Albüm çok görkemli açılıyor. Klasik müzikte önemli bir yere sahip Tchaikovsky’nin Kuğu Gölü’nün bir nevi metal türünde cover’ı olan Swan Lake gerçekten de etkileyici bir giriş. Koral vokaller, çok seslilik, bir metal grubu için bir hayli keyifli ve yeterli. Dark Moor’u önceden bilenlerin ilk dikkatlerini çekmesi gereken şey, gayet mekanik ama güçlü sound, ve vokalist Alfred Romero’nun sesindeki değişim. Evet, önceki iki albümde daha fazla kafa sesi destekli tiz vokal yapan vokalist bu albümde sesini zorlamaktan kaçınmış, en hakim olduğu notalar arasında gezinmiş çok küçük istisnalar dışında.
Öncelikle albümdeki iyi şeylerden bahsedelim, sound bir kere çok farklı. Tonlar fazla mekanik, ama birkaç dinlemeden sonra kulak alışıyor. Eee, metal bu, mekanik olacak tabii. Özellikle davullar çok delici, ama dediğim gibi benim kulağım alıştı birkaç dinleme sonrasında bu duruma. Sonrasında, hiç orijinal ve alışılmadık bir şeye rastlamasak da, melodiler dinleyeni çok güzel yakalıyor. Mesela şöyle bakın, bir ressam çok yaratıcı bir uzaylı portresi yapmış, daha önce yapılmış hiçbir figüre benzemiyor. Ama size bir şey de hissettirmedi, bir tek orijinal olduğunu kabul ettiniz. Bir de başka bir sanatçı bir ejderha figürü resmetti, daha önce binlerce kere yapılan bir figürün yeniden yorumlanışı. Ama renk kullanımı olsun, çizimleri olsun sizin hoşunuza gitti. Hangisini tercih edersiniz? İlkiyse eğer bu albümden kesinlikle uzak durun, hatta kritiğin de geri kalanını okumanıza gerek yok. Benim dinlediğim gruplar genellikle çok çığır açanlar olmuyorlar, zira atıyorum Malmsteen 17 yaşlarında bir çığır açıyor ve o yaştan sonra kendini bir yere kadar ilerletiyor. Ama 5 yaşında Malmsteen dinlemeye başlayan benzer yetenekteki bir gitarist, belki o kadar orijinal olmaz, ama çok daha farklı nüanslar yakalayabilir bence.
Belki bu örnek tam buraya oturmadı, ama özünde epey alakalı. Kulağa zaten hoş gelen bir melodiden esinlenirseniz, belki yapılmamışı yapmış olmazsınız, ama aldığınız ilhamı bir adım öteye götürebilirsiniz. Mesela The Matrix filmi çok mu orijinaldi? Asla “Ghost In The Shell” animesini ve “Dark City” filmini izleyenler eminim filme daha farklı gözlerle bakmışlardır. Ha, bazı insanların gözünde bu durum The Matrix’in değerini düşürebilir, araklamışlar şeklinde bir yafta da yiyebilirler, ama ben o bakış açısında değilim. Zira Ghost In The Shell’in konusu genel itibariyle epey farklı ve ilginçti, ama The Matrix’in dramatik etkisi bana sorarsanız daha yüksekti.
Doğaçlama olarak konuyu biraz değiştireceğim, zira bunun önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Edebi teorilerde “intertextuality” (metinler arasılık) diye bir kavram vardır, kısaca her yazılan metnin, kendi zamanındaki ve önceki metinlerle bağlantılı olduğunu, orijinallik diye bir şey aranmaması gerektiğini savunan bir teorik akımdır bu. Birçok büyük teorisyen tarafından savunulan bu fikre göre, tüm metinler bir ağ oluştururlar ve yeni bir eser yazacak yazar, bu ağın içinden çıkamaz. Yani her yazılan yeni metinde, doğru okuma ile, eski ve çağdaşı birçok eserden izler görülür. Bu teori her zaman hoşuma gitmiştir, ama diğer birçok teori gibi bunda da genellemenin bi tarafına su kaçırma vardır. Yani eminim ki ilköğrenimden sonra okumamış, sonrasında da çok az eser okuyup çok iyi eserler veren kişiler de mevcuttur. En basitinden, Nietzche’nin gözleri ve baş ağrıları sorun oluşturduğunda ve kitap okuyamaz hale geldiğinde, “aslında daha iyi oldu böylece hiçbir yazarın etkisinde kalmadan yazabilirim” demesi bile bu şüphelerimi ufak çapta da olsa kanıtlar niteliktedir. Ama genel manada bu metinler arasılık teorisi güçlü bir teoridir, ve basit bir modülasyon ile kendimize “edebiyatta varsa müzikte neden olmasın?” diye sordurtabilir. Şimdi bir tarafımdan isim oluşturmayayım, “intermusicality” falan gibi, ama eminim ki akademik müzik çevrelerinde bu bağlamda epey tartışmalar dönüyordur. Kaldı ki, hazreti Serdar Ortaç bile “7 notayla ne kadar farklı farklı beste üretilebilir ki” buyurmuştur. Bundan öte sorgulamaya girişen taş olur vallahi.
Benzer bağlamda, çok tartışılan şeylerden biri de “orijinallik mi yoksa etkileyicilik mi?” sorunsalıdır. Buna benim cevabım çok bellidir. Etkileyicilik. Ha hem orijinal olur hem de ağlatır, o zaman zaten efsane olursunuz. Ama yine edebiyattan gideyim, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen gelmiş geçmiş en büyük 3 tiyatro yazarından biri olarak gösterilen İngiliz William Shakespeare’ın hiçbir önemli metni orijinal değildir. Hatta adam o kadar çok oyun yazmış ki, birçok komplo teorisyeni Shakespeare diye biri olmadığını, birkaç farklı kişinin o isimle eserler yazdıklarını iddia etmişlerdir. Ama bana göre güzel bir okumayla, o eserlerin tek kişiden çıktığı bir biçimde hissedilebiliyor. İşte Shakespeare’in bu kadar çok eser yazabilmesinin sırrı, genelde İtalyan olmak üzere, farklı ülkelerin önemli eserlerinin kurgularını alıp baştan yazmasıdır. Yani bu da demek oluyor ki, orijinal olmadan da, farklı bir yorumla, iyi bir dramatik kurgu ile, efsane olabilirsiniz.
Albüme geri dönerken bir önceki paragrafın sonundan bahsedelim, Dark Moor ya da bu albüm efsane olacak nitelikte midir? Hayır, asla. Demiş olduğum gibi biraz doğaçlama gelişti bu alaka(sızlık). Hatta Artension kritiğim gibi epey müzik ve konu dışı şeylerle haşır neşir oldum bu kritikte de. Müzikte doğaçlama sevmeyen biri olarak böyle işler yapmam da aslında ilginç, içimden geldi valla ne diyeyim. Neyse albüm hakkında biraz daha konuşalım.
Kritiğin başında dediğim gibi, albümün inanılmaz görkemli bir açılışı var. Tahminimce koral vokallerde gerçek çok kişili korodan ziyade 3-5 vokalist kullanılmış, kanal kaydın nimetlerinden faydalanılmış. Therion koroları gibi akustik bir çok seslilik yok. Ama gayet güzel bir şekilde kotarılmış koral vokaller. Grubun vokalisti…’in karakteristik “farklı” sesi, ve klasik batı tarzı şan eğitimli konuk vokalistlerin tahmin edilesi “klasik” sesleri arasındaki tezat, albümde ciddi keyifli bir uyum yakalamışlar. 2000’ler power metalinden alışık olduğumuz gibi, davullar yine “mükemmel”. İyi anlamda demiyorum, “kusursuz” yani. İnsan çalınımı olmadıkları, stüdyoda bol bol editlendikleri, veyahut (küçük bir ihtimalle) Stratovarius davulcusu gibi “insan olmayan”, “makine gibi” (gerçek manada) bir davulcu tarafından çalınması dışında başka bir ihtimal bana mantıklı gelmiyor. Gerçi pek canlı video ya da konser takip eden bir adam da değilim, o bakımdan böyle şeyleri yapan biri benden farklı bir sonuca da oluşabilir elbette.
Albümün diğer dikkat çekici tarafları, çok iyi klavye tonları ama özellikle Finlandiya power sound’undan kaynaklanan ileri düzeyde etkilenmeler. Dark Moor, ilk dönemlerinden Rhapsody Of Fire’den ciddi etkileniyordu, tamam Fairyland gibi cıvık bi taklit grubu değillerdi, ama vokalleri olsun, parça yapıları olsun bu İtalyanlardan acayip etkilendikleri belliydi. Şimdiki vokalleri geldiğinde ise neo-klasik çizgiden ziyade, gerçek manada klasik müzik ve metali birleştirmeyi başardılar. Hem de çok iyi başardılar. “Beyond The Sea” albümleri benim gözümde eşsizdir. Hatta şimdiki tanıttığım albümden de öne koyarım onu. Ama o Finlandiya etkisi de o albümle başladı, bu da bir gerçek.
Neyse biz bu albüme sadık kalalım kritikte, zaten bin tane şeyden bahsettim. Finlandiya etkilerinden birkaç örnek vermem gerekirse, On The Hill Of Dreams parçasındaki verse vokallerin arkasındaki klavyeleri dinleyince aklınıza mutlaka Nightwish gelecek. Gelmeli bence yani… Ayrıca verse’lere kadar gitmeye de gerek yok, daha ilk gitar riff’leri Nightwish’in Phantom Of The Opera cover’ına benzemiyor mu allahaşkına? An And So Cold’un ortası sonu arası kısımlarda ise Stratovarius etkilerine rastlıyoruz. Bakın yine Fin. The Enchanted Forest parçasının da genel yapısı bir Strato parçasını andırıyor. İnanın şu anda elimde yok bu albüm, ismi de aklımdan çıkmış. Ama merak eden olursa tatil dönüşünde dinleyip söyleyebilirim. Son olaraksa, yine Finlandiya’lı bir grup olan Bodom etkilerine az da olsa rastlıyoruz. Örneğin Faustus parçasındaki lead gitarlı bir kısımda bu net biçimde algılanabilir. Tüm bunlara rağmen, temiz bir 3 parçada uygulanan scream-brutal yaklaşımların çok yerli yerinde, ve dozajında kullanıldığını da belirtmeliyim.
Kritiğe son verirken, albümün en etkilendiğim parçasından bahsetmeliyim. Swan Lake çok görkemli ve zengin bir parça. Ama Don’t Look Back parçasının o “ooooo” veya “uuuuu” lu (tam arada bir sesle söylüyor vokaller) kısımları beni benden alıyor. Çok güzel benim açımdan, resmen ruhum dinleniyor. Klavyeler harika, davullar da çok iyi yazılmış. Bence albümün en güzel parçası budur. Yine bir Nightwish esintisine rastlıyoruz, ama cidden şahane olmuş yahu. Madem bu kadar okumaya katlandınız, (ya da ilginizi çekmediyse de zeki bir edebiyat öğrencisi edasıyla ilk ve son paragrafa bir göz attınız – Edit 2= bir paragraf uzadı, şansınıza küsün uyanık tembel edebiyatçılar!!!) şu sözüme de kulak verin isterim. Bu grubun “Beyond The Sea” albümünü dinleyin, ve power metal tarzında eşsiz bir müzik dinlemiş olun. Haydin tatilime geri dönüyorum, ha havuz başında kokteyl içmiyorum ama güzel manzaralı balkonumda kırmızı şarap+peynir keyfi yapacağım az sonra. Tatil gibisi yok…
Edit: bir şeyler daha karalayasım geldi. Balkon sefası bitti. Tatilimi yaptığım evde internet bağlantısı yok, birkaç günde bir mail’lere falan bakmak için bir internet kafe’ye gideceğim. (İlk seferimi az önce yaptım) Bu kritiği de yollamak için kafe’ye yürüyordum az önce. Bu ilk yürüyüşümdü, direk deniz manzaralı bir kafeye doğru. Ama lanet olsun ki şu parmak arası terlik denen şeylerle yürümek zorunda kaldım 15 dakika boyunca, tatilimin 2. gününde. Ulan resmen İzmir – Karaburun’daki tüm süpermarketlere gittik, hatta Cenk-Erdem’deki Cenk’i gördük falan Tansaş’da. Ama normal terlik yok parmakarası sikik terliklerden almak zorunda kaldım, Kuşadası’nın şu anda kaldığım tarafında başka terlik satan yer de yok. Off nasıl rahatsız bir şey bu terlikler, artık Cenk’i gördükçe bu birkaç gün sonra kurtulacağım terlikler gelecek aklıma. Hem acıtıyorlar, hem kayıyorlar. Nasıl moda oldu, hatta klasik yazlık terlikleri sattırmayacak kadar tekel oluşturdu bu boktan şeyler hayret. Ama bir yandan da burada güneş öyle güzel batıyor ki, tupturuncu bir güneş ve etrafına yaydığı vişne suyu renkleri. Cidden Ege’deki güneş batışı başka yerde yok… Bir de güzel esiyordu az önce buraya yürürken, çoğu zaman derim ki kış çocuğuyum ben. Ama böyle esecekse, varsın yaz olsun. Ben de serin serin yatayım tembel bir ağustosböceği edasıyla aylarca; kah yatağımda, kah kumlarda…
Edit 2: Tam yazıyı hazırlayıp yollamak üzereyken kafede net gitti ve bir sonraki güne kadar gelmedi. Ama en azından normal terliklerle geldim bugün ve gayet keyfim de yerinde, hem hala esiyor püfür püfür… Sefam olsun…
Kadro Alfred Romero: Vokal
Enrik García: Gitar
Daniel Férnandez: Bas
Roberto Cappa: Davul
Şarkılar 1. Swan Lake
2. On the Hill of Dreams
3. Phantom Queen
4. An End So Cold
5. Faustus
6. Don't Look Back
7. When the Sun is Gone
8. For Her
9. The Enchanted Forest
10. The Sphinx
11. Fallen Leaves Waltz
eski albümlerine göre daha operatik oldular son 2 albümdür. pekte içaçıcı bir olay değil benim için. ama 2000′ yilinda çıkan albümlerini power metal adina bir başyapit, bir başucu albümü olarak görürüm. bir de çok sağlam bir bayan vokal vardı o dönemlerinde, yanılmıyorsam ismi the hall of olden dreams idi. kesinlikle dinlenmeli.
3.5 yıl öteden yazıyorum kusura bakmayın ama kritikte yazar ismi yok. Tahminimce Özgür Durakoğlulları’nın yazısı… O tarihte yazar kadrosunda olduğu için kadro güncellendiğinde bu yazıya adının koyulması unutulmuş olabilir.
eski albümlerine göre daha operatik oldular son 2 albümdür. pekte içaçıcı bir olay değil benim için. ama 2000′ yilinda çıkan albümlerini power metal adina bir başyapit, bir başucu albümü olarak görürüm. bir de çok sağlam bir bayan vokal vardı o dönemlerinde, yanılmıyorsam ismi the hall of olden dreams idi. kesinlikle dinlenmeli.
Bu düşük notun sebebi olarak şehirlerde oturup 45 derecede kavrulan insanlara dayatılan son iki paragrafı görüyorum. :)
Siteyi yapan arkadaşın da dediği gibi, yaz mevsimi insanın kendine yapışanı giymesidir.
3.5 yıl öteden yazıyorum kusura bakmayın ama kritikte yazar ismi yok. Tahminimce Özgür Durakoğlulları’nın yazısı… O tarihte yazar kadrosunda olduğu için kadro güncellendiğinde bu yazıya adının koyulması unutulmuş olabilir.
29.01.2014
@ali ihsan balı, Amma şımarık bi kritikti ya hakkaten. Ahmet nazikçe ayarı verdi ama, sonra uslandım (biraz). :)