“Witchsorrow”. Bu isimde bir grup doom metal değil de başka ne olabilir? Hem Pentagram, Black Sabbath, Candlemass gibi grupların albüm temalarını anımsatan “witch” kelimesi, hem de Cathedral ve Saint Vitus şarkı sözlerinde sık sık geçen “sorrow” kelimesi yan yana gelmiş: Doom metal değilse başka ne olabilir? O halde sevgilinizle yaşadığınız ilk cinsel deneyim sırasında güvensizlik duyan kimselerdenseniz, bu grubu dinlememeniz gerekecek sanırım. Çünkü eminim bu grup “kafatası kıracak sertlikteki rifleriyle” acayip bir “killer” albüm çıkardığı için sadece sıkı “taşşakları” olan kimselere hitap ediyordur.
Kısaca müzikleriyle ilgili bir iki şey söyleyip başka şeylerden bahsetmek istiyorum.
Grup ilk albümlerini şöhretli Cathedral grubunun vokalisti Lee Dorian’ın plak şirketi Rise Above tarafından yayınlatmayı başardığı için piyasaya iyi bir giriş yaptı. Plak şirketinin düzenlediği çeşitli doom/stoner festivallerinde sıkı gruplarla birlikte canlı çaldı, doom metal türünü takip eden birçok internet sitesinde övgü dolu kritikler aldı, albümlerini hem CD formatında hem poster ve yama hediyeli uçuk bir fiyatta plak formatında basıldığını görme mutluluğunu yaşadı. Elbette icra ettiği türün doğasından ötürü kazanacağı para hiçbir zaman grup elemanlarını geçindirmeyecek, ama piyasaya bu kadar şanslı bir giriş yapabilen pek az grup var.
Black Sabbath ve Saint Vitus gibi ilk doom metal metal gruplarına övgü niteliği taşıyan Witchsorrow, ne yaptığını bilen bir grup. Dinleyicinin kulak zarlarını inletecek sertlikte gitar tonları, duygusuz üst perde rifleri, gaddar davul vuruşları, yavaş temposuyla geleneksel doom metal severleri eğlendirecek kompozisyonlar yazıyor. Pürüzsüz, berrak bir prodüksiyondan ziyade çiğ ve kirli bir prodüksiyonu tercih etmiş olması bu tür için kötü değil, son derece ‘kvlt’ olmuş. Bu türün müziğinin en vurucu öğelerini ve estetiğini kullanmayı hakkını vererek öğrenmişler.
Grup piyasada kendine bir sağlam yer edinmek için daha önce My Dying Bride üyelerini birlikte katılacakları bir festivalde dövmekle tehdit eden, akabinde My Dying Bride’ın ‘eğer onlar çıkartılmazlarsa festivale katılmayacaklarını’ tehdidiyle festivalden attırdıkları Warning ve Solstice gibi grupları bünyesinde barındırmasıyla bilinen ‘anti-death/doom’ plak şirketi Miskatonic’in yöntemlerini de kullanıyor. Myspace sayfasındaki fotoğraflarda tipik My Dying Bride nefretiyle dolu yorumlar görmeniz mümkün.
Bu albüme kendi türü içinde mükemmel diyebilir miyiz? Pek sayılmaz. Ama ortalamanın üstündeler, olmasalardı Rise Above ile anlaşamazlardı. Ama buna rağmen, baba mesleğini iyi idare ediyor mantıkçılığıyla internet sitelerini dolduran olumlu kritiklere ve henüz genç bir grup olmalarına rağmen, beni yalnız Witchsorrow’da değil, bu türde süregiden anlayışta da rahatsız eden şeyler var. Artık bunlardan söz etmek istiyorum.
Hiç kuşkusuz hepimizin daha sevdiği, müzik dinleme alışkanlıklarımızı daha isabetli okşayan, bizi farklı kılan, diğerlerine üvey evlat muamelesi yapma noktasında koruma ihtiyacına girmemize neden olan türler var. Ne yalan söyleyeyim, Saint Vitus tarzı geleneksel doom benim için öyle bir tür değil. Her ne kadar hem modern hem kült birçok başarılı geleneksel doom grubunu samimiyetle, seve seve, keyifle dinlesem de özel bir şeyler hissetmiyorum bu türe. Bunu özellikle söyleme ihtiyacı içindeyim, çünkü başkalarının belki de gözbebeği gibi sevip saydığı bu türde mevcut gördüğüm bir anlayışı eleştireyim derken kendini beğenmiş, çok bilmiş bir izlenim uyandırmak istemiyorum.
Saint Vitus öğelerini kullanan doom metal türü maalesef kuralcı doğasındaki nitelikler yüzünden çeşitlenmeye, gelişmeye, zenginleşmeye pek açık bir tür değil. Kendi tınılarına, stillerine ve yaratıcılıklarına duydukları sadakat ve ilgi yoksunluğundan ötürü denenmiş ve tutmuş olana eski gruplara övgü mantıkçılığıyla yönelen müzisyenler, kırk sene öncenin en tipik öğelerini bir kolajcı titizliğiyle tekrar tekrar işlemekten başka bir şey yapmıyorlar. Hiç kuşkusuz, bunu diğer alt metal türleri için söylemek de mümkündür. Ama burada, her grubun birbirini bilip tanıdığı, festivallerde birlikte çaldığı bu küçük türde, büyük kitlelere hitap etme potansiyeli olmadığı için müziği müzik yapan ayrıntı ve malzemeyi yakalayabilecek parlak gruplar yetişmiyor. Bakımsız, ilgiden yoksun, müzik dinleme alışkanlıklarını değiştirmek istemeyen kitle için her biri aynı albümler üst üste yayınlanıp duruyor. Hatta grupların albümleri birbirlerine o kadar benziyor ki yavaş pasajların hepsi aynıymış izlenimi uyandırıyor ve hatta kesinlik ve sadakatle yazılmış bu pasajlar birbirinin aynı oluyor zaman zaman. Kendi hallerinden mutlu, müzikte kendilerine ait bir köşe bulmanın huzuruna gömülmüş, diğer türlere burun kıvıran bir küçümsemeyle yaklaşan kitlenin yeni bir şeyler talep etmemesi de hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bu türün modern gruplarının en başarılı olanları bile eski büyük grupların yaptıkları şeyin aynısını daha iyi prodüksiyonlarda, belli öğeleri daha uç noktalara taşımaktan fazlasını yapmıyorlar. Sözgelimi benim de bayıla bayıla dinlediğim Finlandiyalı Reverend Bizarre ve Warning grupları, Saint Vitus patikasından geçip o patikayı o kadar mükemmelleştirdi ki bir başka grup bu patikadan geçip artık kenarına köşesine başka bir ayrıntı ekleyemez hale geldi. Eğer Saint Vitus övgüsü yapılması gerektiyse, bu iki grup yapılması gerekeni, en güzel harmanlamalarıyla ince ince birleştirerek çoktan yaptı.
Böyle bir muhitte Witchsorrow’a artık neden ihtiyaç olsun? Witchsorrow da Saint Vitus patikasını tercih etmesine rağmen Reverend Bizarre, Cathedral, Electric Wizard, Warning gibi gruplarla hiçbir zaman boy ölçüşemeyeceğini, hiçbir zaman o hüneri yakalayamayacağını bize gösteriyor. Üstelik, müziklerine en ufak bir farklılık katmadan, anlayış göstermemizi bekleyen bir alçakgönüllülükle gösteriyor bunu. Tipik cadılık, büyücülük ve şeytan tanrı temalarını önüne alıp artık suyu çıkmış ‘kafatası parçalayacak güçte’ sert rifleri yavaş bir ‘killer’ albümde topluyor.
Önüme getirdiği kayda değer tek şey bile başkasına aitken kimi sevmem, kimi övmem gerekiyor? Witchsorrow bana kendi sevgisini, kendi aptallığını, kendi tutkusunu, kendi fikrini, kendi ihsanını anlatmıyor. Bu bilindik rifler, bilindik sözler, bilindik motifler, bu kadar bilindik şeyler zaten eskiden, çok eskiden beri birçok kez yapıldı. Eğer biraz kendisinden bir şey katmış olsa, katmasa bile en azından soframa zengin ve kaliteli bir yemek sunsa, tüm iyimserliğimle otantiklik ve orjinallik gibi şeyleri rahatlıkla unutup çocuksu bir budalalıkla sevmek isterim kendisini. Yeni olan her şeyin hızla çeşitlendirilip tüketildiği böyle bir çağda herkesin bildiği şeyleri, hep aynı şeyleri dinlemeye alışmam gerekiyorsa, eşi benzersiz ve aykırı bir şeyler beklemem fazla sayılıyorsa, hatta en küçük bir öznelliğin varlığını aramam bile tuhaf bulunuyorsa, geriye güzel bir ziyafet beklemek dışında ne umabilirim? Bir müzisyen güzel bir şeyler yazıp onu bir tür tahayyülü üzerinden dile getirmek yerine yazdığı ortalama bir şeyi bir tahayyüle güzelce oturtmayı başarıyor diye neden övmeliyim onu?
Ben bu grubu sevmeyi başarsaydım bile kimi sevecektim aslında? Bu grubun kim olduğunu bile bilmiyorum. Bu pasajları, bu sesi, bu orta karar müziği çok duydum ben. Eğer sesinde, stilinde, malzemesinde hiç yeni veya güzel bir şey yoksa diğerlerinden nasıl ayırt ederim onu?
Witchsorrow.
15.10.2010
@Ahmet Saraçoğlu, Witchsorrow.
Which sorrow? (Bence nüfus memuru hatası olmuş) :P
15.10.2010
which witchsorrow?
15.10.2010
@Ugur, Three Swedish switched witches watch three Swiss Swatch watch switches. Which Swedish switched witch watch which Swiss Swatch watch switch?
öehh…
zaaaaaaaaaaaaaaa xd
15.10.2010
@heat, Gülme, kurbağaya çeviririm!
15.10.2010
@Swedish switched witch, oo biri sataşmış bana. hiç dinlememiştim bu grubu fena değillermiş, isim bi garip tabi
Birbirinden muhteşem bu 6 yorumla ufkum açıldı resmen. :P
+1