Bu albümden çok bunu takip eden gotik funeral doom şaheseri “Angels of Distress” albümüyle tanınırlık kazanan Shape of Despair, bir başka “bedroom” projesi. Müziğin büyük çoğunluğunu, grubun beyin çocuğu Jarno Salomaa yazıyor. Daha önce Rapture’ın ilk albümlerinde çalmış olan, Fallen grubu gitaristi intihar ettikten sonra onun yerini alan ve bazı yan müzik projeleriyle uğraşan bu Finli müzisyen, dinleyiciyi müziğinin güzelliğine ve sıradışılığına çabucak bağlamasıyla biliniyor. Üstelik her albümünde, her projesinde farklı bir tınıyı hedef alıp meraklı dinleyiciyi şaşırtmayı biliyor.
Tüm albümlerini Finlandiya’nın kaliteli metal grupları etrafında toplamasıyla bilinen Spinefarm şirketinden yayınlayan Shape of Despair, Depressed Mode ve EA gibi funeral doom gruplarına ilham sağladı. Üstelik gruba, kritiğini yazdığım bu ilk albümlerinden sonra, şöhretli Amorphis vokalisti Pasi Koskinen katıldı. Kaliteli bir şeyler arıyorsanız, uzakta değilsiniz.
Shape of Despair’in yaratıcı ve yetenekli beyin çocuğu Jarno Salomaa, ilhamını aldığı Lycia’nın “Cold” albümünün yumuşak tınısına sertlik katıp pasajlarını tekrarlaya tekrarlaya uzatarak yazdığı düşsü “Shades of…” albümünde, önümüze elli altı dakika süren sıradışı bir funeral doom metal eseri sunuyor. Daha ilk dinlemenizde bile bu müziğe alışacağınıza inanıyorum. Bunu sağlayan şey müziğin kendini ısrarla tekrarlayan uzun pasajları değil, sonsuzluktan çıkıp gelen ve yine sonsuzluğa uzayıp giden gitar rifinin üzerine kurulmuş akıl musallatı, hüzün dolu, kalp kırıcı klavye ve flüt notaları olacak. Tıpkı “Cold” albümünde olduğu gibi, burada bizi müziğe aşık eden şey yine bu notaların kolay hatırlanırlığı ve hayaletimsi atmosferi olacak.
Jarno’nun da ilhamını aldığını açıkça söylediği düşsü “Cold” albümüne kıyasla, bu albüm daha hüzünlü ve karamsar. Ayrıca şarkı sözlerinin de bazen açığa vurduğu üzere, biraz da kötücül bir tınısı var. Bu albümü sıkıcı bir yolculuk sırasında dinlerseniz, aklınızın bu yolculuğu kendi başına bir fenomen olarak hafızanızın karanlık bir köşesine kazıdığına şaşkınlıkla tanık olabilirsiniz. Grubun eski forumlarında bir başlıkta, dinleyicilerde albümün hangi duyguları, görüntüleri ve düşünceleri uyandırdığı soruluyordu. Başlığa mesaj atan kullanıcıların büyük çoğunluğu gözlerinin önünden kederli kış manzaralarının, yaprakları dökülmüş ağaçların, kara bulanmış soğuk ve ıssız ormanların, renksiz ve donuk göklerin geçtiğini söylemişlerdi. Tıpkı “Cold” albümü gibi. Ama “Shades of…” albümünde soğukluk bir tema olarak öne çıkmıyordu. Dolayısıyla bu izlenimleri şarkı sözlerine değil, müziğin tınısına atfedebiliriz. Üstelik tasvir edilen şeylerin tam bir Finlandiya havasını hatırlatması size de tuhaf gelmiyor mu? Rastlantı olmayabilir.
Albüm vokalleri, gotik metalin tipik aynı. Pasi Koskinen’in eşi Nathalie Koskinen’in melek albenisi yüklü vokalleri, Tony Maensivu’nun canavarca gür gırtlaksı vokalleriyle yer değiştire değiştire ilerliyor. Önce bir vokalist olmaya, sonra yalnızlık dolu bir meditasyona, şehir hayatından ve tanıdığı bütün insanlardan uzak bir yerde, belki de Finlandiya’nın kasvetli ormanlarına yakın bir kulübede inzivaya çekilmeye karar veren Maensivu vokalleri yüzünden, grup kadrolarına ilgisiz dinleyicilerde Pasi’nin vokalleriyle karıştırıldı. Bu vokalist ortalamanın oldukça üzerinde. Uzun süren derin ve güçlü haykırışlarıyla vokalleri biraz tipik, jenerik olsa da o tipik, jenerik olanlara kıyasla çok güçlü ve gür bir vokali var.
Bir sonraki albümün prodüksiyonu çok daha iyi ama bu albümdeki prodüksiyon da hiç fena değil. Enstrümanlar ayırt edilebiliyor. Yalnız albüm kapağı biraz yavan. Grubun bütçesi olmadığı için kapağın iyi olmamasını anlıyorum ama itici bir yeşil renk tayfında bu kadar özensiz bir orman manzarası yerine siyah arkaplan üzerine grup logosu ve albüm ismi bile daha iyi giderdi. En azından böyle amatör ve ruhsuz görünmezdi.
Albümdeki parçalar gayet yavaş. Bir iki kez pasaj değişimi dışında gözle görülür bir ilerleyiş yok, başlamadan başlıyor ve bitmeden bitiyor gibi geliyor. Aslında bu parçaların hepsi grubun daha önce çıkardığı bir demodan alınıp remaster edilmiş hali, ama sonradan yazılmış bir parça daha var, yani albümün son parçası Sylvan Nights. Bu parçada daha fazla değişim bulmak mümkün. Ayrıca dördüncü parça davulların ve klavyelerin hızlandığı bir pasajı içeriyor. Bu pasaj albümün en hızlı kısmı oluyor böylece. Araya aniden giren flütler atmosfere derinlik katmakta gayet başarılı gidiyor.
Ama bütün bunlara rağmen bir eleştirim olacak. Bu albümde esinlenmeleri farklı olmasına rağmen belli bir türe kuralcı bir bağlılık sözkonusu olduğu için, yani funeral doom türünün sınırları içinde kalmak üzere kimi ritüelleri yerine getirdiği için tekrarlanan pasajlar, bence biraz türe atfedilmeyecek kadar yoğun bir şekilde, kıvamı kaçacak kadar bol miktarda uygulanmış. Zaten birkaç uzun dakika süren formülatik, monoton ve tekrarlamacı pasajlar bile tembelce bir aşırı benzerlik, alışıklık ve aynılıkla yan yana getirip üretkenlikten kolaya kaçmayı mümkün kılmış. Gayet yavaş ve gayet tekrarlamacı olan bu müzik türünde bu nitelikleri olduğundan daha ileri bir uca taşımak türün niteliğini ortaya çıkarmak, vurgulamaktan ziyade türü suistimal edip o niteliğe kötü, kalitesiz bir anlam yüklemiş. Büyüleyici ilk izlenimin getirdiği iyi niyetime ve açık fikirliliğime rağmen albümü unutmaya başladığımı, albümle geçirdiğim eğlence dolu dakikaları sıcak bir tebessümle hatırlarken CD’nin bir köşede tozlanmaya mahkum olduğunu, kaliteli ve eğlendirici olduğunu sürekli anımsamama rağmen dinlediğim diğer kaliteli ve eğlendirici albümlere kıyasla çok daha kısa bir süre dinlediğimi, yani kısaca albümün zaman karşısında yenilgiye uğradığını fark ettim.
Yine de pek az müzisyen gibi, yaratıcılığını ve yeteneğini kışkırtıcı bir uçsallığın ve deneyselliğin üzerinden kurduğu için övülmeyi hak etse de dinleyiciyi kendisine asıl çekiciliği, akılda kalıcı notalarıyla bağlayan Jarno Salomaa, bu albümün içinde taşıdığına inandığım eksikliğine rağmen, dinleyicisini uzun sürmese bile eğlendirmeyi, sürüklemeyi iyi biliyor. Eğer bu albümü severseniz, Amerikalı darkwave grubu Lycia’nın “Cold” albümünü de seveceğinize inanıyorum.
bu albümü de diğer shape of despair klasikleriyle beraber çok severim. yalnız pasi’li kadro tercihimdir her zaman. yine çok iyi yazmışsın bir çırpıda okundu gitti. daha önce de yazmıştım funeral “tragedies”‘i de mutlaka yaz. hatta bir albüm daha var yazılması gereken hem de çok önemli. uaral’ın “sounds of pain…” albümü. onu da sen yaz bence.:)
buranın yalancısıydım ama şimdi tekrar bakınca bilgi pek güvenilire benzemiyor. pasi için sod’nin kurucu elemanlarından diye yazılmış ama gruba aslında sonra katılmıştı. açıklığa kavuşturduğun için teşekkürler.
bu albümü de diğer shape of despair klasikleriyle beraber çok severim. yalnız pasi’li kadro tercihimdir her zaman. yine çok iyi yazmışsın bir çırpıda okundu gitti. daha önce de yazmıştım funeral “tragedies”‘i de mutlaka yaz. hatta bir albüm daha var yazılması gereken hem de çok önemli. uaral’ın “sounds of pain…” albümü. onu da sen yaz bence.:)
05.12.2010
@b, teşekkür ederim:) tragedies’i de yazacağım, unutmadım.
06.12.2010
@Ertuna Yavuz, Kritiği okuduğumdan beri grubu dinliyorum.Hayatımdan 10 sene gitti.
Dostum diğer yazında da yazmışsın ama natalie koskinen pasi koskinen’in eşi felan değil eero haula eşinin adı iki de çocuğu var.
06.12.2010
@Dezenkarnasyon, ben de zamanında burada okumuştum:
http://www.spirit-of-metal.com/membre_groupe/membre_groupe-nom-Pasi_Koskinen-id-14015-l-en.html
buranın yalancısıydım ama şimdi tekrar bakınca bilgi pek güvenilire benzemiyor. pasi için sod’nin kurucu elemanlarından diye yazılmış ama gruba aslında sonra katılmıştı. açıklığa kavuşturduğun için teşekkürler.
amma eğlenceli demişsin albüme, ilgimi çekti :)
Cursed Life. Hayatımı bitirdi be.