Göller, saunalar ve sivrisinekler ülkesi Finlandiya’ya ayırdığımız bu güzide haftanın bugünkü konuğu, yalnızca iki albüm çıkarmış olmalarına rağmen bir anda türün devleri arasına ismini yazdırmayı başarmış, konserlerin, festivallerin aranan grubu haline gelmiş, coşkulu canlı performanslara imza atan çılgın Finler’den kurulu TURISAS.
TURISAS, ilk albümünü 2005 yılında “Battle Metal” adıyla piyasaya sürdü. Albüme olacakları öngörerek, bilerek ve isteyerek mi bu ismi verdiler bilmiyorum ama, grubun yaptığı müzik bir anda Battle Metal olarak anılmaya başlandı. Tabi aslında bu battle metal denen nane, folk metal, power metal ve senfonik metalin bir karışımından ibaret diyerek bütün karizmasını yerle bir edebiliriz. Gerçi bana sorarsanız karizma bir tarafı da yok ya, neyse.
Grup folk metal camiasına mensup, evet. Ama bu camia içerisindeki gruplar arasında senfonik metale en yakın gruplardan biri olduğu aşikar. Vermek istedikleri epiklik hissini büyük ölçüde orkestrasyon ve koro vokaller yardımıyla kotarıyorlar. Aslında bu senfonik zımbırtılar normalde beni epey bayıyor, bazen bir metal albümü mü yoksa savaş filmi soundtrack’i mi dinliyorum anlayamıyorum. Bu unsurun yoğun olarak kullanıldığı “Battle Metal” albümünü baştan sona hiç dinleyemedim diyebilirim. Müziği bastıran bu yoğun senfonikliğin üzerine bir de gereksiz uzatılmış şarkı süreleri ve sürekli tekrar eden bölümler de eklenince, TURISAS’a ve ilk albümüne uzun süre üvey evlat muamelesi yaptım. Grup ikinci albümleri “The Varangian Way” ile her şeyin çok daha oturmuş olduğu ve epiklik uğruna şarkıları uzatmaktan vazgeçtikleri bir çalışma ortaya koydu. İlk albüme hâlâ üvey evlat muamelesi yapıyorum, o ayrı.
“The Varangian Way” konsept bir albüm olma özelliğini taşıyor. Nedir bu konsept, kısaca değinelim. “Varangian”, 9. yüzyılda şimdiki Rusya ve Ukrayna’yı geçerek güneye ve doğuya (o zamanlar Bizans’ın merkezi olan İstanbul’a da tabii) giden Vikingler’e verilen bir isim. Albümün adından da anlayabileceğiniz gibi, albümde bir grup savaşçının bu rotayı takip ederek İstanbul’a gidişi anlatılıyor. Hikayeyi anlatan kişi, Haakon the Bastard da mahallede piç Hakan diye çağırılmaktan bıkmış olacak ki, bu yolculukta nereden geldiğini, kim olduğunu bulmayı umuyor bir yandan. Son şarkı “Miklagard Overture”da İstanbul’a varılıyor ve bu şarkıdaki ipuçlarından yola çıkarak grubun şu an üzerinde çalıştığı yeni albümünün İstanbul’dan başlayarak bu konsepti devam ettireceğini düşünüyorum. Konsept hakkında detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler şu adrese bakabilir.
Biz gelelim albüme. To Holmgard and Beyond gibi grubun ve albümün sound’unu çok iyi açıklayan bir şarkıyla giriyor albüm. Daha önce de belirttiğim gibi, orkestrasyonun çok önemli bir rol oynadığını, bunun yanında akordeon ve kemanın zaman zaman ön planda, zaman zaman bu heybetli senfonik olayların arkasında kendi halinde takıldığını görüyoruz. Benim gibi folk metalini senfonik değil de, gitarlı, kemanlı, sade sevenler için itici olabilecek bir unsur bu. Tabii bu kişisel bir olay olduğu için bir eksi olarak göremem. Senfonik metalden hoşlananlar gayet seveceklerdir.
Grubun nakarat yazımında gayet başarılı olduğunu söylemek mümkün. To Holmgard and Beyond, Fields of Gold gibi şarkılar gayet akılda kalıcı nakaratlar barındırıyorlar. Albümde diğer şarkılardan sound olarak bariz şekilde ayrılan iki parça var. Bunların çeşitlilik açısından gerçekten ferahlatıcı olduğunu düşünüyorum. Yoksa bir süre sonra bütün bu heybetli sound “fazla” gelmeye başlıyor. Bahsettiğim şarkılar ise Cursed Be Iron ve In the Court of Jarisleif.
Cursed Be Iron, sözleri Kalevala Destanı’ndan direk alınıp çevrilmiş olan, basit ama gaz bir rif etrafında dönen, senfoniklikten eser barındırmayan, dur-kalklı temposuyla ve vokalistin hem fısıltı hem de brutal vokaliyle dikkat çektiği keyifli bir parça. Okuduğum farklı kritiklerde olayın senfonik kısmını sevenlerin bu şarkıyı genelde sıkıcı bulduğunu gördüm. Bana ilaç gibi geldi valla. Neyse, bahsettiğim diğer şarkı ise 3 dakika süren, sound’daki folk etkisinin tavan yaptığı, Balkanlar’dan fırlamış melodilerin insanı coşturduğu, bence albümdeki en keyifli parça. En azından buna bir şans vermenizi öneririm, albümün genel sound’una çok ters olsa da şöyle kurtlarınızı dökersiniz en azından.
Yeri gelmişken söyleyeyim, grubun canlı performansları gerçekten görülmeye değer. Özellikle böyle eğlenceli şarkılar inanılmaz oluyor. Normalde sevmeyeceğiniz şarkılar bile canlı icra edildiğinde farklı bir parçaya dönüşüyor sanki. Yüzlerine savaş boyası sürmeyi ve yünlü şeyler giymeyi de ihmal etmiyorlar tabi. İmaj, sözler ve sound açısından TURISAS’ın kolaylıkla nefret edilebilen bir grup olduğunu düşünüyorum. Ama grubun kendisinin gayet eğlenceli ve komplekssiz olduğunu söyleyebilirim. O yüzden siz de fazla takmayın ve bir şans verin derim. Bir dakika lan bitiriyorum gibi oldu ama dur daha vokalistten bahsedip toparlamam lazım bir de.
Evet ne diyorduk, vokalist abi Mathias Nygård. İlk albümden bu yana kendini geliştirmiş belli. Hem temiz söylediği kısımlarda (aksanına da hastayım bu arada, bkz. Cursed be Iron), hem brutal vokalde hem de koro tarzında gayet başarılı iş çıkarmış. Grubun epik sound’una gayet iyi gidiyor ve albümün de önemli unsurlarından biri.
Power metal, senfonik metal ve folk metal dinleyenleri ortak paydada buluşturabilecek bir albüm “The Varangian Way”. Zaman zaman “ne alaka şimdi” dedirten bölümler (Miklagard Overture’un ortasında stüdyoya 20 saniyeliğine DREAM THEATER’ın dalması?) ve bir süre sonra bayma ihtimali yüksek senfonik zımbırtılara rağmen eğlenceli bir albüm.
2007’den beri suskun olan grubun (tabii konserlerde gayet aktifler) yeni albümünü beklememe yetiyor kesinlikle.
Kadro Mathias D.G. "Warlord" Nygård: Vokal, klavye, programlama
Jussi Wickström: Gitar
Hannes "Hannu" Horma: Bas
Tuomas "Tude" Lehtonen: Davul, perküsyon
Olli Vänskä: Keman
Lisko: Akordeon
Şarkılar 01. To Holmgard And Beyond
02. A Portage To The Unknown
03. Cursed Be Iron
04. Fields Of Gold
05. In The Court Of Jarisleif
06. Five Hundred And One
07. The Dnieper Rapids
08. Miklagard Overture
Korpiklaani’den sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki Turisas’ta coşmayacak Türk seyircisi olamaz.
16.07.2010
Şurada coşmamak mümkün mü yahu?
http://www.youtube.com/watch?v=iQzgfvmFnj8
şu albümü evde göbek ata ata dinliyorum fakat son albümlerine bi türlü ısınamadım. onun da bi kritiği gelse de biraz sitem etsek