‘’Up there, time is air.
Up there, place is warmth.
Up there, dustbridge; the throne.
Up there, he is alone.’’
Birkaç sene önce, donuk renkleri ve çirkin cepheleriyle her bir tarafımı kuşatan apartmanların kalbimi burkan amansız duyguları daha fazla depreştirdiği kasvetli bir kış sabahı, sıkıla sıkıla okula giderken, müzikçalarımın seçtiği rastgele parçaların henüz dinlemediğim bir albümden çıkıp ilk kez kulaklarımı dolduran kıvançlı melodileri taşımasıyla, harikulade bir müzikal fırtınanın alâmetini de beraberinde getirdiğini anlamıştım. Derin, boğuk ve gırtlaktan okunan vokallerin hangi kelimeleri telaffuz ettiğini pek anlamasam da, doğduğumdan beri arasında büyüdüğüm irili ufaklı çirkin gri binalarla örtülü bu ormanın bana şimdiye kadar hiç bahsedemediği bir hikâyeye, hiç hissettiremediği bir dinginliğe, hiç gösteremediği bir güzelliğe dair bir şeyler anlattığını tahmin etmiştim sanki.
Etrafa araba kornalarının, trafik anonslarının ve kalabalığın keşmekeşinin seslerini yayan Mühürdar Caddesi’nden geçerken bir yandan dinlemeyi sürdürdüğüm destansı alçak perde rifleri, parça tam sessizliğe gömüleceği sırada geri dönen görkemli bir kilise orgu melodisi,boğuk boğuk inleyen davul vuruşları, karanlık duygular dolu bir zirveye ağır ağır tırmanıp geride yıkım ve zafer bırakan şarkı yapıları, her hâlükarda başdöndürücü ve hep dâhiyane şarkı sözleri, sadelik ve hiçliğin eşiğinden tuhaf bir bilinmezlikle çıkan derinliği ve enginliği, huzur dolu bir interlüdün ortasında aniden başlayan fırtınamsı pasajları, yoğun ölçüde minimalist ambiyansı ve gayet kasvet yüklü atmosferiyle farklı ve asil olduğunu hissettiren bu albümü günlük meselelerin hayhuyundan uzakta, bu curcuna tarafından işgal edilmemiş güvenli bir yerde, elimde albüm kapağı, yayıla yayıla dinlemem gerektiğini biliyordum, ama aldırmadan devam ettim.
Nihayet caddeyi geçip, etkinlikleri hakkında bilgi alıp almak istemediğimi soran bir Greenpeace çalışanını kredi kartım olmadığı yalanıyla kibarca reddedikten sonra, o zamanlar jeton satışlarını hâlâ memurların yaptığı Kadıköy-Beşiktaş iskelesinin önünde biriken tıklım tıklım kalabalığa karıştım ve vapuru beklemeye başladım. Garip bir çekiciliğe kapılmama neden olan müziğin eşliğinde vapur kıyıya ağır ağır yanaştıktan, insanlar ıskatalardan hızlı hızlı indikten ve iskele kapıları birer birer açıldıktan sonra merdivenleri tırmanıp üst kata çıktım, kimsenin rahatsız etmeyeceği bir köşeye yerleşip bu esrarengiz albümü daha dikkatli dinlemeye başladım.
Daima özenli ve ölçülü dinlediğim için tazeliğini ve gücünü tüketmediğim bu albümü bugün dinlesem içimde uyandıracağı güç, o gün yirmi beş dakika süren vapur seyahati sonunda içimde uyandırdığı güçle hâlâ aynı olacaktır, kelimelerle tarif etmek zor ve samimiyetsiz olsa da, özellikle de şehir hayatı ürünü olan bir kimse için. Bu güç, şarkıların sözünü ettiği tuhaf hikâyelere eşlik eden doğa manzaralarının, bütün o şifalı suların, karga sürülerinin, gri ve yeşil denizlerin, yaşlı dağların, kadim göğün ve ulu ağaçların, milyonlarca yıldır içinde yaşadığımız, sevişip savaştığımız ve öldüğümüz asıl dünyanın belki de hep varlığını hatırladığımız, hep eksikliğini hissettiğimiz, boşu boşuna aradığımız gücüydü, çağların ısrarıyla genlerimizin hafızasına kazınmış o gücün küçücük bir parçasıydı belki de. Bu gücü bir anlığına, tüylerim diken diken olmuş bir hâlde, hatırladığımı hissettim sanki. Hayır, şehir kültürünün hayatımızın bir kısmını köreltip doğanın güzelliklerini unutturduğuna dair sıkıcı bir anlayışın kurduğu fikirsel bir güç değildi bu, doğaldı. İnsanın en yalın isteklerinden, en güçlü tutkularından, en basit yaşama biçiminden gelen bu güç kendini acımasızca hissettiriyor, ama hiç de öğüt vermeye kalkışmıyordu. Üstelik büyükşehir kültürünün akıl karışıklıklarıyla yüklü bir dinleyicisi olarak bu yabancıl ve tuhaf güç hissi, modernliğin huzursuzluklarıyla çürümüş benliğimi bir şekilde aşağılıyor ve küçümsüyor gibiydi. Şimdiye dek dinlediğim hiçbir müzik, bende aşağılanma hissi uyandırmamıştı.
Bu aşağılanma duygusunu uyandıran şeyin ne olduğunu merak ederdim. Şimdiye dek birçok grup ululuk ve görkemlilik duyguları uyandıran şarkılar yazmıştı. Hatta bazı gruplar sadece bu tür şarkılar yazardı. Doom metal janrının çeşitli alt türlerinden Morgion, Tyranny, Pantheist, Dusk, Thergothon ve Comatose Vigil gibi gruplar bunlara örnek gösterilebilir. Hayranlık ve şaşkınlık duygusu ister istemez küçülme ve eksiklik hislerini beraberinde getirir, ama Skepticism’in bu albümde yaptığı şey bu gruplardan başka bir şekilde, aşağılık duygusunu da beraberini getirmişti benim için.
Gururdu bunu sağlayan. Bu inandırıcı, etkileyici albüm bir yandan beni iç dünyama bir yolculuğa zorlarken, gurur ve üstünlük hissi dolu melodileri, şarkı sözleri ve atmosferiyle bana karşısında ne kadar korkak ve ahmak olduğumu hatırlatıyordu sürekli. Hatırlatmak diyorum, çünkü hiçbir zaman bunu dile getirmeye tenezzül etmiyordu, hatta farkında bile değildi, içinden geldiği gibi davranıyordu. İki benliğin, eski asil ve mağrur benliğimle şimdiki sinsi ve yavşak benliğimin çarpışmasının doğal ve planlanmamış bir sonucuydu bu. Benliklerin varoluşlarının yüzyüze gelmesini gerektiren bir mecburiyetten kaynaklanıyordu. Bu müzikte kasıt veya kötücüllük mevcut değildi.
Burada, bu elli yedi dakikalık müzikte Skepticism, dağların ötesinden çeşitli belirtilerle gelip bir gün toprakları dağlayıp kül edeceğine yemin eden bir fırtına, rüzgarlarla öykülerini fısıldayan hep koyu yeşil ormanlar, sessiz kanatlarıyla yaklaşan filolar, damarlarında alev akan savaş yeminleri, göklerde bir yerde haşmetli bir karga gibi temaları seçip tuhaf bir formülde birleştirip hep o gücü hatırlamaya mecbur ediyordu beni. Ama bu yaratıcı ve çarpıcı albümün üslubuyla dile gelen müzikle taşınan şeyin yalnız o güç değil, yitirdiğim benliğimin şimdiki benliğimle ettiği bir alayı da taşıdığını bildiğimden, o eski benliğin gururu ve kibri karşısında hissettiğim aşağılanmışlık duygusunu da taşıdığını bildiğimden, kendimden kaçmamı sağladığı kadar beni kendimle yüzleştirdiğinden, hep korkuyla karışık bir saygıyla dinledim bu müziği.
Çünkü o eski benlik ne istediğini, nasıl istediğini, neden istediğini biliyordu. Modernliğin getirdiği iç huzursuzluklara, bütün o maddelere sıkıştırılmış duygulara, sözde karasevdalara, hırslı ideolojilere ve uçuk kaçık inançlara ihtiyacı yoktu. Aklı duru, ruhu dingindi.Tıpkı beşinci parçada adı geçen mağrur karga gibi, yani zamanın hava olduğu yerde, yukarıda duran mağrur karga gibi, yalnızdı o.
thergothon’dan sonra skepticism kritiği. eski günlere döndüm. valla bundan sonra bir de funeral tragedies patlat gözünü öpeyim.:) son paragraftaki cümlelere ayrı bir parantez açarak denilebilir ki süper kritik.
Asla dinleyebildiğim bir tarz değil. İlk parçaya 5 dakika zor katlandım. Bir albüm içinde funeral doom parça olabilir 5 dakikalık falan, yeri gelir ben bile sevebilirim. Ama bu tarz bir albüme 1 saate yakın nasıl katlanılıyor, pardon, hatta bundan nasıl zevk alınıyor henüz anlayamadım.
@Aeonian_Lich, içinde bulunduğun ruh halinin bir yansıması funeral doom dinlemek pek tabii. kanal zaplarken rastladığın boktan pop kliplerinin ya da gaza gelmek için çalarına koyduğun metal’in tam zıddı.. zevk almak için değil, çekilen acıların ve sıkıntıların hafifleticisi olduğu için böyle bu müzik diyerek bilmişlik tasladım biraz. ama gerekliydi sanırım türü sevenleri savunmak adına bu hitapta bulunmak.. sevgiyle.
@nordson, çekilen acıları ve sıkıntıları hafifletmek için mi? tam tersi; acı çekmek için dinleriz biz bu müziği. intihardan, ölümden, acı çekmekten, yalnızlıktan, bunalımdan bahseden böyle bir müzikle nasıl sıkıntılarını hafifletiyorsun anlamadım.
@janslore the celebrity, ah! güzel noktaya dikkat çektin ama gerçekçiliğin dışına çıkarak. pek tabi funeral doom’un mesajları bu tip konulardır amma gel gör ki amacı acılar, hüsranlar, depresyon gibi insan psikolojisini yiyip kemiren, güçsüzlestiren durumlar karşısında dayanma gücü, kurtuluş yolları yaratır kanaatimce. eğer senin söylediğin gibi olsaydı, müzik insanların kendini daha iyi hissetmesi için değil onları daha kötü hale getirmek için varolmuş olurdu ki bu da zaten müziğin doğasına ters. çünkü insanların başına gelen tüm olumsuzluklar müzik dışındadır. müzik onları görmemezi, anlamamızı ve sonucunda (albümlerin giriş, gelişme ve sonuç bölümü olarak düşün) kurtulma yoluna çıkmamız içindir. bu sebeplerden yazılmıştır. intahar edelim, kendimizi keselim, kilise yakıp rahibeleri kazıklara oturtalım diye değil. umarım anladın :) sevgiyle.
@nordson, Müzik, tıpkı sinema ve roman gibi, yaşamdan beslenmelidir, veya doğal dinamiklerle bezeli olmalıdır. Tıpkı hayat gibi, versatil bir düzende, çeşitlilik ihtiva etmelidir. Yoksa ya sıkıcı olur, ya yorucu, ya da yıkıcı.
Sürekli doom dinlemenin, sürekli power dinlemek gibi oldukça sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Birinde haddinden fazla bir enerjiklik, öbüründe ise dibe vuruş var. Hüzünlenmek istersem Amorphis – Tuonela dinlerim, ya da içinde hüzün de barındıran Opeth Morningrise gibi müzikler dinlerim. 60 dakika boyunca içimin bayılması bana göre değil.
@Aeonian_Lich, üzgünüm ama bu tarz müziği icra eden, popüler olmayı başarmış onlarca grup var. yüzeysel bakış açısıyla değil de içindeki nüve’yi hissederek dinlenebilen bir tür funeral doom. epey derin ve yavaş bi soundu olması bundan. karanlıkta,yapayalnızken müziği tam. dinamiklerden uzak, yaşamsız, ölüm kadar da doğal bu temalar ve hisler sonuçta T24m-12 gezegeninden uçan Lotyx’ler için değil insan doğası için yazılıyor. tuonela ve morningrise örnekleri melankoliktir. bu müzik ise baştan sonra “acı”tır ve sürekli dinlenmemeli pek tabi… “hayatı skiym” olur insan mazallah :)
hem thergothon hem skepticism kritikleriyle ilgili güzel sözleri için herkese teşekkür ederim. pek az kimsenin dinleyip takdir ettiği bu güzel albümlere yakışan, hakkını veren bir şeyler söylemeyi becerebildiysem ne güzel. tragedies albümünü de yazacağım. tabii benden önce başka biri yazmazsa:)
Başlayan tartışmanın “Gidişler”, “Gitmekler” temalı bir sanat sergisi havasına bürünmesinden korktuğum için yazı da, albüm de çokzeldir diyerek ortamdan kaçıyorum.
Müzik algısı lay lay lomdan ibaret olan insanların bu albüme oy verirken biraz daha saygılı olmasını beklerdim. Dinlemediğiniz albüme niye oy verirsiniz ayrıca?
@kantele, boşver onu ya. o önemli değil versinler kaç veriyorlarsa. sorun daha vahim. adamların tekeli bu olmuş. diyorlardır “allaaaaah doom albümü. ama ne slayer kadar ne de opeth kadar tanınıyor, popüler de değil, youtube’dan bir şarkı ancak dinleyebildim -bir de albümü dinlemek yok ha!- neredeyse uyuyacaktım boşver ver 1′i gitsin anasını satayım.” mantık bu anlayış bu. bizim bu albüm için puanımız 10/10′mu? gerisi hikayedir. isterse 1.00 olsun.
Bu inceleme daha okunur kendisine daha bi bağlayan cinsten olmuş çok güzel olmuş,tebrikler =) Sayılı albümlerdendir bu da,sitede böyle güzide değeri (iyi ki) bilinmemiş albümlerin incelemelerini görmek çok güzel gerçekten.
Benim de, bu kritikteki ciddiyet ve edebilik gibi unsurlardan zerre barındırmayan, hatta şehir insanlarına antipatik gelme olasılığı çok yüksek olan ciddiyetsiz, yavşakça bir power metal kritiğim vardı. Sanırım iki albümün de ratinglerinin bu denli düşük olması, oylayanların kritikten bağımsız not verdikleri sonucuna ulaştırabilir bizi. Zira power metal ve doom metal, tahmin edilir biçimde çok genele hitap eden türler değil. “Kritiğin hatrına” diye birşey olmaması aslında bir yönden iyi.
Bu albüm bana huzur veriyor. Arınıyorum gibi kahpe bir kelimeyi kullanmak istemiyorum ama o klavye var ya o klavye, Matti’nin bilge funeral doom vokali ile birleşince başka alemlerle, başka ruhlarla temas kuruyorum sanki.
thergothon dan sonra skepticism kritiği süpersin baba taşanı yerim senin.. devamını beklioz
2 şarkıyı da sevdim, dinlememiştim grubu hiç. Bu yağmur çamurda iyi gider gibi.
skepticism i dinlerken sanki benim yaşadıklarımı anlatmış. Grubun hakkını veren harika bir yazı, okurken büyük keyif aldım.
süpersin ertuna yavuz ne diyim…
thergothon’dan sonra skepticism kritiği. eski günlere döndüm. valla bundan sonra bir de funeral tragedies patlat gözünü öpeyim.:) son paragraftaki cümlelere ayrı bir parantez açarak denilebilir ki süper kritik.
Asla dinleyebildiğim bir tarz değil. İlk parçaya 5 dakika zor katlandım. Bir albüm içinde funeral doom parça olabilir 5 dakikalık falan, yeri gelir ben bile sevebilirim. Ama bu tarz bir albüme 1 saate yakın nasıl katlanılıyor, pardon, hatta bundan nasıl zevk alınıyor henüz anlayamadım.
07.10.2010
@Aeonian_Lich, içinde bulunduğun ruh halinin bir yansıması funeral doom dinlemek pek tabii. kanal zaplarken rastladığın boktan pop kliplerinin ya da gaza gelmek için çalarına koyduğun metal’in tam zıddı.. zevk almak için değil, çekilen acıların ve sıkıntıların hafifleticisi olduğu için böyle bu müzik diyerek bilmişlik tasladım biraz. ama gerekliydi sanırım türü sevenleri savunmak adına bu hitapta bulunmak.. sevgiyle.
07.10.2010
@nordson, çekilen acıları ve sıkıntıları hafifletmek için mi? tam tersi; acı çekmek için dinleriz biz bu müziği. intihardan, ölümden, acı çekmekten, yalnızlıktan, bunalımdan bahseden böyle bir müzikle nasıl sıkıntılarını hafifletiyorsun anlamadım.
08.10.2010
@janslore the celebrity, ah! güzel noktaya dikkat çektin ama gerçekçiliğin dışına çıkarak. pek tabi funeral doom’un mesajları bu tip konulardır amma gel gör ki amacı acılar, hüsranlar, depresyon gibi insan psikolojisini yiyip kemiren, güçsüzlestiren durumlar karşısında dayanma gücü, kurtuluş yolları yaratır kanaatimce. eğer senin söylediğin gibi olsaydı, müzik insanların kendini daha iyi hissetmesi için değil onları daha kötü hale getirmek için varolmuş olurdu ki bu da zaten müziğin doğasına ters. çünkü insanların başına gelen tüm olumsuzluklar müzik dışındadır. müzik onları görmemezi, anlamamızı ve sonucunda (albümlerin giriş, gelişme ve sonuç bölümü olarak düşün) kurtulma yoluna çıkmamız içindir. bu sebeplerden yazılmıştır. intahar edelim, kendimizi keselim, kilise yakıp rahibeleri kazıklara oturtalım diye değil. umarım anladın :) sevgiyle.
08.10.2010
@nordson, Müzik, tıpkı sinema ve roman gibi, yaşamdan beslenmelidir, veya doğal dinamiklerle bezeli olmalıdır. Tıpkı hayat gibi, versatil bir düzende, çeşitlilik ihtiva etmelidir. Yoksa ya sıkıcı olur, ya yorucu, ya da yıkıcı.
Sürekli doom dinlemenin, sürekli power dinlemek gibi oldukça sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Birinde haddinden fazla bir enerjiklik, öbüründe ise dibe vuruş var. Hüzünlenmek istersem Amorphis – Tuonela dinlerim, ya da içinde hüzün de barındıran Opeth Morningrise gibi müzikler dinlerim. 60 dakika boyunca içimin bayılması bana göre değil.
But that’s just me, huh? :)
08.10.2010
@Aeonian_Lich, üzgünüm ama bu tarz müziği icra eden, popüler olmayı başarmış onlarca grup var. yüzeysel bakış açısıyla değil de içindeki nüve’yi hissederek dinlenebilen bir tür funeral doom. epey derin ve yavaş bi soundu olması bundan. karanlıkta,yapayalnızken müziği tam. dinamiklerden uzak, yaşamsız, ölüm kadar da doğal bu temalar ve hisler sonuçta T24m-12 gezegeninden uçan Lotyx’ler için değil insan doğası için yazılıyor. tuonela ve morningrise örnekleri melankoliktir. bu müzik ise baştan sonra “acı”tır ve sürekli dinlenmemeli pek tabi… “hayatı skiym” olur insan mazallah :)
hem thergothon hem skepticism kritikleriyle ilgili güzel sözleri için herkese teşekkür ederim. pek az kimsenin dinleyip takdir ettiği bu güzel albümlere yakışan, hakkını veren bir şeyler söylemeyi becerebildiysem ne güzel. tragedies albümünü de yazacağım. tabii benden önce başka biri yazmazsa:)
08.10.2010
@Ertuna Yavuz,her iki kritikte cidden çok iyiydi devamını bekliyoruz..
Başlayan tartışmanın “Gidişler”, “Gitmekler” temalı bir sanat sergisi havasına bürünmesinden korktuğum için yazı da, albüm de çokzeldir diyerek ortamdan kaçıyorum.
08.10.2010
@Batuhan Bekmen, haha! iki dünyanın en yüzeyzel adamı Batuhan :)
not: Axioma Ethica Odini yazısı bekliyoruz..
Müzik algısı lay lay lomdan ibaret olan insanların bu albüme oy verirken biraz daha saygılı olmasını beklerdim. Dinlemediğiniz albüme niye oy verirsiniz ayrıca?
08.10.2010
@kantele, boşver onu ya. o önemli değil versinler kaç veriyorlarsa. sorun daha vahim. adamların tekeli bu olmuş. diyorlardır “allaaaaah doom albümü. ama ne slayer kadar ne de opeth kadar tanınıyor, popüler de değil, youtube’dan bir şarkı ancak dinleyebildim -bir de albümü dinlemek yok ha!- neredeyse uyuyacaktım boşver ver 1′i gitsin anasını satayım.” mantık bu anlayış bu. bizim bu albüm için puanımız 10/10′mu? gerisi hikayedir. isterse 1.00 olsun.
08.10.2010
@b, o 1′leri veren elleri kurusun inşallah onların.
08.10.2010
@kantele, bir alttaki A nickli arkadaşın dediği gibi bence de (iyi ki) 1 vermişler
Bu inceleme daha okunur kendisine daha bi bağlayan cinsten olmuş çok güzel olmuş,tebrikler =) Sayılı albümlerdendir bu da,sitede böyle güzide değeri (iyi ki) bilinmemiş albümlerin incelemelerini görmek çok güzel gerçekten.
ilgili olabilecek yazılar ve st.anger…höst!!!
albüm notunun amına koymuşlar. yazık, hem de çok. ayıp size groove gençlik :(
Benim de, bu kritikteki ciddiyet ve edebilik gibi unsurlardan zerre barındırmayan, hatta şehir insanlarına antipatik gelme olasılığı çok yüksek olan ciddiyetsiz, yavşakça bir power metal kritiğim vardı. Sanırım iki albümün de ratinglerinin bu denli düşük olması, oylayanların kritikten bağımsız not verdikleri sonucuna ulaştırabilir bizi. Zira power metal ve doom metal, tahmin edilir biçimde çok genele hitap eden türler değil. “Kritiğin hatrına” diye birşey olmaması aslında bir yönden iyi.
Tekrarlıyorum ki, Ertuna’yı okumak büyük keyif.
bir kritiği dönüp dönüp okumak böyle bir şey.:) albümdeki şarkılarla kelimeler öyle özdeşleşmiş ki…
hala bir funeral “tragedies” bekleniyor.
keşke o tıs tıs diye davullar olmasaydı, aptal davulcu bütün müziğin içine sıçmış.
Bu albüm bana huzur veriyor. Arınıyorum gibi kahpe bir kelimeyi kullanmak istemiyorum ama o klavye var ya o klavye, Matti’nin bilge funeral doom vokali ile birleşince başka alemlerle, başka ruhlarla temas kuruyorum sanki.