İnsanın kafasının karışık olduğu ergenlik dönemlerinde karşılaştığı kimi olayların, onu, bu olaylarla başka herhangi bir zamanda karşılaşsa edineceği etkilenimden çok daha fazla ve iz bırakır şekilde etkilediği açıktır. Pek çok konuda tecrübelerimizin geliştiği ve hayata dair pek çok alanda ampullerimizin yandığı bu dönemler, biz istesek de istemesek de sonraki yolculuğumuzun yol haritasını çizebiliyor. O dönemde fiziksel ve duygusal anlamda bir devinim içinde olan insan bünyesi, çeşitli dış etmenlerle yontuluyor, karakterini şekillendiriyor, beğenilerini, zevklerini netleştiriyor, kısacası “Ben nasıl bir insan olmaya doğru gidiyorum?”un fotoğrafını çekiyor.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi kopyala yapıştır tarzı cümlelerle dolu, olaya dışardan bakan bilmiş gözlemci kimliğinden uzak bir yazı olacak. Hayatımın en önemli ikinci albümüne, bu güne kadar hakkında tek bir satır yazmadığım bu esere yaraşır bir yazı olmasına çalışacağım. Uzun olursa, bayarsa, kastırırsa, kusura bakmayın. Bu seferki kişisel bir mesele.
Üniversite sınavına çalışmakta olan bir insanın isteyeceği son şeylerden biri, hayatında herhangi bir yer tutan sıradan bir konunun, bir anda değer kazanmaya başlayarak o sırada konsantre olması gerektiği şeyden zaman çalmasıdır. Okumayı hiçbir zaman sevmemiş, hep zorla ders çalışmış, çoğu şeyi öğrenmeden, ezberleyerek geçen birisi için, onu bu sıkıntıdan alıkoyacak her tür ufak şey önemlidir. Lise son sınıfta üniversite sınavına çalışan şahsımın, o anki ders aktivitesini baltalayacak, erteleyecek en ufak şeye bile bir can simidi gibi yaklaşması da belki bundandır. Eğer ders çalışmak üzere yatağınıza uzanırken çoraplarınızı çıkardığınız sırada çoraplarınıza bakıyor, bir saniye şöyle bir düşünüyor ve akabinde de ders kitabını bırakıp yarım saat boyunca içine gazete kağıdı doldurulmuş çorabınızla koridorda tek başınıza futbol oynuyorsanız, ders notları tutarken kağıda çizdiğiniz bir ok (——>) aklınıza METALLICA logosunu getiriyor ve farkında bile olmadan dakikalar boyunca kitabınızın sağına soluna sevdiğiniz grupların logolarını çiziyorsanız, ortada bir sorun var demektir.
Böylesi diken üstünde olan ve en ufak kaytarma çabasını ziyafete dönüştüren bir insanın, bir dinlenme anında dolaştığı internetten, tesadüfen, rastgele tıklayarak The Night and the Silent Water diye bir şey indirmesi, onu dinlemesi ve ilk saniyesinden itibaren müzikle ilgili tüm algısının yerinden oynaması, çok sevdiği bu müziği artık sadece müzik olarak göremeyeceğini kavraması, kısa vadede sarsıcı, uzun vadede ise -böyle bir site açıp şu an bu satırları yazabiliyor olmamdan da anlaşılacağı gibi- süper ötesi bir olaydır. Şöyle düşünün: Nefret ettiğiniz, sadece zorunda olduğunuz için ezberlediğiniz bir şeyden yorulup, tekrar başlayacak enerjiyi yaratmak adına dinlenirken, karşınıza bir şey çıkıyor. “Am I like them? Those who mourn and turn away, those who would give anything to see you again…” diyor karşıdaki ses. Sonra, ki sonradan kastım epey sonra, tekrar işinizin başına döndüğünüzde o çalışmadan ne hayır geliyor, böyle bir darbenin ardından çalıştığınız derse dair konsantrasyon nasıl sağlanıyor, cevabı malûm.
Bunu herkes yaşamış mıdır bilmiyorum ama, müzik sadece müzik olmaktan çıkıp bir mevcudiyetmişçesine tüm algılarınızı sardığında ve zihninizi esir aldığında, insan bilinci tam olarak kontrol edemediği bir noktaya geliyor. Keyif verici bir madde kullanmışçasına, adeta zihninizin orgazm olduğu, başka hiçbir dış etkenin yaratamayacağı bir şeyler oluyor bu anlarda. Çok sevmek, hayran kalmak, o sırada kulaklarınıza girip beyninize ulaşan şeyin yarattığı duygulardan zevk almak değil bu; daha fazlası. Aşık olmak gibi, kontrolü bir anlığına kaybettiğiniz, beyninizde bir şimşeğin çaktığı ve adeta olaylara dışarıdan bakmaya dair tüm becerilerinizi unuttuğunuz, farkındalığınızı yitirdiğiniz, sanki yenilgiyi kabullenip daha üst bir varlığın hükmünü kabul ettiğiniz bir an gibi. Çalan şeyi dinlemeden önceki halinizle tam olarak aynı olmadığınızı, zihinsel edinim olarak size başka bir kapının açıldığını fark etmek gibi.
“Morningrise”ın bana yaşattığı da buydu. Şarkı, melodi, rif ayırmaksızın; herhangi bir enstrümanın herhangi bir yerde yaptığı bir şeyi diğer herhangi bir ana yeğ tutmaksızın; bir şarkının belli bir sözünü, diğer bir şarkının bir sözünden üstün görmeksizin… “Morningrise”ın kasedini walkman’ime ilk kez takıp yatağıma uzandığım o gece ve geçen altmış altı dakika altı saniye, bugün belki de gereğinden fazla haşır neşir olduğum bu müziğe dair tüm planlarımın, bakış açımın yerinden oynadığı andı.
Bu yazıya video, fotoğraf koymadım. “Morningrise”ın kafamda yarattığı eşsiz güzelliği birtakım görsel yardımcılar vasıtasıyla desteklemeye gerek görmüyorum. Onu düşünmek; içinde barındırdıklarını, bunca yıldır yaşattıklarını, yaşatacaklarını hissetmek bile, onu müzikten öte bir varlık olarak görmeye yetiyor. O hayatımdaki en önemli albüm değil, evet; ondan önce bir başkası var. Ama o, hayatım boyunca dinlediğim en güzel albüm. O, her notasını kendim yazmış kadar sevdiğim, şu an bu satırları yazmamda dahi etkisi olan, neden bu kadar çok sevdiğimi hâlâ bilmediğim bu müzik içerisinde bana başka hiçbir albümün tattırmadığı duygulardan bazılarını yaşatan bir eser.
O, “Morningrise”.
Ve o son ses “We walked into the night, am I to bid you farewell? Why can’t you see that I try; when every tear I shed is for you?” deyip de her şey sessizliğe gömüldüğü anda idrak ediyorsunuz;
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
durduk yere ağzımı yüzümü sikti hayret bişey ya. bütün enerjimi sömürdü aq parçası. black rose immortal dan bahsediyorum. özellikle 11:55 ten itibaren başlayan ve 13:38 de ki ölmümcül bölümleri sabaha kadar 5 litre viski içip ölmek pahasına dinleyesi geliyor insanın. aq opeth…
27.01.2021
@B U R Z U M, adam öyle bir yazıyor ki sanki kendisi bilerek açmamış da black rose immortal bedene bürünüp rahatsız etmiş gibi. Arada bir tahsinle birbirimize plague yorumları atıp “durduk yere” gülüyoruz. Şimdi bunun üstüne bir nectar akar
kafamı kurcalayan, düşünmeme sebep olan, içimin içimi yemesine, belki de beni kahırlara sürükleyecek sorulara yanıt aratan bir albümdür morningrise. sebebi ise şudur ki, eğer opeth, blackwater park ve sonrasında steven wilson ile çalışmak yerine dan swanö ile çalışsa idi nasıl albümler üretecekti? gerçekten ara sıra bunu düşünüp üzülüyorum :(
Hayatımın albumu
Hayatımın albümü
Buraya bir şeyler yazmadan içim rahat etmeyecek.
Ben de dahil olmak üzere metal müziğe gönül vermiş insanlar olarak, çoğumuzun bunu sadece bir müzik olarak değil de ruhsal hatta bedensel bir bağlılık olarak gördüğümüz bilinen bir gerçek. Hepimizin hayatında da bu bağı yaratan, sağlamlaştıran, asla kopmayacak bir şekle getiren 1-2 albüm vardır. Benim içinde hayatıma yön veren 2 albüm oldu. 1. si Still Life, 2. si Morningrise.
Metal müzik dinlemeye yeni başladığım sıralarda Metallica falan takılırken gezdiğim bir sitede Opeth ismini gördüm. İsim direk dikkatimi çekmişti (kulak aşinalığı da var hani:) Bir bakınayım dedim neymiş neyin nesiymiş Metallica gibimiymiş değil miymiş. Grubun Blackwater Park isminde bir şarkısını bulmuş fakat (uzunluğundan olsa gerek şuan tam hatırlayamıyorum) dinlemeyi ertelemiştim. Gel zaman git zaman ben bu Opeth ismini nerede görsem dinleyesim geliyor fakat her seferinde erteliyorum.
Yine bir gün internette gezinirken Face of Melinda isminde bir şarkı görüyorum ve daha ismini okuyunca vurulmuşa dönüyorum. (neden bilmiyorum ama çok ilgimi çekmişti ismi) Hemen biligisayara iniyor ve şarkı çalmaya başlıyor. İşte o an, hayatımda bir dönüm noktası olarak kabul ettiğim (bir ikincisini Nectar la yaşayacağım bir kaç yıl sonra) ve hayatımda şu ana kadar sadece bir kere daha yaşadığım benim için çok çok özel bir andı. Şarkıyı o ilk oturuşta kaç kere dinlediğimi hatırlamıyorum ama güneş tepedeyken oturduğum bilgisayarın başından etraf kap karanlıkken kaktım ve bu saatlerde kulağımda tek bir şarkı çalıyordu ve hayatımda ilk defa duyduğum bir ses sanki bana bu dünyada olmayan şeyler anlatıyordu. Diğer gün tüm albümü indirmiş ve dinlemeye başlamıştım. Ve daha ilk dakikalarda yine kafamdan vurulmuşa döndüm. Şu an Opeth in en sevdiğim 5 şarkısı arasında olan The Moor pata küte çalıyordu kulağımda ve ben duyduğum her notayla bu müziğe, dünyadan olduğuna inanmadığım bu sese bir kez daha hayran oluyor ve metal müzikle aramda hayatım boyunca hiç kopmayacağına inandığım bağı oluşturuyordum. Önümdeki bir kaç yıl sadece Still Life dinlemekle ve ona benzer bir şeyler aramakla geçti. Opeth benzeri gruplar arıyor ayrıca nedense Opeth in yeni albümlerini dinliyor ( BWP, Deliverance, Damnation) ancak Still Life dan önceki 3 albümü aklıma bile getirmiyordum. O üç albümde de istediğimi bulamıyordum bir türlü.
Sonunda olanlar oldu ve Nectar ın ilk defa tüm ruhumu ele geçirmesine izin verdim. İşte aradığım buydu, yeniden yazılmış olan her notanın içimde tek tek parçaları tamamlamasını yeniden hissediyordum. O anda ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladım ve bütün albüme doğru yol aldım. Advent, Silent Water, Nectar, devasa uzunluktaki Black Rose Immortal ve To bid you Farewell. Hepsi ayrı ayrı darbe indiriyordu içime ve hayatımın, çok uzun süre Morningrise dan başka bir şey dinlemediğim (dinleyemediğim) bölümü de bu anla başlamış oldu. Özellikle Black Rose Immortal da 9.42 de başlayıp 11.55 de biten akustik bölüme resmen aşık olmuştum. (bu bölümü o dönemler aşık olduğum insana adamam kaçınılmazdı sanırım) her dinlediğimde sanki doğaüstü bir yerden bedenime nüfuz ediliyor gibi hissediyordum. Parantez içinde belirttiğim durumun da beynimi, bedenimi yiyip bitirdiği dönemlerde (maalesef karşılıksızdı) bu tarz bir şeyle karşılaşmak gerçekten de muazzam bir histi. İlk defa dünya üzerinde birileri, benimle aynı düşünüyor, beni anlıyor gibi hissediyordum ve kritikte söylendiği gibi artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağına emindim ve olmadı da. Ayrıca bu müziği icra etmeye çalışmam da bu albümle başladı. Zar zor, bir gitar alıp gece gündüz şarkıları çalmaya çalıştım, hatta bazı bölümlerden esinlenerek yeni parçalar üretmeye çalıştım. Bunun yanında 4 arkadaşımı metale başlatmam da bu albüm sayesinde oldu. Hatta bir arkadaşım (Morningrise ile metale başlayan) ona yeni gruplar önerdiğimde çoğunu (neredeyse hepsini(death dışında diyelim)) beğenmemiş ve bana şu cümleyi kurmuştu “Kafama soktuğun metal algısı bunlar değil.” bu nedenle siz siz olun tanıdıklarınızı bu tarz eserlerle metal müziğe başlatmaya çalışmayın. Daha sonra diğerlerine alışmaları çok zor oluyor.
Hala dinlediğim her seferinde etkisinden saatlerce çıkamadığım bir albüme imza attığı, benim ve nicelerinin hayatında çok önemli noktalar koyduğu ve de yeni cümleler başlattığı için Mikael Akerfeldt a teşekkür etmek gerek. Saptıkları yollarda her zaman en iyisini yaptıklarına inandığım bu grubun Sorceress ını da da çok büyük heyecanla beklemiş ve tatmin olarak dinlemiş biri olarak, Opeth in eski tarzının içimde her zaman bir “ulaşılmazlık” olarak kalacağını biliyorum.
İçimden gelenleri benim için en özel iki albümden biri olan bu albüm için yazmak istedim, umarım şuan hayatınızdan bir kaç dakika çaldığımı düşünmüyorsunuzdur :) benim gibi düşünenlere Opeth severlere, Morningrise severlere, metal severlere selam olsun.
04.04.2017
@Oiseaux, çok güzel bir yazı. :)
05.05.2017
@Oiseaux, hissel olarak harika yazı olmuş
24.06.2017
@Oiseaux, harika yazmışsın.Opeth’in en iyi albümünün Still Life olduğu konusunda sana katılıyorum,albümdeki her şarkı başyapıt:)Bi de Orchid var benim için unutulmaz olan,Silhouette’in introsunu kaç kez dinlediğimi hatırlamıyorum:)
opeth i keşfettiğim ilk ablüm.
müziği tekrar tanımamı sağlayan kendi iç dunyamda bir çığır açan dinleyemediğim zamanlarda dinlemeyi hayal ettiğim en iyi……. (müzik diyemem çok genel olur) fazlada dilendirmem çevreme morningrise ablümünü çünkü bu ablüm tavsiye üzerine değil bulunarak dilenilmesi gereken bir ablüm tavsiye çok ucuz kalır
Seni öyle seviyorum ki kelime kullanamıyorum Morningrise..
Bundan takriben bir buçuk sene önce senin çok duygusal Opeth kritiğinden dolayı merak ederek Opeth dinlemeye başlamıştım. Opeth benim dinlediğin ilk brutal vokal kullanan gruplardan biriydi benim için çok farklıydı.Hem benim için böyle bir hikayesi olmasından dolayı hemde Morningrise albümündeki o samimiyeti bende hissedebildiğim için benim için çok özel şu an bu yorumu albümü dinlerken yazıyorum ,benim için çok özel bir yeri var Opeth grubunun. Güzel ve duygusal kritiğin için ayrıca sana teşekkür etmek istiyorum, çünkü bu kadar duygusal ve özel bir kritik yazman beni bu grubu dinlemeye itti, grupla tanışmama vesile olduğun için çok teşekkürler. Bu albümü o kadar seviyorum ki şu şarkı en favorim diyemiyorum. Kesinlikle harika bir klasik bu albüm.
şarkılar kısmında ”eternal soul torture” şaheseri yer almamış. site yöneticisi ahmet saraçoğlu’nu günah çıkarmaya davet ediyorum.
22.11.2019
@killyourselfchuck, orijinal şarkı listesini yazdık. Böylesi iyi.
22.11.2019
@Ahmet Saraçoğlu, orijinalinde yer almadığını ilk defa öğrendim. sanırım bu da ilk birkaç opeth albümünde opeth logosu bulunmaması gibi bir şey
24.12.2019
@killyourselfchuck, aslında pek öyle sayılmaz. Gruplar genel olarak albüme almadıkları şarkıları daha sonradan bonus parça olarak sunarlar, tabii illa daha sonradan sunacaklar diye bir şey yok. Logo mevzusu ise sanırsam still life tan sonra oluyor. Still life ile birlikte grup logosu çiziliyor, e haliyle eski albümlere de ekleniyor.
11:55-14:45 arası Black Rose Immortal hayatım boyunca dinlediğim en iyi şey. Kesin bunu daha önce de dile getirmişimdir. Ölürken tek bir şey dinleme imkanım olsa bunu açardım sanırım
10.02.2020
@m/, yine ağzıma sıçtın. Evet hala dinlediğim en iyi şey. Daha iyisini dinleyeceğime inancım 0. Hayatımın en önemli birkaç şarkısından ve albümünden biri
24.06.2020
@m/, albümün yıl dönemi dolayısıyla yine açtım. Her seferinde ilk 3 şarkıda ağzım yüzüm sikiliyor ama black rose immortal’a ve yazdığım bölüme gelince daha hiçbir şey hissetmemişim diyorum. Sayısız kez dinledim ama hala tüylerim diken diken oluyor. Öyle bir sevda bizimki. Neyse sitedekilere bu albümü övecek değiliz ya kıpss byee
24.06.2020
@m/, Gerçekten de o kısım sürekli övülmeyi hak ediyor. Bütün albüm muazzam ama özellikle bazı kısımlar var ki benzersiz bu da o anlardan. Aklıma şey geliyor adamlar bu kadar mükemmel rifler yazdıktan sonra ya bunları birleştirip 20 dakikalık şarkı yapalım mı demişler. Bir de Black Rose Immortal gibi şarkı yapıp canlı çalmamak ayıp gerçekten. Sırf bir şarkıda yüzlerce grubun diskografisinde olmayacak yaratıcılık bir araya toplanmış.
24.06.2020
@Fogs Kiss, genel olarak birçok grup biriktirdikleri materyalleri kullanarak şarkı/albüm yazıyorlar tabii. Fakat işin uyum kısmı da var. Teoriden bahsetmiyorum bu arada (gam, armoni, akor gibi). Mesela Nectar’ın o çat diye giren akustik kısmını nasıl düşünmüşler anlam veremiyorum. Şarkıların rifflerini uygun notasyonda biraz karsak, değiştirsek birbirleriyle; bu kadar güzel eserler ortaya çıkmayabilir bence.
Bu işin belli bir metodu yok tabii ki. Morningrise daha çok eldeki rifflerin birleştirilmesiyle yapılmış gibi dururken Still Life tersi gibi duruyor biraz.
Bu satırları şu anda Advent’i yarılamışken yazıyorum. Neredeyse her satırını kendimle özdeşleştirdiğim bu yazıyı çok beğendim ve albümle ilgili bir iki duygusallaşmadan edemedim.
Morningrise’ın yeri bende de o kadar büyük ki dinlettiğim insanların albümü beğenip sonradan çokça dinlemelerini kıskanmışlığım bile var. Evet, belki kötü bir his ama paylaşmak istemiyorum bu albümü. Herkes bilmesin arkadaş, önerdiğime pişman oldum birden çok kez. Bu albümden bir şarkı instagram hikayelerine düşmesin. Bu albüm tam anlamıyla benim gözümde kutsal. Baştan sona kaç kez dinlediğimi tahmin bile edemiyorum.
Black Rose Immortal, benden önce de \m/’in dediği gibi dinlediğim en iyi şeydir, ki dinlediği müziklere değer veren herkesin ortak paydada buluşacağı bir şey vardır ki bir insanın en sevdiği şarkı diye bir şey olmaz, olamaz. Anlık ruh hallerimize göre değişkenlik gösterir neyi “en çok” sevdiğimiz. Fakat bir şarkı seçmek zorunda kalsaydım Black Rose Immortal’ı gönül rahatlığıyla seçerdim. Duygularımı bu kadar etkileyen, beni korkutan aynı anda mutlu eden bir eser olduğundan olabilir.
Nectar, The Night & The Silent Water, To Bid You Farewell, Advent, hepsi ayrı ayrı incelenir incelenmesine, ancak Black Rose Immortal’dır sanırım çoğu Morningrise hayranının beyninde bir takım kıvılcımlar çıkartan, yanlış düşünüyorsam affola.
Buraya kadar okuduysanız da çok teşekkür ederim, duygularımı paylaşan insanlar olduğunu bilmek güzel, eğer aynı fikirdeysek tabi.
“It is getting dark again
Dusk shuffle across the fields
The evening trees moan as if they knew
At night I always dream of you”
Benim, Opeth’e aşık olmamı sağlayan albümdür kendileri.
Bana orta sonda progresif death metali aşılayan şarkı Advent’ti
Where even foes close their eyes and leaveeeeeee… ardından gelen sessizlik ve o ritmi sürekli aklıma dolanan akustik kısım girdiği an ben bitmiştim
Timeee
Growsss shhoooorttttt
As the piper plays his tune
We are almost thereeeee.. ve o saçma sapan mükemmel riff
You are beyond all help
Dancing into the voiddd
Ve ardından birden giren soft
We are almost there cümlesi ve o arpejler
Serenity Painted Death ile birlikte en sevdiğim Opeth şarkısı kesinlikle bu, mükemmel..
yahu ben de bu albümle aynı yazıdaki gibi üniversite sınavlarına hazırlanırken tanıştım. ve inanır mısın ben de peluş bir top ile koridorda görünmeyen futbolculara çalım atar seyircilere koşardım. bir kaç ay boyunca her gece yatmadan evvel kulaklığımda bu albüm cızırdadı. 66 dakika ve uyku…
o zamanlarda internet yok gibi bir şey, telefon kısıtlı. torrentten çektiğim morningrise albümünü mp3 olarak telefonumda tutuyorum sadece. hafıza kartı 2-3 albüm taşımaya yetecek büyüklükte. morningrise albümünün tamamı ve diğerleri…
bir kaç yıl boyunca grubun diğer albümlerini bulup dinlemek istemedim. çünkü bu albümün tadını cıvık cıvık damağımda iyice hissedeyim istedim. daha fazlasını keşfetmek istemedim. hatta benim bir takıntım var müzikle ilgili; mesela bir sanatçı ya da grubu dinliyorum ya. onu gerçekte resimlerini, canlı performanslarını falan görüp izlememem lazım. öyle olunca aklımda oluşturduğum mükemmel adam, zarif ve tarifsiz kadın, ya da aşmış topluluk olguları bir anda bir balon gibi patlayıp sönebiliyordu. çünkü vokal sesi kaydedilen ve enstrumanları çalan insanlar zihnimce insan değiller başka şeyler ve ben onların görünüşünü aklımda çok farklı canlandırmışım. gerçeğini görünce de üzülüyordum. tıpkı kitabını okuyup çok sevdiğiniz bir karakterin sinemaya aktarıldığında “bu ne böyle bok gibi olmuş” deyip üzülmeniz gibi. o yüzden böyle bir ihtimale karşın opeth gurubunun canlı performanslarını ve mikael abimizin fotoğraflarına yaklaşık 3-4 sene hiç bakmamıştım. sonradan bu psikolojik saçmalığı aştım zaten. ama kendilerini tanıyıp canlı performanslarını izlediğimde üzülmedim. hatta daha da derinden sevdim kendilerini.
neyse bu albümden sonra orchid albümünü dinlemiştim. yine düştüm. şimdi meseleye şöyle yaklaşmak isterim ki az çok bu yazıyı okuyan sevgili arkadaşlarım bayağı bir farklı metal/rock bok püsür albümleri dinlemişlerdir. deli gibi gitar çalıp farklı farklı enstrümanlar ve çalınış biçimleri görmüşsünüzdür. “vay be böyle de olabilirmiş” falan dersiniz içinizden. fakat opeth’in heritage albümüne dek olan bütün albümleri bu farklılık olgusunun dışında. her albüm kendi içinde bir hikaye olgusu barındırıp bu hikayeler içerisinde size bazı vizyonlar gösterterek sizleri söz konusu hikayelerin, kimi zaman baş kahramanı kimi zamansa hikayede yer alan bir eşya yerine koydurup sürüklüyor resmen. bazen seyre dalıp olayları izliyor bazense etkin rol oynuyorsunuz. ama her şekilde kesinlikle küçük bir ırmakta su üzerindeki bir dal parçası gibi sürüklenip gidiyorsunuz uçsuz bucaksız. bu ırmağın bazen debisi artıyor suya dalıp çıkıyorsunuz bazense sadece durağan bir sürüklenme haliyle birlikte zaman algısını delip geçiyorsunuz. çgarip…
bu duyguları bir rafa kaldırıp hayatın yoğurup tokat manyağı yaptığı bir genç yürek olarak şunu fark ettim ki bu yazıyı okuduğumda keşke o eski zamanlarda bu duyguları hissederken yalnız olmadığımı bileymişim. meğer kendime ne piçlik etmişim. neyse geçmiş geçmiştir.
bir ufak anektod paylaşmak isterim ki bu yazıyı yazmaya morningrise albümünü dinlerken karar verdim. orchid albümünün ortalarında yazıyı bitirmem gerektiğini düşünüyorum. sözüm o ki bu albümlerin bana hissettirdiklerini raftan indirdim. yine aynı etki aynı garip yalnız, karanlık kokulu ve durağan sürükleyen.
Gece gece dadandım fena şekilde bu albüme. Dinlemeyeli o kadar olmuştu ki uzun süredir görüşmediğin bir dostunla yeniden bir araya gelmek gibi, güvenli bir limana sığınmak gibi..
To Bid You Farewell 7.05 ve sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak..
Hala nefes alabiliyorken ahenkle dans eden şu notaları dinleyebilmiş olmak büyük şans.
22.11.2020
@Ece, adının yapmış olduğu çağrışımdan dolayı mı bilemiyorum ama ben hep morningrise’ı sabah kalkıp, kahvaltı etmemin ardından çay ile dinlemişimdir. öğlen 12′den sonra bi’ kere bire dinlememişimdir muhtemelen bu albümü.
ne zaman morningrise dense, aklıma hep mutfakta sigara içerken apartman boşluğuna bakmam gelir bu yüzden. anneme ”5 dakika sigara içip çıkıcam” diyip albüm bitene kadar ayakta sabit bir şekilde dinlemişliğim vardır.
22.11.2020
@chuck, https://bit.ly/2ULQCTl
22.11.2020
@ismail vilehand, ULAN IYICE ENTEL YAPTIN BENI
köfte ekmek söyledim… köfte ek-mekk…
23.11.2020
@chuck, ya bro kusura bakma gerçekten, alınmadığını bildiğim için yapıyorum aslında. Apartman boşluğu, sigara, çay falan diyorsun diye tutamadım kemdimi. Desene “SİKİMLE YUMURTA KIRARKEN BU ALBÜMÜ DİNLİYORUM.” gibi bişey.
Bu arada en son netflix’te “Extraction” diye bi film izledim, başroldeki adam (Thor) film boyunca tek başına 183 kişi öldürdü. ŞİDDET PORNOSU.
23.11.2020
@ismail vilehand, Sikimle yumurtaya blast beat yaparken Antaeus dinliyorum.
23.11.2020
@12ParmakBağırsağı, yeni albüm zamanı geldi kesinlikle. Sikler hazır bekliyoruz.
23.11.2020
@ismail vilehand, muhtemelen yazıştığımız için anlamadın. alındığım falan yok senin gibi ben de dalga geçiyorum. takılmam böyle şeylere merak etmeyin.
23.11.2020
@ismail vilehand, Askerde erkek olduğumu kanıtlamak için küfür öğreniyodum. 5 küfür üst üste sayabildiğim bi dönemim vardı, kendi maskülinitem beni coşturuyordu. Şu an sadece “amını sikiyim” ve “göt” ü hatırlıyorum.
Benden geçti artık diye yavaş yavaş umutsuzluğa gömüldüğüm bi dönemdeyim. Ama senin gibi küfür virtüözü biriyle takılsam.. Hayallere daldım şimdi.
23.11.2020
@çaksu, Çanakkale veya Balıkesirli (tercihen Gönen) dalga dümenci arkadaşların varsa hemen eski performansına kavuşabilir, hatta yepyeni çok acayip şeyler öğrenebilirsin.
22.11.2020
@chuck, Subjektif şeyler tabi. Ben de misal muhakkak gece 11 sonrası, alkol ve tütün olmadan dinleyebileceğimi sanmıyorum.
22.11.2020
@chuck, oha, gece yolculuğunda ‘to bid you farewell’ dinlememiş birisi.
22.11.2020
@Dysplasia, bunu söylediğim için kızan olacaktır elbet ama bence to bid you farewell net abartılıyor.
22.11.2020
@chuck, kızdım.
Hayatımda etkisi olmuş duygu yoğunluğu ön planda olan albümleri dinleyemiyorum artık. Bu albüm de böyle bir albüm benim için. Duygusal travma yaşatıyor.
22.11.2020
@deadhouse, Geçenlerde God is an Astronaut – All is Violent, All is Bright açtım dinledim. Duygu yoğunluğundan gözle görülür şekilde şiştim. Bişey batsa patlıcaktım. 10 yıl öncesinde bir dönemin hislerini canlandırdı.
Bi aralar Jethro Tull – Aqualung dinleyemiyordum yine boktan bi döneme götürüyo kafamı diye. Şeker gibi de albüm.
22.11.2020
@çaksu, Şimdi aklıma geldi. Bob Dylan – Highway 61 Revisited, özellikle de Like A Rolling Stone. Bunu aşmış değilim sanırım hala. 2008′den beri dinlememiş olabilirim. Bir deneyeyim bakim.
Kötü bir dönemden de öte, o zamanki etkisiyle travmatiğe yakın, kendimi aptal durumuna soktuğum, insanlar içinde küçük düşürdüğüm çok kötü bir tecrübeyi hatırlatıyor.
To Bid You Farewell Opeth in en sevdiğim şarkısı olabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=EBdS207gMsY
ahaha müthiş cover ya… su sesi efekti, sondaki fade out falan..
Yapılmış en iyi albüm.
19.09.2021
@nomoshnocore, THE TAINTEEEEEEED… DOGMAAAAAAAAAAAA!!!
Dinlerken beni ağlatmayı başarabilmiş nadir albümlerden.
11/10
”Why can’t you see that I try?
When every tear I shed, is for you”
Şöyle bir konser kaydı var Opeth’in bu döneminden. Ben ilk iki albümü hissettirdikleri nedeniyle dinleyemiyorum ama belki henüz rastlamamış olanlar varsa bakabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=w-NM2i9bW3Q
Biz niye böyle olduk? Seviyorum seni.