Genelde pek huyum değildir ama bir istisna yapayım, en sonda söylemem gerekeni en baştan söyleyeyim. Normal şartlarda kafasını kaşıyacak vakti olmaması gereken bir dönemden geçen bir insan evladının oturup sizlere böyle bir yazıyı yazması;
1- Müzik sevgisiyle, 2- Sorumluluk duygusuyla (bazı dillerde Holy Ghost of Ahmet diye de geçer), ve hepsinden önemlisi. 3- Gerçekten yazmaya değer (onun da ötesinde gerçekten dinleye dinleye doyulamayan) bir albüm seçmesiyle gerçekleşebiliyor.
Haliyle bu dönemde benden öyle uyduruk albümler seçmemi, yerden yere vurmamı falan beklemeyin. Ve haliyle (duble haliyle) bu yazı biraz hızlı çekimde yazılmak zorunda kalınacaktır, hatamız olursa şimdiden affola…
Bugünkü albümümüz Alman hard rock devi Accept’in 14 yıllık sessizliğin ardından 2010 ortalarında çıkardığı Blood of the Nations. Fark ettiyseniz bu grubu adam akıllı tanımadan koskoca bir (belki de iki?) rocksever nesil yetişti ve neleri kaçırdıklarının pek de farkında değiller. O zaman biraz grubun kökeninden ve bugüne kadar yaptıklarından bahsedelim. Almanya’nın en batısındaki Kuzey Ren-Westfalya eyaletinde 1960’ların sonunda kurulup ilk albümünü 79’da çıkarabilen, 80’lerde ise denizaşırı ülkeler de dahil mainstream başarı yakalayan (Pasifagresif okuyucusuna not: mainstream başarı; çok albüm sattılar, MTV’ye çıktılar, radyolarda çaldılar, voliyi vurdular demek oluyor) Accept’in adını benim ilk kez duymamsa 90’lı yılların başlarında yayınlanan Amiga adlı güzide dergimizin müzik sayfalarında Objection Overruled’un tanıtımına denk gelip kimin nesi olduklarını merak ettiğimden kelli (merak kediyi öldürmüyor her zaman) gidip bu albümü almama (dıııt… uyarı! okuyucuyu uzun cümlelerle öldürme tehlikesi!) rastlar.
Albümü beğenmiştim beğenmesine ama o gün için ne metal tarihindeki yerlerinden, ne ileriki yıllarda Udo’yla yaşanacak problemlerden, ne gitarist Herman Frank’ın gruba sinerji olara yaptığı katkılardan haberim vardı. Sonradan bunları öğrenecek çok zamanım oldu tabi, ama bu kadar zamanda ikinci bir Accept gelmediği gibi Udo’nun solo albümlerini de “ah ulan, bu müzik kirliliğinde (şair burada 90’ların sonu-2000’lerin başından bahsediyor) şu adamlar bir arada olsa taş üstünde taş bırakmaz” kafasında, bir nevi içim acıyarak dinledim. Taa ki geçtiğimiz yaz Sonisphere’de yeni esas oğlanımızı saz arkadaşlarıyla beraber sahnede görüp “bunlar bu haliyle de iş yapar dayı” diyene kadar. Ama itiraf etmem lazım, ben bile albümü dinleyene kadar bu kadarını beklemiyordum.
Bazılarınızın önceden de vakıf olduğu Udo vs Accept mevzularına burada çok fazla girmek istemiyorum (bunlar ailesel konular, ayıp) ama özetle klasik rock star arızalarından muzdarip olduklarını ve Udo’nun gruba çağrılmış olmasına rağmen yeni albüm yapmak istemediğini, bunun üzerine Wolf’un “eeh ömür boyu senin uzuvlarının harekete geçmesini mi bekleyecez lan” diyerek gidip New York-New Jersey yöresinden (yiğidin harman olduğu yer) Mark Tornillo’yu (eski grubunun adı TT Quick) bulduğunu söyleyebilirim. Nankörlük olmayacağını bilsem iyi ki de Udo geri dönmemiş diycem, valla diycem…
O kadar mı iyi dediğinizi duyar gibiyim. Evet, doğrusunu söylemek gerekirse Tornillo o kadar iyi! Adam Teutonic Terror, Shades of Death, Kill the Pain gibi parçalarda ciddi şekilde parıldıyor. Fakat iyilik yalnızca Tornillo’nun vokal performansında değil. Bir kere günümüzün popüler prodüktörlerinden Andy Sneap albüm sound’una ciddi bir katkı yapmış. Gerçekten dolgun bir sound elde etmekle kalmayan Sneap, vurucu davul tonları ve tertemiz gitar işçiliğiyle albüme resmen imza atmış. Sonra Frank’ın dönüşünün grupta yarattığı olumlu kimyasal değişim gün gibi ortada. Adamlar bir arada çalmaktan belli ki zevk alıyor, zaten bu kadar tecrübeli müzisyenler olduktan sonra istemediği yerde zorla tutamazsınız kimseyi. Ayrıca beste yapmadan geçen 15 yıl da yaratıcılıklarına yaramış, adamlar resmen aç kurtlar gibi stüdyoya girmişler. Sonuç: Almanya’da 4. sıradan, Avrupa’nın birçok ülkesinde ilk 10’dan listelere giren bir albüm. Daha düne kadar ölmüş de gömmeyi unutmuşlar diye küçümsenen gruptan hiç de fena olmayan bir performans, değil mi?
Şarkılara gelince. Normalde artılarıyla eksileriyle tek tek incelemeyi tercih ederim ama bu albümün asıl gücü bence burada ortaya çıkıyor. Hani bazı albümler vardır ya, “Reign in Blood” gibi, “Back in Black” gibi, “Keeper of the Seven Keys” gibi, baştan sona bir bütün olarak efsane olmuştur, seveni sevmeyeni olsa da ortak bir tavırla saygı duyulur, önemine ve bestecilikteki ustalığa itiraz edecek kimse çıkmaz, siz o albümü ayırsanız da bölseniz de bir şarkı bile tek başına “ben falanca albümden fırladım” diye bağırır. İşte bence bu albüm de öyle bir albüm. Ve belki fazla iddialı olacak ama, o saydıklarımın arasına girecek kadar iyi. Bonus şarkı bile ortalama bir grubun sıradan bir albümünü kurtarabilecek kadar iyi. Böyle albümlerde favori şarkı da pek olmaz, ya da dönem dönem dinledikçe favorileriniz değişir. Benim şu anki favorim Rolling Thunder ama gelecek ay bilmem hangi parça olacak… O yüzden “Blood of the Nations”a 2000’lerin muhtemelen en iyi albümlerinden biri (belki de 2010’un en iyisi) demekten çekinmiyorum. Udo adına üzgünüm ama böyle bir albümde yer alma şansını elinin tersiyle itmiş bulunuyor.
Son olarak şunları seviyorsanız bu albümü alın, şunları seviyorsanız almayın gibi saçma bir yorum yapmayacağım. Accept’in bugüne kadarki en iyi (ve kaderin cilvesi olarak Udo’suz) eserini kaçırmak hiçbirinize yakışmaz, bu müziğe niye gönül verip yıllardır dinlediğimizi anlayacak sizler de iyi bir fırsat yakalamış olursunuz. Hmm? Ben mi? Nankör mü? Hiç sanmıyorum.
Kadro Mark Tornillo: Vokal
Wolf Hoffmann: Gitar
Herman Frank: Gitar
Peter Baltes: Bas
Stefan Schwarzmann: Davul
Şarkılar 1. Beat the Bastards
2. Teutonic Terror
3. The Abyss
4. Blood of the Nations
5. Shades of Death
6. Locked and Loaded
7. Kill the Pain
8. Rolling Thunder
9. Pandemic
10. New World Comin'
11. No Shelter
12. Bucket Full of Hate
13. Time Machine (Bonus)
14. Land of the Free (Bonus)
Accept şu albüme kadar bende “Balls to Walls” parçasından öteye geçmeyen bir gruptu ama bu albümle adamları tanımış oldum :D Gerçekten mükemmel bir albüm olmuş fakat şarkıların bazıları fazla uzun tutulmuş sanırım (grubun şarkılarının gneli böyledir belki bilmiyorum..) . Bu yeni vokal U.D.O reyisi baya baya andırıyor ama ses rengini ondan daha çok beğendim açıkçası. Son olarak Wolf Hoffman’ın hastasıyız !
Yazar yazamamış ben yazayım. Çünkü aramızda Accept’i tanımayan genç okuyucular da olabilir öyle değil mi? Kanada’dan Anvil, Almanya’dan Running Wild, Judas Priest, Grave Digger ve Saxon gibi old school heavy metal sevenler bu grubu sevebilir. Bunda birşey yok arkadaşlar grup referansı verin ki insanların aklında bir düşünce oluşsun. Blood of the nations U.D.O.’suz çıktı fakat albüm iyi. Yalnız Kill the pain’den sonra pek başarısız sıkıcı şarkılar var. 10/10 çok iyimser not olmuş. 7 puan iyidir. Tornillo’da birkaç şarkıda zorlanmış. Genelde gaz bir albüm ama devamlı dinleyince hep aynı şarkı çalıyormuş izlenimi veriyor.
Bir tek blood of the nations şarkısında her sözün arasında koro vokalin blood of the nations demesine uyuz oldum. onun dışında son yıllarda dinlediğim en roket albümlerden bi tanesi. udo da g.tümü yesin çok afedersiniz.
@koran, kusura bakma delikanlı ama seni bir roketlerim burdan mars’a kadar gidersin. o uyuz olduğun koro vokal accept’in tarihi boyunca bütün albümlerinde bulunan, accept’i accept yapan şeylerden biridir. sen uyuz olmaya devam edebilirsin.
ikici şarkıda mıydı ne, bir yerlerde symphony x’deki gay vokalin sesini duydum galiba ya da ona çok benziyordu. bir an korktum accept’e vokalist mi oldu diye ama sonra sesi çıkmadı bi daha. oh dedim.
albüm kafadan 2010 nun en iyi albümlerinden muhteşem rifler var ama bana nedense exodus un son dönemindeki gitar tonuna benzettim albümdeki gitar tonunu notum 10 üzerinden 10 dur yardır
Biyografilerine bakınca görülüyor, kimsenin izine basarak gitmemişler. Bazı gruplara baktığımızda genelde birilerine özenerek gitmişler (Iron Maiden dahil, Metsllica da, zaten ünlülerin çoğu ya Deep Purple, Led Zeppelin, Motörhead esinlenmesi) bu da Accept’in neden fazla bilinmediğini gösteriyor bence. Farklı bir tarz, alışılmışın dışında bişey bu amcaların müziği. Ne kulak tırmalayan hayvani vokaller (her ne kadar Udo ve Mark’ın sesi buna yatkın olsa da), ne milletin gözüne sokulmaya çalışılan baslar ne de kafa s..ken gitarlar var. Hatta Udo’lu dönemde belirgin sadelik ve farklılık var. Hala Balls To The Wall’da (sonundaki diş gıcırdatması), Burning ve Feelings’teki vokalleri yapan Udo’nun Amamos La Vida, Winterdreams, Writing On The Wall, Neon Nights vokallerini nasıl yapabildiğini çözemedim ayrıca Tornillo’nun The Abyys’teki son derece hayvani çığlığı attıktan sonra “oha” dedirten sesiyle devam etmesini de. Blood Of The Nations, Time Machine, Locked and Loaded, Beat The Bastards yani kısacası albümde Tornillo ciddi şekilde yardırmış. Bence kilit nokta bu. Bu grubun fevkalade başarılı olması sesini her şekle sokabilen frontmanlere ve Wolf Hoffmann gibi bir virtüöze (Bu adam insanmı sahiden?), Peter Baltes gibi süper back vokale ve basçıya, Stefan Kaufman kadar hızlı olmasada iyilerden olabilecek Stefan Schwarzmann’a, Herman Frank gibi bi hayvana (Rolling Thunder’da main guitar onun, ordan yani) sahip olması ki 2010′un en iyi metal albümü Blood Of The Nations gibi bir albüme imza atmışlar. Canlı performans olarak ise iddialılar çünkü Staying a Life hakikaten stüdyoda kaydedilmiş gibi seyirci sesi gelmese anlaşılmayacak ve Sonisphere 2010′dan sonra Türk seyircisi tarafından anlaşıldı ki Accept harbi testisli (!) grupmuş.
Tahminimce Nisanda çıkaracakları Stalingrad ile bu yardırış devam edecek. Gene birilerini piyasaya gömecek (Pandemic klibi 2:24 ‘e bakın :) ). Bekliyoruz…
@deadhouse, o parça yüzünden rehabilitasyona girebilirim. Psikoljik destek lazım bana. 2010′dan beri her gün Teutonic Terror dinliyorum. Bazen her saat başı. Nasıl bu bağımlılıktan kurtulabilirim? Kendimi geçtim, başkaları için de tehlike arz ediyor. Bugün yine Teutonic Terror dinlerken bisikletle az daha bir çocuğa çarpıyordum. Gaza gelmişim, pedalı köklemişim. Öyle şarkı.
dinlediğim kadarıyla güzel albüm fakat bi türlü sonuna kadar dinleyemedim hep yarıdan sonra bıraktım koptum. fazla mı uzun geldi noldu.
bi ara tekrar dinliyeyim yada hatta başlıyorum şimdi dinlemeye
06.02.2011
@rajeesh, ben de bu albüm yarısından sonra açılıyor diye yazacaktım tam. sen en iyisi sondan geriye doğru dinlemeyi dene bir kez de.
Evet nefis bir albüm arabada dinliyorum özellikle The abyss şarkısı müthiş Accept’ten kötü iş çıkmaz
Accept şu albüme kadar bende “Balls to Walls” parçasından öteye geçmeyen bir gruptu ama bu albümle adamları tanımış oldum :D Gerçekten mükemmel bir albüm olmuş fakat şarkıların bazıları fazla uzun tutulmuş sanırım (grubun şarkılarının gneli böyledir belki bilmiyorum..) . Bu yeni vokal U.D.O reyisi baya baya andırıyor ama ses rengini ondan daha çok beğendim açıkçası. Son olarak Wolf Hoffman’ın hastasıyız !
Yazar yazamamış ben yazayım. Çünkü aramızda Accept’i tanımayan genç okuyucular da olabilir öyle değil mi? Kanada’dan Anvil, Almanya’dan Running Wild, Judas Priest, Grave Digger ve Saxon gibi old school heavy metal sevenler bu grubu sevebilir. Bunda birşey yok arkadaşlar grup referansı verin ki insanların aklında bir düşünce oluşsun. Blood of the nations U.D.O.’suz çıktı fakat albüm iyi. Yalnız Kill the pain’den sonra pek başarısız sıkıcı şarkılar var. 10/10 çok iyimser not olmuş. 7 puan iyidir. Tornillo’da birkaç şarkıda zorlanmış. Genelde gaz bir albüm ama devamlı dinleyince hep aynı şarkı çalıyormuş izlenimi veriyor.
06.02.2011
@rossington, zannımca accept’i bilmeyen running wild’ı falan nerden bilsindir? ayrıca accept fazlasıyla unique bir gruptur, verdiğin örnekler çok da accept çağrışımı uyandırmıyor bence.
Süper albüm. Harika şarkılar. Çivi gibi çakıyor kafaya.
Yaşasın abaza erkek koro vokalleri.
Kill the Pain ne öyle ya ?
grubu yıllardır bilmeme rağmen accept”le ilk defa bu albümle tanıştım..ne güzeldir ki gerçekten sıkı bi albümlerine denk geldim. 8/10
Bir tek blood of the nations şarkısında her sözün arasında koro vokalin blood of the nations demesine uyuz oldum. onun dışında son yıllarda dinlediğim en roket albümlerden bi tanesi. udo da g.tümü yesin çok afedersiniz.
06.02.2011
@koran, kusura bakma delikanlı ama seni bir roketlerim burdan mars’a kadar gidersin. o uyuz olduğun koro vokal accept’in tarihi boyunca bütün albümlerinde bulunan, accept’i accept yapan şeylerden biridir. sen uyuz olmaya devam edebilirsin.
06.02.2011
@kantele, Sesli güldüm.
06.02.2011
@kantele, ahahah :D Blakkheim’ın yorumu görünce bir bakayım dedim ve bende sesli güldüm :D
06.02.2011
@kantele, delikanlı :D
The Abyss diyorum ve susuyorum.
ikici şarkıda mıydı ne, bir yerlerde symphony x’deki gay vokalin sesini duydum galiba ya da ona çok benziyordu. bir an korktum accept’e vokalist mi oldu diye ama sonra sesi çıkmadı bi daha. oh dedim.
albüm kafadan 2010 nun en iyi albümlerinden muhteşem rifler var ama bana nedense exodus un son dönemindeki gitar tonuna benzettim albümdeki gitar tonunu notum 10 üzerinden 10 dur yardır
bu albüm de accept in son albümü kadar iyi de işte pek bileni yok. hatta takip etmiyorlar. judas priest cover’ı tim ripper owens ile düet hepsi var.
http://www.amazon.com/Scheepers/dp/B004K970ZA
Biyografilerine bakınca görülüyor, kimsenin izine basarak gitmemişler. Bazı gruplara baktığımızda genelde birilerine özenerek gitmişler (Iron Maiden dahil, Metsllica da, zaten ünlülerin çoğu ya Deep Purple, Led Zeppelin, Motörhead esinlenmesi) bu da Accept’in neden fazla bilinmediğini gösteriyor bence. Farklı bir tarz, alışılmışın dışında bişey bu amcaların müziği. Ne kulak tırmalayan hayvani vokaller (her ne kadar Udo ve Mark’ın sesi buna yatkın olsa da), ne milletin gözüne sokulmaya çalışılan baslar ne de kafa s..ken gitarlar var. Hatta Udo’lu dönemde belirgin sadelik ve farklılık var. Hala Balls To The Wall’da (sonundaki diş gıcırdatması), Burning ve Feelings’teki vokalleri yapan Udo’nun Amamos La Vida, Winterdreams, Writing On The Wall, Neon Nights vokallerini nasıl yapabildiğini çözemedim ayrıca Tornillo’nun The Abyys’teki son derece hayvani çığlığı attıktan sonra “oha” dedirten sesiyle devam etmesini de. Blood Of The Nations, Time Machine, Locked and Loaded, Beat The Bastards yani kısacası albümde Tornillo ciddi şekilde yardırmış. Bence kilit nokta bu. Bu grubun fevkalade başarılı olması sesini her şekle sokabilen frontmanlere ve Wolf Hoffmann gibi bir virtüöze (Bu adam insanmı sahiden?), Peter Baltes gibi süper back vokale ve basçıya, Stefan Kaufman kadar hızlı olmasada iyilerden olabilecek Stefan Schwarzmann’a, Herman Frank gibi bi hayvana (Rolling Thunder’da main guitar onun, ordan yani) sahip olması ki 2010′un en iyi metal albümü Blood Of The Nations gibi bir albüme imza atmışlar. Canlı performans olarak ise iddialılar çünkü Staying a Life hakikaten stüdyoda kaydedilmiş gibi seyirci sesi gelmese anlaşılmayacak ve Sonisphere 2010′dan sonra Türk seyircisi tarafından anlaşıldı ki Accept harbi testisli (!) grupmuş.
Tahminimce Nisanda çıkaracakları Stalingrad ile bu yardırış devam edecek. Gene birilerini piyasaya gömecek (Pandemic klibi 2:24 ‘e bakın :) ). Bekliyoruz…
Locked and Loaded’ın 2.37′den sonrası nedir??? Belki bilardo… Yok lan Accept daha güzel…
Issız adaya düşerken yanıma alacağım albümlerden
Bence bu albüm çıktığından bu yana daha iyi bir heavy metal albüm çıkmadı.
18.06.2022
@deadhouse, Bence de. Accept kendisi de geçemedi bu albümü. Bu albümdeki ruh inanılmaz
Too Mean to Die
İsmi geçti diye bir kez daha açtım. Hatta tüm gün dinleyeyim ben bunu. 2000′lerde çıktığına aklımın ermediği bir Heavy Metal albümüdür.
Cayır cayır gitarlar deyiminin vücut bulmuş hali bu albüm. Sabah sabah Teutonic Terror dinlemekten daha Metal bir şey yok.
30.08.2023
@deadhouse, o parça yüzünden rehabilitasyona girebilirim. Psikoljik destek lazım bana. 2010′dan beri her gün Teutonic Terror dinliyorum. Bazen her saat başı. Nasıl bu bağımlılıktan kurtulabilirim? Kendimi geçtim, başkaları için de tehlike arz ediyor. Bugün yine Teutonic Terror dinlerken bisikletle az daha bir çocuğa çarpıyordum. Gaza gelmişim, pedalı köklemişim. Öyle şarkı.