Tüplü veya tüpsüz suya dalmış olanınız varsa bilir; suyun altının ne kadar sessiz ve sonsuz gözüktüğünü. Özellikle de gece dalmışsanız bu daha bambaşka bir hal alır. Işığınız varsa, ışığı tutarak aydınlattığınız ufak alan dışındaki her yer sonsuz bir karanlıktır. Işığı bu karanlığa kaydırdıkça, az önce ışığı tuttuğunuz yer karanlığa gömülür. Bu durum size çok garip, soyut bir his verir. Dışarısıyla olan bağlantınızı unutursunuz adeta.
Işığı kapattığınız andaysa, uçsuz bucaksız bir zifir içerisinde salınan bir noktaya dönüşürsünüz. Her yanınız aynıdır. Sadece sonsuz, siyah bir boşluk. Ellerinizi dahi göremezsiniz. Bir rüyadan ya da kabustan tek farkı, vücut ısınızdaki değişimdir.
AHAB bizleri Almanya’dan selamlayan bir doom metal grubu. Hem de funeral olanından. Ölesiye ağır tempolu, bir turunun tamamlanması bazen bir dakikayı aşan melodilerle ve vurulan gitar tellerinin en ufak titreşimini dahi hissedeceğiniz düzeyde kanırtan riflerle haşır neşir olan, sabır ve ilgi isteyen bir grup.
“The Call of the Wretched Sea” grubun 2006 çıkışlı ilk albümü. Kapaktan da anlaşılacağı üzere albüm, Melville’in meşhur eseri Moby Dİck’i konu ediyor. Tabii metal ve Moby Dick denince akla gelen ilk albüm “The Call of the Wretched Sea” değil. MASTODON’un “Leviathan“ı bu konuda daha bir nam salmış olsa da, “The Call of the Wretched Sea” olayı daha farklı bir yönden işlemesi sebebiyle, konsept bazında MASTODON’dan geri kalmıyor. MASTODON tüm hikayeyi dışarıdan gözleyen bir gözlemci gibi anlatırken, AHAB olayın daha içindeymiş gibi bir his yaratıyor.
Bir kere grup kendini nautik funeral doom olarak lanse ediyor. Daha bu tanımdan, AHAB’in kafayı okyanusla bozmuş olduğunu görüyoruz. Bu tanımın havada kalır olmayışına az sonra değineceğim. İkincisi grup, ismini dahi Moby Dick romanından alacak kadar bu romanı benimsemiş. Moby Dick’i avlamak için kendini yiyen kaptan Ahab’i (Eyheb okunuyor) isim olarak alan grup, iş müziğe geldiğindeyse daha farklı bir yansıma sunuyor.
Şöyle ki, “The Call of the Wretched Sea”yi dinlerken, kendinizi adeta o devasa okyanusun içinde hissediyorsunuz. Müzik öylesine ağır ve boğucu ki, sanki o ilk paragrafta bahsettiğim sonsuzluk her tarafınızı sarmış, milyarlarca galon tuzlu su içerisinde, Ahab’in tepenizde belli belirsiz gözüken teknesinin loş silüetini görüyorsunuz. Evet, AHAB’in “The Call of the Wretched Sea”de başardığı, MASTODON’un “Leviathan”ından farklı yaptığı şey bence bu. Tüm bu olayı, size balinanın gözünden yaşatmak. Sözlere bakınca böyle bir çaba görülmese de, müziğin eziciliği bu tarz bir hava yaratıyor. Suda ağır hareketlerle ilerleyen bir ispermeçet balinası gibi ilerliyor tüm o gitarlar, baslar, vokaller.
Belgesellerde görmüşsünüzdür. Suyun içindeki kamera, sabit şekilde durarak önünden geçmekte olan devasa balinayı çeker. O hayvan belki de on, on beş saniye boyunca geçer, bir türlü bitmek bilmez. İşte Below the Sun’un ilk gitar rifinin bana hissettirdiği görüntü bu.
Albüm ağır diyorduk, oradan devam edelim. Yukardaki videonun aksine, Below the Sun’ın orijinalinde gitar ve davulun bu girişi iki dakikayı buluyor. Kimi yorumlarda “Okyanus vokalleri” diye bahsedilen aşırı brutal vokallerle desteklenen ezicilik, her enstrümanın bu yöndeki bilinçli tercihleri yardımıyla albümün sonuna dek sürüyor. İki dakikalık Of the Monstrous Pictures of Whales’i saymazsak, karşımızda toplam altmış altı dakika süren altı şarkı olduğunu görüyoruz. Grup bazen bir rifi uzun süreler tekrarlasa da, şahsen sıkıldığım bir an olmadı. Bir şekilde albümün içine girebildikten sonra sürelerin çok da önemi kalmıyor zaten.
Azıcık da gruptan bahsedip sona yaklaşayım. AHAB’in belkemiği, aslen Liv Kristine’in kardeşini de barındıran gotik/folk metal grubu MIDNATSOLL’un gitaristi Daniel Droste ve yine MIDNATSOLL’un eski gitaristi Christian Hector’dan oluşuyor. Gitar sound’u, arkasındaki bas ve üzerlerine höyküren ne dediği anlaşılmayacak kadar ağır ve yoğun brutal vokalle birleşince, sabahtan beri bahsetmeye çalıştığım o devasa ses duvarı yaratılmış oluyor. Onların haricinde davulcu Corny Althammer da böylesi yavaş bir müziğe yazılabilecek en güzel ve yaratıcı davul partisyonlarını yazmış.
Eğer doom metalinizi iki trampet vuruşu arasında yemek yiyip dönebileceğiniz kadar yavaş seviyorsanız, gerçek anlamda boğucu ve “ağır” bir atmosferin yaratıldığı bu albümü denemenizi öneririm. Bu yaz günlerinde çok kolay olmayabilir ve bir yerden sonra yorabilir, ancak doom metale/funeral doom’a karşı en ufak bir ilginiz varsa, “The Call of the Wretched Sea”den bir şeyler kapacağınızı da garanti edebilirim.
Funeral Doom’dan zerre haz etmem, lâkin The Pacific epey hoşuma gitti. Bir şans verelim bakalım.
Vaay sitede doom kritiği hem de funeral.
Moby Dick’in ne ekmeği yendi arkadaş.
grubun ismi çok değişik. bu türde funeral’ın “tragedies” albümü bence bir numaradır ama çok fazla albüm çıkmadığından bir bakmakta fayda var.
vay anasini kritige kos.gozlerim yasardi lan resmen.
Ahab’i ısrarla “ağhap” diye okumak
Doom’a daha yeni yeni girişmeye başlamış olmama rağmen bu albümü hayli rahat sindirdim. Gayet güzel albüm.