# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
SYMPHONY X – The Odyssey
| 18.12.2010

Gaçın la, Sirenler!!!

Özgür DURAKOĞULLARI

Bu kritiği yazmaya karar verişim biraz tuhaf oldu. Gece yarısını geçe pasifagresif’de takılıyordum ki, daha önce yaptığım Haken – “Aquarius” kritiği aklıma geldi. Birkaç haftadır dinlememiştim bu albümü, ve yeni Sennheiser kulaklıklarımla dinlemenin iyi olacağını düşündüm. Attım albümü İriver flac oynatıcıma, ve dinlerken uyuyakalırım sanarken, aksine uykum daha bir açıldı. Yeni kulaklıkların özellikle davullarda harikalar yarattığını fark etmemle birlikte, Haken’in albümündeki trampet tonunun, kritiğini yaptığım bu Symphony X albümündeki tona çok benzediğimi fark ettim.

Hem “acaba doğru mu hatırlıyorum?” dedim –zira bu albümü dinlemeyeli epey yıl olmuştu- hem de “Ulan bu kulaklıklar Haken’in davullarını böyle yaptıysa, bakarsın o hiç beğenmediğim “The Odyssey” albümünde de mucizeler yaratabilir dedim ve gecenin 2’sinde albümü müzik çalarıma attım…

İlk olarak, evet doğru hatırlıyormuşum, iki albümdeki trampet tonları da birbirlerine çok benziyorlar. İkinci, ve daha önemlisi: “EN SEVDİĞİM GRUBUN, YILLARDIR “DAVUL TONLARI YÜZÜNDEN DİNLEYEMİYORUM” DİYE ATIP TUTTUĞUM ALBÜMÜ HAKKINDA ÇEŞİTLİ PLATFORMLARDA YAPTIĞIM ÇOK BİLMİŞ YORUMLARIN HEPSİNİ YALIYORUM, YUTUYORUM!!!

Bu önemli bir nokta benim açımdan, zira “The Odyssey” albümündeki bestelerin tamamına yakınını çok başarılı bulurken, eski ses sistemlerimde o davullara bir türlü alışamamıştım, ta ki şu ana kadar. Demek ki ses sistemi, kulaklık vs. gibi değişkenler, insanın hayatında böyle majör farklar yaratabiliyormuş. Şu anda albümü dinliyorum, fena da gazım açıkçası.

Öncelikle sıradan bir stereo hoparlör sisteminde davulları nasıl algıladığımı anlatmaya çalışayım. Bir kere, tonlar “spacious” değil. (bu kelimenin lanet olsun ki Türkçe’si yok, nasıl desem yani böyle bi trampete, krosa vurunca seste bir derinlik, havadarlık yok) Bir de zil tonları program gibi duruyor. Şimdiki algıladıklarım ise bambaşka şeyler. Tam tersi diyeyim, kısa keseyim. Bir de şöyle bir durum var bilmem size de olur mu. Hani ayakla vurulan dalgaya “double bass” denir ya. Ama sikindirik bir ses sistemiyle dinleyince, kroslar, trampetten daha tiz gelir bazı müziklerde. Aslında bu da tam tersidir. Kros tokmağının temasında çıkan yüzeysel ses ince olabilse de, bas olayı kuvvetli ve dengeli bir sistemde yanlış algıladığınızı ve buna neden “double-bass” dendiğini anlarsınız. (Elbette modern metal kayıtlarından bahsediyorum. Yoksa pedalın “bass”ı harbi “bass”dır birçok eski (özellikle rock) kayıtlarında.

Albüme gelirsek, bana kalırsa The Turning dışında, albüm dolsun diye konan boş şarkı (filler-track) yok. Ki o parça da epey keyifli bir parça, hele ki Russell Allen’in Pantera’vari kükremesi epey dikkate değer. Bu albümde görülen, ve sonraki “Paradise Lost” albümünde de devam eden en büyük değişiklik; Symphony X’in alışıldık “Vokal de dahil, tüm enstrümanların dengeli biçimde, öne çıkmadan çalınması, icra edilmesi, ve de sound’da hiçbir enstrümanın diğerini bastırmaması” hadisesine elveda denmesidir. Zira “The Odyssey”de adeta gitar ve vokal rollerin %80’ini kapmışlar. Ha kötü mü olmuş? Bence değil. Zira bu Romeo denen -grubun beyni- gitarist kişi, öylesine besteler yapıyor ki, “Şurası da şöyle olsaydı” diyemiyor insan, en azından ben diyemiyorum. İlk albüm faciasından sonra lineer bir gelişim gösteren müzikleri, bu albümde bu doğrusal gelişimden vazgeçilerek, çok daha sert ve ciddi thrash etkileri içeren bir hale gelmiş. The Accolade Part 2 dışında, tüm parçalar çok sert diyebilirim.

Aslında albüm hakkında kötü şeyler söylerdim, ama şu davul tonu kinim bittiğine ve hâlâ fena gaz bir şekilde albümü dinlediğime göre, tavrımda biraz yumuşama olacak. Ama gene de laflar hazırladım… Şimdi bu ağabeyler “V: The New Mythology Suite” diye, (bence) progresif metalin en baba işlerinden birini ortaya koydular. Tamam, ama yetmedi. O albümdeki aşmış zenginliği neden bu tanıtılan bir sonraki albümde göremedik, onun yerine daha gaz, akılda kalıcı ve polifoni ve poliritim bakımından daha az sofistike bestelerle karşılaştık? Burada sanırım grubu savunacağım. Zira röportajlarında da okuduğum üzere, “V” gibi bir albüm çıkarmalarına rağmen hâlâ pek tanınamayan grup, çareyi konserleri arttırmakta bulmuş. Yani “The Odyssey” turnelerine kadar, grubun elemanları geçimlerini ek iş yaparak sağlıyorlarmış. Gitarist Romeo ve klavyeci Pinnella örneğin, enstrümanlarıyla ilgili firmalarda teknik işler yapıyorlarmış. Ama “V”da yakaladıkları kısmi popülarite ve ardından gelen konserlerle, grup bu şekilde de hem daha keyifli hem de paralı bir hayat sürdürebileceklerini hayal etmiş olacaklar ki, “The Odyssey” gibi, akılda kalan, gaz parçalardan oluşan bir albüm yapmışlar. Sanırım bu tespitimde haklıyım, çünkü gelmiş geçmiş en sevdiğim albüm olan “V”daki parçalar canlıda götüm gibi oluyordu. O çok sesliliği, spiritüelliği konserlerde asla alamıyordum. Oysa ki şimdi tanıtılan albümdeki parçalar canlıda fena gaz oluyor.

Gerçi “The Odyssey” gaz ve yüzeysel diyor gibi görünsem de, birçok grubu kıskandıracak bir sofistikeliğe de sahip. Adamlar 24 dakikalık bir The Odyssey parçası yapmışlar. Hiç mi sıkmaz, sıkmıyor işte. İnanılmaz bir parça. (davul tonları da şahane, değmeyin keyfime). Neyse albüm az sonra bitecek, esas kötü laflarımı şu gaz geçince edeceğim. Şimdilik bir şeyler geveleyeyim.

Russell Allen bu albümde o kadar iyi söylüyor ki, akıllara durgunluk veriyor adeta. “V”a göre vokal volümünü de açmışlar (gitarlarla birlikte), ama cidden çok iyi olmuş. “V”da vokaller adeta klavye kanalından geliyormuş gibi, kısık ve baskınlıktan uzaktı. Ama o albüm de öyle şahaneydi. Yani kısacası, çok zengin ve detaylı bir albüm istiyorsanız adresiniz “V” olsun, ama eğer ki gitar dominasyonlu, vokalin önde olduğu; veya ikisinin birden olduğu bir müzik tercih ediyorsanız “The Odyssey” sizi uçurabilir. Hem bak neo-klasik elementler de azalmış bu albümde. (alerjik bünyelere müjde). (The Odyssey parçası da bitmedi gitti yahu. Neyse ben grubu biraz bombalayayım artık).

İnsanın en sevdiği grup –ki hani 50 yaşında da değil adamlar- 9 yılda 1 albüm çıkartır mı yahu? Üstelik 5 yıl bekledikten sonra “Paradise Lost” diye, iyiden iyiye canlı performanslar için şarkılar yaptığını cümle aleme gösteren bir albüm çıkartıyorsun. Tamam diyoruz, en azından tonlar şahane. Ve ilk albümü saymazsak, en kötü SYX albümü bile makbuldür diyoruz. Gene 4 sene oldu lan. Hadi tamam, ama insanın en sevdiği gitarist koca göbeğini kaldırıp bir solo albüm yapmaz mı? Ya da vokalist yapar bişeyler, metalle alakasız. Hadi bu da tamam. Klavyecisi de Noel şarkıları tadında, saçma sapan solo synth tonlarıyla bezeli bir albümü neden çıkartır? 4 sene oldu diyorum, ve hâlâ güncelleme yok. Adamların zaten 3 yılda bir güncelleme yaptıklarına bile rastlanmadı. Sözde 2010 ilkbaharında çıkacaktı yeni albüm. Ağza bir parmak bal çalıp kayıttayız diyorsun, biz de inandık. Ama Romeo efendi, “Paradise Lost” içinde kayıttayız demiştin, 2 sene daha bekledik albümü. Yemiyoruz artık bunları, bil. Hadi tamam samimi bir adamsın, ama fazla rahatsın be. Bak Malmsteen günde 17 saat gitar çalıyormuş. Sen röportajlarda pişkin pişkin hiç çalmıyorum, turne günleri 30 dakika ısınıyorum. Albüm kaydına girmeden 3 ay evvel hafif hafif ısınıyorum diyorsun. Utanma sıkılma da yok. Yeter ya. (Kendimi frenlemeliyim, feci doluyum zira.)

Neyse, tanıtılan bu albümü eğer henüz dinlemediyseniz bir şans verin derim. Asla modern şeyler sevmeyen, 80’lerin underground thrash’lerine tutkun bir arkadaşım bile gitarlarına ve vokallerine hayran kaldı albümün. (albüm de hâlâ bitmedi iyi mi, amma hızlı yazmışım.)

Bir de beni bir kazığa bağlayın, ve ne dersem diyeyim, ne kadar yalvarırsam yalvarayım çözmeyin! Sirenler geliyiiii….

8,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.05/10, Toplam oy: 41)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2002
Şirket
InsideOut
Kadro
Russell Allen: Vokal
Michael Romeo: Gitar
Mike Lepond: Bas
Michael Pinnela: Klavye
Jason Rullo: Davul
Şarkılar
1. Inferno (Unleash the Fire)
2. Wicked
3. Incantations of the Apprentice
4. Accolade II
5. King of Terrors
6. The Turning
7. Awakenings
8. The Odyssey (Part I - VII)
9. Masquerade '98
  Yorum alanı

“SYMPHONY X – The Odyssey” yazısına 46 yorum var

  1. Ahmet Saraçoğlu says:

    Kapağı yapan arkadaşın kızların meme uçlarına saç denk getirmesini takdir mi etsem, yadırgasam mı bilemedim. ama daha çok yadırgadım sanırım.

    Aeonian_Lich

    @Ahmet Saraçoğlu, Tesadüftür, tesadüf. :):)

    Ertuna Yavuz

    @Aeonian_Lich, bana çift gitar partisyonlu, klavyesiz, temiz prodüksiyonlu, power metal esinlenmesi içermeyen, almanya’dan olmayan modern bir prog metal albümü önerebilir misin.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Ertuna Yavuz, araya girip Ark – Burn the Sun diyeyim. çift gitar fazla yok ama hayatımda dinlediğimen iyi albümlerden biri.

    Aeonian_Lich

    @Ertuna Yavuz, Klavyesiz dedin beni bitirdin. :D

    Ama klavyeleri asla baymayacak, burada liriksel kritiğini yaptığım Threshold – Subsurface albümünü önerebilirim. Tertemiz prodüksiyon, çok iyi müzikalite…

    Bir de prog metalde genelde tek gitar oluyor, çift gitarlı grup az.

    Ertuna Yavuz

    teşekkürler beyler. ikisine de bakacağım.

    Ertuna Yavuz

    @Ahmet Saraçoğlu, yetişkin içerik damgası almamak için olabilir

  2. comfortinBRUTALiTY says:

    Sennheiser bile böyle etkiler yapabiliyo demek ki. Pek bana göre değil bu tür ama yazı güzel olmuş.

    Aeonian_Lich

    @comfortinBRUTALiTY, Grado alsak şöyle paraya kıyıp, kimbilir neler yazacağız daha. :)

    Teşekkürler…

  3. masteroforion says:

    Sayfadaki fotolara bakarken aklıma geldi de, prog-power gruplarında çok feci bi imaj problemi var. Böyle majestik kuntastik görünmeye çalışıp olamama durumu.

    Aeonian_Lich

    @masteroforion, Symphony X elemanları, davulcu dışında tümden tipten kaybediyorlar zaten abi. Çirkin olup gotik imajla olayı kurtarmaya çalışan hatunlar gibi, bunlar da naapsın öyle poz vermişler. :D

    Ahmet Saraçoğlu

    @masteroforion, benim favorim ortalama 50 kilo gelen aşırı zayıf adamlardan kurulu thrash grupları.

    masteroforion

    @Ahmet Saraçoğlu, Şu özellikle 2000 sonrası oldschool thrash öykünmeli grupların durumu öyle ya. Bi de genellikle hınzır bakışlı toy ergen gibi gözüküyo hepsi. 80lerden bu yana nerden nereye evrilmiş olay ahah

  4. nordson says:

    sennheiser hangi modeli tavsiye edersin hacı, bass sever birine? teşekkür ederim şimdiden :)

    Aeonian_Lich

    @nordson, eğer şu kulağın içine giren modellerden alacaksan, hepsi bi biçimde tatmin eder sanırım. Ama cx-300′e iki kat para vermek yerine, 60 liraya bi cx-200 alabilirsin. Ha dersen ki çok param var, Sennheiser ie8 al. (ciddi pahalı ama) 7 kademe bas ayarı var alette. Ötesi yok yani. :)

    Ama şu klasik kulakiçilerden istersen (kulağın içine içine girmeyen) , mx370′in basları çok özeldir. 30 lira civarı da fiyatıyla fazla cep yakmaz. Ben özellikle yatarken müzik dinlediğim için, ve sık sık yan döndüğüm için, kulak kanalına giren modelle dinlemiyorum. Basları çok tatmin ediyor mx370′in. Davullarda da harika diyebilirim. Bir de içinde ipodlara uygun çok kaliteli bir kılıf çıkıyor. Benim iriver’e de cuk oturdu. işin komiği bneim haberim yoktu paketten öyle bişey çıkacağından. çok şaşırdım ve sevindim. :D

    Aeonian_Lich

    Eğer kafaüstü kulaklık düşünüyorsan, rock ve metalde en üstünü grado deniyor. 170 liraya, audiophile seviyede aletleri türkiyede bulunabiliyor. Sennheiser dışında, grado, koss, ve akg ürünlerinden de yamuk çıkmaz. pek başka marka tavsiye etmiyorum. :)

    nordson

    @Aeonian_Lich, eyvallah. çok detaylı yazmışsın. teşekkürler. grado’yu epey beğeniyorlar ama çok rahatsız diyorlar. yatarken dönme olayı için sanırım cx-200 makul görüküyor. tekrar sağol :)

    Aeonian_Lich

    @nordson, bişey değil de yanlış gördün galiba. yatarken dinlemek için “inner ear”lar pek uygun değil diye biliyorum. mx370 derim ben. kanala girenler yan yatarken rahatsız, ve alet de bozulabiliyomuş ayrıyetten. mx370 takoz gibi, bişey olmuyor alete :-)

    Gradonun retro dizaynı biraz itici geliyor bana, ama 170 liralık alet sennheiserın 500 liralık aletleriyle kıyaslanıyor metal ve rock’da. rahatlığını bilmem, ama almayı düşünüyorum sr 80i modelinden. bakalım. :)

    Aeonian_Lich

    Ama elbette büyük şehirdeysen, ve sadece 1 kulaklık alacaksan, cx-200 daha iyi gider. zira ses izolasyonu olayı çok önemli. mx serisinde yok bu tabii…

    Ugur

    @nordson, ben de cx-350 var acaip memnunum.E-bay’den aldım yalnız burda pahalı baya.

    Aeonian_Lich

    @Ugur, fena kötü eleştirilen bir modelden bahsediyorsun. cx-200 hakkında kötü yoruma pek rastlanmıyor. Bence de harika alet. Ama cx-500 cidden katlıyormuş bu ürünleri de, dediğin gibi TR fiyatları çok yüksek.

    bir de cx-200 ve cx-350 arasında bir frekans farkı var. ilki 20 hz – 20 khz arasını desteklerken, senin alet 17 – 21 i destekliyor. Ama zaten satılan medya oynatıcılarının birçoğu 20-20 yi desteklediği için, seninki biraz para israfı oluyor. Ama elinizde 17-21′i destekleyen bir müzik çalar varsa, gözünük kapalı kulaklığınızı da daha iyi alın, değsin. ama dediğim gibi, öte türlü bir anlamı yok…

    nordson

    @Ugur, E-bay’den almak istediğim Shure’un bi kulaklığı var aslında. shipping ile 130-140 dollar civarına elinde oluyor. burda o.ç. distribeter 300 euro’ya satıyor aynısını. bu nasıl mantık anlamadım.
    ahada budur:
    http://www.shure.com/americas/products/earphones-headphones/headphones/srh440-professional-studio-headphones

    caanım sympony x kritiği neredeyse yalan oldu :( kusura bakmayın değerli sakinler.

    Aeonian_Lich

    @nordson, Yalan olsun boşver. :)

    Bu arada ben profesyonel amaçlı kulaklık tavsiye etmem, dinleyici olarak kullanacaksan sadece. Çünkü onlardaki amaç, çok lezzetli sound sunmaktan ziyade, doğala en yakın sesi sunmaktır. Grado sr80i diyorum. ya da 60i. Metalde zirve deniyor, baya araştırdım yabancı sitelerde… 170 lira da iyi fiyat tr için…

    Ertuna Yavuz

    @nordson, ürün 100 doların üstündeyse sipariş gümrüğe takılıyor diye biliyorum. gümrükte takılınca da almak için iki katı kadar bir vergi ödüyormuşsun buradakiyle aynı fiyata geliyor diyorlar.

    havitetty

    @Ertuna Yavuz, Yok yahu, sınır 150 euro, takılırsa vergisi de 20%.

    nordson

    @havitetty, sağol :)

    nordson

    @Ertuna Yavuz, oh. “this is why we are listening to metal.” demek istedim ingilizce. sağol bilgilendirdiğin ve vergi sisteminin ya da gümrük mantığının sikilmişliğini daha iyi özümsememi kolaylaştırdığın için. peki gümrükte adamımız olsa bi işe yarar mı? zaten sanırım Grado sr80i alıcam. bende bakındım Aeonian_Lich’in gazıyla. yorumlar çok olumlu, taksitle de alınabiliyor. dışarıya göre de 30-40 tl oynuyor. o kadar da olsun artık. ona lafım yokta Shure olayında profesyonel amaçlı kullanım mantığıyla 100 dolarlık aleti 300 euroya itekliyor burdaki distribeter. delilik.

    nordson

    @nordson, saçmalama olm o kadar değil. nerde gördüm bilmiyorum 300 euroyu da yanlış kalmış aklımda. 200 dollar. emin olmadan yazma istersen, babanın duvarı değil bura. aptal.

    Ertuna Yavuz

    @nordson, havietty kesin gümrükte çalışıyor. 100 doları geçen ürünlerimizi zulalayacak biz sipariş edince.

    şaka bir yana ben de cowon mp3 player almak istiyordum uzun zamandır. o aralığa düşen bir ürün var mı bakayım hemen.

    nordson

    çok methini duydum cowon’un.
    bilmiyorum 24bit/96khz müzik dinlemek ister misin playerında ama bir de bu var. sanırım ötesi yok portablelarda. meraklısına. 800$cık :)
    http://www.hifiman.us/products/?pid=71

    bu arada ben kararımı verdim Grado sr80i için. 15tlx12ay güzellik yapıyorlar. philips shp1900ün emekliye ayrılma vakti.

    Aeonian_Lich

    @nordson, Hayırlı olsun. İzlenimlerini paylaşırsın artık gelince. Ben de düşünüyorum bir zaman almayı, da acelesi yok şimdiki kafaüstü Sennheiser’ler biraz eskisin. :)

    Aeonian_Lich

    @Aeonian_Lich, Bu arada dün haberim oldu, bugün indirim malesef bitmiş. :(

    Sennheiser cx-200′ler Vatan bilgisayarda 60 liraydı. Çok iyi fiyat. Bugün itibariyle yeniden 64 lira oldu ama. 64 lira da, güvenilir bir mağaza için en ucuz fiyat sanırım…

    İyi bir kulaklık. Bu kulak kanalına girenlerde baslar kesinlikle çok farkediyor. Kötü yanları, yürürken kabloyu bi biçimde fazla oynatmamalısınız. Dış sesi çok iyi kesiyor kulaklıklar, ama kablo bi yerlere çarptıkça rahatsız edici bir ses çıkıyor. İkincisi, midler ve tizler çok başarılı değil. Özellikle tizleri, kullandığım diğer sennheiserlere göre bayaa daha başarısız. cx-300 de de tizler baya kötü biçimde abartıymış deniyor. Para biriktirip cx-550 mi alsam diye düşünüyordum, ama boşverdim. Zira 200 lira, ve mağazalarda bulunmuyor İzmir’de. Online almak da istemedim. Sennheiser’in fiyat/performansta en önemli kulaklıklarından biri cx-200. Ama performansta cx-550 ciddi fark atıyormuş. İlerde düşünebilirim onu da. Benim açımdan, dış ses kesmesi ve overall sound tatmin edici cx-200′de. Hele eski otobüslere denk gelince, ses izolasyonlu kulaklık yoksa fena rahatsız oluyor.

  5. Ahmet Saraçoğlu says:

    Soru: Tam anlamıyla bir SYX hayranı sayılmam ama grubun her albümünü çok kereler dinledim, hepsini biliyorum ve en sevdiğim albümleri “Paradise Lost”. Bu benim gerçek SYX’çiler tarafından “Paradise Lost SYX’çisi” olarak anılmama yol açar mı? Teşekkürler.

    Aeonian_Lich

    @Ahmet Saraçoğlu, :D

    Ya açıkçası sen de bilirsin ki, ilk göz ağrısı denen bişey oluyo bu tarz gruplarda. Paradise Lost, bence gitar-oriented müzik dinleyicileri tarafından en doyurucu albümlerden birisi. Tüm kayıt, miks, mastering işlerini gitarist yaptığı için, git gide kendini geliştirdi bu bağlamda… Biraz kendi eski halinden ilhamlar fazla ama bu albümde, diğer albümleri kadar şaşırtıcı bişey yapmamışlar. Bence klas albüm ama, bunlara rağmen…

    The Odyssey ise değişik bir albüm. Soundu hiçbir albüme benzemiyor, ve lezzetli. Twilight In Olympus da aynı şekilde, çok farklı soundu olan bir albüm. Ama soğuk geliyor bana, pek alışamadım…

    Cidden büyük grup bunlar dedirtecek ilk albümleri The Divine Wings Of Tragedy bence. Eğer ki Romeo sound olayında şimdiki gibi usta olsaydı, o albüm çok daha büyük iş yapardı. Davul soundu ve solo klavye soloları çok rahatsız edici geliyor bana…

    Ama V: The New Mythology Suite dediğin zaman, benim için akan sular durur. Gitar soloları biraz az detaylı, müziğe “gitmiş” ama pek bişey katmamış diye düşünüyorum albümdeki. Ve vokal line’ları biraz kısık. Ama işte aşık olduğun kızın kusurlarını görmezsin ya, o misal ben sounddaki kusurlarla birlikte seviyorum o albümü. Zaten parça parça analiz edilecek bir albüm değil, tam bir senfoni o albüm. TTWOT’den 5 tane hit şarkı çıkar, ama V’dan çıkaramam. Ama overall etkide üstüne metal albümü tanımıyorum. :)

    Ha Paradise Lost demişken, vokalist Russell Allen’in sesinde ciddi bir hacim kaybı olmuş. Yazık ki, Star One’ın bu seneki albümünde de bu devam ediyor. Bu hem yaşla alakalı, hem de çok fazla gırtlak kullanmasıyla bana kalırsa. Çok orjinal bi kirli tını var adamın sesinde, ve The Odyssey’de adam ders vermiş resmen. Ama Paradise Lost’da bana zayıflamış gibi geliyor sesi…

    Ahmet Saraçoğlu

    @Aeonian_Lich, evet o ilk dinleme şeysinin etkisi vardır kesin. çıktığı dönemde acayip yoğun bi iş üzerinde çalışıyodum ve 1 hafta falan sürekli dinledim.

    ondan sonra en çok sevdiğim de V. Zaten müzikal olarak V’nin daha iyi olduğu belli, sadece PL’yi diğerlerinden daha çok seviyorum.

    minikbalina

    @Ahmet Saraçoğlu, bu albüm yorumuna ve 8,5 notuna her saniyesinde katılmakla beraber, aslında PL ve bu aynı albümler diyebilirim (ben de aslında yoğğum).
    PL’de parayı vermişler adam gibi mastering yapmışlar diğer tüm albümlerin aksine.
    herifçilerin her haltını bir şekilde sevmeme rağmen, bence de PL en iyi albümleri, ama tabii senin müzik zevkinin daha bodoz (sounda ya da türe bağlı öküzvari sertliği kastediyorum burda) olduğu göz önünde bulundurulursa PL’nin de en sert albümleri olmasından mütevellit bir kendini yakın hissetme durumu söz konusu olabilir.
    russel allen insan olmadığı için brutal olmayan en sert vokali yapmış olması da bir artı. (guttural clean?!)

  6. cannibal fetus says:

    “Double-bass” iki adet bas davul kullanıldığını belirten bir terimdir(bildiğin çift kros). Ayakla vurulan dalgaya da “double-bass” değil bas davul denir. Kritikte yanlış bilgi verilmiş gibi geldi.Yok eğer ben yanlış anladıysam kusuruma bakılmamasını arz ederim.

    Aeonian_Lich

    @cannibal fetus, bu yorumu geç gördüm kusura bakma

    bas davul diye birşey duyduğumu dahi hatırlamıyorum. ben bu şekilde biliyorum, ama araştırmışlığım yok. bilen birisi aydınlatabilirse seviniriz. haklıysan da evet bilmediğimden kaynaklanmıştır. :)

    cannibal fetus

    @Aeonian_Lich, Eyvallah sorun değil. Bas davul bass drum’ın Türkçe ismi ve kullanımı da oldukça yaygın. Şurada http://en.wikipedia.org/wiki/Bass_drum bass drum ve double bass drum tanımları mevcut.

    Aeonian_Lich

    @cannibal fetus, Tamam ama orada bas drum özel bir kavram değil. Yani o kitin kısmına deniyor. ayrıca onlardan iki tane olunca neden double bass denmesin? double-bass-pedal ayağınla kullandığın zımbırtı, tokmakların vurduğu “çift” davul parçasına da double bass deniyor, ben öyle anladım. Ben söylediğimde bir yanlış göremiyorum. :)

    Aeonian_Lich

    @cannibal fetus, ha pardon sen ayakla vurulan şey lafıma takılmışsın galiba, şimdi anladım. yok canım double kros ve twin pedal ile double bassın ayrı olduğunu biliyorum. orada ayakla çalınan demedim, “vurulan” dedim. yani ifadede “krosların vurduğu” gibi bişey deseymişim daha açık olabilirmiş. ama hani aliye vurdum derken beyzbol sopasını söylememişim gibi falan olmuş. örneğime sıçayım :(

    cannibal fetus

    @Aeonian_Lich, Aslında çok basit bir şeyden bahsediyoruz ama anlaşamadık. Benim asıl takıldığım -kuvvetli ve dengeli bir sistemde yanlış algıladığınızı ve buna neden double bass dendiğini anlarsınız – kısmıydı. Double bass denmesinin bir tek sebebi var o da “double bass” olması.Senin cümlelerindeyse sanki duyulan kuvvetli bas sebebiyle davulun bu parçasına double bass deniyormuş gibi bir anlam var.

    Aeonian_Lich

    @cannibal fetus, bas bir ses verdiği için bass drum deniyor, ve metal müzikte çok büyük ihtimalle çift bass drum kullanıldığı için de double bass dedim. Yanlış olan şey nedir?

    cannibal fetus

    @Aeonian_Lich, Yanlış olan şey double bass kelimesinin gereksiz kullanımı. Çünkü double bass iki ayakla birden bas davula vurulduğunu anlatan özelleşmiş bir terim. O yüzden kavram karmaşası oluşmuş, bambaşka anlamlar çıkarılabilir olmuş. Dinlediğin bir şarkıdaki davuldan bahsederken çift krosun tonu çok iyi demezsin. Krosun tonu çok iyi dersin.

  7. Aeonian_Lich says:

    Aslında orada asıl vermeyi istediğim örnek modern metal kayıtlar olduğundan, o kayıtlarda da genelde double bass kullanıldığı için öyle demekte bir sakınca görmemiştim. Zira tek krostan ayırdım, rock müzikte çünkü twin pedallı modern metalin aksine bass drum zaten bas bir sesle tınlar. ama modern metalde tam aksi gibi olabiliyor ilk kulağa çarpan ses, hele ki ses sisteminizin basları çok iyi değilse. Ama şu cümlem sanki genellemişim gibi olmuş ,yanlış anlaman da doğal:
    “Hani ayakla vurulan dalgaya “double bass” denir ya.”

    Bunu tek cümle olarak aradan çekersen haklısın, ama verdiğim örnekte kastettiğim genellikle double bass sistemli modern metal müzikti…

  8. Shameless says:

    İlk parçanın 50. saniyesinde giren riff en sevdiğim kısımlardn birisi tüm metal aleminde. Melankolik kasan clean kısımlar olmasa müzik de en iyi olurdu.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.