Metal müziğin en gözlerden uzak, en silik ve en ünsüz alt janrının kısıtlı muhitinde deneyimsellik ve doğurganlıkla eş anlamda tutulan Cathedral’in “Forest of Equilibrium” albümü yıllar ve yıllar sonra doom metal bağnazlarının ısrarı ve inadıyla unutulmadı. Grup bu albümlerinden itibaren, bu küçük cemaatte, bu yaratıcı şaheserin beyin çocukları diyebileceğimiz Gary Jenning ve Lee Dorian’ın yeteneklerinin pırıltısıyla, hak ettiği ilgiyi derhal ve dolaysızca üzerine çekti. Başlangıcından itibaren, Cathedral, kariyerleri boyunca birkaç kez ufak tefek üye değişikliklerine, çaldıkları stilde stoner rock’a doğru gözle görülür bir evrimleşmeye ve hayran kitlelerinin de eşzamanlı bir şekilde büyümesi ve farklılaşmasına rağmen, hâlâ bu albümleriyle anılıyor ve övülüyor.
1991 senesinde, doom metal ortalamasının üstünde bir eleman sayısıyla stüdyoya giren Cathedral, belki de kendi yeteneklerini bile aşan bir yaratıcılık ve farklılıkta bir albüm kaydettiler. Keşfi yalnız kendilerine ithaf edilemez olsa da çaldıkları yavaş, sert ve atonal müzik 90’ların death/doom metal janrına hareket katacak, ilham verecek, çekicilik kazandıracaktı. (Death/doom metal diyorum ama tınıları dışında şarkı yazımı konusunda ilhamlarını Black Sabbath ve Saint Vitus gibi yaşlı, geleneksel doom metal tanrılarından almışlardı. Belki yalnız Lee Dorrian’ın vokalleri alışılmadık, fakat yine de death metal vokali sayılmaz). Her ne kadar bu sırada Unholy ve tapınılası Thergothon gibi daha ekstrem ve underground Finlandiyalı gruplar ya da henüz adı sanı duyulmamış My Dying Bride ve Anathema ilk demolarını kaydetmiş olsalar da bunlar piyasaya hareket kazandıracak nitelikte kayıtlar değillerdi. Cathedral’in ilk albümü “Forest of Equilbrium”, bu küçük piyasanın potansiyelini açığa çıkarıp, alt janra ilk standartları getirdi.
Albüme geçmeden önce albüm kadrosuyla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. Albümün vokalisti Lee Dorrian, henüz bu albüm kaydedilirken değil de daha sonra açtığı plak şirketi Rise Above Records ile hem yavaş yavaş stoner rock müziğe kayan kendi grubu Cathedral’i hem de Electric Wizard, Orange Goblin, Witchcraft ve sHEAVY gibi güçlü grupları çevresinde topladı. Şarkıları ağırlıkla Gary Jennings yazmış olsa da müziğin hangi rotada gideceğini belirleyen yaratıcı güç yine Dorrian’dı. Ayrıca albüme iki konuk müzisyen flüt ve klavyeyi kaydetmek için katılmıştı, bunlarla birlikte toplam eleman sayısı yedi oluyordu. Albüm önce İngiltere’de, bir sene sonra Avrupa’da yayınlandı.
Gelelim albüme. Basitçe söylemek gerekirse, flüt, klavye ve akustik gitar interlüdleri ve girişleriyle süslenmesine rağmen bu albüm, baştan aşağı kara duygularla, somurtkanlıkla ve mutsuzlukla dolu. Sizi şimdiden uyarmak isterim. Eğer bu albümün başına birçok doom metal albümünde mevcut olan duygulu, eğlendirici, melodik riflerden olacağı beklentisiyle oturursanız, alacağınız tek şey sinik, sönük ve sersem bir can sıkıntısı olur. Eğer, headbang tetikleyecek orta tempo, gümbür gümbür bir doom metal albümü arıyorsanız, yine yanlış adrestesiniz. Ama eğer kalbinizin taşlaşmış, bütün duygularınızın körelmiş, umudunuzun tükenmiş olduğunu hissediyorsanız, ya da kısaca hiçbir şey hissetmiyorsanız, bu albüm, nasıl kendisine adak adanan bir tanrı duacısını geri çevirmezse, asıl güzelliğini ve çarpıcılığını önünüze sermekte sizi aynı şekilde geri çevirmeyecektir. Tekrarlamalı, monoton, atonal ve canavarca yavaş rifler yüreğinizde kalan son neşe, ışıltı ve umut parçalarını ağır ağır söküp alır, Lee Dorrian’ın feryat figan inleyen, ağıt yakan, uğuldayan vokalleri aklınıza musallat olur ve kulaklıklarınızın merkezinden değil de adeta ötelerden, belki de ahiretten gelme metronomik mükemmelikteki yavaş ve dakik davul vuruşları sizi dünyevi çevrenizden koparıp kendi atmosferine hapsederken, ruhunuzun müzikle birleştiği hissine kapılabilirsiniz.
Bu albüm, acının albümü. Acı derken, üç tane akılda kalıcı akoru yan yana getiren sahtekârların, taklitçilerin ucuz fantezilerle yüklü çığırtkanlıklardan değil, yaşama zevkini öldüren acıdan, gerçek acıdan bahsediyorum.
Albümün prodüksiyonu bulanık, yoğun ve kaba saba . Bu da müziğin grotesk atmosferini daha da güçlendiren bir unsur. Gitarlar, geleneksel doom metal gruplarına kıyasla daha alçak tonda ayarlanmış. (Zaten albümün death/doom metal janrıyla ilişkilendirilmesinin asıl nedeni bu alçak tonun böyle yavaş bir müzikte kullanılmış olması). Lee Dorrian’ın vokalleri tuhaf alçak perde iniltiler ve homurtular arasında gidip geliyor. Bu vokaller, albümü diğer doom metal albümlerinden farklı bir yere koyan asıl nedenlerden biri. Sesini ayırt bile edemediğimiz bass gitar, sertliği daha da kuvvetlendiriyor. Albüm sürekli yavaş değil, daha hızlı pasajlar ve sololar da var, özellikle ‘Soul Sacrifice’ parçası kendi başına hızlı bir parça, gerçi stil olarak bütünlüğe aykırı bulduğum bir parça, ama buna birazdan değineceğim. Davul motifleri senkop yapılarına kadar farklılık gösteriyor, bazı funeral doom metal gruplarına kıyasla, basit bir perküsyon aracı olarak kalmaktan fazlasını yapıyor. Flüt, akustik gitar ve klavye olduğunu söyledik, ama bunlar bile soğuk, hissiz ve atonal bir müzik kusuyor. Bu ormanda duyguya yer yok.
Bir albümde, hele doom metal gibi başka müzik türlerinden katıp karıştırmadıkça yapılabileceklerin bir hayli kısıtlı ve kısır olduğu bir türden çıkmış bir albümde çeşitlilikler olmasını severim. Alışılmadık enstrümanlarla bestelenmiş interlüdler, Lee Dorrian’ın emsali görülmemiş vokalleri ve Cathedral öncesi geleneksel doom metalin tipik din, ölüm ve kara büyüye dair şarkı sözleri yazımından daha felsefi ve sembolik bir içerik benimsenmiş olması, albüme sade ama etkili bir renklilik ve sanatsallık katmış. Ama yine böyle bir albümde, yani çoğu parçanın özgül bir konsept veya stil üzerinden yazıldığı bir albümde, önceden niyetlenmiş bütünlüğün muhafaza edilmesi de gerekir. Soul Sacrifice, yani albümün dördüncü parçası, hızlı olmasından ziyade, stoner rock kokan solosu ve daha ‘groovy’ yapısıyla, bana bu bütünlüğü ihlal etmiş gibi geliyor. Kariyerlerini takip eden dinleyici için bu parça, grubun sonraki albümlerde stilinin değişeceğine dair sempatik bir önbelirti gibi gözükse de, albümün kalanıyla kıyaslandığında yersiz ve yakışıksız kaçmış. Gerçi metal albümlerinde böyle bütüncü bir estetik tasavvurun zorunlu olmadığı da haklılıkla söylenebilir. Ama bir albümü ritüelistik bir zorunluluk gibi baştan sona kadar dinlemeyi sevdiğimden, albümün yarısında girdiğim atmosferi sevimsiz bir şekilde bozan bu parçaya duyduğum hoşnutsuzluğu sizlerle paylaşma ihtiyacı duydum. Bunun dışında bu albüme getireceğim başka bir eleştiri yok.
Sonuç olarak, bu albümün, türünün mükemmel bir numunesi olduğunu söylüyorum. Sevin ya da nefret edin, ölün ya da öldürün. Duyguları körelmiş, isteksiz, içine kapanmış, kırık iradeli bütün ruhların albümüdür bu.
Doom icra edilirken de birçok çeşide bölünüyo çok aşikar bilemiyorum ayrı bi sıfat var mı Cathedral,Black Sabbath’ın icra ettiği doom için ama şahsen hiç bi zaman sevemedim. Dinledim dinlemedim de değil ama bana göre değil sanırım hiçbir şey hissettirmedi hissettirmiyo da.
@comfortinbrutality, aslında bugün death/doom metal dediğimiz şey doom metal bile değil. peaceville üçlüsü diye bilinen anathema, my dying bride ve paradise lost’un yaptığı asıl şey death metali yavaşlatıp oraya buraya duygusal pasajlar sıkıştırmaktı. ‘death/doom metal’ terimi hayranların, grupların ya da müzik bilgisi olan kişilerin kendi başlarına ürettikleri bir terim değildi, o zaman bu üç gruba isim kazandırmak için promosyon hesabı öne sürülen, plak şirketinin öne attığı rastgele, anlık, sansasyonel bir isimdi. ‘doom metal’ öbeği çok yaygınlaştı, anlamı çarpıldı, üstelik görece popüler oldu, dolayısıyla bu küçük piyasanın büyük çoğunluğunu oluşturan kitle ikinci jenerasyon doom metalin daha iyi olduğunu düşünüyor, halbuki ikinci jenerasyon diye bir şey bile yok. kısaca sevmemeni anlıyorum. çünkü senin dinleyip sevdiğin death/doom ile hiç ilgisi olmayan bir tür, belki yalnız şarkı sözlerinin içeriği benzerlikler taşıyor, ama o kadar. ama yanlış anlaşılmasın, ben de death/doom, funeral doom çok severek dinlerim, death/doom demek de beni rahatsız etmiyor, tanımlara nazi gibi uyalım kafasında da değilim… sadece neden sevmediğini açıklamaya yönelik bir şeyler söylemek istedim.
@Ertuna Yavuz, çok da teşekkür ederim zahmet edip de yazdığın için dinlemesem de birşeyler öğrenmiş oldum sayende.Yorumu yazdıktan sonra bu konuyu düşündüm ama uzun olacak şimdi hiç gerek yok =)
Mükemmel bir iş, doom metal gelince ilk akla gelen albüm olabilir. Mutluysanız, pozitif bir insansanız, hayattan keyif alıyorsanız muhtemelen bu albüm size çok bir şey ifade etmeyecek.
Kritik de şahaneymiş bu arada, büyük bir keyifle okudum.
Albüm kapağında en sağdaki kadını görünce bizim eskilerin “Kıçı başı ayrı oynuyor” deyimini daha bir takdir ettim.
:D
Bu kadar acı bana fazla.
Doom icra edilirken de birçok çeşide bölünüyo çok aşikar bilemiyorum ayrı bi sıfat var mı Cathedral,Black Sabbath’ın icra ettiği doom için ama şahsen hiç bi zaman sevemedim. Dinledim dinlemedim de değil ama bana göre değil sanırım hiçbir şey hissettirmedi hissettirmiyo da.
23.09.2010
@comfortinbrutality, aslında bugün death/doom metal dediğimiz şey doom metal bile değil. peaceville üçlüsü diye bilinen anathema, my dying bride ve paradise lost’un yaptığı asıl şey death metali yavaşlatıp oraya buraya duygusal pasajlar sıkıştırmaktı. ‘death/doom metal’ terimi hayranların, grupların ya da müzik bilgisi olan kişilerin kendi başlarına ürettikleri bir terim değildi, o zaman bu üç gruba isim kazandırmak için promosyon hesabı öne sürülen, plak şirketinin öne attığı rastgele, anlık, sansasyonel bir isimdi. ‘doom metal’ öbeği çok yaygınlaştı, anlamı çarpıldı, üstelik görece popüler oldu, dolayısıyla bu küçük piyasanın büyük çoğunluğunu oluşturan kitle ikinci jenerasyon doom metalin daha iyi olduğunu düşünüyor, halbuki ikinci jenerasyon diye bir şey bile yok. kısaca sevmemeni anlıyorum. çünkü senin dinleyip sevdiğin death/doom ile hiç ilgisi olmayan bir tür, belki yalnız şarkı sözlerinin içeriği benzerlikler taşıyor, ama o kadar. ama yanlış anlaşılmasın, ben de death/doom, funeral doom çok severek dinlerim, death/doom demek de beni rahatsız etmiyor, tanımlara nazi gibi uyalım kafasında da değilim… sadece neden sevmediğini açıklamaya yönelik bir şeyler söylemek istedim.
24.09.2010
@Ertuna Yavuz, çok da teşekkür ederim zahmet edip de yazdığın için dinlemesem de birşeyler öğrenmiş oldum sayende.Yorumu yazdıktan sonra bu konuyu düşündüm ama uzun olacak şimdi hiç gerek yok =)
not : anathemayı da hiç sevmem
ilk şarkı klasiklerdendir. :)
Lee Dorrian peygamber gibi adam
Rahatsız edici derecede lanetli bir hava var bu albümde. Pek ilgi görmemesi üzücü, doom metal nedir sorusunun cevabı olan ender albümlerden biri.
Gelmiş geçmiş en iyi doom metal albümü.Bundan ötesi yok
Bu albüm death/doom’un left hand path’i. Albümde her şey birbirine o kadar uyumlu her şey o kadar olması gerektiği gibi ki insan hayret ediyor
Mükemmel bir iş, doom metal gelince ilk akla gelen albüm olabilir. Mutluysanız, pozitif bir insansanız, hayattan keyif alıyorsanız muhtemelen bu albüm size çok bir şey ifade etmeyecek.
Kritik de şahaneymiş bu arada, büyük bir keyifle okudum.
Kusursuz bir albüm. Her şey olması gerektiği gibi bu albümde.