“Bir gün evime bir zarf geldi. İçini açtığımda, eski bir kız arkadaşımdan ufak bir mektupla karşılaştım; ek not olarak da zarftan çıkan şeyi kullanmam söylenmişti: büyük bir tablet kuvvetli LSD. İşte bu tanıdığım Alice’di. Duraksamadan hapın yarısını beklentiyle yuttum, keyifli bir kafaya ulaşmamdan birkaç saat sonra diğer yarısını da almakta tereddüt etmedim ve bisikletime atlayıp Steve Rothery’nin (gitarist) evine doğru yola çıktım. Bu çok kötü bir hataydı ve Rothery’nin beni arabasıyla evime bırakmasıyla sonlandı. Tüm kapıları kilitledim ve uzun süreli ve çok acayip boşalma-boşalamama maceraları yaşadım…
Ilık bir duşa girdim ve kendimi toparlamaya çalıştım. Gecenin geri kalanında yere sindim ve müzikle birlikte duvarların soluk alış-verişlerini dinledim. O kafayla, belki bu tripten bir şeyler yakalayabilirim diye şarkı sözü yazdığım deftere bir şeyler karalamaya başladım. Gecenin bir zamanı, sonunda ziyarete uğradım… Kabus (Incubus), üzerinde olduğum döşemedeydi, ben ise Pedro Koyu’ndaydım. [“deck” kelimesi sanırım hem üstünde oturduğu döşeme, hem de gemi güvertesi anlamında kullanılarak bir söz sanatı yapılmış Fish tarafından]. Aniden arkamdaki merdivenlerde bir çocuğun dikildiğini fark ettim. Bir asker kıyafeti içinde olduğunu anlamıştım ve görüş alanıma girmek üzereyken ortadan kaybolmuştu. O belki benim ilham perimdi, belki de uyuşturucuydu. Her ne idiyse, uzun bir düzyazının karalamasını o an yapmam için beni yeterince gazlamıştı; içerisinde elmasların ve “Misplaced Childhood”un tüm konseptinin olduğu… “
(Fish, marillion.com’dan)
Bu albüm nasıl tanıtılır, fazla bir fikrim yok. Ama girişteki paragraf sanırım albümün ne kadar da “kişisel” bir macera olduğunu gösterir niteliktedir, ve bilinmesi gereken bir diğer şey ise her ne kadar İngiliz olmasak da, İskoç olmasak da bu albümün bizi de mutlaka nostaljik yolculuklara çıkarma potansiyelini fazlaca barındırdığıdır. Gerçi çıktığı zamanda ciddi bir ticari başarı yakalamış, Britanya listelerinde 2 numaraya kadar çıkmış bir albümdür, ama Kayleigh (yıllarca pop ve rock tarzında birçok derleme albümde yer almış bir klasiktir) ve biraz da Lavender parçaları dışında, progresif müzik dinleyenlerin dışındakiler tarafından pek bilinen bir albüm olmamıştır “Misplaced Childhood”.
Aslında bu 2 parça olmasaydı, belki bu muazzam eser belki hiç tanınmayacaktı, zira albümün çıktığı 1985 yılında progresif rock’da ciddi bir gerileme mevcuttu. Metal’den soyutlasak bile, rock ekseninde hair grupları iş yapıyordu o dönemde. Kaldı ki, konsept albüm yapısı da unutulmaya yüz tutmuştu bu dönem progresif rock’larında. İşte hem tribünlere oynayıp bir ticari başarı yakalarken, aynı zamanda da tüm şarkıların iç içe geçtiği bir konseptte albüm yapma riskini almaları, MARILLION’u ölümsüz gruplar arasına sokmuştu o dönemde. Zira “Misplaced Childhood” yıllarca da dinlense etkisini, güncelliğini ve dokunaklılığını hiçbir zaman kaybetmeyecek, zamansız bir eserdir.
Neo-progresif rock, 70’lerde zirve yapmış Genesis, Yes, King Crimson gibi grupların başını çektiği progresif rock’ın modernize halidir diyebiliriz. İşte bu alt türün atası da tartışmasız, grup ismini Tolkien’in Silmarillion’undan almış bir topluluk olan MARILLION’dur. 70’ler prog’unun detaylı, teknik ve zengin müziği ve 80’lerin modern soundunun harika çocuğudur MARILLION ve neo-progresif rock.
Aslında böyle bir tanım getirince, MARILLION’un içe dönük ve özgün atmosferine haksızlık edilmiş gibi oluyor. Zira, özellikle gitarlardaki ve vokallerdeki yadsınamaz Genesis etkisini kabul etsek bile, MARILLION çok taze materyaller de üretmiştir. Sizi bir yolculuğa çıkarırlar, ve ruh durumunuza göre hayatınızı kaydırabilirler, veya zenginleştirebilirler hoş bir melankoli içersinde.
Eğer hali hazırda depresif bir kişiyseniz, bu albüm –ya da genel manada MARILLION’un müziği- sakattır. Sizi iyice derinlere, karanlıklara çeker. Fakat öyle değilseniz, tatlı bir melankolinin fark etmeden sizi sardığını hissedersiniz. GENESIS’den bolca esinlenme içeren yumuşak gitarlar, Gilmour’dan alıştığımız yumuşak lead gitarların temel melodiyi oluşturduğu pasajlar, tatlı ve derin klavyeler sizi dinlendirirken ve huzur verirken, keskin bir İskoç aksanı olan Fish’in yer yer yumuşak, güçlense bile içe dönük bir agresyon hissi veren vokalleri aromaya katılan hoş bir baharat tesiri yapar. Aslında albümdeki tüm melodiler intro’daki kadar hüzünlü olsa, ruh haliniz nasıl olursa olsun sizi depresyona itebilirdi. Ama şükür ki, “Misplaced Childhood” son derece zengin materyaller içeren bir albümdür, hem şarkı sözleri, hem de müzikal bağlamda.
Bu bir konsept albüm, ama parçaların tek tek bir bütünü oluşturması gibi değil de, şarkıların tek tek anlamlı ve tutarlı bir totalite oluşturması gibi bir durum söz konusu eserde, hem sözel hem de müzikal bazda. Zira bunun konsept bir albüm olduğunu, hatta MARILLION’un ilk konsept albümü olduğunu söylesek dahi, detaylara indiğimizde çok fazla temayla karşılaşıyoruz. Pseudo Silk Kimono ismindeki intro’da olgun bir insanın, çocukluğuna doğru bir yolculuğa çıkacağı, depresif bir havada anlatılırken, Kayleigh’de yitip gitmiş ve özlenen bir aşk hikayesi anlatılıyor, yalnız bir adamın perspektifinden. Ayrıca Fish’in kişisel tecrübelerini sık sık işlediği sözlerinde de, şöhrete ulaşmak için ne kadar uğraştığından ve neticede “tatsız bir son”a ulaştığından da acıyla söz edilmiş. Neyse ki, albümün kapanışında “misplaced”, yani kaybedilen şeyin çocukluk değil, yol olduğunu anladığını söylüyor Fish, bu katartik anda, bir zafer edasıyla. Heart Of Lothian’daki klimaktik coşku, katarsis bölümünde bir kazanımla bitiyor. Yani Childhoods End? parçasının isminde bulunan soru işareti, parçanın sonunda cevaplanıyor, ve Fish, hala çocuk olduğunu ve kaybettiği yolu tekrar bulduğunu coşkuyla betimliyor, “çocukluğun sonu diye bir şey yoktur” diyor.
Albümün son parçasında ise yer yer yılgın ve depresif hava tamamen dağılıyor, ve içe dönük mod’dan çıkarak daha gözlemci ve çevresine dikkat eden, coşkulu, hevesli bir anlatıcı oluyor Fish. Hatta parçanın ikinci kısmında sözler “ben” öznesinden “biz”e dönüşüyor, bu olguyu desteklercesine.
Neo-klasik metal’de gitar ve klavye atışıyorsa ve savaşıyorsa, neo-progresif rock’da sevişiyorlardır; ilkinde eğer senkronize kısımlarda, birlikte taarruza geçiyorlarsa, ikincisinde yer yer senkronize partlar içeren, ama genelde bir uyum içersinde romantik bir dansa kalkmışlardır bu ikili. Aynı şeyleri ünison yapıda bir senkroniklikle yapmazlar, ama ortak bir hisse hizmet ederler. Zaten Fish’in vokalini ayrı tutarsak, ilk dönem MARILLION’un temel yapıtaşını da bu uyum oluşturur. Ek olarak da, önceki iki albüme göre çok daha olgun bir müzikal yapı ve sound ile karşılaşırız “Misplaced Childhood”da. Genel bağlamda davullar ve baslar çok aykırı şeyler yapmazlar albümde, ama “groovy” bir yapıda oldukları söylenebilir dönemlerine göre. En basit parça gibi görünen Kayleigh parçası bile, dinledikçe “basit bir pop-rock değilmiş, ne kadar da progresif” dedirtmeye başlar insanı.
Bazı Pink Floyd prog’cularının kafasını kaldırıp da, Steve Rothery’nin inanılmaz duygulu gitarlarına, ve Mark Kelly’nin eşsiz klavyelerine bakmaları gerekiyor bence. Ve depresif olmadan da insanın nostaljik damarına, hoş bir melankolik atmosfer yaratarak da basılabileceğine şahitlik edilmesi gerekiyor. Daha çok yazacaktım ama zaten uzun bir yazı oldu.
MARILLION’un Fish ayrıldıktan sonraki döneminden de bir albüm kritiği yapmak nasip olur umarım ileride…
@Burak, Sağolasın. Bende de Ertuna kritikleri, ve kritiklerinin yapıldığı gruplarda aynı sendrom mevcut. :D Ama bu albümü en azından birkaç defa dinlemeli bir rock sever diyorum. Zira ciddi bir referans noktasıdır, ve hiç tahmin edemeyeceğiniz grupları bile etkilemiştir Marillion. :)
@Aeonian_Lich, Bu progresif rock olayları beni biraz bayıyor- porcupune tree bi yana :D kişilik olarak böyle depresyon gibi duygusal karışıklarımı ergenlik dönemimin karanlık günlerine terk edip daha böyle gaz verici şeyler dinleyen bir adamım. Hissettirmesi gerektirdiklerini alamıyorum böyle şeylerden niyeyse. Belki ilerde dinlerim ama, yazıyorum senin kritize ettiğin albümleri bi köşeye:D
@Burak, Açık konuşmam gerekirse benim de tam tarzım değil eski progresif rock’lar. Hatta azımsanmayacak bir oranı beni de bayıyor. Yani müzikalite zirvede, ama sound olarak ısınamadığım birçok prog rock grubu mevcut. Ama bu albüm başkadır bak, daha da birşey demem. :D
@Burak, aynen kritiklerini seviyorum ve ben de senin gibi daha çok kendini bir halt sanan çakma-entel ergen death veya doom metali sevdiğimden sadece okumakla yetiniyorum bilgim olsun diye, bana çok çiçekli böcekli geliyor özgürün dinlediği gruplar genelde, ama bunu biraz daha sevdim savatage gibi melankolik ama yazıda da dendiği gibi depresif olmayan 80lerin o havası var hoşuma gitti.
Aeonian, Marillion gibi bi grubun kritiğini yapmayı tercih ettiğin için öncelikle teşekkür, Misplaced Childhood ve Script for a Jester’s Tear özellikle, başyapıt değerinde albümler.
Fish’in rock müzik genelinde en iyi söz yazarlarından biri olduğunu düşünüyorum. Çok şairane bir tarzı var. Aynı ustası Peter Gabriel gibi.
Bu arada albümde hiçbişey olmasa ve sadece Genesis etkilenimiyle iş yapsalar bile hoşuma giderdi, ama bunun üstüne mükemmel sözler ve görüp görülebilecek en olgun müzikal performanslardan biri de eklenince, apayrı bir boyuta ulaştılar benim açımdan. Çekinmeden 10 veririm o yüzden.
@masteroforion, birşey değil bu arada, ben de teşekkür ederim. Aslında her yoruma cevap verip lüzumsuz bir iş yapmama niyetindeydim, ama bir biçimde cevaplar yazma durumunda kalınca senin yorumun havada kaldı. Tüm dediklerine katılıyorum ayrıca. :)
@b, 9.5 aslında benim 10 verememe takıntımın bir sonucu. Yoksa evet 10 verebilen biri olsam, o notu en çok hak eden albümlerden birisidir benim gözümde de “Misplaced Childhood”. Aslında bu albüme 10 vermeliydim ya, çünkü grup bu saatten sonra daha iyi bir albüm çıkaramayacak geçkinliğe ulaştı. Hadi bir progresif metal albümüne 10 vermemem anlaşılabilir birşey, zira her yıl bir öncekilere meydan okuyabilecek albümler çıkabiliyor tarzda.
Şu 8.50 lik not ortalaması sebebiyle şaşkın ve sevinçliyim. Gerçi nasıl olsa düşecek, ama kısa da olsa bu sevinci yaşattığınız için eksik olmayın dostlar. :)
Çevir baştaki M’yi sola. Oldu mu matematikteki “toplamı” sembolü, sonra at alttaki çizgiyi, oldu mu Z. Ne oldu? “Zillion” oldu. Ve zilyon tane seçmen toplamına ulaşıp Turan ülküsünü gerçekleştireceğimizin kehaneti.
Yazı gerçekten hoş, daha fazla prog-rock albüm kritiği görmek dileğiyle tebrikler. Marillion hakkında söylediğin şeylerin çoğuna katılıyorum. Çok underrated bir gruptur İngiliz Prog camiasından dışarı açılabilmiş olsa da bir türlü adını tarihe mihenk taşı olarak yazdıramadı, bir çok prog sever de daha yeni yeni tanışıyor hala Marillion’la. Çok ilginç bir durum bu ama öyle. Marillion’un kendi dönemindeki alternatiflerinin rekabetine dayanamaması olarak yorumlanır genelde. Değeri biraz daha geç anlaşıldı dünyada ki anlaşıldı mı acaba o da ayrı mevzu. Umuyoruz.
@Deon, Aslında ’80lerin ortasında allah kadar ünlüydüler de, Fish’in ayrılışı, Hogarth’lı dönemin eski efsane albümlerine pek benzemeyişi (taştır o ayrı), 90ların çat diye gelişi falan kötü etkiledi adamları, nispeten daha mütevazi bi topluluğa hitap etmeye başladılar. Ama anavatanlarında hala büyük bi çekirdek hayran kitlesine sahipler diye biliyorum.
He Türkiye dersen, neyi erken keşfettik ki bu adamları tanıyalım. Çok normal o yüzden :)
@masteroforion, Zaten İngiliz prog rock gruplarının en underground olanlarını bile ingiltere’de bilmeyen yok diyebiliriz. Ciddi ciddi tecrübelerle sabit bu olay. Fish’in ayrılması ve diğer açıklamalarına yüz de yüz katılıyorum anlatmak istediğim buydu muhabbete vesile oldu :) Türkiye’ye hiç girmiyorum zaten saatlerce muhabbeti dönebilir ayrı bir tez konusu olabilir zannımca :)
@Deon, Bu grubun çok fazla büyüyememesinin en büyük sebebi bence 70′ler proglarını sevenlerin vazgeçilmezi olan mellotron gibi enstrümanlar yerine, dijital synthesizer’leri kullanıyor oluşu bence. Gerçi ilk döneminde Marillion’un da o yolda gittiğini, ama sonra teknolojiyi kullanmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Ben şikayetçi değilim bu olaydan, ama hem 80′ler gibi progresif rock’ın can çekiştiği bir dönemde çıktı bu albüm, hem de teknolojik klavye hadisesinden hoşlanmayan analog kayıt aşığı prog’culara ters geldi müzikal olarak.
@Aeonian_Lich, Dediklerine katılıyorum ek olarak Marillion’un enstruman zenginliği tartışılmaz ama soundlarının space rock ve psych rock ekolünden gelmemesi de bu konuya ek olarak dünyada bir dönem fan kitlesini daralttı. Ama misalen Marillion; “Archive” gibi grupların; erken dönem synth soundlu ve hatta daha erken dönemi synth pop’un bile bu soundu etkilemesiyle (teknolojinin rock müzik ile sentez oluşturmaya başlaması) bile ilişkilendirebilen ekolden etkilenip gün yüzüne çıkmasını sağlamışlardır. Genesis’e değinmemek olmaz tabii ki yazında çok doğru yerlere parmak basmışsın tekrar tebrikler.
@Deon, Teşekkür ederim. Aslında böyle güzel ve detaylı yorumlar göreceğimi tahmin etmemiştim pek bu kritiğin altında, ama bu güzel bir yanılgı oldu. Albümün oy ortalaması hala 8′lerdeyken bunun tadını çıkartalım. Woohooo :D
(Hey sen, ya allaşkına verme 1 ya bi gün daha dursun noolooooooor. *_*
bu aralar geceleri hep bu albümü dinliyorum. bir de şu kritikteki ve yorumlardaki kaliteye resmen bittim. on numara kritik on numara albüm..
10 yıl sonra gelip on yıl önceki yorumları okumak bu sitede yapmayı en sevdiğim aktivitelerden,bana kütüphanedeymişim hissi veriyor. var ol PA.
Yeryüzüne inmiş en güzel albümlerden biri. Saf müzik. Cumartesi günü bir anlık da olsa yaşama sevinci ile doldurdu. Güzel insanlar hep var olsun. Minnet duyuyorum.
Aeon başkan sözüm sana :D kritiklerini okumak cidden keyifli ancak kritiğini yaptığın gruplarla hiç mi hiç hoşlanmıyorum :D ne yapsam bilemedim :D
10.01.2011
@Burak, Sağolasın. Bende de Ertuna kritikleri, ve kritiklerinin yapıldığı gruplarda aynı sendrom mevcut. :D Ama bu albümü en azından birkaç defa dinlemeli bir rock sever diyorum. Zira ciddi bir referans noktasıdır, ve hiç tahmin edemeyeceğiniz grupları bile etkilemiştir Marillion. :)
10.01.2011
@Aeonian_Lich, Bu progresif rock olayları beni biraz bayıyor- porcupune tree bi yana :D kişilik olarak böyle depresyon gibi duygusal karışıklarımı ergenlik dönemimin karanlık günlerine terk edip daha böyle gaz verici şeyler dinleyen bir adamım. Hissettirmesi gerektirdiklerini alamıyorum böyle şeylerden niyeyse. Belki ilerde dinlerim ama, yazıyorum senin kritize ettiğin albümleri bi köşeye:D
10.01.2011
@Burak, Açık konuşmam gerekirse benim de tam tarzım değil eski progresif rock’lar. Hatta azımsanmayacak bir oranı beni de bayıyor. Yani müzikalite zirvede, ama sound olarak ısınamadığım birçok prog rock grubu mevcut. Ama bu albüm başkadır bak, daha da birşey demem. :D
10.01.2011
@Burak, aynen kritiklerini seviyorum ve ben de senin gibi daha çok kendini bir halt sanan çakma-entel ergen death veya doom metali sevdiğimden sadece okumakla yetiniyorum bilgim olsun diye, bana çok çiçekli böcekli geliyor özgürün dinlediği gruplar genelde, ama bunu biraz daha sevdim savatage gibi melankolik ama yazıda da dendiği gibi depresif olmayan 80lerin o havası var hoşuma gitti.
Aeonian, Marillion gibi bi grubun kritiğini yapmayı tercih ettiğin için öncelikle teşekkür, Misplaced Childhood ve Script for a Jester’s Tear özellikle, başyapıt değerinde albümler.
Fish’in rock müzik genelinde en iyi söz yazarlarından biri olduğunu düşünüyorum. Çok şairane bir tarzı var. Aynı ustası Peter Gabriel gibi.
Bu arada albümde hiçbişey olmasa ve sadece Genesis etkilenimiyle iş yapsalar bile hoşuma giderdi, ama bunun üstüne mükemmel sözler ve görüp görülebilecek en olgun müzikal performanslardan biri de eklenince, apayrı bir boyuta ulaştılar benim açımdan. Çekinmeden 10 veririm o yüzden.
10.01.2011
@masteroforion, birşey değil bu arada, ben de teşekkür ederim. Aslında her yoruma cevap verip lüzumsuz bir iş yapmama niyetindeydim, ama bir biçimde cevaplar yazma durumunda kalınca senin yorumun havada kaldı. Tüm dediklerine katılıyorum ayrıca. :)
lavender!
başyapıt!
9.5 yetersiz!
10/10
10.01.2011
@b, 9.5 aslında benim 10 verememe takıntımın bir sonucu. Yoksa evet 10 verebilen biri olsam, o notu en çok hak eden albümlerden birisidir benim gözümde de “Misplaced Childhood”. Aslında bu albüme 10 vermeliydim ya, çünkü grup bu saatten sonra daha iyi bir albüm çıkaramayacak geçkinliğe ulaştı. Hadi bir progresif metal albümüne 10 vermemem anlaşılabilir birşey, zira her yıl bir öncekilere meydan okuyabilecek albümler çıkabiliyor tarzda.
Haklısın aslında, 10 verleliydim.
Şu 8.50 lik not ortalaması sebebiyle şaşkın ve sevinçliyim. Gerçi nasıl olsa düşecek, ama kısa da olsa bu sevinci yaşattığınız için eksik olmayın dostlar. :)
en uygun yer burası sanırım.
yıllarca içime attım ama artık zamanı geldi… itiraf ediyorum.
BEN GENESIS’İN PHIL COLLINS’Lİ HALİNİ DE SEVİYORUM ÜHÜHÜHÜH…
10.01.2011
@Ahmet Saraçoğlu, Abacab’den sonrası yalan bence ya. Hadi bi de Land of Confusion’ın hatrı vardır işte onu da şarkı olarak sayalım
12.01.2011
@Ahmet Saraçoğlu, Karizma sarsılması konusunda kapışalım mı Ahmet?
http://www.youtube.com/watch?v=B1E5JNxBiSA
@Ahmet Saraçoğlu, lsd nin zararları yazık
ulan ben bunların isminin silmarillion’dan geldiğini bilmiyordum.
11.01.2011
@cenkozmercan,
sil baştan 3 harf, al sana silbaştan grup ismi. :D
11.01.2011
Galdı mı Marillion. Ve Milliyetçi İngiliz Hareketi’nin 25. yıl dönümü. Gerisi solda sıfır.
12.01.2011
At ikinci ve üçüncü harfi de, galdı mı “Million” işte milyonlarca seçmenimizin sandığa yürüyüşünün ayak sesleri.
12.01.2011
Çevir baştaki M’yi sola. Oldu mu matematikteki “toplamı” sembolü, sonra at alttaki çizgiyi, oldu mu Z. Ne oldu? “Zillion” oldu. Ve zilyon tane seçmen toplamına ulaşıp Turan ülküsünü gerçekleştireceğimizin kehaneti.
(Saçmalamanın sınırlarını zorlamak?)
Yeni grubum Gonlance’in ilk albümü yakında tüm müzik marketlerde.
11.01.2011
@Ahmet Saraçoğlu, Dragon Lan! olsa daha ilgi çekebilirdi ülkemizde. :D
Ben de Buz Yeli Trio diye bi grup kuracağımdı…
metalpit,aksakritm ve pasifagresif ; bu sitelerin müzik dünyama kattıgı bir başka güzel grup oldu marillion.bastım 10 puanı.
Yazı gerçekten hoş, daha fazla prog-rock albüm kritiği görmek dileğiyle tebrikler. Marillion hakkında söylediğin şeylerin çoğuna katılıyorum. Çok underrated bir gruptur İngiliz Prog camiasından dışarı açılabilmiş olsa da bir türlü adını tarihe mihenk taşı olarak yazdıramadı, bir çok prog sever de daha yeni yeni tanışıyor hala Marillion’la. Çok ilginç bir durum bu ama öyle. Marillion’un kendi dönemindeki alternatiflerinin rekabetine dayanamaması olarak yorumlanır genelde. Değeri biraz daha geç anlaşıldı dünyada ki anlaşıldı mı acaba o da ayrı mevzu. Umuyoruz.
12.01.2011
@Deon, Aslında ’80lerin ortasında allah kadar ünlüydüler de, Fish’in ayrılışı, Hogarth’lı dönemin eski efsane albümlerine pek benzemeyişi (taştır o ayrı), 90ların çat diye gelişi falan kötü etkiledi adamları, nispeten daha mütevazi bi topluluğa hitap etmeye başladılar. Ama anavatanlarında hala büyük bi çekirdek hayran kitlesine sahipler diye biliyorum.
He Türkiye dersen, neyi erken keşfettik ki bu adamları tanıyalım. Çok normal o yüzden :)
12.01.2011
@masteroforion, Zaten İngiliz prog rock gruplarının en underground olanlarını bile ingiltere’de bilmeyen yok diyebiliriz. Ciddi ciddi tecrübelerle sabit bu olay. Fish’in ayrılması ve diğer açıklamalarına yüz de yüz katılıyorum anlatmak istediğim buydu muhabbete vesile oldu :) Türkiye’ye hiç girmiyorum zaten saatlerce muhabbeti dönebilir ayrı bir tez konusu olabilir zannımca :)
12.01.2011
@Deon, Bu grubun çok fazla büyüyememesinin en büyük sebebi bence 70′ler proglarını sevenlerin vazgeçilmezi olan mellotron gibi enstrümanlar yerine, dijital synthesizer’leri kullanıyor oluşu bence. Gerçi ilk döneminde Marillion’un da o yolda gittiğini, ama sonra teknolojiyi kullanmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Ben şikayetçi değilim bu olaydan, ama hem 80′ler gibi progresif rock’ın can çekiştiği bir dönemde çıktı bu albüm, hem de teknolojik klavye hadisesinden hoşlanmayan analog kayıt aşığı prog’culara ters geldi müzikal olarak.
12.01.2011
@Aeonian_Lich, bu albüm mü painkillerdan daha güzel. iyi müzik anlayışından yoksunsun. (beyinden yoksun olduğun için)
12.01.2011
@Ertuna Yavuz, Ben bilmem, beyin bilir.
12.01.2011
@Aeonian_Lich, Dediklerine katılıyorum ek olarak Marillion’un enstruman zenginliği tartışılmaz ama soundlarının space rock ve psych rock ekolünden gelmemesi de bu konuya ek olarak dünyada bir dönem fan kitlesini daralttı. Ama misalen Marillion; “Archive” gibi grupların; erken dönem synth soundlu ve hatta daha erken dönemi synth pop’un bile bu soundu etkilemesiyle (teknolojinin rock müzik ile sentez oluşturmaya başlaması) bile ilişkilendirebilen ekolden etkilenip gün yüzüne çıkmasını sağlamışlardır. Genesis’e değinmemek olmaz tabii ki yazında çok doğru yerlere parmak basmışsın tekrar tebrikler.
12.01.2011
@Deon, Teşekkür ederim. Aslında böyle güzel ve detaylı yorumlar göreceğimi tahmin etmemiştim pek bu kritiğin altında, ama bu güzel bir yanılgı oldu. Albümün oy ortalaması hala 8′lerdeyken bunun tadını çıkartalım. Woohooo :D
(Hey sen, ya allaşkına verme 1 ya bi gün daha dursun noolooooooor. *_*
albüm puanı pa top10una yükselip düşüyor sürekli
26.01.2011
@Ertuna Yavuz, Urfa’nın en büyük aşiretinde tanıdıklarım var, haber saldım 1000 oy (10) falan bekliyorum yakında.
bu aralar geceleri hep bu albümü dinliyorum. bir de şu kritikteki ve yorumlardaki kaliteye resmen bittim. on numara kritik on numara albüm..
10 yıl sonra gelip on yıl önceki yorumları okumak bu sitede yapmayı en sevdiğim aktivitelerden,bana kütüphanedeymişim hissi veriyor. var ol PA.
Yeryüzüne inmiş en güzel albümlerden biri. Saf müzik. Cumartesi günü bir anlık da olsa yaşama sevinci ile doldurdu. Güzel insanlar hep var olsun. Minnet duyuyorum.