Ülkemizden çıkan gruplarla ilgili kabul etmemiz gereken şeylerden biri, gruplarımızın özgün olma ve karakteristik sound yaratma konusunda zorlandıkları. Bu sadece bize özgü bir durum değil elbet, ancak yurt dışından bakıldığında “Türkiye denince aklıma şu grup gelir” diyebilen insan sayısının çok da fazla olmaması, bunun göstergelerinden biri. Bu sebepten, diğer her konuda olduğu gibi müzik konusunda da, sıradan grupları “X gibi yapmaya çalışmış” olmakla itham ediyor, ortalamanın üstüne çıkan grupları ise “Türkiye’nin X’i” olarak özetlenme yoluna gidiyoruz. Belki de bu sebepten, bu zincirleri biraz olsun kıran albümleri gereğinden fazla seviyor, bir yenilik getirmeyen ve zaten olan bir şeyi sadece gerektiği şekilde yapan grupları da “Helal be!”, “Gurur duydum!” bağırışlarıyla karşılıyoruz. İnanıyorum ki bu durum zaman içinde değişecek ve adını duyduğumuzda müziğini de kafamızda canlandırabildiğimiz, bir festivalde öğlen sıcağında sahneye çıksa dahi önü dolacak grup sayımız giderek artacak.
Konumuza dönelim. Çıktığı dönemde epey ses getiren THE CLIMB, şahsıma “Kemal Kenan Ergen’in kardeşinin grubu” olarak tanıtılmış ve sağda solda duyduğum “çok iyiymiş, Türkiye standartlarının üstündeymiş” şeklindeki tavsiyeler eşliğinde aldırılmıştı.
Beklentisiz dinlediğim albüm, o sıralarda giderek ekstremleşen metal yelpazem içine bir hayli yumuşak bir giriş yapmış, ancak barındırdığı müzikle hemen benimsediğim ve arkası gelmeyen “Helal lan”lara sahne olan bir tat bırakmıştı şu kırılgan dimağımda.
Kaydı şu anda yan odada PES oynayan iş arkadaşım Durul Seren tarafından yapılan albüm, bu anlamda gayet başarılı bir profil çiziyor. Gitarların canlı tonu, müziğe çok iyi uyacak şekilde yazılmış davulun ve özellikle de basın kütür kütürlüğü, albümü gayet hoş bir dinlemeliğe dönüştürüyor (Tabii bunu, aksini söylersem Durul’un kafama gamepad atma ihtimalini göz önünde bulundurarak da söylüyor olabilirim).
Çoğu ortamda “Türkiye’nin DEFTONES’u” olarak özetlenen THE CLIMB, kendiyle aynı isimdeki bu albümde gayet yaratıcı bir rock/alternatif metal sentezi sunuyor. Gaz bölümler ve daha büyük pay sahibi damar bölümler, “The Climb”ın kendine has bir sound’a kavuşmasında başrol oynuyorlar. Şimdilerde PENTAGRAM’da şakıyan vokalist Gökalp Ergen’in ses renginin de önayak olduğu bu damarlık, “The Climb”ın geneline yayılmış durumda. Kendi adıma konuşursam, bence bir grubun müzikal birikimini ve yaratıcılığını gösteren unsurlardan biri, o grubun hepimizin beklediği o nakaratlar dışındaki bölümleri ne derece başarılı değerlendirildiğiyle ilişkilidir. Bu tarz daha minimal ve komplekslikten uzak müzik yapan gruplar, nakarat dışındaki mısra bölümlerini, o nakaratın hazırlık safhası olarak görebiliyor ve bu sebepten karşımıza nakarat dışındaki kısımları çok benzer şarkılar çıkabiliyor.
THE CLIMB’ın en iyi yanı, bence bu tarz bir sıkıntıya mahal vermeyen şarkı yazım becerisi. Şarkıları yazan Gökalp, belli ki bu konuda doğuştan yetenekli ve bir o kadar da dinlediği şeyleri özümsemiş biri. Her şarkı kendine has bir karakter barındırıyor ve albümü birkaç kez dinledikten ve şarkı isimlerine baktıktan sonra, şarkılar başlar başlamaz o şarkıyı çoktan öğrenmiş olduğunuzu fark ediyorsunuz. Bu sebepten, diyelim ki grubun müziğini çok da çekici bulmasanız bile, en azından bazı şarkıları sevme ihtimaliniz yüksek.
Grup, barındırdığı grunge tatlarından mütevellit tam anlamıyla metal denecek bir müzik yapmasa da, zihniyet olarak metal tadını tüm müziğine yedirmeyi biliyor. Yeri gelince çift kros kullanmak, vokallerin yırtıcılığını arttırmak gibi kimi şeyler, “The Climb”ı bir rock albümünün az da olsa ötesine taşıyor.
Kapak ve kitapçık tasarımının da basçı Kağan Batır tarafından yapıldığı “The Climb”, ülkemizden çıkan sert rock albümleri içerisinde bir duruşa sahip çalışmalardan biri olarak göze çarpıyor. Şarkı seçmek istemesem de, özellikle açılışı yapan nefis Perfectly Nothing, When You Call Mine Name, bas partisiyle ağzımdan sular akıtan Turning Black ve Lacuna, gerçekten çok başarılı ve klasik kompleks cümlemiz olan “yurtdışındaki örneklerinden hiçbir eksikliği olmayan” yapıtlar.
Grubun sonraki işlerini nedense dinleme fırsatım olmadığından, albümün THE CLIMB diskografisinde nerede durduğunu falan söyleyemem, ancak tek başına bakıldığında, ortada gerçekten de her açıdan başarılı bir albüm olduğu görülebiliyor. “The Climb”, türün seveni olup da dinlememiş olanlara muhakkak, türü sevmeyenlere ise daha orta karar şekilde tavsiye ettiğim, tümü bilinçli ve iş bilir şekilde yapılmış, gayet “zeki” bir albüm. Zamanında atladıysanız, şimdi aynı hataya düşmeyin.
Kadro Gökalp Ergen: Vokal, gitar
Kağan Batır: Bas
Melih Balta: Gitar
Alen Konakoğlu: Davul
Şarkılar 1. Perfectly Nothing
2. Turning Black
3. When You Call My Name
4. Clayboy
5. Fine Romance
6. Days On Ways
7. Lacuna
8. Somebody's Toy
9. Spineless
Bu ara bir çok grubun kritiğini bekledim ama bu bildiğin sürprizden öte oldu. Çok çok önemli bir kritik (-ten öte paylaşım diyorumç) Keyfin dibine vurarak okudum resmen.. Eline sağlık.
geçen sene dinlemeye başladım ben de. çok iyi yau. gerçi şimdilerde google’a the climb yazınca miley cyrus çıkıyor ama olsun, adamlar zamanında güzel güzel çalıp söylemişler.
Zamanında loop’a alıp çılgınlar gibi dinlediğim şarkıların başında bu albümden Spineless gelir herhalde. Türkiye’de yapılmış en iyi albümlerden biri olduğunu düşünüyorum bunun. Kesinlikle çok özgün, türünde çok çok başarılı.
’90′ların alternatif metalini ve grunge’ı özümseyebilmiş, buralara kendine özgü bir biçimde bu iki türü de taşıyabilmiş yetenekli bir grubun ortaya çıkardığı bir iştir The Climb. Hiç şüphe yok ki Türkiye’de rock-metal müzik adına yapılmış en iyi işlerden biridir.
’80′ler boyunca ana akım piyasada yer etmiş birçok gösteriş sevdalısı metal grubunun mekanikliği karşısında olabildiğince organik ve de yalın bir müzik vardır karşımızda. Albümde dakikalarca süren gereksiz gitar soloları, sürekli yapay bir öfkeyi barındıran vokaller veyahut belirli temalardan özenle seçilmiş ‘aykırı’yım diye haykıran şarkı sözleri yoktur. Her ne kadar sert bir müzik icra etseler da aslında olması gerektiği kadar naif ve de kırılgan bir müziği içerir The Climb. Şahsi fikrimce The Climb’ın değerini belirleyen şey de budur. Akıl almaz bir müzik yapmış olmaları değil ki zaten çok açık ki yapmamışlardır :) Ayrıca bu açıdan bakacak olursak The Climb’ı Türkiye’nin Deftones’u olarak adlandırmalarının da ne kadar doğru olduğunu görmüş oluruz.
Son olarak ’90′larda ve 2000′lerin başında bir çok ‘çöp’ grup türetmiş olan birkaç akımın kesişiminde yer alıp yıllar sonra da dinlenebilecek, etiketi dolayısıyla burun kıvırmanın yanlış olacağı, nadide işlerden birini üretmiştir The Climb. Sonrasında gelen Manga ve Deja-vu gibi ‘balon alternatif’ ve fazlasıyla şekilci gruplara baktığımızda ne kadar kendilerine has ve duruş sahibi bir grup olduklarını idrak etmemiz kolaylaşır.
“zeki bir albüm” ifadesi herşeyi anlatıyor…Ardından çıkardıkları Principia’da sound hem icra hem kayıt yapısıyla bambaşka bir boyuta geçse de “The Climb” kalitesinde…
Ben bu albümü Mete Sohtaoğlu nun radyo programı Betondaki çekilişte kazanmıştım. İyiki de kazanmışım. Türk rock tarihinin nadide eserlerinden çok özgün bir yapıt. Ama grubun daha aktif olmasını isterdi gönül. Dağıldılar mı ne?
hayatımda kaybettiğime bu kadar üzüldüğüm başka bir albüm yoktur heralde.. şimdi ara ki bulasın da dinleyesin. when you call my name album versiyonunu hiçbir yerde bulmak mümkün değil
Ülkenin gururuydu resmen bu albüm, hala da öyle gerçi. ‘98 gibi bir yılda buralarda bu kadar temiz kaliteli ve özgün prodüksiyonlu/ingilizce sözlü rock albümü mümkün değil yapılamaz gibi görünüyordu -düşününce hala türkiye’de bu kadar yurtdışı standartlarında kayıt yapılabiliyor mu emin değilim. O kadar eli yüzü düzgün ve dinleyince kusursuz bir his veriyordu ki hatırlıyorum (büyük ihtimalle) roll dergisi “bu çocuklar Türk mü?” gibi bir başlık atmıştı albümün tanıtımına. Türkiye’den yaratıcı grup çıkamaz anlamında değil de, malum o seneler ülkede bu tür müzikleri kayıt ve basım/yayınlama anlamında epey imkansızlıklar ve kısır döngüler olduğundan.
Cd’si duruyor kasedini kaybettim hala hiç sıkılmadan her şarkıyı coşarak/duygulanarak dinlerim. Türkiye’de çıkmış yabancı sözlü rock/metal albümlerinde her zaman ilk 5’tedir gözümde.
yerli malı yurdun malı
Oha.En sevdiğim albümlerden biri.Lacuna muazzamdır. Clayboy’un girişine de hastayım.”Zamanında atladıysanız, şimdi aynı hataya düşmeyin.” Kesinlikle katılıyorum.
Bu ara bir çok grubun kritiğini bekledim ama bu bildiğin sürprizden öte oldu. Çok çok önemli bir kritik (-ten öte paylaşım diyorumç) Keyfin dibine vurarak okudum resmen.. Eline sağlık.
Güzel olmuş bu.
geçen sene dinlemeye başladım ben de. çok iyi yau. gerçi şimdilerde google’a the climb yazınca miley cyrus çıkıyor ama olsun, adamlar zamanında güzel güzel çalıp söylemişler.
Derinden etkilemiştir bu albüm beni. Çok güzel keşke devamı hep gelse diyeceğim türden . . .
Zamanında loop’a alıp çılgınlar gibi dinlediğim şarkıların başında bu albümden Spineless gelir herhalde. Türkiye’de yapılmış en iyi albümlerden biri olduğunu düşünüyorum bunun. Kesinlikle çok özgün, türünde çok çok başarılı.
’90′ların alternatif metalini ve grunge’ı özümseyebilmiş, buralara kendine özgü bir biçimde bu iki türü de taşıyabilmiş yetenekli bir grubun ortaya çıkardığı bir iştir The Climb. Hiç şüphe yok ki Türkiye’de rock-metal müzik adına yapılmış en iyi işlerden biridir.
’80′ler boyunca ana akım piyasada yer etmiş birçok gösteriş sevdalısı metal grubunun mekanikliği karşısında olabildiğince organik ve de yalın bir müzik vardır karşımızda. Albümde dakikalarca süren gereksiz gitar soloları, sürekli yapay bir öfkeyi barındıran vokaller veyahut belirli temalardan özenle seçilmiş ‘aykırı’yım diye haykıran şarkı sözleri yoktur. Her ne kadar sert bir müzik icra etseler da aslında olması gerektiği kadar naif ve de kırılgan bir müziği içerir The Climb. Şahsi fikrimce The Climb’ın değerini belirleyen şey de budur. Akıl almaz bir müzik yapmış olmaları değil ki zaten çok açık ki yapmamışlardır :) Ayrıca bu açıdan bakacak olursak The Climb’ı Türkiye’nin Deftones’u olarak adlandırmalarının da ne kadar doğru olduğunu görmüş oluruz.
Son olarak ’90′larda ve 2000′lerin başında bir çok ‘çöp’ grup türetmiş olan birkaç akımın kesişiminde yer alıp yıllar sonra da dinlenebilecek, etiketi dolayısıyla burun kıvırmanın yanlış olacağı, nadide işlerden birini üretmiştir The Climb. Sonrasında gelen Manga ve Deja-vu gibi ‘balon alternatif’ ve fazlasıyla şekilci gruplara baktığımızda ne kadar kendilerine has ve duruş sahibi bir grup olduklarını idrak etmemiz kolaylaşır.
“zeki bir albüm” ifadesi herşeyi anlatıyor…Ardından çıkardıkları Principia’da sound hem icra hem kayıt yapısıyla bambaşka bir boyuta geçse de “The Climb” kalitesinde…
Ben bu albümü Mete Sohtaoğlu nun radyo programı Betondaki çekilişte kazanmıştım. İyiki de kazanmışım. Türk rock tarihinin nadide eserlerinden çok özgün bir yapıt. Ama grubun daha aktif olmasını isterdi gönül. Dağıldılar mı ne?
hayatımda kaybettiğime bu kadar üzüldüğüm başka bir albüm yoktur heralde.. şimdi ara ki bulasın da dinleyesin. when you call my name album versiyonunu hiçbir yerde bulmak mümkün değil
bu albüm cidden rock-metal albümleri içinde özel bi yere sahip! zaten kadrosuda sağlamdır! keyifle dinlenilir :)
henüz dinlememiş şanslı arkadaşlar için gelsin:
http://www.youtube.com/watch?v=Plo6XMiTuDs&feature=related
Ülkenin gururuydu resmen bu albüm, hala da öyle gerçi. ‘98 gibi bir yılda buralarda bu kadar temiz kaliteli ve özgün prodüksiyonlu/ingilizce sözlü rock albümü mümkün değil yapılamaz gibi görünüyordu -düşününce hala türkiye’de bu kadar yurtdışı standartlarında kayıt yapılabiliyor mu emin değilim. O kadar eli yüzü düzgün ve dinleyince kusursuz bir his veriyordu ki hatırlıyorum (büyük ihtimalle) roll dergisi “bu çocuklar Türk mü?” gibi bir başlık atmıştı albümün tanıtımına. Türkiye’den yaratıcı grup çıkamaz anlamında değil de, malum o seneler ülkede bu tür müzikleri kayıt ve basım/yayınlama anlamında epey imkansızlıklar ve kısır döngüler olduğundan.
Cd’si duruyor kasedini kaybettim hala hiç sıkılmadan her şarkıyı coşarak/duygulanarak dinlerim. Türkiye’de çıkmış yabancı sözlü rock/metal albümlerinde her zaman ilk 5’tedir gözümde.
Müthiş ya
https://www.youtube.com/watch?v=sgNC7MJrnBE