi adıma hala bıkmasam da çok fazla progresif metal grubu dinlemiş olduğum için bu albüm beni fazla açmadı. Ama “majör bir kusurlarını, eksiklerini söyle” derseniz de, yazının ilerilerinde bahsedeceğim vokalle ilgili bir durum dışında pek bir şey sayamam.

Özetle “Rooms Of Revelation” eli yüzü düzgün, geleneksel progresif metal çizgisinde müzik yapan yepyeni bir grubun ilk albümü. Fakat büyük kıvılcımlar çaktırırcasına “daha ilk albümleri böyleyse ilerde süper olabilirler” dedirtmeyen, yani şaşırtmayan, ama dinlerken belli bir zevk de alacağınız bir eser. Hani bazı gruplar vardır, belli sound veya başka eksiklikleri yüzünden hiç zevk vermez ilk albümleri, ama müziklerinde öyle güzel fikirler, “biraz olgunlaştırsalar, daha iyi bir kayıtla ve performansla sunsalar manyak olurdu” dedirten kıvılcımlar olur ki, albümün dinlenebilirliğinin düşüklüğünden kaynaklanan bir üzüntüyle, ama aynı zamanda güçlü bir umutla “bakalım bir sonraki albümleri nasıl olacak” diye merak ederiz delicesine, önceki albümlerinden hiç keyif almasak, müzik çalarımıza koyup dinlemesek de. Hah, işte bu grup onlardan değil.

Elbette bir sonraki albümleri çok süper olamaz mı? Olabilir. Ama bu albümden yola çıkarak öyle bir öngörüde bulunamıyorum. Ancak farklı ilhamlarla, müziklerinde radikal değişiklikler, veya kestirilenden yüksek oranda bir gelişim göstererek bir albüm çıkarmalılar ki, o zaman “vay be” diyebileyim. Ya da böyle bir çizgide giderler, ve detaylardaki progresif metal gruplarını araştıran, keşfeden dar bir kitleye hitap edecekler. Gerçi sanki gecekonduyla denize sıfır lüks villa arasında tercih yapmak gibi, ve herkesin neyi seçeceğinin belli olduğu bir durumu betimlemiş gibi oldum, zira bir grup elbette ikinci seçeneği seçer. Ama işte bu öyle bir “seçme” olayı değil. Hem bir yerlerden özgün ilhamlar gelmeli, hem müzik teorisi ve enstrüman hakimiyeti bakımından kendini geliştirmelisin, ama en başta yeteneğinin sınırları fark yaratabilecek düzeyde olmalı. Neyse amma uzattım…

Albümdeki müzikten genel olarak bahsederken klavye, davul ve baslara özel bir paragraf açmayacağım, (neskafe 3’ü bir arada). Klavye tonlarını hiç sevmedim. Hatta çok süper bir klavye kullanmanız, acayip tonlar yazabilecek bir teknolojik birikime ve ekipmana sahip olmanız da şart değil geleneksel progresif metalde, en azından idare edersiniz orta karar bi sistemle. Ama yani bazı synth tonları var, 2010’da çıkmış, ve ciddi anlamda iyi müziğin icra edildiği bir albümde ben çok eğreti buldum bazı synth tonlarını. Hatta tamam synth hadi çok teknolojik bişey, ayriyetten hem özgün synth tonları yazmak, aynı zamanda da bunu geleneksel prog metal soundunda aykırı, anarşik tınlamamasını sağlamak nispeten zor olabilir. Ama piyano tonlarına ne bahane bulacaksınız ha? Albümün genel soundu iyi de olsa, davullar hafiften delici olmuş. Biraz daha törpülenebilirmiş sound’ları mastering evresinde. Ama kötü değil, ve ayrıca geniş bir kitleye hitap etmeyen bir tarz müzik yapıyorsunuz, daha ilk albümünüz ve kayıt işlerine ne kadar cebinizden para harcayabildiğinizi bilmiyorum. O bakımdan gruba fazla yüklenmenin lüzumu yok. Baslar hakkında bir şey demeyeceğim, zira kulaklarımın alışkın olduğu basları hayvani olan kulaklıklarım arkadaşımda kaldı. Baslar biraz az geliyor, ama bahsettiğim durumla alakalı da olabilir bu durum. Susma hakkımı kullanıyorum.

Grubun gitarlarında dikkat çeken bir SYMPHONY X etkilenimi var. Ama olaya kronolojik müzikal hiyerarşi ekseninde bakarsak, SYMPHONY X’in de etkilendiği PANTERA gitarlarından esinlenilmiş demek daha doğru. Ama gitar tonları her ne kadar modern ve güçlü, türden beklenen çerçeve içersinde bir sounda sahip olsa da, 80’ler ve spesifik olarak AOR havasını almak da mümkün gitarlardan. Keşke SEVENTH WONDER vokalisti kadar olmasa da, bu AOR etkisini verebilecek yumuşak ama güçlü bir vokalistleri olsaydı, o zaman albümden alınan keyif ciddi biçimde artardı. Neyse gitarlardan bahsetmeyi bitirirken, soloların da bu “fazlasıyla rock etkili ama modern progresif metal soundlu” yapıya uygun bir biçimde, düzgün bir tonla icra edildiğini ekleyebilirim.

Vokalistten biraz bahsetmek gerekirse, Nikola Mijic’in vokallerinde türü sevenlerin hoşlanacağı genişlikte bir oktav ve sağlam bir teknikle karşılaştığımızı söylemek mümkün. Lakin, vokalistin tekniğinde lüzumsuz ve “default” bir kirlilik var. Bu kirli tını eğer Jorn Lande’ninki gibi doğal ve parça yapılarına uygun biçimde olsa bir şey demezdim. Ama adamın sesi sanki öyleymiş, istese ve parça yapıları gerektirse de başka türlü olamazmış gibi tınlıyor. Hatta Blossoms of Decay parçasının ruhuna gitmesi için, kesinlikle, kirli bile olsa, daha yumuşak bir vokal yapılmalıydı. Özetle, estetize ve kasıtlı olarak yapılan bir kirletme yok vokalistin sesinde, ve vokal melodileri ile de pek örtüşmemiş bu tını. Benzer bir durumla, ASPERA isimli yeni bir Norveçli progresif metal grubunun vokallerinde de karşılaşmıştım. Yine kirli söyleyen bir vokalisti olan ILLUSION SUITE grubunda ise bu negatif olabilecek unsurdan güzelce kaçınılmıştı debut albümlerinde örneğin, zira “Final Hour” albümündeki vokal melodilerini adamın sesine o kadar uygun yazmışlar ki, temiz söylese daha kötü olurmuş dedirtmişti bana.

Liriksel olarak konsept yapıda olan albümde, psikotik olarak rahatsız bir karakterin neden sevdiklerinin bir bir öldüğünü anlamaya çalışması, ve sonunda şizofrensi bir mental duruma sahip olduğunu keşfedip, diğer kişiliğinin hem kendi asıl benliğine, hem de sevdiklerine zarar verdiğini anlaması, ve sonunda kendince en doğru çözümü uygulaması konu edilmiş: intihar. Güzel konsept, ben sevdim.

Uzn bir zaman sonra müzikten çıkmayarak bir kritik yazayım, hatta genel anlamda albümden sapmamaya da çalışayım mantığıyla klavyenin başına oturdum. Ama keşke hazır bu modayken benim için daha önemli, 9-10 verebileceğim bir albümün kritiğini yapsaydım. Neyse olan oldu… (Lan yoksa ben de albüm konseptindeki adam gibi miyim? Çık içimden geyikçi ikinci benlik. İntihar mı? Güldürme beni dostum. Ama yok dayanamayacağım ahahahahahahahahaha. Hatta dur lan, zaten seni yendim ki bak kritikte ne atletizm var ne edebiyat ne başka bir şey.)

2. benlik: Şu cümleye ne diyeceksin dostum? “Gerçi sanki gecekonduyla denize sıfır lüks villa arasında tercih yapmak gibi, ve herkesin neyi seçeceğinin belli olduğu bir durumu betimlemiş gibi oldum.”

1. benlik: Ühühühü, Leave now, and never come back!
2. benlik:
1. benlik: Gone gone gone, Smeagol is freeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee!!!

7/10
Albümün okur notu: 12345678910 (4.82/10, Toplam oy: 11)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2010
Şirket
Lion Music
Kadro
Nikola Mijic: Vokal
András Horváth: Gitar
Gergely Springer: Bas
György Nagy: Klavye
Omar Gassama: Davul
Şarkılar
1.Entering
2.Room 1 - Seek for Salvation
3.Room 2 - Can't Hide Away
4.Room 3 – Pretending
5.Room 4 – Fragments
6.Room 5 - Way to You
7.Room 6 - Blossoms of Decay
8.Room 7 – Vain
9.Room 8 - Leaving Grace
  Yorum alanı

“DREYELANDS – Rooms of Revelation” yazısına 2 yorum var

  1. Ertuna Yavuz says:

    güzel bir kritik olmuş ellerine sağlık.

    Aeonian_Lich

    @Ertuna Yavuz, Teşekkür ettim.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.