Akerfeldt, Lindgren, Lopez, Mendez ve Wiberg… Kelimelere nereden başlayacağınızı bilememek gibi bir sorunla karşılaştığınız zaman düşünmemek ve yazıya damdan düşer gibi giriş yapmak en iyisi bence. Açıkçası Opeth gibi bir grubun albümünü tanıtabilmek için çok fazla düşünmemek gerek ve insanın biraz kelimelerle doğaçlama yapması hikaye anlatır gibi anlatması iyi olur gibime geliyor. İnsan bu grubun herhangi bir albümü hakkında ne yorum yaparsa yapsın ister istemez mutlaka içine biraz kişisellik katıyor. Bu da bu grubu çok sevmesinden kaynaklanıyor.
Opeth ile tanışıklığım “My Arms Your Hearse”ın yeni çıktığı zamanlara denk geliyor. O dönem her zaman alış veriş yaptığım bir müzik marketin camında “Morningrise“ın kapağı asılıydı ve üzerinde sadece “Swedish Extreme Progressive Metal” ibaresi vardı ve bu benim çok dikkatimi çekti. Tabii bu şirketlerin koyduğu bir tabirdi ben pek üzerinde durmamıştım. O zamanlar devamlı delicesine Shadow Gallery, Vanden Plas, Porcupine Tree, Dream Theater dinlerdik ve bu işin ekstremi nasıl oluyor bir bakalım dedik. En sonunda dayanamadım gittim aldım albümü ve çok orijinalite kokan bir albüm olduğunu söyleyebilirim “Morningrise”ın. Sırf meraktan dolayı “My Arms Your Hearse”ı da almıştım fakat bu albüm o kadar dikkatimi çekmedi. O günden bugüne grubun gelişimini devamlı takip ettim nasıl müzisyenlerle çalışıyorlar grup elemanlarının müzikal zevkleri nedir bunu kendi dinlediğim müziklerle
yorumladım ve adamları bir kere daha takdir ettim. Çünkü yeryüzünde heavy metal müziği içerisinde Opeth’e benzer bir topluluk yoktur. Varsa da zaten bu taklit olabilir. Bu benim için orjinalliktir. Opeth gibi bir grubun müziği aynı dönemde çıkmış hemcinslerine bakıp “Opeth şu gruptan etkileniyor bu gruptan etkileniyor” diyebileceğiniz bir düşüncede değil, aksine bu etkileri direkt olarak 70′lerdeki o progresif dünyasıyla açıklayabilirsiniz. Bu konu hakkında en fazla diyebileceğiniz şey ise müziklerinin klasik heavy metal gruplarından etkilendiğidir. Ama bu düşünce Opeth müziğini düşündüğünüz zaman o kadar havada kalıyor ki… “My Arms Your Hearse” albümünden itibaren grup çok fazla müzikal değişim içerisinde girmedi, ta ki Steven Wilson ile çalışana kadar.
Steven Wilson Opeth’in müziğini tersyüz eden bir müzisyen, şarkı yazarı ve prodüktördür. “Still Life“dan sonraki “Blackwater Park” albümüne baktığınızda oradaki Bleak, Harvest gibi bestelerin ne kadar farklı olduğunu hissedersiniz. Bu farklılığın asıl sebebi Steven Wilson’dır. O zamanlar Akerfeldt Wilson’dan aldığı bazı etkileyici düşünceleri albümdeki bestelere uygulamış ve çoğunu da albümde kullanmıştır ki daha sonra “Damnation“/”Deliverance” gibi iki adet şaheser çkmıştır. “Ghost Reveries”e gelene kadar bir progresif rock şaheseri olan “Damnation”daki besteler grubun hayranlarını baya şaşırtmıştı. Bugün 40-50 yaşlarını çoktan devirmiş progresif rock dinleyicilerine albümü dinlettiğimde çoğu “Damnation”ı iyi bir albüm olarak görür. Eğer bir grup bunu bir çok dinleyiciye düşündürtmüşse Opeth doğru yoldadır diyebiliriz.
“Ghost Reveries” grubun Steven Wilson’dan sonraki ilk hamlesiydi. Grupta Akerfeldt, Lindgren, Lopez, Mendez dörtlüsüne Spiritual Beggars’dan Per Wiberg isimli bir hammond org ve mellotron delisi dahil oluyordu. E tabii ister istemez bu da müziklerinde farklılık yaratacaktı. Çünkü proogresif death metal etkili bir müziğin içerisine çok detaylı melodiler veren tuşlu bir çalgı koyduğunuzda bu ister istemez bestelerde bir değişiklik yaratır onu genişletir ve daha iyi kurgular. “Ghost Reveries” de diğerlerinden böylesine ayrılır ve bu albüm Opeth tarihinin en temiz kaydedilmiş albümüdür. Her enstrümanın sesini çok iyi bir sette tane tane duyabileceğiniz bir yapıya sahiptir. Miksaj kusursuzdur ve bir çok gruptan tanıyabileceğiniz prodüktör Jens Bögren ise Steven Wilson sonrası grubu çok iyi sırtlamış ve Opeth diskografisinde en yukarılarda durabilecek bir albümün zanaatkarlığını üstlenmiştir.
Bazı dinleyiciler bu albümün o kadar da farklı olmadığını, şarkıların yeterince etki yaratamadığını savunurlar ama Opeth albümleri içerisinde bestesel bazda şarkıların altyapılarına dikkat kesildiğinizde bunun böyle olmadığını çok rahatlıkla anlayabilirsiniz. Albümün ilk şarkısı Ghost of Perdition en başarılı Opeth açılışlarından birisi. Akerfeldt’in brütal vokalleri bir yana şarkının zaten ilerleyen bölümlerinde başlayan akustik fırtınaya Mikael’in sesinin etki etmesi sonbaharda ağaçlardan yaprak düşmesine eşdeğer büyüleyici bir hadise. Kesik kesik gitar riflerinden sonraki 4:56′da ritim gitarla başlayan ve Lopez’in teknikal ataklarında inanılmaz progresif bir yapı mevcut. 7:08′de başlayan Per Wiberg’in o klavye tonu o kadar güzel ve arkasından gelen Akerfeldt vokalleri o kadar ince ki insan işte burada bir şey diyemiyor.
Groovy gitar rifleriyle başlayan The Baying of the Hounds Opeth’in yine değişik işlerinden bir tanesi. Per Wiberg’in hemen şarkı başında kullandığı org tınıları 70′lerdeki prog rock kayıtlarından çıkma sanki. “Ghost Reveries”, şarkı sözlerinde yine ölüm, anne, orman, hayalet gibi alışageldiğimiz kavramsal imgeleri içerisinde barındırıyor. Akerfeldt bu The Baying of the Hounds’u yazarken 70′lerin acid folk grubu Comus’un 1970 yılı “First Utterance” adlı albümünün ilk şarkısı Diana’dan baya etkilenmiştir. Ayrıca bu albüm Akerfeldt’in hayatında çok önemli yer tutar. Kendisi bu albümün tişörtüne ve plağına da sahiptir. 1970′lerle bu kadar ilgili bir müzisyenin oluşturduğu bestelerde bu kadar farklı oluyor işte. Bir sonraki şarkı Beneath The Mire’ın hemen başlangıcındaki Per Wiberg nüansları bestenin en büyük kazancı. Düşünsenize Wiberg olmasa bu şarkı ne halde olurdu? 1970′lerin Alman progresif rock gruplarınca çok kullanılan bu klavye ve mellotron tonlarının Opeth şarkılarını ne hale getirdiği “Ghost Reveries”de o kadar net belli oluyor ki. 3:20′lerde giren Akerfeldt’in bluesy gitar melodileri ve akabinde gelişen bir melodi fırtınası. Bunu daha önceki Opeth albümlerinde fazla dinleyemezdik. Lopez’in jazz etkili ritimleri, kesik kesik çaldığı yerler ve zil vuruşları bile çok şiirsel. Bir sonraki şarkı Atonement’ın girişindeki gitar melodileri çok uzak diyarlardan geliyor bence. Akerfeldt o kadar geniş bir müzik dinleme kapasitesine sahip ki bu etkileri bestenin neresine koyacağını çok iyi biliyor. Lopez’in buradaki perküsyon vuruşlarını Güney Amerika’daki etnik müziklerde ve Arap müziğinin ritimsel zenginliğinde aramak mümkün. Bestenin hemen sonunda Per Wiberg’in tuşlu melodileri ise direkt olarak caz piyano ile ilgilidir. “Ghost Reveries”in işte bu yüzden artı noktaları diğer albümlerden çok daha fazla. Müzikal bir zenginlik var bu albümde. Reverie/Harlequin Forest’in hemen başlangıcında Per Wiberg’in yaptıklarıda bizi hayretlere düşürüyor. Çünkü elektronik müzik grubu Tangerine Dream’in ve dolayısıyla Klaus Schulze’nin 70′lerdeki o albümlerde kullandığı o tonlar bu bestedeki yaratıcılığı arttrımış. Mikael’in temiz vokalleri ve bestenin akustik geçişleriyle birlikte Wiberg denen şahsiyetin bu grup için ve bu albüm için ne kadar da önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Akustik bölümlerde şarkının altyapısına dikkat edin ve Wiberg’i duymaya çalışın, bu işte müzikal bir mastürbasyondur. Aynı durum House of Wealth için de geçerlidir. Çok fazla derinlik içeren pasajlarıyla bu beste değeri verilmemiş kategorisinde yer alıyor. Hemen akabinde çokça tartışılan The Grand Conjuration geliyor. Opeth gibi bir grubun böylesine modern tonajlamalarla ve melodilerle bir beste yaratışı ve hemen sonrasında yine çokça tartışılan klibinin çekilmesi ise bir çok Opeth fanı tarafından forumlarda ve bir çok yerde konuşuldu. Diğer bestelerin arasında çok ayrıksı bir yere sahip olan bu şarkı sanırım Opeth müzikal tarihinde çok sıradan bir yeri olacak. Bana göre çok
iyi bir şarkı ama çok modern olduğunu da ayrıca kabul ediyorum. Albümün son şarkısı Isolation Years ile albüm sona eriyor. Hani “Damnation”dan itibaren herkes o albümde yer alan Ending Credits’in Camel etkisinde olduğunu söylüyordu ya işte bu bestede de aynı şeyler mevcut özellikle ilk saniyelerdeki gitar melodilerinde bu çok belli oluyor.
Birth Control, Comus, Cressida gibi grupları kendisine rehber edinmiş, 70′lerin Progressive Rock müziğine gönül vermiş ve bu uğurda bir plak koleksiyonuna sahip olmuş bir müzisyen Akerfeldt. Grubun “Orchid“den itibaren müzikal gelişimine dikkat edin “Blackwater Park”a kadar hep bestesel bazda başarı sağlamış ama “Blackwater Park” ile ta ki “Ghost Reveries”e kadar da beste ile birlikte sound konusunda da epey yol katetmiş bir topluluktur Opeth. Vasat bir albümüne pek rastlayamazsınız, buna Akerfeldt izin vermez. Kendilerini tekrar ettiği de söylenemez. Hep farklılıklarla bir çiçek demeti sunmuştur dinleyicilerine. “Ghost Reveries” işte bu noktada önemlidir. Progresif rock ile birlikte, caz, Güney Amerika ve Arap etnik müziklerinden etkilenimlerle oluşturulmuş ve diskografide kendisine çok iyi yer hazırlamış bir albümdür. Son olarak keşke Martin Lopez ve Peter Lindgren ayrılmasaydı diyorum.
Baha ÖZER
İlk dinlediğim albümleri “Morningrise”ın beni büyülediği dakikaları nostaljik bir başdöndürücülükle hâlâ hatırlamama rağmen Opeth’in baştan sona en sevdiğim, en sık dinlediğim ikinci albümleri hep “Ghost Reveries” olmuştur. Kritik yazmak sadece kritik yazarının saatlerini tüketen albümlerden intikam alırcasına kendini üretken hissetmek istediği için karşıladığı bir ihtiyaç olmaktan öte, kendisi gibi birçok kişinin de sevdiği ortak bir şeyi paylaşmaya dayalı tipik bir koyunculuk mantığını da barındırdığından, Opeth’e yönelik bütün sevgimi rahat rahat, doya doya kusabileceğim asıl albüm “Morningrise” olsa da, bu albüme, özellikle bu albüme kritik yazmaktan da koyunca bir keyif duyacağım.
Sonraki albümlerine kıyasla biraz amatörce sayılabilecek ilk albümleri “Orchid”den sonra gelen çarpıcı duygusal pasajları sayesinde birçok metal severin gönlünde taht kurmuş “Morningrise”, “My Arms Your Hearse” ve “Still Life” albümlerini izleyen en erişilebilir albümleri “Blackwater Park” ve akabinde en sert sayılabilecek “Deliverance” ve üstüne bir akustik sanat eseri “Damnation”dan sonra progresif müzik öğelerinin daha öne çıktığı “Ghost Reveries” albümünde tek bir kusur, tek bir sönük an, tek bir tembel rif bulamıyorum. Deliverance çok sevdiğim bir albüm olmasına rağmen içinde fazla tekrarlar barındırdığından, sert duygusal fırtınalarıyla metal müziğin belki de en çarpıcı anlarından birkaçına tanık olmamıza rağmen ilk dört albümlerinden daha farklı duyguları hedeflediğinden ve “Watershed“in çok hızlı tükendiğini düşündüğümden “Ghost Reveries”i diğerlerinden biraz daha oturaklı ve olgun saymışımdır. Tabii yine de hepimizin farklı favorileri var ve hiçbir albümü diğerine üstün kılmak sözkonusu değil.
En eğlenceli pasajları süsleyen harikulade rif oyunlarıyla, incelikli kompozisyonlarıyla ve hep hatırda kalıcı güzellikte karmaşık şarkılarıyla Opeth’i sevmemizin esas nedeni olan deneyimli müzisyen Mikael Akerfeldt, bu albümde de hayranlarını hayalkırıklığına uğratmadı. Albümün doyurucu, ayrıntılı ve zengin akor bileşimlerinin, armonik gamların, çılgıncasına headbang yapmamızı sağlayıp üst üste sıralanan melodilerin ve kimi tamamen akustik, kimi yarı metal yarı akustik tipik Opeth iniş çıkışlarının en başarılı, en enerjik, en coşturucu numunelerini albümün özellikle ilk üç şarkısı barındırıyor. Albümün en uzun parçası Reverie/Harlequin Forest daha fazla tekrara, vokale, akustik pasaja, yavaş riflere dayanıp ilk üç parçaya kıyasla daha çabuk tükenir hale gelmiş, ama yine de her anında etkileyiciliğini koruyor. Albüm boyunca klavyeler rahatsız edici olmadan şarkılara yer yer eşlik ederken Atonenment, Hours of Wealth ve Isolation Years şarkıları klavye ve vokal melodileri üzerine kurulu interlüdler tadında albümden ayrılarak yer alıyor. 70’lerin progresif öğelerini çıplaklıkla barındırmasından ötürü bu interlüdler kimi günümüz dinleyicileri için, daha genç dinleyiciler için yer yer sıkıcı olsa da sakin duygusallıkları sayesinde kendini sevdirmeyi başarıyorlar. Opeth hayranlarının çoğunun klibine burun kıvırdığı The Grand Conjuration, albümün en üretken şarkılarından biri olmasa da bütün çeşitli öğeleri içinde en iyi dengelilikle bulunduran, sıkı, uzun bir parça.
Tıpkı bu albümde olduğu gibi bütün Opeth albümlerinde sürekli eleştirilen ve nefret edilen şey pasajların birbiriyle bağıntısızlığı, rastlantısal yan yanalığı ve gereksiz göründüğü iddia edilen akustik bölümleri olmuştur her zaman. Ama Opeth hayranları bu karakteristiklerin Opeth’i Opeth yapan kendine has imzalar hâline geldiğini, Opeth’in herkesi memnun etme gibi bir amacı olmadığını, piyasayı dolduran onlarca birbirine benzeyen albüm varken deneyselliğin övülmesi gerektiğini ve bu karakteristiklerin dinlemekle öğrenilen, alışılan ve sevilen kötü değil iyi şeyler olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir. Bunlara ben de katılıyorum. Hatta Akerfeldt’in bu huyunun hiç değişmeyeceğine dair mart ayından bir yorumuna da yer vermek istiyorum: ‘’Şu anda daha kolay kalıplara sokulmuş günümüz müziğinden aşırı bunalmış bir durumdayım. Basmakalıp metal müzik aranjmalarından iyice usandım. Yeni albümümüzün kompozisyonlarında hemen hemen hiç akıcılık bulunmayacağını düşünüyorum. Tamamen karman çorman olacak galiba, çünkü hem ben hem de bir grup olarak Opeth’in bu günlerde dikkate değer bulduğumuz şey bu. Alelacayip bir şey olmasını istiyorum. Şu ana kadar on dakikadan fazla süren bir parça yazdım ve kulağa acınası, rahatsız edici geliyor, ama kendim için iyi anlamda söylüyorum bunu. Parçaya başka rötuşlar yapar mıyım bilmem ama şu anda yazmak istediğim tür müziğin tonunu kesinlikle belirledi. Hayranlar olarak sizin, yazdığımız müzik hakkında ne düşüneceğini artık hiç kestiremiyorum. “Damnation” albümü nefret sağanağına uğradıktan sonra merak etmekten vazgeçtim. Bekleyip neler olacağını göreceğiz galiba. Bunca yıl boyunca süren desteğinize gerçekten minnettarım. Her birinizi memnun edemediğim için üzgünüm ama hepimizin bildiği gibi işler böyle yürümüyor.”
En iyi Opeth albüm prodüksiyonu ödülünü bence “Ghost Reveries” kazanıyor. Müzikte her öğe stüdyo aygıtlarından en ustalıklı şekilde yararlanılarak kusursuz bir dengeye oturtulmuş. Vokal yankıları, ani sessizlikler, kristal berraklıkta enstrüman tınıları, öncü ve ritim gitar ses yüksekliklerinin dengeli orantısı, müziğin arkaplanına göze batmadan eşlik eden klavye dokunuşları ve klasik gitar notaları, kısaca her bir öğe kendi küçük yörüngesinde metronomik bir mükemmelikte ilerliyor. Tabii teknoloji müzikal ayrıntıları mükemmel bir isabetlilikle vurgularken atmosferi de öldürecektir ister istemez. Opeth’in ilk dört albümlerindeki daha boğuk, organik, kuru ve çiğ prodüksiyonu tercih edenler pek memnun kalmamıştır bu albümün prodüksiyonundan. Ama Opeth gibi başarılı nota serilerinin işitselliğini hedef alan müzikte boğuk bir atmosfere gömülme ihtiyacını hissetmeyen, atmosfer ve işitsellik arasında bir denge kurulması gerektiğine inanmayan, sadece birini vurgulayıp öbürünü dışlayan bir ayrım olmasını tercih edenleri son derece mutlu edecektir.
Kimi hayranlar ilk albümlerin hikâyeci şarkı yapılarından ötürü daha fazla üretkenlik ve renklilik barındırdığını, pasajların daha duygusal olduğunu söyler. Doğrudur bu. Ama sevilmelerine rağmen Slayer, AC/DC, Testament ya da Deicide gibi birbirinin aynı albümleri din adamlarına özgü bir sofulukla yeniden yazıp duran gruplardan biri olmadığı için, stillerini rahatlıkla değiştirmekten ve hayran kitlelerinin öfkesini düşünmeden yeteneklerini yeni tınılarda kanıtlamayı tercih ettikleri için Opeth hayranlarının büyük çoğunluğu artık Opeth’ten sürekli birbirinin aynı müziği gelmeyeceğini kabullenmişler, hatta kabullenmekten ziyade bundan zevk duyar olmuşlardır. Opeth’in en çok Morningrise albümünü seven benim gibi kişiler bile yeni Opeth albümleri üzerinde hâlâ şevkle ve ısrarla konuşabiliyorsa, yeni Opeth albümlerinden neler geleceğini samimi bir merak ve heyecanla bekliyorlarsa, bunu başarıya ulaşan ilk albümlerinin stilinden vazgeçmekten korkan büyük grupların aksine yapmayı istedikleri şeyi yapmak adına kendilerini sürekli yeni esintilere davet etmelerine, bazılarının iddia ettiğinin aksine piyasacı olmamalarına ve kimseden çekinmemelerine borçlular.
Bu albümü dahiyâne yapan bir başka öğesi ise şarkı sözleri. Muğlak ve mistik bir romantizm içerikli şarkı sözleri yazmakta ne kadar başarılı olduğunu önceki albümlerinde bize kanıtlayan Akerfeldt, bu albümde büyücülük, hayaletler ve şeytani ayinler gibi çeşitli okült temaları yalıtılmışlık ve yalnızlık gibi insan doğasının zayıflıklarıyla yer yer bağdaştırmış. Pek az grubun bir şarkı nakaratına koyduğu vokal dizelerini uyum ve çarpıcılıkla dinleyiciye hissettirebildiği bir dönemde Akerfeldt hem melodramatik, sihirli ve sofistike clean vokali sayesinde akustik pasajlarda zekice vurguladığı umutsuzluk dolu dizeler, hem de gür ve güçlü böğürtü vokaliyle dağıttığı korkutuculuk yüklü dizelerde şarkı sözü yazmanın ve söylemenin nasıl en çarpıcı biçime sokulabileceği hakkında bütün metal gruplarına sıkı dersler veriyor.
Bu albümde birbirinden farklı her bir şarkının her bir pasajını, sanki organik bir canlının kemiklerini, damarlarını, çeşit çeşit organlarını ve sinirlerini bir mikroskop altında uzun uzun inceleyen bir biyolog titizliğiyle suyu çıkana kadar irdeleyebilirim ama bu albümü bir bütün olarak tahayyül etmeye yardımcı olmayacaktır. Bu albüm progresif rock müziğin, death metal müziğin, caz müziğin, akustik duygusal müziğin, piano müziğin çeşitli esinlenmelerini içinde aşırı bir malzeme ve ayrıntı saplantısı üzerinden mükemmel bir orantı ve ustalıkla barındırıyor. Bu çalışmanın anlatmakla bitmez başarısı olduğu gibi tanımlansa yeterli olacaktır, mesela en iyi Opeth albümlerden biri denebilir. Benim için olmasa da birçok Opeth hayranı için gerçekten de en iyi Opeth albümüdür.
Ertuna YAVUZ
Gözümde şimdiye kadarki en ‘olmamış’ Opeth albümüdür bu. Yıllardır da açıp dinlememişimdir herhalde.
Hatta tamamen subjektif olarak da diyorum ki, keşke Steven Wilson etkisi Opeth müziğine hiç uğramasaydı. Deliverence ve Watershed gayet ayıla bayıla dinlediğim albümler olmasına rağmen, ilk 4 albümleri her zaman favorilerim olarak kalacak sanırım.
opeth fanı değilim ama opeth albümlerine not verecek olsam en düşüğünü bu albüm alır. 10/9.5 notlarını görünce “vay lan opeth ‘hell awaits’ yapmış haberimiz yok” dedim birden. prodüksyion açısından iyi sayılır, blackwater park ile fark yok pek. açıkcası steve wilson’un opeth müziğine bulaşmasını istemem.
Ben de asla alışamıyorum bu albüme. Ghost of Perdition başta olmak üzere sevdiğim 3 şarkı var ama genel olarak bakınca olmuş bir albüm diyemiyorum.
Şarkılar birbirlerinden çok kopuk. Bu albüm dışındaki tüm Opeth albümlerini yüzlerce kez dinledim ama bu albümdeki parçalardan bazılarını bugüne kadar 3-4 kez bile dinlememiş olabilirim. Bana kalırsa Opeth’in karaktersiz, atmosfersiz tek albümü. Düşününce diğer tüm albümlerin kendilerine has bi havaları var, ama bu albümdeki şarkılar sanki farklı zamanlarda, farklı ruh hallerinde yapılmış gibi. Hatta yapılmış da albümlerde kendilerine yer bulamamış birkaç yıllık şarkıların toplandığı kolaj bi albüm gibi geliyo bana.
notum 6,5.
28.11.2010
@Ahmet Saraçoğlu, 3 şarkıdan biri Reverie/Harlequin Forest mi?
28.11.2010
@Exorsexist, evet. bi o, bi de The Baying of the Hounds.
20.03.2011
@Ahmet Saraçoğlu, the Grand Conjuration?????
Akerfeldt’in 70s prog rock tutkusunun iyice ortaya çıktığı bir albüm. Buna Per Wiberg’ün hammond gazı da eklenince bence diğer Opeth çalışmalarından çok daha ayrı bi yerde duran (iyi anlamda) bi albüm olmuş Ghost Reveries. Seveninin az olmasını ben diğer Opeth albümlerinin halet-i ruhiyesine bağlıyorum, dinleyicinin o albümlerde bulduğunu Ghost Reveries’te elde edememesi çok normal.
Favorilerim The Baying of the Hounds ve Atonement (bu şarkı da afrodizyak gibi arkadaş).
Nedense pek sevilmeyen bir albüm bu.Halbuki Atonement, Beneath the Mire, The Baying of the Hounds ve en önemlisi de Reverie/Harlequin Forest gibi çok nadide opeth eserlerini ihtiva eden değerli bir albümdür.
Valla benim en sevdiğim Opeth albümlerindendir, hatta bi ara tam olarak en sevdiğim Opeth albümüydü. Albümdeki ruhsuzluk konusuna da katılmıyorum hiç, gayet yoğun bir albüm olarak gelmiştir bana hep. Önceki albümlerdeki konseptin getirdiği bir yoğunluk olmaması, her şarkının kendi başına ama bütünle bir olan bir hava barındırması ise bence ayrı bir güzellik.
Steven Wilson ise Opeth müziğine istediği yerini sürebilir, mutluluk duyarım. (gerçi son yaptığı işlerden sonra sürmese de olur.)
The Grand Conjuration’ı hariç tutarak yazdım yorumu gerçi, o şarkı baya gaz olmasına rağmen ahım şahım bi tarafı yok. Klibinde Gene Hoglan’ın oynaması dışında sdf.
9 işler benden.
28.11.2010
@Batuhan Bekmen, Wilson’ın biyeri hariç tamamen aynı şeyleri demeye çalışıp da içime sindiremiyordum yazdığımı, iyi yetiştin.
The Grand Conjuration’ı silip dinlerim bir de. Son iki şarkı ayrı bir götürüyor bu şekilde.
tüm opeth albümleri birbirinden farklıdır benim gözümde. yani aynı albümü 489375 kere tekrar eden gruplardan diil. her biri kendi içinde değerlendirilmeli. bu nedenle tüm albümlerine rahatlıkla 10 verebilirim. zaten ilk dinlediğim opeth şarkısı bu albümde (the grand conjuration), ondan kelli önceliği vardır, yeri ayrıdır.
her opeth albümü gibi muhteşem bir albüm.reverie/harlequin forest ın ayrı bir yeri var yalnız.
Per Wiberg’in bütün yaptığı işler içinde -kendi projeleri de dahil olmak üzere- en “Wiberg” albüm budur. Ghost Of Perdition’un sonunda giren o coşkun keyboard tonu için ben de benzer hissiyatlar içerisindeyim, özellikle The Roundhouse Tapes performasında harikulade çınlıyor.
ben baya bi seviyorum bu albümü…her şarkının kendine has bir atmosferi var…sevmediğim tek şey ise atonement denen şarkıdır.alışamadım sevemedim bitürlü…albüme 10/9 verdim 1 puanda atonement yüzünden gitti…
ben de bayılıyorum bu albüme. zaten nası bi opeth dinleyicisiyim bilmiyorum azılı fanların sevmediği albümelri seviyorum genelde.
Bi de Beneath The Mire’ın “Lost love..” bölümü var. Akorların girişi, o, solo..
28.11.2010
@caksu,evet aynen orası.
20.03.2011
@Ubeydullah İndiroğlu, bir de the Grand Conjuration’da 5:27′de kayıt kesilip Mikael woooooaaaahhhh diye bağrıyo ya orası da var.
ahmet’e katılıyorum. kesinlikle her şarkının ayrı bir havası var ve albümün bütünüyle içine giremiyorsunuz gibi. yani bi albüm konsepti yok gibi ne bileyim.
yani şu cdyi kopyalayıp -üzerine bişey yazmadan- opethi hiç bilmeyen (nasıl olacaksa) birine versem, “bak KAMIL diye bi grup var dehşet, bu da greatest hits albümü” falan desem, eleman dinleyip “vaay çok baba grupmuş kamiller” falan der kesinlikle. dur lan şunların albümleri yardırayım falan da der. ben de siktir git orjinal al ibnetor derim. o da yavşağa bak kaç orj. albüm aldın lan sen hayatında der, ve kavgaya başlarız böyle boktan bi sebep yüzünden.
evet şu geyik paragrafla seviyeyi iyice piç ettikten sonra konuya dönelim.
her türlü watershed’i yer bu albüm. zaten watershed’i artık ignore list e atmış biri olarak, ghost reveries’i listenin en altına yazarım. o anki ruh halime göre de bi üstteki deliverance ile ara sıra yer değiştiririm.
reverie/harlequin forest, baying od the house, ghost of perdition, sonra da beneath the mire albümdeki sağlam şarkılar.
mellowları geçiyorum.
grand conjuration da -mike reis kusura bakmasın- opeth diskografisinin en tırt şarkısıdır.
aslında sırf şimdi yazacağım şeyi yazmak için textboxa geldim ama gene zırvaladık bişeyler kusura bakmayın. şunu diyeceğidim:
reverie/harlequin forest’ın son 2:10′luk kısmı. hani 9.58′den itibaren deliverance tadını herkes alıyordur muhakkak da, 9.29dan 9.58 kadar olan kısım… işte oranın hastasıyım. o kısım bana acaip derecede “eski” opeth’i anımsatıyor. 30 saniye de olsa, müthiş…
28.11.2010
@anonim, bir de bi konuda daha ahkam keseyim izninizle. bu albümde lopez tavan yapmıştır bence. özellikle zilleri kullanımı. nasıl desem, enstrüman çalan arkadaşlar daha iyi anlatabilir belki. ama müthiş bence. hani uzun süre orjinal cdden discmanle dinleyen biri olarak şunu diyeyim, az eargasm yaşatmamıştır bana.
bakıyorum çoğu kişi hafiften laf sokmuş. benim duygum ise şudur: opeth sıçsa, çıkan sesi dinlerim. mellow sıçsın, sert sıçsın, atmosferli sıçsın, uzun uzun 10 dakikalık parçalar halinde sıçsın, fark etmez…dinlerim ben
Gayet iyi albüm ortaaam yaw.
The Grand Conjuration güzel
20.03.2011
@taake, adamsın.
mükemmel bir albüm, müzikal açıdan çok zengin ve kaliteli
10 işler benden.
albümü ilk elde ettiğimde çok sövmüştüm, şimdi gayet güzel geliyor benden 9 gitti…
20.03.2011
@blackroseimmortal, sırf the Grand Conjuration yüzünden 10 verilir kardeşim manyak mısın nesin
20.03.2011
@cCc the grand conjuration cCC, ne gereksiz bir şarkıymış hayatına anlam katan. hayatımın en sıkıcı albümünün en sıkıcı parçası.
grand conjuration = ıyyk
20.03.2011
@ziliman, şarkıyı gözümden düşürmeye mi çalışıyon kardeşim kayıt gidiyo bağrıyo falan dinledin mi oraları sen?
20.03.2011
@cCc the grand conjuration cCc, the grand conjuration’a olan sevgin adeta bi kamil seven adam gibi düüd, takdir ettim. http://www.itusozluk.com/gorseller/kamil+seven+adam/3866
hayatımın şarkısı var bu albümde.
Bu arada liriklerden anlaşılacağı üzere albüm bir konsept albüm ama hikayesi hiç bir yerde bulunmuyor. Garip tabi…
opeth’in yayınladığı ilk vasat albümdür.çiğne çiğne tat vermeyen birbirinden alabildiğine kopuk ve kotarılamamış bir sürü şarkı. morningrise’la filan karşılaştırılmış bir de aman diyim.
reveries/harlequin forest kendi adıma opeth’in ilk 5′i içindedir. ve yukarda bir yorumda da söylendiği üzere martin lopez’in tavan yaptığı (ve maalesef bunda çok geç kaldığı) bir albümdür. sırf davulları için dinlerim her şeyi geçsem. bundan önceki iki albümle davullar progresifleşmeye başlar opeth’te ve bu albümde cuk oturur. bundan sonraki albümlerde de aynı kaliteyi görürüz ancak martin gitmiş yerine bambam gelmiştir. bambam da teknik olarak aşağı kalmaz ve ayak uydurur ancak o bambamdır. martin’in tuşesine sahip değildir. ve bu bence opeth’in çok büyük bir şanssızlığıdır.
Opeth’in en çok üzerinde mastürbasyon yaptığı albüm sanırsam. Opeth’in zirvesi diyebiliriz. Zirve derken en iyi ve en hissiyatlı anlamında değil; saf müzikaliten’in ulaşabileceği en iyi albüm. Still life, morningrise, blackwater park en iyi bulduğum ve en sevdiğim opeth albümleri, ancak hiçbirinde bu denli bir müzikalite yok. En ‘opeth olmayan’ albüm de bu albümüdür de ayrıca. Atonement gibi bir şarkı hiçte opeth değil. İyiki de değil. Kritiğin başlığı da bu yüzden harika oturmuş.
ghost of perdition manyağı oldum.
Bu albümü sevmeyenler neyin kafasında anlamıyorum,muhteşem bir albüm,çok entellik kasmaya gerek yok,başyapıt bir albüm
23.03.2015
@TAAKE, Birkaç yılda bir, birileri böyle şeyler söyledikçe açıp yeniden dinliyorum bu albümü, ama 10 yıldır değişen bir şey olmamıştı, az önce de olmadı. Kafamı ütüleyen, dokusu ince işlenmiş de olsa total etkisi dümdüz olan bir albüm bana göre. O kadar bişey ifade etmiyor ki benim için, bu kadar olur.
23.03.2015
@InkognitOwl, olabilir dostum,şunuda belirtiyim bu albüm blackwaterpark ve morningrise dışında hiçbir opeth albümünü tam manasıyla dinlemedim.bir black metalci olarak benim ço hoşuma gitmiş bir albümdür,tabii opethi çok iyi bilen,dinleyen kişilerin yorumları benden daha önemli,opethin acemisiyim sonuçta,ama gene de bu albüm çok iyi BENCE
23.03.2015
@TAAKE, Genel kanı da seninki gibiydi özellikle yurt dışında, en iyi 3-4 albümü arasına rahat sokuyorlardı hayranları genelde. Opeth’i ben de o kadar bilmem, daha doğrusu ilgimi çekmiyor çoğu işleri, Ghost Reveries de ilgimi çekmeyen albümlerinden biri.
23.03.2015
@TAAKE, nargaroth – jahreszeiten dinleyip bi kendi kafamı sikeyim diyordum. dur bi önce bunu döndüreyim bida. hunharca seviyorum bu albümü <3
23.03.2015
@B U R Z U M, döndür hacı, opeth i yalamış yutmuş kişiler nasıl tanımlar bilmem ama opeth in black metal hali gibi bence bu albüm,yani gerçekten bir black metal havası,ezgisi,tekinsizliği ve soğukluğu var albümde,diğer morningrise,blackwater park falanda bunu hissedemedim mesala
23.03.2015
@TAAKE, Ghost Reveries’de hiç black hissine kapılmadım. Yalnız teknik olarak değil de hissiyat açısından en çok My Arms, Your Hearse var, ona bir gözat derim.
23.03.2015
@ÖNCÜL, harbiden My Arms, Your Hearse güzelmiş,sağol hacı
Ghost Reveries mükemmel bir albümdür.
Benim için her halde en garip Opeth albümüdür. Albümü ortalama buluyorum ama kapağı fazlasıyla sevmiştim ilk gördüğüm zamanında ve hala en sevdiğim Opeth kapaklarından biridir.
Heritage, Pale Communion, Sorceress. Bu üç albümü topla, bir tane Ghost Reveries etmez.
Reverie/Harlequin Forest…
Bu şarkının bitiş bölümü beni başka bi boyuta götürüyor.
21. yüzyılda çıkan en “sofistike” 3 albümden birincisi. Diğer ikisi; Traced in Air, Autotheism.
@deadhouse, Cynic biraz şey sanki ya, hafif nasıl desem biraz şey, entel death metal. Bazı şarkılarını hala seviyorum.
25.03.2021
@Boba Fett, yeni cynic bence de öyle. Focus hayatımın albümü ise sonrasında çıkan her şey fazla duygusal. İlk albüm kozmikti bunu hissettiriyodu ama yeni çıkan şeylerde biraz Carbon based anatomy yakındı ilk albümün tarzına. Yine de RIP tabi.
25.03.2021
@imagemaker, Tabi bir de o dönem DM hastası olup albüm ilk çıktığı zaman alanların duygularını da hayal etmek lazım, bence kesinlikle farklı, sansasyonel bir işti ama ne derece anlaşılabildi, ne derece dinleyenler takdir etti acaba… O zamanları maalesef geçtik ve bir daha böyle heyecanlar yaşayamayacak olmak çok üzücü.
Opeth için yapılası tek bir yorum var bence: ergen power. Sonrasında Opeth’e devam edenler ergenliklerinden arta kalan duygu kırıntılarının hazzını yaşıyor sadece.
25.03.2021
@imagemaker, puhahahahas
29.09.2022
@imagemaker, kral noktayı koymuş
Atonement şarkısına aşığım. Yılda bir iki gün dinliyorum. Dağ gibi grup, çukura çıkmaksızın düştü.
09.08.2021
@deadhouse, Madem ghost reveries hatırlattın, ilerleyen saatlerde playlist arasina bir ‘Reverie/Harlequin Forest’ sokayım bari.
09.08.2021
@P L A G U E, bu şarkıya komple bir isim verselerdi emrah konya hariç kimse dert etmezdi adamlar emrah bak burada şarkı bitiyor öbürüne geçiyoruz haberin olsun der gibi ikisini aynı ama isimleri ayrı ayrı yazarak kaydetmişler sdkjfhskj
09.08.2021
@Necrobutcher, emrah konya muhabbeti ne bilmediğim için bişi diyemiyorum:/
10.08.2021
@P L A G U E, Podcastte bi muhabbet dönmüştü ona istinaden demiştim.
09.08.2021
@P L A G U E, Bazen Opeth’in müzikal zirvesi diye düşünüyorum.
@P L A G U E, Kendinden sonra gelen 5 albümdeki müzikal zenginliğin toplamından daha fazla müzikal zenginlik var bu albümde. Bu albümden sonra dağılsalardı keşke.
09.08.2021
@deadhouse, hayır o zaman Heir Apparent olmazdı. Pale Communion da olmazdı.
09.08.2021
@deadhouse, Müzikal zenginlik konusunda çok haklısın ama Watershed’i çok seven taraftayım ben:) o yüzden 1 albümlük daha tölerans göstermek fena olmazdı sanki:)
Not: Heir apparent’a tapan bir adam olarak yazdım.
10.08.2021
@P L A G U E, Çok iyi şarkılar barındırsa da bütünlükten yoksun olarak görüyorum o albümü.
@Necrobutcher, Opeth’in birçok elementi denediği albümler olduğu aşikar. Dışarıdan bakınca üst seviye müzik olarak görünmelerine rağmen, özellikle Heritage’den sonra, bence ruhsuz ve kötü besteler.
@Yiğit, Heir Apparent güzel şarkı, evet. Yine de dediğim gibi bence bütünlükten yoksun ve tam olarak ne olduğu belli olmayan, soru işaretleriyle dolu bir albüm. Bence olmasaydı, olurdu.
@Rzeczom, Kesinlikle öyle. Gelmiş geçmiş en kült gruplardan biri olurdu. Şimdi ise daha farklı bir konumda. Yine de efsane bir grup olarak hatırlanacaklar. Bu da Pale Communiuon ve Sorcerer sayesinde değil, Still Life ve Blackwater Park sayesinde olmuş olacak.
10.08.2021
@deadhouse, bence sadece metal odaklı bakmamak lazım. Bahse konu albümler metal donemlerindeki albumlerin etkileşim sahasından çok daha geniş bir havuzdan bestelenen albümler bana göre. Bu adamlar ulaşabilecekleri en yüksek noktaya çıkmış ama vazgeçmek yerine muzikal olarak cesitlenmeyi tercih etmişler evet birakadabilirlerdi. Biraksalardi ne kaybettiğimizi asla bilemeyecektik.
10.08.2021
@P L A G U E, kaliteli adamın hali başka işte. Heir Apparent’a taparım diyor <3
09.08.2021
@deadhouse, Bundan sonra yayımlanan albümlerde fusıon,jazz,funk etkileri var. Hangi açıdan müzikal bir zenginlik var bahsettiklerim dışında merak ettim. Ben de opeth diskografisinde olmasa çok da sırıtmayacak bir albüm olduğunu düşünüyorum bu albümün.
09.08.2021
@deadhouse, söylediğin her sözün altına imzamı atarım. opeth bu albüm ile dağılsaydı OPETH olarak kalırdı. gayet iyi bir final olurdu kendileri için.
10.08.2021
@deadhouse, In Cauda Venenum ve Pale Communion belli açılardan bundan daha iyi albümler.
10.08.2021
@deadhouse, Watershed’i kimse sevmiyorsa da ben seviyorum.İyi ki bu albümden sonra bırakmamışlar da yapmışlar.Sonrası için bir şey diyemiyorum tabi lol.
Yine buraya düştüm. Opeth öyle albümler çıkarmış ki sanki 30 yıl önce dağılmış, grup elemanları ölmüş filan da Ghost Reveries gibi bir albüm bize bırakmışlar gibi. Öyle albümler çıkarttı Opeth.
Şimdi şöyle bir şey var müzikte. Süper 10′luk bir albüm çıkarmışsınızdır ama müzik tarihinde adınız pek geçmez. Çünkü karakteristik bir tınıya sahip değilsinizdir. O gruptan, şu müzisyenden etkilenerek bu albümü çıkardı demişlerdir. Bu sizi değersiz kılmaz. Ancak yeni bir şey yaratmamışsınızdır. Eskinin üzerine materyaller eklemiş veya eskinin mirasının yemişsinizdir.
Opeth tınısı ise sonsuza dek hatırlanacak. Var olmayan bir şey yarattılar çünkü. Etkikenen değil, etkileyen oldular önemli albümleriyle. (Son 4 albüm hariç tabii)
En overrated Opeth albümü bence.
29.07.2024
@Cryosleep, Bir yere kadar katılıyorum. Güzel bir albüm ama Deliverance, Still Life, Blackwater Park gibi albümler varken esamesi okunmaz.