O günü benim için önemli kılan birkaç şey vardı aslında. İlk olarak, kardeşim Avrupa’daki eğitimini tamamlayıp aylar sonra nihayet eve dönecek, ikinci olaraksa yakın bir arkadaşım doğum yapacaktı. Hem de bir değil, iki bebek birden. Ne güzel bir gün.
Bunlar heyecan verici şeyler olsalar da, aklımdaki asıl olay gece gideceğim DEATH konseriydi. West Hollywood’un işlek yerlerinden biri olan Sunset Bulvarı’ndaki kırk yıllık tarihi Whiskey A Go-Go, bu gece metal tarihinde eşi görülmemiş gruplardan biri olan DEATH’e ev sahipliği yapacaktı.
DEATH.
Gayet basit ve sık kullanılan bir kelime olmasına rağmen, bu müziği dinleyenler için ne kadar önemli olduğu hepimizin malûmu. Dinlediğim müzikte tür ayrımı yapmam, ama şöyle bir düşününce, THRASH diye bir grup var mı? Vardı, ama kim biliyor? BLACK diye var mı? Kesin vardır ama önemli mi? POWER diye var mı? DOOM diye? Olsa ne yazar? Ama DEATH, var. DEATH dediğiniz anda herkesin aklına tek bir grup gelir. Ve o grubu düşününce de akla gelen tek bir kişi vardır: Chuck Schuldiner.
Yıllardır dinlediğim DEATH’i ilk kez sahnede görecek olmanın heyecanı bir yana, Chuck Schuldiner’ı birkaç metreden izleyecek olmak da bambaşka bir mutluluktu. Mutlaka erken gidip önlerden yer kapmalıydım.
Uzatmayalım. Saatler geçti, önce hastaneye gittim ve doğum yapan arkadaşımı gördüm. İki bebek aynı anda doğunca pek bir garip oluyormuş. Ardından havaalanına gidip kardeşimi aldım. Biraz rötar yaptı ama neyse ki çok gecikmeden indi. Evde ailecek birşeyler yedikten ve muhabbet ettikten sonra, saat sekiz sularında mekana doğru yola çıktım. Clark Street’in yakınından geçen 33T’ye binerek on dakika içinde Whiskey A Go-Go’ya vardım. Vardım varmasına da, kapıda metrelerce uzanan bir kuyruk vardı. DEATH tişörtlüler ağırlıkta olsa da, DEATH’in evrensel müziğinden olacak, ortamda pek çok türden grubun tişörtünü görmek mümkündü. Ben de sıraya girip milletle geyik yapmaya başladım. “Perennial Quest çalsalar ya”, “CONTROL DENIED’ın albümü seneye çıkıyormuş, vokalleri power metal gibi olacakmış”, “DEATH 2000′lerde tüm albümü baştan sona çaldığı bir turneye çıksa hangi albümünü çalmalı”, “Bir sonraki albümde DiGiorgio çalacak diyolar”, “Masvidal naapıyo acaba, CYNIC birleşse keşke ama kesin birleşmez” gibisinden klasik geyikler işte. Son albüm “The Sound of Perseverance”a bayılan bir insan olarak, konserde son albümden ağırlıklı çalmalarından hiç şikâyetçi olmazdım. “Symbolic”i aşabilir mi diyordum ama Chuck’tan bahsettiğimi unutmuşum. “The Sound of Perseverance” cidden nefis bir albüm. Bir sonraki albüm nasıl olacak gerçekten çok merak ediyorum.
Neyse, sıra ilerledi ve salona girdim. Hemen olabildiğince ilerleyerek, hatta birileriyle de tartışarak, önlere yakın bir yerde konuşlandım. Saat on olmuştu ve içerisi de tıka basa doluydu. Ön grup olmaması konserin heyecanını daha da arttırıyordu. Birazdan DEATH’i izleyecektim! Nasıl güzel bir histi bu! Kısa bir bekleyişin ardından ışıklar söndü ve tüm salonla birlikte benim de tüylerim diken diken oldu. Sahnedeki ufak hareketler eşliğinde, herkes gibi ben de çığlık atmaktan kendimi alamıyordum. Az sonra Chuck Schuldiner karşıma gelecek ve yer yerinden oynayacaktı. Tüm benliğiyle, yırtınıcasına “Spirrrit…. Kraşşıaaaaaaaar!” diye bağıracaktı. O “Emptii…” diyecekti, biz hep birlikte “VÖÖÖÖÖRDS!” diye içimiz çıkarcasına inletecektik salonu…
Karanlıklar içindeki ufak hareketler eşliğinde bir intro girdi. Sahnede birileri vardı fakat kim nerede göremiyordum. İki dakika boyunca bu introyu dinleyerek heyecanımızı katladıktan sonra, nihayet o an geldi ve Christy’nin dört hi-hat vuruşuyla ışıklar yandı.
The Philosopher’la girdiler. Of nasıl bir andı o. DEATH karşımdaydı. Chuck karşımdaydı. Daha ilk andan, sebebini bilmediğim bir ürperti kapladı vücudumu. Karşımda senin benim gibi etten kemikten bir insan duruyordu, ancak o kafanın içinde hepimizinkinden farklı bir şeyler dönüyor, göz çukurları derin olduğundan karanlıkta kalan gözleri, belli ki bizimkilerden farklı bir şeyler görüyordu.
Telefonumla birkaç fotoğraf çekmeye çalıştımsa da, sahnede DEATH olunca takdir edersiniz ki bu pek aklıma gelmedi. İlk tapping kısmının ardından mikrofona eğilen Chuck’la birlikte haykırdığımız “Do you feel what i feel” dizesiyle birlikte resmen içimin aktığını hissettim. Lütfen, lütfen bu gece bitmesin diye düşündüm.
Ardından son albümden Spirit Crusher geldi. “Human at sight, monster at heart” derken gözlerini kapatan Chuck’la birlikte biz de bambaşka yerlere gittik, ayaklarımızın altındaki zemini hissetmez olduk. Ve o benzersiz çığlık salonu inletti… “Kraşşıaaaaaaaar!!!”
Sonra tüm klasikler, insanı yorgun düşürecek bir hızla gelmeye başladı. Trapped in a Corner’ın solosunda nasıl dağıldık, Scavenger of Human Sorrow’da tam 7 dakika boyunca dikilen tüylerimizin nasıl inmediğine tanık olduk. Chuck belli ki her şeyini ortaya koymaya gelmişti. Her heceyi içini kanatırcasına bastıra bastıra söylüyor, gitardan çıkan her nota, bu dehanın daha yapacak, bizlere verecek çok şeyi olduğunu gösteriyordu. DEATH gibi bir grup olduğu için gerçekten çok şanslıyız.
Sonra sırasıyla Crystal Mountain ve yine son albümden Flesh and the Power It Holds geldi. Crystal Mountain’ın başlarında “Conjuring power, it opens wide” dizesini söylerken “power” deyişi bile bir parçanızı söküyordu adeta. Flesh and the Power It Holds’un başında gözlerim Christy’ye kaydı. Tam tepesindeki ışıktan, yaptıkları rahatça görülebiliyor, ancak bu “yaratığın” o yaptıklarını nasıl yaptığına anlam verilemiyordu. Elleri şöyle bir sallanıyordu ve ardından beş altı farklı zilden ses duyuyordunuz. Ses kalitesi nefis olduğundan, her eleman konser albümü kalitesinde duyuluyor, zaten kaldırabileceğimizin sınırlarında gezinen zevkimiz, daha da perçinleniyordu.
Akıllara Hoglan’ı getiren efsane girişiyle Zero Tolerance, seyirciyi en çok coşturan şarkılardan biriydi. “This is not a test of powerrrrrr” diye bağırırken genzimde hissettiğim yanmaya inat, “There will be zero tolerance for the creator of hallowed intentions” kısmını kendimi daha da zorlayarak söyledim. Sahneden üzerimize püskürtülen müzik öylesine güçlüydü ki, resmen birer mazoşist gibi müziğin getirdiği o acı duygusunu yaşamayı istiyorduk. Chuck yıllardır o kadar hisli bir şey yaratıyordu ki, adeta kendimizi ara ara durup derin nefes almak zorunda hissediyorduk. O sırada sadece bir metal konserinde değildik, bunu hepimiz biliyorduk.
Eskilere doğru yollanma zamanı gelmişti ve kulaklarımız Zombie Ritual’ın o death metal tarihini değiştiren melodisiyle doldu. O kadar primitif, o kadar çiğ, ancak bir o kadar da zehirli bir şarkıydı Zombie Ritual. Kötülük akıyordu her yerinden; ama yine de bunu Chuck’ın ve DEATH’in her zaman sahip olduğu sofistikelikle, incelikle yapıyordu. Yıl olmuş 1998, şu adamın 11 yıl önce yarattığı görkemin yanına yaklaşan yok. Nasıl bir şeydir bu.
Yavaş yavaş sona yaklaştığımızı biliyordum ama daha önümüzde dokunulmamış albümler vardı. DEATH takipçileri bilirler; “Suuuiiiiisayd ma-”?
Evet. “-şinnnn!!” Ne güzel bir duraklamadır o Suicide Machine’deki. Chuck “Sıradaki şarkı bir makineyle ilgili” dediğinde salondan çıkan gürültüyü sanırım tahmin edersiniz. Hele o vokaller girmeden hemen önce davulun susup sadece gitarın mısra rifini çalması ve ardından çift kroslarla giren “Controlling their lives” dizesi… Of ki ne of. Etrafımdaki insanların delice tepinmesi her ne kadar az biraz rahatsız ettiyse de, yapacak bir şey yok elbet. Sonuçta birkaç metre ilerinizde DEATH çalıyorken kim sakin kalabilir ki?
“Human”dan devam eden DEATH, Chuck’ın en sevdiği şarkılardan biri olan Together As One’la eskileri anmayı sürdürdü. Solosuna, her bir şeyine kurban olduğum şarkının sonunda Chuck’ın elini mikrofona dayayarak “A living hell… HAS BEGUN!” dediği yerde nasıl dağıldığımı bir ben bilirim.
Şarkılar ilerledikçe, nasıl büyük bir şeye tanık olduğumu daha iyi anlıyordum.
Hız kesmeden “Symbolic”e atladık. İlk konuğumuz Empty Words’dü. Şu an bu satırları yazarken bile ürperen tüylerimi, o zaman hiç engelleyemediğimi tahmin edersiniz elbet. Chuck o eşsiz yorumuyla “Promises a potential to hurt, is anything real? When forever is to be until, deep inside, in the world of…” dedikten sonra, konserin başında bahsettiğim “EMPTİİİİ VÖÖÖÖRDS!” kısmını yine gözümüzde bir damla yaşla söyledik.
Sonra Symbolic geldi. Şarkı boyunca kendimizi kaybettik, damla damla ter akıttık, boynumuzu kırarcasına kafa salladık, pestilimizi çıkardık. Epey zaman geçmiş olmasına rağmen ne bir yorgunluk, ne de bir zaman mefumumuz vardı. Sanki daha on dakika bile olmamıştı. Sanki Chuck ve DEATH daha saatlerce karşımızda duracak, çaldıkça çalacaklardı. Ancak biliyorduk ki az kalmıştı. Chuck “Zamanımızın sonuna yaklaştığımız için mecburen birkaç şarkıyı atmak zorunda kalacağız, o yüzden sıradaki parça son şarkımız” dediğinde hissettiğim burukluk baya bir can sıkıcıydı. Elbette ki DEATH daha bu taraflara çok gelecekti, ama yine de insan hiç bitmesin istiyor. “Acaba neleri çalmıyorlar? Flattening of Emotions mı, Spiritual Healing mi, Bite the Pain mi?” diye geçirdim aklımdan.
Ve son olarak her zaman olduğu gibi başındaki Charlie’nin Melekleri müziği eşliğinde Pull the Plug’ın ezici rifleri girdi. Yine, yeniden, ve son şarkı oluşunun da bilinciyle kendimizden geçtik, neyimiz var neyimiz yok hepsini ortaya koyduk. Şarkının sonuna gelindiğinde Chuck son mısrada “Don’t wanna live this…” dedi, bizlere teşekkür etti, derin bir nefes aldı ve uzun süre bir daha duyamayacağım sesiyle son bir “way!” çığlığıyla konseri tamamladı.
DEATH, Chuck’ın “Metale olan inancınızı canlı tutun” diyerek seyirciyi selamlamasının ardından sahneden indi. Evet, bitmişti. DEATH’i sonunda canlı görmüştüm. Gelmeyenler, neler kaçırdıklarının kırıntısını bile bilmiyorlar. Cidden çok şey kaybettiniz. Tahmin edebileceğinizin de fazlasını.
Duyduğuma göre bu “The Sound of Perseverance” turnesi biter bitmez Chuck yeni albüm için çalışmalara başlayacakmış. Ama tabii önce CONTROL DENIED çıkar. Olsun o da kabulümüz. Onu da çok merak ediyorum. Her şekilde bizi bir sürü mükemmel şeyin beklediği kesin.
Salondan çıkıp otobüse binince, az önce yaşadığım şeyi söyle bir düşündüm. DEATH’i böyle özel kılan neydi? Nasıl oluyor da DEATH böylesi bir maneviyat barındırıyordu? Bu hissi başkalarının anlayabileceğinden şüpheliyim gerçekten de. Ortada bir aşk acısından, dünya düzeninin boktanlığından, ya da birtakım dünyevi sorunlardan bahsedildiği yok. Aynı şekilde kendi dertlerimizin veya ezikliğimizin yarattığı bir hüzün de yok. Ancak DEATH’in müziğinde, tamamen bilinçsel, tamamen düşünsel, sanki kendi mevcudiyetine sahip bir hüzün, eşi benzeri olmayan bir yoğunluk var. Gaza geldiğiniz anlarda bile, fiziksel olarak ortalığı yıkıp dökmektense, düşünsel olarak bir patlama yaşamayı isteyeceğiniz kadar beyin kıvrımlarınıza işlemiş bir “gerçeklik”, bir “farkındalık” var. Tek bir kişi, sadece “empty” ve “words” kelimelerini yan yana söyleyerek, ya da üç adet notayı peş peşe çalarak tüm bunları saliseler içinde düşünmenizi nasıl sağlıyor, etrafınızda tepişen onca terli insanın arasında sizi nasıl böyle kendinizle başbaşa bırakıyor, orası meçhul. Kim bilir daha nasıl albümler yapacak da bunların çok daha fazlalarını bize yaşatacak. Şimdiden sabırsızlanıyorum.
Tüm bunları gerçekten yazabilmiş olmayı, yazıda dediklerimin gerçek olmasını ne kadar çok istediğimi kelimelere dökebilseydim…
Şarkılar 1. Intro
2. The Philosopher
3. Spirit Crusher
4. Trapped in a Corner
5. Scavenger of Human Sorrow
6. Crystal Mountain
7. Flesh and the Power It Holds
8. Zero Tolerance
9. Zombie Ritual
10. Suicide Machine
11. Together as One
12. Empty Words
13. Symbolic
14. Pull the Plug
@ozgur, konseri defalarca izleyen bibiri olarak aynısı banada oldu konseri gözümde bi kere daha izlemiş gigibi oldum kritiğinin sonuna kadarda bi acabayla geldim ama olmadı gerçek olsaydı kıskançlıktan çatlardım herhalde
Yukarıdaki mesajıma ek olarak ”telefonumla bir kaç fotoğraf çekmeye çalıştım” yazan yerde ben de aklımdan ”98 yılında ne kamerası ne cep telefonu kekliyo mu bizi napıyo kesin var bi enayilik dedim” (olaya gel) ama sazanlığa geldik sonra da ayarı yedik. hadi bakalm bu boktan hayata devam. :)
içimden büyük ihtimalle yedi ceddine sövdüm ahmet saracoğlu :D gerçekten orjinal bir yazıydı ve içindeki çoğu cümle gerçekten doğru. mesela “Tek bir kişi, sadece “empty” ve “words” kelimelerini yan yana söyleyerek, ya da üç adet notayı peş peşe çalarak tüm bunları saliseler içinde düşünmenizi nasıl …” diye devam eden cümle gerçekten de oturup acaba nolurdu dedirtiyor, ürpertiyor.
bu arada özgün iyi açık yakalamışsın kameralı telefon falan :D ama sazanlık yapmışsın o da ayrı.
bi de elinde dvd olanlar varsa zombi ritualdan önceki arada (dakika 44 saniye 26) yeyeyeyeyeyeyeyeyeyey diye biri çığlık atıyor ve biri ÇOK KOMİK diye bağırıyor seyircilerden. ben çok şaşırmıştım türkün orda işi ne diye :D başka bilen varmı bilmiyorum ama paylaşmak istedim :D
@Burak Canik, hahahah teknik direktör olsaydım bu olayı şöyle yorumlardım:
çok açık yakaladık iyi mücadele ettik ama savunmamız bi an sazan gibi öne çıkınca arkaya yenilen topta golü yedik. olsun önümüzdeki maçlara bakıcaz. rövanşı alıcaz… sadfsfsaf :))
o değil de bu dvd bende yok açıkçası ama geçenlerde bu konserden çekilen zombie rituel performansını izlemiştim. (nerden izlediğimi de hatırlamıyorum) seyirci bildiğin kopuyor yahu yok böyle bi şey. tek kelimeyle mükemmeldi.
“Gayet basit ve sık kullanılan bir kelime olmasına rağmen, bu müziği dinleyenler için ne kadar önemli olduğu hepimizin malûmu. Dinlediğim müzikte tür ayrımı yapmam, ama şöyle bir düşününce, THRASH diye bir grup var mı? Vardı, ama kim biliyor? BLACK diye var mı? Kesin vardır ama önemli mi? POWER diye var mı? DOOM diye? Olsa ne yazar? Ama DEATH, var.”
Death metal gruplarının sounduna metal tarzlarından çok daha fazla etki eden bir tarzın yaratıcısı olan grubu böylesine es geçmek yüzyılın gafı falan oldu galiba.
@Ahmet Saraçoğlu, ahmet bey site menapoza girdi sanırsam ya da pasifin agresif donemi mi:) ne ondan iste. ben toptan tum death ve pantera yorumlarınıza +1 verdim naçizane:)
@isim (gerekli), Adam “SU” gibi yazmış işte içindeki Death “ATEŞ”iyle, çok analiz etmemek lazım, hepimiz “TOPRAK” olacağız eninde sonunda, gerisi “HAVA” civa. Yoksa Black ismindeki, metalle alakasız oluşumu da mutlak biliyordur Ahmet Saraçoğlu mesela. :)
@nekropunk, bence de türler içinde söylenmiş bir şey. böyle bir tavır almak bence biraz yanlış. ben bu site sayesinde birçok yeni grup öğrendim. kritik okumak bana çok katkı sağlıyor. hiç eleştirmeyelim demiyorum ama böyle zorla birilerinin burnunu sürtmeye çalışmak daha türklere yönelik bir şey nedense. yabancı forumlarda, sitelerde böyle şeylere pek rastlamıyorum. biraz olgunlaşmamız lazım artık.
Ellerine yüreğine sağlık, o kadar gerçekçi yazmışsın ki yazı boyunca “gitmemiştir, yok yok ama belki..” dedirtiyor. O heyecanı verebilmen, kullandığın benzetmeler müthiş. Resmen edebi yönünü konuşturmuşsun her zamanki gibi (yok biraz daha fazla sanki bu yazıda :) ) yürekten tebrikler.
Benim de sitede şimdiye kadar okuduğum en güzel, en iyi, en keyif verici kritiklerden biri. Sonu deli gibi merak edilen bir kitabı okur gibi okudum. Okurken kafamda sırasıyla dönen sorular/düşünceler:
- Nasıl ya Ahmet Death konseri görmüş biri mi şimdi? (kıskançlık)
- Şimdiye kadar nasıl haberim olmaz, nasıl duymam? (şaşkınlık)
- Amerika’da mı yaşamış zamanında, uu yeah. (kıskançlık-2)
- Vay arkadaş, ne şanslı adamlar var şu dünyada! (imrenme)
- Death’i kanlı canlı izlemiş/dinlemiş bir Türk tanıyoruz artık, helal olsun! (gurur duyma)
“Tüm bunları gerçekten yazabilmiş olmayı, yazıda dediklerimin gerçek olmasını ne kadar çok istediğimi kelimelere dökebilseydim…”
Bunca süre sonra tekrar okuyupta her satırda herbir tüyümün diken diken oluşunu hissedip karmaşık duygulara sürklenmek.. Eline ağzına, zekana yaratıcılığına sağlık Ahmet abi ne güzel yazmışsın zamanında!
Oha.
Yazinin soununa kadar “yuh Death’i de mi izlemis oha” deyip durdum.
Guzel dusunce guzel yazi. Konseri defalarca izleyen biri olarak yaziyi okudukca konserden goruntuler (sahneye sirti donuk kel adam, suicide machine’in oncesi cigliklar,’you remember that, that’s good’ lafi/ani) geldi gozumun onune hep. bi daha izleyesim geldi simdi.
11.11.2014
@ozgur, konseri defalarca izleyen bibiri olarak aynısı banada oldu konseri gözümde bi kere daha izlemiş gigibi oldum kritiğinin sonuna kadarda bi acabayla geldim ama olmadı gerçek olsaydı kıskançlıktan çatlardım herhalde
Yazının sonuna kadar bir acaba ile geldim ama olmadı..
güzel kritik. imrenerek okudum.
Ahmet Saraçoğlu Chuck Schuldiner’ı görmüşsün ne ballı adamsın. ben Chuck Schuldiner’ı görseydim şu boğaz köprüsünden atlardım valla. bundan ötesi yok…
15.12.2010
@_BlaCkeneD_, yazıyı tam okumayanlar belli oluyo. :)
15.12.2010
@Ahmet Saraçoğlu, aaahhhhh son paragrafı nası bi kafayla okumuşsam :) bu yılın en iyi ayarlarından biriydi. tebrik ediyorum açıkçası… :D
Yukarıdaki mesajıma ek olarak ”telefonumla bir kaç fotoğraf çekmeye çalıştım” yazan yerde ben de aklımdan ”98 yılında ne kamerası ne cep telefonu kekliyo mu bizi napıyo kesin var bi enayilik dedim” (olaya gel) ama sazanlığa geldik sonra da ayarı yedik. hadi bakalm bu boktan hayata devam. :)
sen nasıl yaratıcı bi adamsın böyle ya
“sonra rüyadan uyandım” diye bitmesini bekledim ama böyle de iyiymiş.
Onun da yapılmışı var :))
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=1828872
Bir daha bir kritiği okumadan önce, asla yorumlara bakmayacağım. Tüm zevki kaçtı lan!
Su gibi kritik valla, güzel hayal gücü. :)
içimden büyük ihtimalle yedi ceddine sövdüm ahmet saracoğlu :D gerçekten orjinal bir yazıydı ve içindeki çoğu cümle gerçekten doğru. mesela “Tek bir kişi, sadece “empty” ve “words” kelimelerini yan yana söyleyerek, ya da üç adet notayı peş peşe çalarak tüm bunları saliseler içinde düşünmenizi nasıl …” diye devam eden cümle gerçekten de oturup acaba nolurdu dedirtiyor, ürpertiyor.
bu arada özgün iyi açık yakalamışsın kameralı telefon falan :D ama sazanlık yapmışsın o da ayrı.
bi de elinde dvd olanlar varsa zombi ritualdan önceki arada (dakika 44 saniye 26) yeyeyeyeyeyeyeyeyeyey diye biri çığlık atıyor ve biri ÇOK KOMİK diye bağırıyor seyircilerden. ben çok şaşırmıştım türkün orda işi ne diye :D başka bilen varmı bilmiyorum ama paylaşmak istedim :D
16.12.2010
@Burak Canik, hahahah teknik direktör olsaydım bu olayı şöyle yorumlardım:
çok açık yakaladık iyi mücadele ettik ama savunmamız bi an sazan gibi öne çıkınca arkaya yenilen topta golü yedik. olsun önümüzdeki maçlara bakıcaz. rövanşı alıcaz… sadfsfsaf :))
o değil de bu dvd bende yok açıkçası ama geçenlerde bu konserden çekilen zombie rituel performansını izlemiştim. (nerden izlediğimi de hatırlamıyorum) seyirci bildiğin kopuyor yahu yok böyle bi şey. tek kelimeyle mükemmeldi.
vay hocam vay
“Gayet basit ve sık kullanılan bir kelime olmasına rağmen, bu müziği dinleyenler için ne kadar önemli olduğu hepimizin malûmu. Dinlediğim müzikte tür ayrımı yapmam, ama şöyle bir düşününce, THRASH diye bir grup var mı? Vardı, ama kim biliyor? BLACK diye var mı? Kesin vardır ama önemli mi? POWER diye var mı? DOOM diye? Olsa ne yazar? Ama DEATH, var.”
http://en.wikipedia.org/wiki/Doom_%28UK_band%29
Death metal gruplarının sounduna metal tarzlarından çok daha fazla etki eden bir tarzın yaratıcısı olan grubu böylesine es geçmek yüzyılın gafı falan oldu galiba.
16.12.2010
@isim (gerekli), ait oldukları türler anlamında söylemiştim onu ama öyle anlaşıldıysa öyle olsun. yüzyılın gafı falan olsun.
16.12.2010
@Ahmet Saraçoğlu, ahmet bey site menapoza girdi sanırsam ya da pasifin agresif donemi mi:) ne ondan iste. ben toptan tum death ve pantera yorumlarınıza +1 verdim naçizane:)
16.12.2010
@maya veil, yüreğine sağlık.
16.12.2010
@isim (gerekli), Adam “SU” gibi yazmış işte içindeki Death “ATEŞ”iyle, çok analiz etmemek lazım, hepimiz “TOPRAK” olacağız eninde sonunda, gerisi “HAVA” civa. Yoksa Black ismindeki, metalle alakasız oluşumu da mutlak biliyordur Ahmet Saraçoğlu mesela. :)
16.12.2010
@isim (gerekli), dostum doom demişsin ama bu crust punk çıktı.
16.12.2010
@nekropunk, bence de türler içinde söylenmiş bir şey. böyle bir tavır almak bence biraz yanlış. ben bu site sayesinde birçok yeni grup öğrendim. kritik okumak bana çok katkı sağlıyor. hiç eleştirmeyelim demiyorum ama böyle zorla birilerinin burnunu sürtmeye çalışmak daha türklere yönelik bir şey nedense. yabancı forumlarda, sitelerde böyle şeylere pek rastlamıyorum. biraz olgunlaşmamız lazım artık.
16.12.2010
@doğal kaynak suyu, türler için söylenmiş olduğu çok bariz zaten. hani daha ne kadar açık olabilirdi bilmiyorum. yazara yönelik değildi yani lafım : )
Vazgeçtim abi site tarihindeki en iyi yazı bu nokta. Helal olsun ne denilebilir.
16.12.2010
@önder, benim favorim TSoP kritiği
16.12.2010
@doğal kaynak suyu, benim favorim EVEREVE – Seasons kritiği. cıbırdak kadınlar var la kritikde..
16.12.2010
@heat, evereve yazmışsın diye baktım, bakmaz olaydım be yahu öf aksdf
Ellerine yüreğine sağlık, o kadar gerçekçi yazmışsın ki yazı boyunca “gitmemiştir, yok yok ama belki..” dedirtiyor. O heyecanı verebilmen, kullandığın benzetmeler müthiş. Resmen edebi yönünü konuşturmuşsun her zamanki gibi (yok biraz daha fazla sanki bu yazıda :) ) yürekten tebrikler.
16.12.2010
@Deon, sağolasın.
çok komiik
Benim de sitede şimdiye kadar okuduğum en güzel, en iyi, en keyif verici kritiklerden biri. Sonu deli gibi merak edilen bir kitabı okur gibi okudum. Okurken kafamda sırasıyla dönen sorular/düşünceler:
- Nasıl ya Ahmet Death konseri görmüş biri mi şimdi? (kıskançlık)
- Şimdiye kadar nasıl haberim olmaz, nasıl duymam? (şaşkınlık)
- Amerika’da mı yaşamış zamanında, uu yeah. (kıskançlık-2)
- Vay arkadaş, ne şanslı adamlar var şu dünyada! (imrenme)
- Death’i kanlı canlı izlemiş/dinlemiş bir Türk tanıyoruz artık, helal olsun! (gurur duyma)
“Tüm bunları gerçekten yazabilmiş olmayı, yazıda dediklerimin gerçek olmasını ne kadar çok istediğimi kelimelere dökebilseydim…”
- Hasstirr :D (oh, izlememiş rahatladım asdasfdgs)
Son olarak, konser mekanı öyle bir anlatılmış ki resmen ordaydım okurken. Tekrar helal olsun böylesi güzel hayâl gücüne.
15.01.2012
@Elvan, sağolasın.
Bunca süre sonra tekrar okuyupta her satırda herbir tüyümün diken diken oluşunu hissedip karmaşık duygulara sürklenmek.. Eline ağzına, zekana yaratıcılığına sağlık Ahmet abi ne güzel yazmışsın zamanında!
Keşke…