En rahat koltuğunuza gömülüp sevdiğiniz albümleri yayıla yayıla dinlemek, albüm kitapçığını elinize alıp ticari bir çekicilikle ince ince tasarlanmış resimli sayfaları çevirmek, kapağın ne kadar etkileyici ve alımlı olduğunu hatırlamak için dönüp dönüp yeniden bakmak, kafanızı gündelik işlerin hayhuyuyla işgal eden türlü türlü meseleleri odada bangır bangır çalan müzikle susturmak, müziğe duyduğunuz yoğun sevginin içinizden taşıp arkadaşlarınıza, internet sitelerine ve forumlara akmasına şaşkınlıkla tanık olmak her ne kadar hepimizin az çok deneyimlediği şeyler ve hepimizin faydalı olduğuna inandığı aktiviteler olsa da sizi madalyonun öteki yüzüne bakmaya davet etmek isterim: Yalnız labirentimsi bir renklilikle çeşit çeşit önümüze açılan metal müzikte değil, aynı zamanda vızır vızır işleyen müzik piyasasında kıyıda köşede kalmasına ve hiç adını sanını duymamamıza rağmen öyle çok albüm, öyle çok kaliteli albüm bestelenmiş ki, hayatımız boyunca, Tahran’da ezan vakti arabasından inip namaz kılan bir adamın dindarlığıyla müzik dinlemeye olabildiğince çok zaman ayırsak bile, bu zengin ve güçlü sanat ırmağından birkaç damlayı, hatta bir damlacığı bile ellerimiz arasında tutabilecek vakti bulamayız. Paşa keyfimizi okşayan güzel bir müzik keşfedip ritüelistik bir saplantıyla arka arkaya her gün dinlerken, tanımadığımız insanlarla dirsek dirseğe oturduğumuz sıkıcı otobüs yolculuklarında kaybettiğimiz zamana canlılık kazandırmak için kulaklıklarımızdan fışkıran müziğin her bir pasajını kılı kırk yaran bir titizlikle ince ince sindirirken, o albümden bir parça çalarlar diye bütün günümüzü bizden zulalayan konserlerde haykırıp böğürürken, biz, hepimiz, kazandığımız kadar, hatta kazandığımızdan çok kaybediyoruz aslında.
Origin’in yirmi altı dakikalık üçüncü stüdyo albümünü birkaç yıl önce dinlediğim döneme denk düşen dilimde bana gelen elektronik postaları birkaç gün önce kontrol ettiğimde, müzik zevkine güvendiğim bir arkadaşımın ısrarla tavsiye ettiği bazı albümlerin bir listesini barındıran bir mektubu okuduğumda o listedeki albümleri hiç dinleyemediğimi, hatta dinleyecek zaman ayıramadığımı, belki de Echoes of Decimation yüzünden fırsat kalmadığını fark ettim. Beni eğlendiren müziğe karşın, aynı zamanda hiç dinlemediğim, dinleyemediğim birçok harikulade albümden mahrum bırakılmanın gerçeğini acıyla anladım. İçinde muazzam bir üretkenlik barındıran bir albümü tam anlamıyla sindirmek, doya doya dinlemek, fazlasıyla alışmakla gelen bir cansıkılıcığa varana kadar kulaklarda eskitmek uzun saatler gerektirdiği kadar, kişinin müziğe ayırdığı iyimser motivasyonu harcamasını da gerektirdiğinden, hatta müzik dinleme alışkanlıklarını ve beğenilerini genişletirken biraz da aynı alışkanlıkları sınırlayıp belirlediğinden, yalnız arkadaşımın sıraladığı albümleri değil, daha pek çok albümü dinlemekten alıkonulduğumu anladım.
Mesela pek popüler olmamasına rağmen Alman klasik-dönem bestekârı Robert Volkmann’ın yazdığı piyano üçlülerini dinlediniz mi? Ben dinlemedim, ama sıkı olduklarını duydum. Klasik müziğin Beethoven, Mozart, Schubert, Strauss, Bach ve Wagner gibi en bilindik isimlerinin popüler birkaç çalışması dışında hiçbirini hakkını vererek bile dinlememişken Volkmann’ı dinlemeye hayatım boyunca hiç vakit bulabilecek miyim acaba? Ya yıllardır içine girmek istediğim, ama bir türlü vakit bulamadığımdan yalnız kitabi bilgiyle yetindiğim muazzam caz müzik ne olacak? Kimilerinizin, aman dinlemesen de olur dediğinizi duyar gibiyim. Ama siz en sevdiğiniz albümlerin canını çıkara çıkara dinlerken kimleri feda ettiğinizi hiç düşündünüz mü? Hiç çeşitli müzik radyo sitelerine girip ilginizi çeken birçok albümle ilgili çeşitli notlar alıp sonra unutup hiç dönmediğiniz olmadı mı? Hem neler kaçırdığınızı bilmediğinize ve hiç bilemeyeceğinize göre kıyıda köşede kalmış, pek az takdir edilen güzel müzikleri ya yalnız çok sevdiğiniz bir türü didik didik ederken bulacaksınız ya da herkesin bilip parmağıyla işaret ettiği yerlere sürükleneceksiniz. Hepimizin ortak kaderi bu olacak.
Bu albüme, sitemizin güzide yazarı Güzide’nin Ensiferum kritiğinde sözünü ettiği şu ilginç sendrom üzerinden, yani hayatlarımızın farklı dönemlerine, duygularına ve manzaralarına işlenmesini istememize rağmen bunu başaramadığımızda albümün temasını başka ufak tefek ayrıntılara koyma sendromu üzerinden başlamak istiyorum. Bana eski arcade machine oyunlarındaki düşmanları anımsatan albüm kapağındaki nemrut, kötücül ve katı ifadeli suratı, aradan yıllar geçmesine rağmen bu müziği her dinlediğimde aynı şekilde görür gibi olurum. Güzide’nin de belli belirsiz bir alaycılıkla ima ettiği gibi ezoterik, şeytani, gizil ya da mistik bir fenomenden ziyade hayalgücümün zayıflığına işaret eden bu durumu kurtarmak için zaman zaman şarkı sözlerine sığınıp ödüllendirici bir karşılık bulmamın nedeni yalnız Origin’in şarkı sözlerinde tercih ettiği insan doğasının yıkıcılığı, beşeri kıyamet senaryoları, tuhaf apokaliptik temalar ve bilimkurgu esinlenmeli fikirlerden değil, aynı zamanda hangi sanatçının çizdiğini bilmediğim bu şirin yüzün aldığı sevimsiz ifadenin aynısını almama neden olan bir durumdan, albüm boyunca vokallerin kullanımına yapılan vurgu durumundan da kaynaklanıyor.
Böğürtülü death metal vokalleri, hepimizin bildiği gibi, ses tellerinden okunmadığı için melodik bir perdeleme anlayışından yoksul vokallerdir. Dolayısıyla bu vokalleri kullanırken bir vokalistin yapacağı seçimler çok çeşitli değildir. Ya ton farklılıkları gerekecektir, ya bir zaman ölçüsü üzerinden ritmik bir şekilde gitar veya davul müziğine vurgulama yapılacaktır ya da çeşitli vokal teknikleriyle müziğe renk katılacaktır. Farklı vokal tekniklerini en ustalıklı kullanıp değiştiren vokalistlerden biri Chalky’dir. Origin vokalisti James Lee, Chalky kadar yetenekli olmasa da diğer iki arka gırtlak vokallerin çığlık desteğiyle ile iyi iş çıkarıyor.
Ama bu albümde -hatta Origin’in ikinci albümünü de buna dahil edebiliriz- vokalisti öne çıkaran ve kimillerinin rahatsız olmasına neden olan en önemli şey, vokallerin enstrümental müziğe eşzamanlı basit zaman ölçülü vurgulama yapmasından, ama bunu biraz ölçünün üzerinde bollukta yapmasından, ama bunlardan ziyade vokallerin mikslenirken enstrümental müziğin önüne geçip rahatsız edici bir niteliğe bürünürcesine berrak bir tını seçmesinden kaynaklanıyor. Bazı pasajlarda bu olumlu bir etki yaratıyor aslında, mesela albümün ismiyle aynı kapanış şarkısını dinlediğinizde ‘decimation’ kelimesi üzerinden bol sayıda redif içeren kıta bu vurgulamanın üst üste gelerek en uç noktaya taşındığı bir numune olarak kendini gösteriyor. Ama albüm süresinin büyük çoğunluğuna yayıldığı için böğürtülü vokallerin aşırı kullanıldığında melodi kurmaktan yoksun olan basit bir zayıflık olduğu izlenimini veriyor. Metal müziği daha korkutucu ve sert yapması gereken vokaller birbirinin tıpatıp aynı sesleri nefes almadan kullandığında vurgulayıcı niteliğini kaybedip, bir sesi gereğinden fazla duymanın getirdiği alışkanlığa boğarak müziğe eşlik ettiğini bile unutturmasına neden oluyor kimileri için. Müzikte öne çıkan en muhtelif oyunları yapan öğe değil de en yavan kalan öğelerden biri olarak gözümüzün önüne itilirse, bizim için o kadar sıradan olur ve değersizleşir.
Kimi dinleyiciler için bu öğenin haklı nedenlerle rahatsız edici bir noktaya gittiğini eklemem gerekiyor. Ben bunun müzik dinleme alışkanlıklarımızdan kaynaklandığını düşünmüyorum. Evet, diğer death metal gruplarında vokalin bu kadar sık kullanılmasına alışkın değiliz belki, ama bu kadar sık kullanmak alışkanlıkla ilgisi olmayan sorunlar barındırıyor içinde. Vokalin müziğe eşzamanlı vurgu yapmasının aslında iyi bir nitelik olduğunu düşünürüz ama burada kimi dinleyicileri rahatsız eden bence vokalin çok kullanılmasından ziyade, daha önce söylediğim gibi miksteki tiz tını seçiminden kaynaklanıyor. Grubun bundan sonra gelen Antithesis albümünde, aynı vokal mastürbasyonluğu kısmen kesip kırpılmış olmasına rağmen hâlâ devam ettiği hâlde hemen hemen hiçbir kritikte bundan yakınılmıyor olduğu gerçeği, hatta grubu diğer death metal gruplarından ayıran bu oldukça özgün niteliğe olumlu ya da olumsuz hiçbir atıfta bulunulmaması, aslında vokalin son albümde daha az vurguyla mikslendiği ve prodüksiyonda en ön plandan alındığı gerçeğinden ileri geliyor. Dolayısıyla dinleyiciyi bu albümde asıl rahatsız eden şey, diğer okuduğum kritiklerde iddia edilenin aksine vokalin çok kullanılmasına yönelik yoğunluktan değil, prodüksiyondaki vokal tınısına yönelik vurgudan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Bu tercih yalnız vokallerin kendi kendisini değersizleştiren bir eleştiri olmaktan öte, aynı zamanda Origin’in asıl kuvvetini oluşturduğuna inandığım basit zaman ölçülü tipik iki notalı akorlar ve tremolo vurmalı akılda kalıcı rifleriyle yer değiştire değiştire ilerlerken tımarhane kaçkını antraktımsı arpejlerle birbirine bağlanan, hiperteknik bir devinimle çalınan trigger davul vuruşlarıyla üstümüze hava saldırısı gibi inen, bebopvari wankery ile uzaktan yakından ilgisi olmayan o erişilebilir ve eğlenilebilir kıtalarının güçlü müzikal yönlerini öne çıkarmadığı için, biraz albüm kapağındaki nur yüzlü dede gibi yüzümüzü buruşturmamıza neden olan bir etki de uyandırıyor bazılarımızda. Genellikle çoğumuz bir albümü iyice sindirdikten sonra eğlendiğimiz dakikaların güven verici çekiciliğine kapılıp albümün kusursuz olduğunu söyleriz, ama vokallerin bu aşırı kullanımı ve mikslenme tonundaki tercihin daha farklı kılındığı bir versiyon daha dinleme fırsatımız olsaydı, eminim bu albümün daha iyi olabileceğini söylerdik.
Antithesis’teki 4/4 zaman ölçüsü saplantısına henüz evrilmemiş ilk üç albüm gibi bu albümde de, nadir de olsa alışılmadık zaman ölçüsü de kullanıldığını hatırlıyorum, ayrıca yalnız 4/4 değil diğer basit zaman ölçülerine de ani geçişlerle kullanımına tanık oluyoruz. Albüm, artık Origin için üzücü ve alışıldık bir şekilde kabullenmemiz gerektiği üzere, kısa sürüyor. Ama sıkıcı tekrarlamalar yerine üretkenlikleri konusunda hile yapmadıkları, doldurma şarkı yazımlarıyla ne bizim vaktimizi ne kendi vakitlerini boşa harcamadıkları ve aynı formülle birbirinin tıpatıp aynı şeyleri yapmak yerine her zaman bir sonraki albümlerine kadar iştahımızı sürdürmemizi sağladıkları için, kısa ve çarpıcı albümler çıkardıkları için, dürüst oldukları için kendilerine saygı duyuyorum. Şimdiye dek çeşitli eleman değişikliklerine rağmen grubun daimi kemik elemanlarından kalan gitarist Paul Ryan’ın bir röportajda söylediğine göre, grup işleri biraz ağırdan almaya eğilimli davranıyormuş. Hatta bu zayıflıklarının farkında olduklarından dolayı plak şirketinin kendilerine bir deadline koymasını talep ediyorlarmış. Her gencin örnek alması gereken, kendini beğenmiş bir hair metalci anlayışından uzak bir dürüstlük dersidir bu.
Bazılarımız makinelere, davulların triggerlanmasına karşıyız. Ben de kendimi büyük çoğunlukla bu kitleye dahil ederim. Bu yalnız inorganik olan şeylere yönelik duyduğum bir küçümseme değil. Trigger kullanımının metal müzikte çoğu gruba uygun gitmediğine inanıyorum. Belki sitemizin kitlesine göre biraz yobaz olmamdan, dar görüşlü olmamdan ileri geliyor olabilir bu durum. Davulcuların trigger blastlar konusunda neden bu kadar şovenist davrandığını anlamam pek çünkü. Kuvvetle muhtemel bir beyin tümörüne yakalandığından beri Flo Mounier’in de trigger olayını abartmasını sevimsiz bir hadise olarak karşılarım. Cryptopsy henüz kimliğini yitirmeden önce de kullanırdı ama daha ölçülü kullanırdı, ne oldu bu çocuğa? Metal ve rap müziklerin birleşmesiyle doğan beyin özürlü bir çocuk, yani rap metal türünde bile uçuk kaçık triggerlar kullanmanın, blasturbation yapmaların anlamı nedir Flo? Sana buradan açık mektup yazıyorum. Köyüne geri dön. Biz seni hiçbir zaman küçümsemedik, Hayriye de hep seni sevdi aslında, kendi rızası olmadan başkasıyla evlendirdiler onu. Neyse, geyiği bırakıp konumuza dönelim: Origin’in ölçüyü kaçırmadan, saplantıya düşmeden, yalnız güçlü notaların altını çizmek adına trigger davul kullanmayı beceren nadir gruplardan biri olduğunu düşünüyorum.
Hiç sevmeyenleri ve çok sevenleri, sadece şu albümünü sevebiliyorum diyenleri ve benim gibi bütün albümlerini seviyorum diyenleri, bütün şarkıları birbirinin aynı sıkıcı şeylerdir diye düşünenlerle her şarkısı eşsiz benzersizdir diye albüm kapaklarıyla cinsel ilişkiye girenleri, devasa müzik piyasasında tür tür müzik dinleme huyları edinmiş insanları, tesadüfi beğenileri, başka başka binbir türlü etkeni göz önüne alırsam bu albümü hiç kimseye tavsiye etmiyorum. Bu sayfada gördüğünüz iki şarkıyı dinleyin, daha fazla dinlemekle seveceğinize inanıyorsanız seversiniz, yok sevmem diyorsanız sevmezsiniz. Müzik duygu işidir, ama bu müzikte duygu yoktur. Daha da kısa bir özet istiyorsanız, oldukça Amerikan argolu bir metal archives kullanıcısının kritiğinden alıntı yapmak isterim: ‘’Bu albüm yalnızca yirmi altı dakikadır. Ancak, bu yirmi altı dakika içinde, göt deliğiniz sökülüp savrulacak ve göz deliklerinizden içeri geri dolacaktır.’’
Kadro James Lee: Vokal
Paul Ryan: Gitar, geri vokal
Clint Appelhanz: Gitar
Mike Flores: Bas, geri vokal
James King: Davul
Şarkılar 1. Reciprocal
2. Endless Cure
3. The Burner
4. Designed to Expire
5. Cloning The Stillborn
6. Staring From The Abyss
7. Amoeba
8. Debased Humanity
9. Echoes of Decimation
Vokal bana deicide’ın vokalini anımsattı ama sarkıları genel olarak sevip sevmediğimi bilmiyorum (3-4 kere dinledim henüz) pek bir şey de anlamadım sanırım ahah.
Türün takipçisi için yüksek öncelikli gruplardan biridir,bilinmemezlik gibi bir şey de söz konusu değil. Bence en iyi albümleri EoD,9 puanı da sonuna kadar hakediyo. Ayrıca bu güzel inceleme için teşekkür ederiz efenim.
Çok içine girebileceğim bir tarzda değiller ama müzik ve müzik dinlemek hakkında yazdıkların güzel ve etkileyiciydi. Ben de kritiğe 9/10 vermek istiyorum. veeerdim. :d
İkinci linkteki şarkı güzelmiş. Oturup dinleyeceğim bir tarz değil, ama şarkı iyiymiş.
fazla bilinmeyen kult bir grup galiba?
17.01.2011
@Tulug, baya popüler bir grup
bir informis infinitas inhumanitas değil. yine de the burner, staring from the abyss yeter.
17.01.2011
@Exorsexist, hooded menace’ın namusunu temizledin
18.01.2011
@Ertuna Yavuz, onun namusunu ne ben ne başkası temizleyebilir ertuna.
Kritiği çok beğendim, tebrik ederim.
Vokal bana deicide’ın vokalini anımsattı ama sarkıları genel olarak sevip sevmediğimi bilmiyorum (3-4 kere dinledim henüz) pek bir şey de anlamadım sanırım ahah.
Türün takipçisi için yüksek öncelikli gruplardan biridir,bilinmemezlik gibi bir şey de söz konusu değil. Bence en iyi albümleri EoD,9 puanı da sonuna kadar hakediyo. Ayrıca bu güzel inceleme için teşekkür ederiz efenim.
teşekkürler arkadaşlar. iii albümünü de yazıcam umarım bir gün.
17.03.2011
@Ertuna Yavuz, iii çok sağlam albüm hakikaten. ama zirvelerinin antithesis olduğunu düşünüyorum.
17.03.2011
@ali ihsan balı, aynen.
Çok içine girebileceğim bir tarzda değiller ama müzik ve müzik dinlemek hakkında yazdıkların güzel ve etkileyiciydi. Ben de kritiğe 9/10 vermek istiyorum. veeerdim. :d
18.01.2011
@hf, ben de teşekkür ettim :d
staring from the abyss çok güzel, wrath of vizhnudaki gibi oryantal şeyler var. 7 8 dinleyiş sonrası albümün geneli de güzel geldi.
Aşmış kritik arkadaş :) Origin dinleyen birisiyim ama diskografi içerisinde dinlemediğim 2 albumden biri bu album. Tabii en kısa zamanda dinleyeceğim.