# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
HOPE TO FIND
04.11.2010

Bir röportajdan daha kucak dolusu sevgiler. Hazır birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu şu günlerdeyken, dedik ki ülkemizin yükselen değerlerinden, Eskişehirli progresif rock grubu HOPE TO FIND’ı ağırlayalım. Aslında röportaj bizden kaynaklı sebeplerle biraz gecikti, ama geç olsun güç olmasın diyelim. Grup bu süre zarfında yeni bir vokalist bile buldu.

Karşınızda Anadolu’nun bağrından kopan, son zamanların en ümit vaat eden progresif rock gruplarından HOPE TO FIND.

Öncelikle, birbirinizi nasıl buldunuz? Grubun temelleri nasıl atıldı?

Zafer: Seçkin’den başlamak gerekirse farklı liselere devam eden ama ortak arkadaşımız olan Ahmet Küçükaslan tarafından tanıştırıldık. Tanıştırılma amacımız ise, ki sene 1998, grup kurmak ve kendi müziğimizi yapmaktı. Seçkin ile tanıştıktan sonra gel zaman git zaman her türlü grupta birlikte çaldık. 2003 yılında da Hope To Find’ı kurduktan sonra işler bu yönde ilerlemeye devam etti. Kronolojik ve kişisel olarak Alper ile tanışmam daha önceye, belki de hemen hemen Orkun ile de tanıştığım dönemlere uzanıyor. Orkun ile Hope To Find’dan önce bir grupta birlikte çalmıştık ama o zaman tarzımız çok farklı idi. Alper ile de yine ortak arkadaşlar vasıtası ile tanışmıştık, hatta birkaç ikili çalışmamız olmuştu. 2008 yılında Eskişehir’e geri dönüşüm ile birlikte Erdem ile tanıştık ki bu da onun Orkun’un iş arkadaşı olması sebebiyle oldu. Bu şekilde birbirleri ile Eskişehir’de zaten teması az ya da çok olmuş olan insanlar kendi müziklerini yapmak ve bu konuda özgün olmak gibi kaygılar ile bir araya gelmeye ikna olunca, bu serüven bizi bu günlere kadar getirdi.

Alper: Zafer ile yaklaşık on sene öncesine dayanmakta dostluğumuz var. Erdem’le de yine o sıralarda tanışmıştık. Orkun ve Seçkin ile de yine 2008′de bir araya geldik

Still Constant” ismi neyi ifade ediyor?

Zafer: Mezun olduktan sonra Erzurum’un Tortum İlçesi’nin Bağbaşı Beldesi’nde görev yaptım. Orada görev yaptığım süre içerisinde müzik yapmak fikri hiç aklımdan çıkmadı, belki de beni en diri tutan şeylerden biriydi ve onca güçlüğe, zorluğa ve yokluğa rağmen ayakta durmamı sağlayan şey oldu. Dolayısı ile bunu kendime bir söz, bir motivasyon aracı olarak kullanarak “Still constant, still hoping to find” şeklinde bir slogana dönüştürdüm; hatta myspace’ten o tarihlerde paylaşmışlığım da vardır. Gel zaman git zaman promosyon CD’mizin çıkışı için bir isim ararken ve onca seçenek varken ve hepimizin de geçmişlerini şöyle bir göz önünde bulundurunca, her türlü olumsuzluğa, imkânsızlığa ve önyargılara rağmen bir şeyler yapabilmenin, ortaya koyabilmenin ifadesini yansıtması amacıyla, “Still Constant” ismi promosyon CD’mizin ve ilk çıkışımızın adı oldu.

Alper: Grupta ki herkes için çok özel şeyler ifade ettiği kesin. Yoğun ve Sürekli bir tutku. Kişisel bir cevap verebilir miyim?! Grup müziği altında, 1997 ilkbaharında Eskişehir’de Kerem İlhan ve Serkan Işıklar ile birlikte “Liris” isimli bir grup kurmuştuk; ağırlıklı olarak Dream Theater, Savatage cover’ları yapıyorduk yine bu süreç içerisinde “Glass Visionary” adı altında 16 dakikalık bir “demo” çıkarmıştık. Çıkardığımız demoyu o sıralarda Doğu Yücel ve Güven Erkin Erkal’a göndermiştik, hatta Doğu’dan güzel bir dönüş de almıştık.

Grup üyelerinin zamanla öncelik ve beklentilerinin değişmesi sonucu müzikal birliktelik anlamında maalesef yollarımız ayrılmış oldu. Geçen beş sene içerisinde, birlikte çokca eğlendiğimiz, güzel hayeller kurduğumuz ve çok şey öğrendiğimiz, çok şeye tepki duyduğumuz aklımda kaldı. Yine bu sıralarda Murat ve Canlar’ın kurduğu Episode 13 ile bir süre grubun o dönemde çıkaracağı iki albüm için kullanılacak parçalar üzerine çalışmalarımız oldu. Birlikte ilk albümden Forlorn Till Dawn için klip çekmiştik…

Sürekli arayışların ardından 2007 gibi Zafer’le birşeylerin doğru gitmediği üzerine konuşmaların ardından, “Dünyayı Ele Geçirme Üzerine Sayısız Planlar” yaptık. :) Sanırım bu sıralar zihin ve müzikal uyumlarımızın iyice iç içe geçtiği zamanlardı. Nihayet 2008 yılında Zafer, Orkun, Erdem ve Seçkin ile birlikte “Progresif Rock” çatısı altında yeni bir oluşuma girdik. Hope To Find benim için Liris ten sonra İkinci Bilinçaltı Yolculuğu için bir bilet oldu açıkçası… Duygusal anlamda da öyle…
Dolayısıyla ortaya çıkan “şey”: “enerji”, Still Constant” yani birşeyi istediğin sürece yapabileceğinin ifadesi oldu.

Sevgili Ahmet bildiğin gibi değil, böyle derin sorular için yanlış adam sanırım :))

EP’nin mastering’ini Avustralya’da yaptırma sebebiniz neydi? Özellikle Rick O’Neill’ı istediğiniz için mi oraya yolladınız?

Zafer: Öncelikli sebep kayıtları birlikte yaptığımız Volkan Yırtıcı’nın tavsiyesi idi ki böylelikle mix-mastering korelasyonu sağlanabilecekti. Ek olarak böyle bir tecrübeyi yaşamayı heves ettik de diyebilirim, ki bu işlerin çok uzak olmadığını bire bir yaşayarak gördük. Turtle Rock Mastering stüdyolarında hali hazırda çalışan üç ses mühendisi var. Bizim Rick’i seçme sebebimiz oranın en tecrübeli ismi olmasından kaynaklıydı.

Alper: Kayıt, miks ve edit’lerde bize yardımcı olan Volkan Yırtıcı’ nın önerisi üzerine gelişen bir süreçti.

Müziğinizdeki coşkulu anlarda dahi hissedilen bir hüzün havası var. Bu hissiyatın grubun adıyla olan kontrastını nasıl açıklarsınız?

Zafer: Ümit etmenin bizdeki hüzünlü hissi olsa gerek. Tabii ümit ediyorum ilerleyen işlerimizdeki gidişat da tavrımızı, tarzımızı daha iyi yansıtacaktır gibime geliyor.

Erdem: Hayatımızda yer alan unsurların bize hissettirdiği bir burukluk, kırgınlık durumu var. Dolayısıyla, bunun şarkılara yansıması gayet normal.

Alper: Öncelikle bilinçli yapılmış bir şey olmadığını söyleyebilirim, biraz duygusalız galiba. Belki de o dönemde bireysel olarak yaşadıklarımızla ilgili olabilir, bilemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim, bu durum albüm için başladığımız yeni bestelerde de kendini gösteriyor, kişilik özelliklerimiz bu algıya neden oluyor sanırım.

HOPE TO FIND müziğinde, tıpkı PORCUPINE TREE ve RIVERSIDE’da hissedilen türde bir “kent müziği” havası var. Yaşadığınız yer, sosyal çevre, yazdığınız müziği nasıl etkiliyor? Eskişehir’de değil de İzmir’de veya Rize’de yaşıyor olsaydınız sizce farklı bir sound’unuz olur muydu?

Zafer: Muhtemelen etkilerdi. Eskişehir’deki değişimin biraz da bizlere olan yansıması olabilir. Ancak aidiyet/aidiyetsizlik kavramı üzerine kurulu olmasından ziyade her düzlemde konuşulup tartışılabilir bir konumda olmayı tercih ederim. Bu sözümden şunu kastediyorum; evrensel bir düzlem üzerinde olduğumuzdan, yerel etkilenimlere kulak tıkamanın pek mümkün olacağını sanmıyorum.

Alper: Mutlaka, Eskişehir’in bir büyüsü olduğu kesin. Başka kentlerde yaşasaydık City Soul diye bir parça yapar mıydık bilmiyorum; yaşamak, etkilenmek ve özümsemek lazım. Bu açıdan Eskişehir’de olmamız bir şans aslında. Tabii ki, bu duruşu salt bir bölgecilik, şehircilik söylemi gibi konumlandırmamakta fayda var.

Grubu kuran iki kişiden biri olan Zafer’e sormak istiyorum. “Ben progresif rock yapmalıyım” düşüncesini sana ilk hissettiren grup hangisiydi? Rock/metal dinlemeye ilk başladığında da bu türe mi yatkındın yoksa yapmak istediğin müzik zaman içinde mi şekillendi?

Zafer : Pain Of Salvation, hatta özellikle de People Passing By şarkısının yapısıdır beni bu denli hayran bıraktıran kendine. Bu türe yatkındım diyemem, ancak zaman içerisinde arayış ve beklenti beni ister istemez buraya getirdi. Buradan nereye götürür, umarım hep birlikte göreceğiz :)

Albüm çalışmaları nasıl gidiyor? “Still Constant”ı internetten ücretsiz indirilebilir şekilde yayınladınız, yeni albümünüz için yerli ya da yabancı bir şirketle görüşme durumunuz var mı?

Zafer: Albüm çalışmaları hali hazırda kadromuzun revize edilmesi sonrasında besteleme çalışmaları şeklinde devam ediyor. Albüm için elde biraz daha somut veriler olunca, herhangi bir plak şirketi ile anlaşma yapmak adına daha somut adımlar atabileceğimizi düşünüyorum. Ancak hali hazırda da “Still Constant” için güzel yorumlar aldığımız ve irtibatta olduğumuz yerler var.

Alper: Albüm çalışmalarına henüz başladık, geçen süre içerisinde tanıtım, konserler ve yeni kadromuzu şekillendirme süreçlerini yaşadık diyebiliriz. Dolayısıyla bu süreçlerde gerek yurt içi, gerek yurt dışından epey olumlu geri bildirimler almaktayız.

Yurt dışında artan bir dalga da, grupların bir şirketle anlaşmadan albüm yapmaları ve bunu kaliteli şekilde, kapağıyla, şarkı sözleriyle birlikte internetten bedava indirilebilir halde sunmaları. Albüm satışlarının durumu düşünüldüğünde, turlamak ve bir şirketle anlaşmak isteyen gruplar adına mantıklı bir hareket olarak göze çarpıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce de “albüm” kavramı önemini kaybetmedi mi? Ya da en azından amaçtan ziyade araç haline gelmedi mi?

Zafer: “Albüm anlamını yitirdi mi?” sorusu bizim gibi audiofiller için pek geçerli olmayacaktır ama genel olarak öyle bir eğilim var. Genelde her şeyi grup yapıyor, sadece dağıtım ve turne hizmetlerini şirketler karşılıyor gibi kabaca bir organizasyon düzeni söylemek mümkün. Tabii dağtım ağına girebilmek ancak şirketlerin ellerinde, o da zaten kitlelere ulaşabilmek adına en gerekli şeylerden bir tanesi. İnternet bu ulaşım olayını çok rahatlatmış olsa da hali hazırda piyasa diye tabir ettiğimiz ortam bu evrimleşme hızından yeteri derecede nasibini almış gözükmüyor.

Erdem: Albüm belki de bir yönüyle prestij haline geldi. Ancak, yine de CD’den müzik dinlemekten aldığımız zevk farklı ve bunu hem kendimiz hem de bizim gibi düşünen insanları da değerlendirerek basılı formatta yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Elbette sanal araçlar kullanarak indirilebilir olmasını tercih ederiz. Öte yandan, bir plak şirketiyle dağıtım ve promosyon gibi konularda anlaşırsak onlar buna pek sıcak bakmayabilirler. Yine de, albüm satışından elde edilecek gelire çok da bel bağlamadan konser, merchandise ve sponsorluk gibi alternatif finansman yollarına gidilebilir.

Alper: Evet, baya doğru, ancak yapılan müziğin türüne göre, bu konuda “az ya da çok etkili” gibi dereceler olabilir. Sanırım “albüm” kavramı ile bahsettiğimiz durum, sayıca biraz daha az ve seçici olan ve bu türden müziğe meraklı olan kitle için belki de ülke pazarının talebine göre şekillenmekte. Son yıllarda kayıt ve düzenleme imkanlarının gelişmesiyle birlikte pek çok grubun “Porcupine Tree, King Crimson, Pink Floyd, No Sound, Jeff Beck” vb. gibi 5.1 olarak “remaster” yapılan albümleri de satılmakta. Ya da bu grupların albümlerinin Japonya gibi ülkelerde 24 bit’lik audio seçenekleri de pazara sunulmakta. Bu durum “albüm kavramının” başka bir şekilde, hatta daha nitelikli olarak devam ettiğinin bir göstergesi de olabilir aslında.

Şarkı yazım süreçleriniz nasıl ilerliyor? Yazdığınız şeyleri internetten birbirinize göndererek grup halinde mi beste yapıyorsunuz yoksa asıl müziği belli birisi mi yazıyor?

Zafer: “Still Constant” için bu süreç her türlüsünden ilerledi. Yani birisi belli bir fikir ile geldi ve o fikir geliştirilip düzenlendi. Hep birlikte her şeyiyle sıfırdan yazdığımız da oldu. Bu süreç biraz akış meselesi galiba, kişisel duygulanımlara bağlı olarak ortaya çıkan anlatım biçimi bu süreçleri değiştiriyor kanımca.

Alper: Parçaları yazım süreçlerini mümkün olduğunca hep birlikte gerçekleştiriyoruz. Ama tabii ki her ilham her an bizi birlikte yakalamıyor. :) Dolayısıyla bireysel olarak bulduğumuz fikirleri ya ilk buluşmalarda, ya da çeşitli arayüz programları ile notalara dökerek netten paylaşıyoruz.

Prova yapabileceğiniz bir yeriniz var mı? Okuyan ve çalışan insanlar olarak düzenli bir prova takviminiz var mı? Eskişehir’deki stüdyo sayısı ve kalitesi ne düzeyde?

Zafer: Prova yapabileceğimiz bir yer var: Erdemler’in evi. :) Ama umuyorum bu röportaj yayınlandığı sıralarda bu durumu benim eve taşımış olacağız. Esasen ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek düzeyde, kendimize ait bir stüdyo arayışındayız; ama bu süreçler sekteye uğrayan ve ciddi emek harcayan yatırımlar olarak karşımıza çıkmakta. Onun yerine çözümümüz şu şekilde ilerliyor: Eskişehir’de provalarımızı aldığımız FMS stüdyoları var. Bizleri çok tatmin etmese de kendimizi en rahat hissettiğimiz yer burası. Eskişehir’de 4-5 adet stüdyo mevcut bildiğimiz kadarı ile ancak kalite düzeyi istenen ve beklenen düzeyde değil. Umarım ilerleyen dönemlerde kendimize ait bir düzen ile daha verimli ve daha gerçekçi provalar yapabiliriz, ki bu müziğimizin gelişmesinde en önemli etkenlerden bir tanesi olacaktır. Çalışma düzenine gelirsek, hepimiz çalışan kişiler olarak genellikle haftasonları bir araya gelip prova alıyoruz. “Still Constant” çalışma sürecinde haftada bir kez ev ve bir kez stüdyo çalışması yaparak ilerlettik süreçleri.

Erdem: Provaları Zafer’in eve taşıdığımızda o çok rahat edecek. :) Evde mümkün olduğunca kişisel çalışma kısmını halledip bir araya geldiğimizde –kısıtlı zaman da olsa- mümkün olduğunca verimli olmasına çalışıyoruz. Aksi taktirde, yapmamak için çok “bahane” var zaten. Ancak en iyisi prova ve mümkünse şimdilik pilot kayıtlarımızı alabileceğimiz kendimize ait bir mekan olması.

Alper: Şimdilik bu konuda elimizin altında bulunan stüdyolardan faydalanıyoruz. Tabii ki toplu olarak yaptığımız ev çalışmaları dışında. Düzenli prova takvimimiz olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kendi sonuçlarımızı alabileceğimiz bir düzen için de arayışlarımız mevcut. Umuyoruz ki kısa süre içerisinde kendimize ait bir stüdyo düzenine geçeriz.

Bildiğimiz gibi metal büyük oranda “öylesine” dinlenen bir müzik değil. Bu müziği dinleyen insanlar genelde hep daha fazla grup bulmaya çalışıyor, duydukları güzel şeyleri bu müziği dinleyen diğer insanlarla da paylaşmaya çalışıyorlar. Metalin sadece “sevdiğim müzik türü” şeklinde kalmayıp insanları bu şekilde etkilemesini neye bağlıyorsunuz?

Zafer: Anlattığı felsefik bakış açıları ile değil. Çünkü bu tarzda ortada sadece bir müzik yok; fazladan bir dert var; onun paylaşılması, anlaşılması, ifadesi var. Dolayısı ile diğer bir çok tarzdan ayıran sadece müzik için değil altında yatan başka kaygılardan dolayı da bu müziğin yapılıyor olması ve onun da benzer bir tutku ile takip ediliyor olması şeklinde geliyor bana.

Erdem: Müzik yapıyor olsun veya olmasın çoğu kişi için kendini ifade etmenin yollarından biri olduğunu düşünüyorum. Bir de yıllardır kişisel gelişimimiz içinde müziğin de yer alıyor olması, artık onu bir parçamız gibi görmeye neden oluyor zamanla. Zaten dinleyici olarak en keyifli yönlerden bazıları da grup keşfetmek, türlerin derinlerine gitmek, bunu çeşitli yollarla çevremizdeki insanlarla paylaşmak bana kalırsa. Diğer tarafta ise hissedilenleri aktarılması için müzik başlı başına güçlü bir enstrüman.

Alper: Metal veya rock kesinlikle hayranları olan müzik türleri. Hayranların bu müzik türlerini aynı zamanda yaşam tarzı haline getirmeleri sanırım ait olma kavramı ile ilgili, dolayısıyla paylaşılma nedenlerinin en önemlilerinden biri de bu olmalı. Herkesin bir şeye ait olma çabası içerisinde olduğu bir gerçek.

Yerli grupların albümlerine dair yorumlarda karşılaştığımız bir durum var. Yorumu yapan kişiler grubun yaptıklarını bir şekilde yabancı bir muadili ile örneklendirmeye çalışıyorlar. “Şurası x gibi olmuş”, “burada x’vari bir şey yapmaya çalışmışlar” şeklinde gelişen ve müziği yapan tarafın muhtemelen canını sıkan benzetmeler bunlar. Siz bunu nasıl görüyorsunuz? Belki de hiç dinlemediğiniz bir gruba benzetildiğiniz, onlardan etkilendiğinizin söylendiği bir yorum okudunuz mu?

Zafer: Bu şekilde yorumlar olması gayet normal aslında çünkü ilk yaratıcı olay zaten taklitten türeyerek özgünlüğüne kavuşmuştur. Kendini bulmak deyimini müzik ile örtüştürerek örnek vermek gerekirse dinlenilen onca grup, tarz; okunan onca şarkı sözü, hepsi bir dimağda toplanıyor ve orada değerlendirme yaptıktan sonra son haline getiriliyor. Dolayısı ile insan algısındaki dört süzgeç fonksiyon görerek en son bir öğütülmüş ürün ortaya çıkarıyor. Bunun da dinlenilen, sevilen gruplardan bir şeyler yansıtması çok da beklenmedik bir sonuç değil. Ancak tabii değerlendirmeleri yapan kişilerin değerlendirme kapasitesini de yansıtan bir durum olduğundan dem vurmadan da geçemeyeceğim. Mesela bu bizim ilk çalışmamız. Bunun göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi. herhangi bir önceki yapımın benzerliğine yakın olması kadar doğal bir sonuç yoktur diye düşünüyorum.

Erdem: Aslında sadece yerli gruplarda değil, baktığınızda pek çok yabancı gruba ait inceleme yazıları veya forumlarda da “x’e benziyor”, “y’nin klonu”, “a ile b’nin karışımı” gibi ifadeler görüyoruz. Yerli gruplar için söylendiğinde biraz daha farklı bir ifadesi olsa da, eğer yola çıktığınız nokta x gibi müzik yapmak değilse bile yolda bazı x ve y’lerle kesişebilirsiniz. Bu çok normal, ancak normal olmayan “Şurayı x gibi yapalım”, “Burayı y gibi yapalım” şeklinde olması, yani samimiyet konusu. Öte yandan, Zafer’in de söylediği gibi, dinleyicinin kapasitesi ile de ilgili bu. Çok zaman görüyoruz ki belli bir türde bilinen 2-3 grubun adı çevresinde değerlendirmeler yapanlar da oluyor. Çok takılmamak lâzım bence buna.

Alper: Evet algılar ile ilgili bir durum bu, çok da önüne geçilesi değil aslında. Dolayısıyla özgün olma sürecinde belki de yaşanması gereken şeyler bunlar. Hope to Find olarak biraz böyle bakıyoruz. Dolayısıyla çok da fazla takılıp kalmamak lazım

Kişisel olarak City Soul keyboard partisyonlarında Nur Yoldaş’ın “Sultaniyegah” adlı parçasında Ergüder Yoldaş tarafından yazılmış muhteşem keyboard solosunun ya da Status Quo “In the Army Now” ile esinlenme ilişkisi kurulabilir mi? Bilemiyorum :)

Sorunun ikinci kısmına gelirsek, “Still Constant” ile ilgili çıkan yazılarda sanıyorum biraz da klavye tonları ve orta tempolu bölümlerden dolayı çeşitli neo-prog gruplarına benzetenler oldu. Benzer şekilde vokalleri bazen hiç aklımıza gelmeyen kişilere benzetenler de oldu. Aslında tüm bunlar bir yanıyla güzel, müziği yaparken görülemeyen bazı şeylerin de görülmesini sağlıyorlar.

Üstteki soruya devam edersek, ülkemizde “x gibi” şeklinde özetlenemeyen, özgün bir sound oluşturmayı başarmış grup sayısının azlığını neye bağlıyorsunuz?

Zafer: Doğru temel müzik bilgisinin aktarılamamasına. Okullarda flüt çalmaya çalışarak müzik kültürünün aşılandığı bir kesime dahiliz. Ona rağmen çok şanslıyız; arada farkı fark edebilenlerimiz çıkabiliyor.

Erdem: Eğitim büyük oranda etkili olsa da, insanların kendilerini geliştirmemeleri de rol oynuyor bence. Piyasa müziği bir kenara bırakırsak, ki orası çöplük zaten, rock içerisinde de formüllerin başarı getirdiği düşüncesinin hakim olmasından kaynaklı özgün olamamak. Olmaya çalışan grupları da çeşitli tuzaklar bekliyor, bunları önceki güzel başlayan örneklerden gözlemledik. Bir de tabii ülke çapındaki kültür düzeyiyle de ilişkisi var bunun. Sadece müzikte değil, neredeyse tüm sanat dallarında bir ekolden, anlayıştan ziyade kişisel çabalara dayalı işler ortaya koyuluyor. Bunun aslında özgünlük getirmesi gerektiği düşünülebilir ancak böyle olunca da genelde insanlar ‘akıllı adamın yapacağı iş değil’ gibi bir bakış açısına sahip olabiliyorlar.

Alper: Sürekliliğin olmaması en önemli neden olabilir, gruplar maalesef kendi özgünlük ve ifadelerini oluşturamadan dağılıyorlar.

Yerli grupların turlamak konusundaki sıkıntılarının (vizeler, maddi sıkıntılar, okul, vb) yabancı şirketlerin Türk gruplara olan ilgisini sınırlandırdığını düşünüyor musunuz? Albüm satışlarının durumu ortadayken, yabancı büyük bir şirketin, turlayıp ürün satamayacak, kitlesini genişletemeyecek bir Türk grubuyla ilgilenmesi sizce ne derece mümkün?

Zafer: Çok doğru bir nokta. Yaptığınız işin kalitesine inanıldığı (başta yapan tarafından) takdirde hepsi geride kalan ayrıntılar olacaktır. Yaptığınız iş kaliteli ise vize de kolay çıkar, para da kolay bulunur, vs. Öncelikli nokta “kaliteli iş”.

Erdem: Elbette Türk gruplarının bu konuda oyuna 1-0 yenik başladığı bir gerçek ancak yapılan işin kalitesinin ve takibinin handikapları ortadan kaldırabileceğine inanıyorum.

Alper: işleri zorlaştırdığı kesin, sonuç olarak şirket açısından bakıldığında albümlerin kazanç amaçlı olmaları doğaları gereği, ancak bu duruma aşılamaz diye yaklaşmak da yanlış olacaktır.

Progresif rock konserlerinin konserden ziyade “coşkulu bir dinleti” olarak geçmesi, sahneden bakıldığında nasıl bir his uyandırıyor?

Zafer: Çok mükemmel bir his uyandırıyor. :) Ben konserlere “eargasm” için gidiyorum.

Erdem: Bir de “eyegasm” boyutu var. ;) Şaka bir yana çok keyifli gerçekten, tüm sıkıntılara rağmen o “coşkulu dinletinin” havasına girdiğinizde tarifsiz güzellikte hisler ve duygular içinde oluyorsunuz.

Alper: Son sahnemiz aklıma geldi. :) Hope to Find olarak, bir “metal festivalinde” iseniz, ilk birkaç şarkıda, şarkıların süresi, düşüş ve çıkışları dolayısıyla seyircinin coşkuya dahil olma sürecinde zorluklar çıkardığı kesin. Ancak samimi olarak şunu söyleyebiliriz ki grup olarak sahnedeki enerjiyi yakaladığımız anda işler farklılaşıyor, çok ama çok eğleniyoruz. Dolayısıyla bu da seyirciye yansıyor. Genellikle her performans sonunda bizlerle iletişime geçen ya da grubun yaptığı işleri takip etmeye başlayan “izleyici” kitlesi artıyor. Henuz çok yeniyiz. Bu süreç sanırım zamanla farklı bir boyuta taşınacaktır.

En son izlediğiniz ve “Adamlar yapmış” dediğiniz, takdir ettiğiniz sahne performansları kimlere aitti?

Zafer: Porcupine Tree – “Arriving Somewhere” DVD’si.

Erdem: “Arriving Somewhere” çok iyiydi gerçekten. Onun dışında yakın zamanda yayınlanmış Rush – “Working Men” şaşırtmadı (iyi anlamda), güzeldi. Quidam’ın “Strong Together” fena değildi. Amorphis zengin içerikli DVD’si ile sevindirdi. Bugünlerde ben Transatlantic’i bekliyorum, o da iyi olacaktır eminim yine. ;)

Alper: “Arriving Somewhere”. Gerçekten yapmış adamlar.

Eskişehir’in dışarıdan bakıldığında gayet olumlu bir yansıması var. Orada yaşayan insanlar olarak Yılmaz Büyükerşen gerçekten de göründüğü kadar başarılı mı? Aslen Eskişehirli misiniz, yoksa sadece orada okuyor/çalışıyor musunuz bilmiyorum, ama Eskişehir’in gelişiminden, orada yaşamaktan memnun musunuz?

Zafer: Yılmaz Büyükerşen’in gerçekten başarılı olduğunu düşünüyorum. Ben Eskişehirli’yim. Hep burada idim. Belli dönemler Eskişehir dışında oldum ve o dönemler gerçekten Eskişehir’in sosyal dinamizmini çok aradım. Eskişehir’de yaşamaktan son derece mutluyum ve bu gelişimin ilerleyeceğine de inanıyorum.

Erdem: Eskişehir’in son yıllardaki “görünüşü” gayet olumlu. İçeriden bakıldığında da genel olarak olumlu şeyler hissettiriyor. Çeşitli zamanlarda yaşadığımız ya da zaman geçirdiğimiz pek çok yerden daha rahat hissettiğimi söyleyebilirim. Burada yaşadığımız için de iyi hissediyoruz, ancak ben gelecek için Zafer kadar umutlu değilim. Yapılan güzel şeyleri görmezden gelmek mümkün değil tabii. Öte yandan, ne olursa olsun burası bir Orta Anadolu şehri ve kozmetik değişimler sadece rüzgarın estiği yönle bile yerle bir olabilir. Önemli olan genel bakışı, kültürü ve anlayışı daha ileriye taşımak olmalı. Bu yönde gerçekten çok güzel çabalar var ama bana kalırsa henüz yeterli değil.

Alper: Eskişehirli’yim, yerel yönetim anlamında, şehirde yaşayanlar olarak inanılmaz şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla “Göründüğü kadar başarılı mı?” sorusuna, pek çok olumsuzluğa, bürokrasiye rağmen “göründüğü kadar başarılı” diyebiliyorum. Hayatımızı bu şehir ekseninde şekillendiriyoruz diyebilirim.

Eskişehirspor’un başına Bülent Uygun’un geçirilmesi HOPE TO FIND’ın müzikal gelişimini nasıl etkileyecek?

Zafer: İşte tam konuya parmak bastın. Ben ciddi manada es-es taraftarıyım. Her türlü lisanslı ürün ve sezonluk kombine kartım ile her daim takımımın yanındayım. Benim hiç büyük takımım (o da ne demek ise) olmadı. Hep es-es’liyim. :) Yalnız Bülent Uygun’un geliş şekli pek şık olmadı, o kısmı içime sinmedi gerçekten. İki haftadır galibiyet alıyor olmamız sevindirici, umarım ilerleyen haftalarda daha iyi yerlere geliriz. Artık önümüzdeki maçlara bakacağız. :)

Alper: Etik davrandığımız sürece hiçbir etkisi olmayacaktır. :)

(Not: Röportaj yayına hazırlandığı sırada Bülent Uygun yaptığı çeşitli yaramazlıklardan dolayı PFDK’ya sevk edildi.)

Bu kadardı, samimi müziğiniz için teşekkür ediyor, HOPE TO FIND’a tüm müzikal girişimlerinde bol şans diliyoruz.

Zafer: Teşekkürler, biz teşekkür ederiz; bizlere destek verdiğiniz için.

Alper: Sevgili Ahmet, bizlere zaman ayırdığın için asıl biz teşekkür ederiz. Herkese sevgiler.

Erdem: Desteğiniz için biz teşekkür ederiz. Bu arada hatırlatmak isteriz ki grupla ilgili tüm gelişmelere www.myspace.com/hopetofind ile çok yakında yayına girecek olan www.hopetofind.net adreslerinden ve lastfm, facebook, tweeter sayfalarımızdan ulaşabilirsiniz.

Röportaj
Ahmet SARAÇOĞLU

etiketler:
  Yorum alanı

“HOPE TO FIND” yazısına 4 yorum var

  1. Süleyman Turan says:

    süper röportaj olmuş. es es konusuna değinilmesi daha da hoş olmuş

  2. Avcı says:

    Röportaj uzun ve bir o kadar da güzel olmuş.

  3. abcd says:

    hope to find’ın hak ettiği ilgiyi bulması ümidini taşıyorum:)

  4. b says:

    röportajı çok beğendim. eskişehir bizim ikinci evimiz ya güzel olmaz mı? hiç bir yerde böylesine tatmadığım brownie’leri müthiştir.:)
    ha, bir de gruptan bir shadow gallery cover’ı bekliyoruz ama sanırım beklemekle yetineceğiz.:) ben alacağım cevabı biliyorum.:)

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.