Yıllardır şikayet edip duruyoruz, hor görüyoruz, aşağılıyoruz, vokallerine gey diyoruz, yerden yere vuruyoruz ve haksız da sayılmayız. Bir müzik türü bu kadar mı batağa saplanır, bu kadar mı kısır döngüden kurtulamaz, bu kadar mı yıllarca aynı şeyi yapar durur? Hakikaten de bir alt tür, metalin olmazsa olmaz kurallarından olan heyecan vericilikten bu kadar uzak kalmamalıydı doğrusu. Artık orjinal bir şeylerin üretilmesinin ve bu tarzın tekrar uyandırılmasının zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Evet, power metal’den bahsediyorum.
Çok şükür bizimle aynı şeyleri düşünen birileri varmış da duruma el atmış. Futbola olduğu kadar metale de olan yetenekleriyle artık iyice göze batmaya başlayan Brezilya’nın gururu Angra, inanılmaz bir prog/power ziyafetiyle 2004 yılına damgasını vurdu diyebilirim. Bu müziğe git gide daha çok yakışmaya başlayan etnik enstrumanlarıyla, görkemli orkestral düzeniyle, standartın çok çok üzerinde enstruman hakimiyetleriyle, harika vokalleriyle, ön planda olan fakat hiçbir şekilde suyu çıkmayan progresifliğiyle ve nefis şarkı yazım yeteneğiyle “Temple of Shadows”, bizi olağandışı bir albümün beklediğini daha ilk notasıyla müjdeleyen kusursuz bir çalışma.
Bir kere öncelikle şunu söylemek istiyorum ki, power metal yapısı itibariyle görkemli, yeni bilenmiş ve cilalanmış bir kılıç gibi parıl parıl parlayan, ihtişamlı bir tür olduğu için bu türe konsept hikayeler çok yakışıyor ve ben bu tip albümleri daha çok seviyorum. “Temple of Shadows”ta da kulaklara layık güzel bir konsept hikaye var. Gitarist Rafael Bittencourt tarafından yazılmış olan bu hikaye 11. yüzyılda yaşamış bir Haçlı’nın kiliseyle ters düşmesi, gerçek kaderini öğrenmesi ve bu uğurda yeni bir inancı yaymaya çalışmasını anlatıyor. Hikaye için yarı kurgusal, yarı gerçek diyebiliriz. Zira hikayenin kahramanı olan Shadow Hunter hayal ürünü olsa da, o zaman içinde yaşanmış olan gerçek olaylara ve kişilere hikaye içinde rastlamak mümkün.
Örneğin, Shadow Hunter bir şarkıda Drakon Muharebesi ve Xerigordon Kuşatması’nda Kılıç Arslan’ın kuvvetlerine karşı çarpışırken, başka bir şarkıda Ölü Deniz Parşömenleri’nden bahsedebiliyor, bir diğer şarkıda ise Haçlılar’ın 1099 yılında Kudüs’ü kuşatması sonucu Müslüman olan eşi ve iki çocuğunu kaybedebiliyor. Açıkçası baştan sona ejderhalarla ve ucubik yaratıklarla dolu yüzde yüz fantastik bir hikayedense, bunun gibi gerçeğe daha yakın hikayeleri tercih ediyorum.
Gelelim hikayenin en büyük destekçisi olan müzisyenliğe. Şöyle söyleyeyim, uzun yıllardır herhangi bir albümde böylesi güzel bir söz/müzik uyumunun yakalandığını görmemiştim. Hikayedeki kahramanın duygularına göre müzik o kadar güzel değişiyor ki, şarkı sözlerinden bihaber olsanız bile duyduğunuz müziğe göre o an ne anlatılıyor, kahraman hüzünlü mü yoksa şu anda bir zafere mi koşuyor, rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Mesela No Pain For The Dead şarkısının ilk bölümünde Shadow Hunter’ın ölen karısını ve çocuklarını gömmeye hazırlanırken yaşadığı hüznü derinden hissederken, şarkının ikinci yarısında Shadow Hunter’ın karısı ve çocuklarının bundan böyle daha fazla acı çekmeyeceğini anladığı anda hissettiği o buruk huzuru da grup dinleyiciye en iyi şekilde yansıtmayı başarıyor. Bu sadece tek bir örnek. Albümde bunun gibi daha pek çok tüyler ürpertici anı yaşamak mümkün. Bu bakımdan Angra dinleyiciye hissettirmek istedikleri konusunda muazzam bir başarı yakalamış.
Tabii bu başarının tek sorumlusu enstrumanlar değil. Vokalist Eduardo Falaschi’nin de bu başarıdaki katkısı büyük. Olabildiğince geniş perdeli seslere power metal’de rastlamaya zaten alışkınız fakat bu arkadaşın sesinin ciddi bir karakteri var. Grubun önceki vokalisti (aynı zamanda Avantasia’nın da konuk kadrosunda bulunan) Andre Matos’un da çok iyi bir vokalist olduğunu düşünmeme rağmen Eduardo Falaschi’nin Angra’ya daha çok yakıştığını düşünüyorum. Şöyle ki, Andre Matos’un sesi daha metal ve yüksek notalarda dolaşabiliyorken, Eduardo Falaschi’nin sesi daha kadife ve daha hisli olabiliyor, bu durum da kendisini “Temple of Shadows” gibi duygu patlaması olan bir albüme daha uygun kılıyor. Kısaca, Andre Matos fantastik öykülerin sesiyken, Falaschi daha gerçek ve duygulu öykülerin sesi bana göre.
Albümde Falaschi’ye eşlik edenlerin de ayrı ayrı efsane olduğunu belirtmekte fayda var. Helloween efsanesinin sorumlularından ve bana göre gayet karakteristik bir sesi olan Kai Hansen ve ALEMLERİN YARATICISI Hansi Kürsch birer şarkıda Falaschi’nin partnerleri oluyorlar. Özellikle Hansi’nin sesi yine dağları delerken Kai Hansen de sivri ve yırtıcı vokaliyle atmosfere sağlam katkıda bulunuyor. Brezilya’nın önemli isimlerinden Milton Nascimento da (itiraf ediyorum ben de bu ismi ilk defa duydum) Portekizce vokaliyle son şarkıya ayrı bir yorum getirirken Avusturyalı senfonik grubu Edenbridge’in hatun vokali Sabine Edelsbacher de No Pain For The Dead şarkısında birkaç paragraf önce bahsettiğim o “buruk huzur” hissinin sorumlularından oluyor. Bu arada bu Edenbridge grubunu daha önce hiç dinlememiştim ve bu konuk vokallik mevzusundan sonra hanım kızımıza karşı hafif bir sempati beslemeye başlamıştım fakat Edenbridge ile aşağıdaki klibi yayınladıktan sonra kendisinden inceden tiksinmedim değil. Bu ne lan kaşı gözü durmuyo.
Hemen hemen her albüm kritiğimde kullandığım “bonus paragraf” hakkını bu albümde davulcu Aquiles Priester ve basçı Felipe Andreoli için kullanmak istiyorum. Önce Aquiles. Albümün progresif yükünü en çok çekenlerden biri işte bu arkadaş. Muazzam tekniği ve çalış stiliyle tüm albümü sayesinde ağzım açık dinliyorum. Özellikle Waiting Silence’da coştuğu bazı yerler var ki, pek az davulcunun sahip olduğu bir hayal gücünün ürünü olduğu apaçık belli. Aynı şarkıda Felipe Andreoli’nin de “vaaoov o da neydi öyle ha beybi” dedirttiği bazı yerler de var, ki bu cümleden artık Waiting Silence’a özellikle dikkat etmeniz gerektiğini anlamışsınızdır herhalde. Diğer şarkılara da dikkatle kulak kesilirseniz Andreoli’nin delirdiği diğer anları da yakalamanız gayet olası.
Albümün prodüksiyonu için hangi övgü kelimesini kullanacağıma karar veremedim fakat şurası kesin ki bu kadar yoğun ve katmanlı bir müziğin bu kadar net ve rahat duyulabilmesi büyük emek isteyen bir iş. Klasik vokal, gitar, bas, davul dörtlüsüne Brezilya’nın binbir çeşit etnik enstrumanın ve orkestral düzenin eklendiğini düşünürsek, prodüksiyonun hakikaten de inanılmaz olduğunu söylemeliyim. Bu bakımdan prodüktör Dennis Ward’ı kutlamak gerek. Ders niteliğinde, mükemmel bir çalışma.
Yavaş yavaş kapamak gerekiyor, toparlayayım. “Temple of Shadows”, birkaç istisna dışında yıllardır kayda değer bir işin çıkmadığı power metal türü için camları açmış, odaya oksijen girmesini sağlamış ve nicelerine ilham verme potansiyeline sahip şahane bir albüm. Şarkı yazımıyla, enstruman hakimiyetiyle, hikayesiyle, prodüksiyonuyla, kısaca her şeyiyle insanı böylesi bir doyum noktasına ulaştıran gerçekten az power metal albümü var.
Yanlış anlamayın, bir power metal gurusu sayılmam fakat bu müzikten az çok anlıyorsam, “Temple of Shadows”un bu yoğunluyla bir gün mutlaka kült albüm statüsüne yükseleceğini düşünüyorum. Bu sebeple bu albümün değerini bilin ve kendinizi şanslı sayın. Çünkü Angra isminden halen bihaber olan o kadar çok insan var ki.
Kadro Edu Falaschi: Vokal
Kiko Loureiro: Gitar
Rafael Bittencourt: Gitar
Felipe Andreoli: Bas
Aquiles Priester: Davul
Şarkılar 1. Deus Le Volt!
2. Spread Your Fire
3. Angels and Demons
4. Waiting Silence
5. Wishing Well
6. The Temple of Hate
7. The Shadow Hunter
8. No Pain for the Dead
9. Winds of Destination
10. Sprouts of Time
11. Morning Star
12. Late Redemption
13. Gate XIII
Yani kült veya değil, Angra’nın ve özellikle bu albümün daha çok tanınması, daha çok dinlenmesi gerekiyor bence… Angra’nın ikinci sınıf bir power metal grubu olduğunu düşünen varsa bence bu albümden sonra tekrar değerlendirme yapabilir. 2000′li yıllarda iyice standart hale gelmeye başlayan power metal için yeni soluk getiren albümlerdendir ”Temple of Shadows”. Prodüksiyon, müzikal kalite ve teknik performans açısından çok üst düzey bir albüm, bas gitar dahil performanslar müthiş, ayrıca ”Temple of Hate” şarkısında Kai Hansen (Helloween, Gamma Ray, Iron Savior, Unisonic) ve ”Winds of Destination” daki Hansi Kürsch (Blind Guardian, Demons & Wizards) abilerimizin performansları da çok başarılı. Bu albüm aslında power olduğu kadar da bir progresif metal albümü, özellikle ikinci yarıda genel olarak daha düşük tempo, daha progresif ve deneysel bir tarz var ama kalitede herhangi bir düşüş yok, hani ”bana cayır cayır, safkan power metal olsun” diyenler bu yüzden sevmeyebilir, albümün süresi de 13 şarkı ile 66 dakika civarında, onun haricinde ben herhangi bir kusur duyamadım, bulamadım :) Metalstorm sitesinde bir kullanıcının yorumun paylaşmak isterim; ”Dream Theater Brezilyalı olsaydı, power metal’i sevseydi ve taşaklı bir vokalisti olsaydı böyle bir albüm olurdu” :) Son olarak baterist Aquiles Priester abimizden video paylaşmak isterim, kendisi ”hayvani davulcular” kategorisindedir, adı bile şekil zaten, insan o isimden birşeyler bekliyor doğal olarak :)
kaliteli bir topluluk ve iyi bir albüm ama “fireworks”ü daha çok sevmiştim.
Shadow Hunter’ın karısı ve çocuklarının bundan böyle daha fazla acı çekmeyeceğini anladığı anda hissettiği o buruk huzuru mu? :))
30.07.2010
@kantele, ne diyon olm saçmalama sabah sabah
01.08.2010
@kantele, bir sorun mu var memur bey?
02.08.2010
@Berca B., yaşandı bitti saygısızca.
baya beğendim ki türe oldukça uzak biriyim. teşekkür ederim.
Yani kült veya değil, Angra’nın ve özellikle bu albümün daha çok tanınması, daha çok dinlenmesi gerekiyor bence… Angra’nın ikinci sınıf bir power metal grubu olduğunu düşünen varsa bence bu albümden sonra tekrar değerlendirme yapabilir. 2000′li yıllarda iyice standart hale gelmeye başlayan power metal için yeni soluk getiren albümlerdendir ”Temple of Shadows”. Prodüksiyon, müzikal kalite ve teknik performans açısından çok üst düzey bir albüm, bas gitar dahil performanslar müthiş, ayrıca ”Temple of Hate” şarkısında Kai Hansen (Helloween, Gamma Ray, Iron Savior, Unisonic) ve ”Winds of Destination” daki Hansi Kürsch (Blind Guardian, Demons & Wizards) abilerimizin performansları da çok başarılı. Bu albüm aslında power olduğu kadar da bir progresif metal albümü, özellikle ikinci yarıda genel olarak daha düşük tempo, daha progresif ve deneysel bir tarz var ama kalitede herhangi bir düşüş yok, hani ”bana cayır cayır, safkan power metal olsun” diyenler bu yüzden sevmeyebilir, albümün süresi de 13 şarkı ile 66 dakika civarında, onun haricinde ben herhangi bir kusur duyamadım, bulamadım :) Metalstorm sitesinde bir kullanıcının yorumun paylaşmak isterim; ”Dream Theater Brezilyalı olsaydı, power metal’i sevseydi ve taşaklı bir vokalisti olsaydı böyle bir albüm olurdu” :) Son olarak baterist Aquiles Priester abimizden video paylaşmak isterim, kendisi ”hayvani davulcular” kategorisindedir, adı bile şekil zaten, insan o isimden birşeyler bekliyor doğal olarak :)
https://www.youtube.com/watch?v=K5mm-qaCiw4