Aslında bu albümü çok daha erken yazmayı planlamıştım ama çeşitli sebeplerden ötürü bayağı bir gecikti. Yine de geç olsun güç olmasın diyor ve yazıya giriyoruz.
Albüm çıkmadan kısa bir süre önce grubun 2003 yılında çıkan son albümü “Perkonkalve”yi incelemiştim. Yedi senelik bir aradan sonra grup nihayet “Kurbads” isimli konsept albümüyle geri döndü.
Bu arada büyük plak şirketi Metal Blade’e kapağı atmayı da başardılar. Bu da birtakım soruları beraberinde getirdi tabi. Grup davayı satacak mıydı? Daha büyük bir kitleye ulaşmak uğruna soundlarını değiştirecekler miydi? Her ne kadar grup geçenlerde tam hatırlamadığım bir vesileyle (bir belgeseldi yamulmuyorsam) BBC’ye bile çıkmış olsa da, bu sorulara “hayır” şeklinde cevap vermek mümkün. Hatta bir deneyeyim: Hayır. Vallahi mümkünmüş.
Albüme şöyle bir baktığımızda karşılaşacağımız ilk şey berbat albüm kapağı. “Bir albüm kapağını ne kadar kötü çizebilirim?” adlı bir çalışma yürüten gitarist Martins bayağı kötü bir kapakla bu kulvarda yarışanlara gözdağı vermiş. Diğer kısımları yine kabul edilebilir olsa da o ejderhamsı şeyin suratı nedir arkadaş? Neyse bu kapak mevzusunu hemen geçelim en iyisi.
Albümün konsept bir çalışma olduğunu söylemiştik. Tüm sözler Letonca olsa da ve İngilizce sözlere hiçbir yerde ulaşamamış olsam da sizler için araştırdım ve buldum sevgili okurlar. Özet geçecek olursam, Kurbads Letonya’nın efsanevi halk kahramanlarından biri. Cadıların, ejderhaların, devlerin, bilimum kötü yaratıkların cirit attığı bir zamanda, dul bir kadın bir çocuk sahibi olmak için dua ediyor. Büyülü bir balık bir anda ortaya çıkarak “Beni yersen çocuğun olur, ama sakın başka kimseye verme darılırım ha” diyor. Kadın balığı pişirip afiyetle mideye indiriyor, ama kadının hizmetçisi de bir kısmını yiyor, hatta bağırsaklarını da kısrağa veriyorlar. Sonuçta üçü de doğum yapıyor ve kısrağın evladı da bizim tıfıl Kurbads oluyor işte. Bu eleman her gün bir yıl geçirmiş gibi büyüyor ve kısa zamanda böyle öküzümsü, hayvanımsı bir şeye dönüşüyor, sonra da kötülüklerle savaşmak için yola çıkıyor. İşte albümde de bu arkadaşın doğumu ve maceraları anlatılıyor. Öyle sanıyorum yani, hepimizi yemiş de olabilirler. Belki de kırlangıçların nereye göç ettiklerinden filan bahsediyordur.
Müzikal açıdan ise albümün beni ilk başta hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim. Ama hemen bir yargıya varmak istemedim ve albüme zaman tanımaya karar verdim. Kritik de o yüzden gecikti zaten (yersen). Ama gerçekten de albümü biraz daha dinleyince ilk zamanlara oranla daha çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Biraz daha detaya inelim.
Albümü açan şarkı Curse of the Witch SKYFORGER’dan hiç beklemediğim tipte bir çalışma ve bence albümün en vasat şarkısı. Fakat albümün geri kalanı ve grubun yeni soundu açısından da bir fikir veriyor. Grup black metal köklerini tamamen bırakarak thrash/heavy metal ağırlıklı rifleri kullanmış. Bu rifler, maalesef ilk şarkıda olduğu gibi folk etkisinin neredeyse hiç olmadığı şarkıları kurtarabilecek kadar iyi değil. Daha önce yüzbin kere dinlediğimiz heavy metal şarkılarına benziyorlar. SKYFORGER’dan daha iyisini bekliyordum açıkçası, özellikle yedi yıllık bir aradan sonra. Tabi albümdeki tüm riflerin vasat olduğunu falan düşünmeyin, zaman zaman gayet akılda kalıcı ve melodik rifler bulmuşlar. Ama genel olarak baktığımızda ortalama riflerin ağırlıkta olduğu açık. Bu yüzden bana göre albümü dinlenebilir kılan ana unsurlar yerel enstrümanlar.
Gayda, flüt gibi çeşitli enstrümanlar kullanmış abiler. Albüm çıkmadan ortama sunulan ve defalarca dinleyip beklentilerimi arttırmama yol açmış “Son of the Mare” albümün en iyi şarkısıymış zaten. Özellikle sonlara doğru yerel enstrümanlar artı çift gitar melodileri albümün en keyifli anlarını yaşatıyorlar. Bunun dışında yine folk etkisinin kendini belli ettiği In the Underworld, Black Rider ve The Devilslayer bana göre albümün öne çıkan parçaları. Diğer şarkılar da kötü olmasalar da albümü baştan sona dinlemeye kalktığınızda sıkılmanız gayet muhtemel. Bir de albümü adını veren son şarkıyı dinlediğimde “Ulan albüme bu kadar alakasız, bu kadar boktan bir kapanış yapılabilir mi be?” diye kendi kendime soruyordum, zira şarkı 80’lerden fırlamış, albümle hiç alakası olmayan bir hard rock şarkısı gibiydi. Sonradan öğrendim ki gibisi fazlaymış. Meğerse Letonyalı OPUS PRO adlı eski bir hard rock grubunun şarkısını coverlamışlar. Bu da böyle kayıtlara geçsin.
Vokaller bildiğimiz SKYFORGER vokali, yani alışması zor, vokalist abimizin bağırarak söylediği bir tarz. Hikayeyi yansıtmak için brutal, temiz vokal gibi çeşitli vokaller de kullanılmış. Eğer sözleri anlayabilseydik bu vokaller daha çok anlam ifade edebilirdi ama zaten pek de karşınıza çıkmıyorlar. İlk bahsettiğim tarz ağırlıkta.
Sonuç olarak bu albümün dinlemeye değer olduğunu söylemekle birlikte SKYFORGER’dan beklediğim kalitede olmadığını da ekliyorum. Benim için hafif bir hayal kırıklığı oldu denebilir. 2010 yılı albümlerinde Baltik derbisini gayet şık “Äiö” albümüyle METSATÖLL’ün aldığını düşünüyorum. O albümü de yakında buralarda bulabileceksiniz inşallah. Selametle.
Kadro Pēteris ''Peter'': Vokal, gitar
Martins: Gitar
Edgars "Zirgs": Bas
Edgars "Mazais": Davul
Kaspars Bârbals: Folk enstrümanları, vokal
Şarkılar 1. Curse of the Witch
2. Son of the Mare
3. The Nine-headed
4. Bewitched Forest
5. In the Yard of the Father's Son
6. The Devilslayer
7. The Stone Sentinel
8. In the Underworld
9. Black Rider
10. The Last Battle
11. Kurbads (bonus)
@Ahmet Saraçoğlu, Haberdeki küçük kapak resmini görüp dur şunun altına “tam da albüm kapağı anketinin üzerine çok şahane bir örnek oldu bu.” gibi bi şey yazayım demiştim :( olmadı ahmet, kalbimi kırdın.
@Onur Altınay, görmemişim bu yorumu. 6,5 kötü değil zaten, idare eder dinlenir ama, sen Perkonkalve’yi dinle niye buna düşük verdiğimi anlarsın. Gerçi Son of the Mare’in hastasıyım her türlü, o ayrı.
tam da albüm kapakları anketini açtığımız bu günde yapılacak şey miydi bu.
04.10.2010
@Ahmet Saraçoğlu, Haberdeki küçük kapak resmini görüp dur şunun altına “tam da albüm kapağı anketinin üzerine çok şahane bir örnek oldu bu.” gibi bi şey yazayım demiştim :( olmadı ahmet, kalbimi kırdın.
11.10.2010
@Ahmet Saraçoğlu, hahah kapak güzelmiş yav. en azından sempatik :)
“Äiö” çok güzel gerçekten.
Ömer, az vermişsin sanki bu albüme. Ne bileyim ben çok sevdim lan ahah.
19.05.2011
@Onur Altınay, görmemişim bu yorumu. 6,5 kötü değil zaten, idare eder dinlenir ama, sen Perkonkalve’yi dinle niye buna düşük verdiğimi anlarsın. Gerçi Son of the Mare’in hastasıyım her türlü, o ayrı.