Danimarka Milli Futbol Takımı 1992′de İsveç’te yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda şampiyon oldu. Takımda Michael ve Brian Laudrup orta sahada rakip takımlara geçit vermediler.
Daltonlar, hınzırlıklarıyla Vahşi Batı’nın anasını ağlattılar, Red Kit’e bile illallah dedirttiler.
Süper Mario kardeşler, geçimlerini muslukçuluktan sağlayıp fantastik ortamlara aktılar.
Evet.
Bunların hepsi kardeştiler.
Kardeşlik önemli bir şeydir. İki kardeş bir araya geldiğinde ortaya Double Dragon gibi, çift patlarlı motor gibi bir şey çıkar. Bakın Paris Hilton‘a. Onun da kardeşi var, o da motor.
Bugünkü konumuz, metal âlemindeki kardeşlerin en kutlularından Jarzombek’ler.
WATCHTOWER’ın uykuya yatmasının ardından elinden bir dizi ameliyat geçiren ve birkaç yıl gitar çalamayan Ron Jarzombek, SPASTIC INK adlı bu ücubik oluşumu 1993′te kurmuştu. O dönem RIOT’ta çalan kardeşi Bobby’yle ve birtakım başka müzisyenlerle de desteklenen grup, ta o zamanlardan yazdıkları şarkıları, şirketlerden gelen “Hafız iyi güzel çalmışsın da, böyle dinlemesi zor, üstüne üstlük enstrümantal bir şeyi biz kaç kişiye satabiliriz ki?” yorumları yüzünden yıllarca bekletmiş, takvimler 1997′ye geldiğinde de kısa bir süre sonra batarak gruba binlerce dolar kaybettirecek olan Alman Dream Circle’dan yayınlamışlardı.
Önce Ron Jarzombek’ten başlayalım. 100 Greatest Metal Guitarist adlı kitap tarafından metal tarihinin en “hak ettiği değeri görmeyen” gitaristi olarak nitelendirilen Jarzombek, kimi yorumlarda teknik metali bulan kişi olarak da anılıyor. Özellikle teknik death metal sahnesinden bir hayli övgü alan Jarzombek, yakın zamanda da Muhammed Suiçmez tarafından büyük bir ilhâm kaynağı olarak gösterilmişti. En temizi biz susalım o konuşsun.
Böyle kısa bir pasaj verince çok anlaşılmamış olabilir, ama neyseki sayfada başka videolar da var. Devam edelim. Sonraki Jarzombek’imiz ise Bobby olan. RIOT ve HALFORD’la çaldığı sırada abisine katılan bu insanlıktan çıkmış davulcu, ritim takibi, tempo değişimi, aksaklık gibi kavramların içini boşaltan bir mekanizmaymışçasına, akıl almaz zorlukta işler yapabilen bir öküz olarak çıkıyor karşımıza. Bu terbiyesiz evladını da aşağıdan görün.
E ama yuh birader. Hakikaten yuh. Bunların anne babası, anneannesi dedesi Polonya’nın neresinden yola çıkıp da Amerika’lara geldi bilmem, ama nasıl bir gazmış ki ikisi de ellerine geçen ilk enstrümanı yemiş bitirmiş, üstüne de sigara yakmışlar. Aha bir de üçüncüleri varmış, o da klavye çalıyormuş bir yerlerde. Bunalıma mı girelim istiyorsunuz, müziği hayatımızdan çıkaralım diye mi kasıyorsunuz, ne pis insanlarsınız lan siz.
“Ink Complete”, bu ruhsal sorunları bulunan grubun ilk albümü. Enstrümantal takılan, içinde başka çok az grupta duyabileceğiniz düzeyde psikopatlıklar barındıran, dinlerken saygı duruşuna geçme isteği uyandıran bir teknik gövde gösterisi. Teknik olmasına teknik olan “Ink Complete”, Ron Jarzombek’in farklı etkilenimlerini de yansıtabilmesinden mütevellit, bir hayli zengin bir müzikâl yelpaze sunuyor. Klasik müzikten tutun da STEVE VAI’ın o su gibi akan notalarından esinlenerek yazılmış eşsiz sololara kadar üstün müzisyenlik gerektiren pek çok unsur, bu benzersiz albümde sizleri bekliyor. İşte albümdeki favori parçam:
İcra açısından bahsetmeye gerek olmayacak düzeyde hasta şarkılar barındıran albümde, Ron Jarzombek’in müzik dehasını görmemizi sağlayan sayısız durum mevcut. Bunlardan en bilineni ve önemlisi, elbette ki Bambi olayı. Çizgi film, özellikle de çizgi film müziği hayranı olan Ron Jarzombek, “Ink Complete”de müzik dünyasında eşi görülmemiş olabilecek bir şey yapıyor ve A Wild Hare adlı şarkıyı, bütünüyle ünlü Disney çizgi filmi Bambi’nin üstüne kuruyor. Ne demek istediğimi aşağıdaki videodan görebilirsiniz. Gerçekten de dahiyane bir çalışma.
Benzer bir manyaklık daha verelim:
Böyle iki ruh hastasının yer aldığı bir grupta, bas gitarist de unutulmamalı elbet. Bobby’nin RIOT’dan arkadaşı Pete Perez de “Ink Complete” boyunca bas gitar dersi gibi bir performans sergiliyor. RIOT öyle fazla teknik bir grup değildir, ama meğer ne cevherler varmış Perez abide. Sayfadaki herhangi bir şarkıyı dinleyerek kendisinin yetenekleri hakkında istemediğiniz kadar fikir edinebilirsiniz.
Son olarak yine Bobby’den bir şey verelim. Geleceğin davulcu adayları. Siz unutun o işi. Hiç bulaşmayın. Bakın burada davula tecavüz eden var, gerek yok yani kasmanıza.
Böyle bakınca, -içinde haklılık payı da barındıracak şekilde- biraz fazla masturbasyon ve teknik kasış gibi görünse de, “Ink Complete” WATCHTOWER’ın anısını da devam ettiren, caz ve fusion gibi çok farklı etkilenimlerle zenginleştikçe zenginleşen bir progresif metal çalışması. Alışık olmayan kulaklar için dinlemesi zor, alışması daha da zor olan bu yapıtı, en azından Ron Jarzombek’in biraz daha fazla insan tarafından tanınması adına deneysel müzisyenlik dinlemek isteyenlere öneririm. Dünyanın en özel albümü değil belki, ama en azından buna benzeyen öyle pek fazla albüm yok.
Kadro Ron Jarzombek: Gitar
Pete Perez: Bas
Bobby Jarzombek: Davul
Şarkılar 1. The Mad Data Race
2. A Morning With Squeakie
3. Just A Little Dirty
4. See, And It's Sharp!
5. Suspended On All Fours
6. A Wild Hare
7. Harm And Half-Time Baking Shuffle
8. To Counter And Groove In E Minor
9. That 178 Thing
10. Eighths Is Enough
11. Mosquito Brain Surgery
Abi bildiğin deli işi bu albüm. Yani öyle “OFF DELİ ÇALIYOLAR YAA” değil. Bildiğin, saf, katıksız deli bu herifler. Zaten Bobby’nin davul çalarken resmen vücudunu sektirmesinden de belli oluyor adamlardaki gariplik.
yalnız ben youtube’a girebilmeme rağmen bu sayfadaki videoları acılmıyor bende. youtube-nocookie.com adresinden alınmış galiba videolar. o sayfaya ulaşamıyor bilgisayarım. videoları izleyemedim bi türlü
şu albümü 2003 yılında dinlesem belki hastası olurdum (oldum da zaten) ama zaman geçiyor, fikirler değişiyor. artık spastic ink gibi, spiral architect gibi grupların (ve zibil gibi türevlerinin) ne yapmak istediğini daha doğrusu nereye varmak istediğini anlamakta güçlük çekiyorum. kompozisyon-hissiyat-müzikalite ve teknik dengesinde ipin ucunu kaçırdığın zaman olay bir anda şova dönüyor. müzik değil de bir tür spor izlediğin duygusuna kapılıyorsun. mick barr gibi adamlar mesela bu olayın bokunu çıkarırsan nereye varacağın konusunda süper fikir veriyor. neydi şimdi bu diyip kapatıyorsun. ( http://www.youtube.com/watch?v=-plG6mmyI_I )
tabi bundan watchtower yeni albüm çıkarınca almam sonucunu çıkarmamak lazım. haliyle bulur bulmaz atlarım ama bu biraz da eski günlerin hatırına olur. yoksa eskisi gibi playera koyup aylarca dinleyebileceğimi sanmıyorum. bu türü sıkılmadan dinleyebilmek için çok çok usta bir bestecilik lazım. bestecilikten de kastım sadece armoni uyumu değil. su gibi akan bir albüm olması lazım. bu şart sağlanamazsa ne kadar usta enstrüman kullanımı olursa olsun artık bende 5-6 tur anca döner, sonra rafta tozlanmaya terkedilir.
Jarzombek biraderler müziğin başına gelmiş en kaçık ikili. Teknik mastürbasyonun ötesinde, çok farklı kafada bişey yaptıklarını düşünüyorum bunların, denge bırakmayan bi müzikleri var. Ama Spastic Ink, Watchtower ve Blotted Science’ın yanında başarısız bir girişimdir bana kalırsa. Fusion yedirilmiş albümler içerisinde Bozzio Levin Stevens favorimdir kesinlikle, her ne kadar metale yakın bir proje olmasa da.
Yeni bir davulcu adayı olarak direk en alttaki şarkıyı açtım ve inanılmaz şeyler duyacağımı sandım.Yanılmışım.Ben bunu daha öncede dinledim.Rat Salat’ın aynısı bu.Tek gitar riff’i üstüne dönen bateri atakları[Ya da solosu].Aynı şarkı işte.Sadece Rat Salat’ın olduğu zamanlarda ikili pedalı daha icat etmemişti Thomas Edison (:
daha önceden 3 aşağı 5 yukarı ne olduğunu biliyodum bu projenin, ama adamakıllı bi baştan sona dinleyeyim dedim bugünlerde ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum şimdi de. öncelikle ilk şarkılar insanın suratında sırıtma ifadesi yaratıyor gerçekten, tabii bunun sebebi dinlerken yakaladığımız zeka pırıltıları. albümdeki en iyi şarkıların 4,1 ve 2. şarkılar olduğunu düşünüyorum. ama sonlara doğru, dinlerken sıkıldığımı hissettim açıkçası. az önce de a wild hare ve the cereal mouse’u klipleriyle birlikte izleyince adamlara duyduğum saygı biraz daha arttı. misal, klibi izlemeden önce a wild hare’de niye öyle kesik kesik saçma, sıkıcı gitar melodileri var ki diye düşünürken, şimdi o bölümlerin çizgi filmdeki konuşma bölümleri olduğunu öğrendim.
ANCAK…şimdi ortada inanılmaz bir bateri, bas gitar ve kendine özgü bir gitaristlik ve oldukça orjinal bir fikrin üstüne kurulmuş şarkılar var. a wild hare klibi bile başlı başına dahiyane bir çalışma, ama bu kadar ilginçliğe ve orjinalliğe rağmen bu albüme 8 puan vermem için, içerik olarak beni eğlendirmesi gerekiyor, dinlerken bildiğin keyif almam gerekiyor. bu albüm tekrar tekrar sırf ayrı ayrı bateri ve bas gitar için dinlenebilir olsa da, eğer albümün geneli yukarda bahsettiğim 1,2,4. şarkılar kalitesinde olsaydı albümden daha memnun bi şekilde ayrılırdım. dün gece albümü 3 veya 4. kez dinledikten sonra sırf “ulan 8 puan vermek istiyorum böyle orjinal bir albüme, hadi ikna et beni” diyerekten bir kez daha dinledim ama ne yapsam da yapılan işi beğensem de albümün tümünden keyif alamadığım için üzülerekten 7,5 puanı uygun görüyorum.
To counter and groove in e minor’da 2.45-3.00 arasındaki bölüm çalışmaktan en keyif aldığım alternate picking egzersiziydi. 3.00-3.15 arası da en sevdiğim legato egzersiziydi. Daha akor basmayı bilmeyen 1 aylık gitaristken geri zekalı gibi götüme güvenip “ben bunu seviyorum, bunu çalıcam ulan” deyip bıkmadan usanmadan 2-3 ay boyunca sadece bu 30 saniyeye çalışmıştım. Epey faydası olmuştu o dönem, “bunu 130 bpmde nası çalabilirim” diye 700 farklı pena tutuşu denemiştim. Gece gece güzel nostalji yaşattı şimdi. Özlemişim la.
Abi bildiğin deli işi bu albüm. Yani öyle “OFF DELİ ÇALIYOLAR YAA” değil. Bildiğin, saf, katıksız deli bu herifler. Zaten Bobby’nin davul çalarken resmen vücudunu sektirmesinden de belli oluyor adamlardaki gariplik.
Ya bi gidin saçmalamayın ya.
8.
tek kelime: başyapıt! 9.5/10
O değil de ben arabada falan dinleyemiyorum, ona üzülüyorum en çok. Hep yolları şaşırıyorum, şeritte düz gidemiyorum spastic ink çalarken.
yalnız ben youtube’a girebilmeme rağmen bu sayfadaki videoları acılmıyor bende. youtube-nocookie.com adresinden alınmış galiba videolar. o sayfaya ulaşamıyor bilgisayarım. videoları izleyemedim bi türlü
12.06.2010
@özgür, o sayfadan alınmadı ama bi şeyi değiştirdim, şimdi ulaşabilmen lazım.
12.06.2010
@Ahmet Saraçoğlu, tamamdır şimdi açıldı. eyvallah.
12.06.2010
@özgür, açılmaz olaydı da izlemez olaydım böyle videolar.
şu albümü 2003 yılında dinlesem belki hastası olurdum (oldum da zaten) ama zaman geçiyor, fikirler değişiyor. artık spastic ink gibi, spiral architect gibi grupların (ve zibil gibi türevlerinin) ne yapmak istediğini daha doğrusu nereye varmak istediğini anlamakta güçlük çekiyorum. kompozisyon-hissiyat-müzikalite ve teknik dengesinde ipin ucunu kaçırdığın zaman olay bir anda şova dönüyor. müzik değil de bir tür spor izlediğin duygusuna kapılıyorsun. mick barr gibi adamlar mesela bu olayın bokunu çıkarırsan nereye varacağın konusunda süper fikir veriyor. neydi şimdi bu diyip kapatıyorsun. ( http://www.youtube.com/watch?v=-plG6mmyI_I )
tabi bundan watchtower yeni albüm çıkarınca almam sonucunu çıkarmamak lazım. haliyle bulur bulmaz atlarım ama bu biraz da eski günlerin hatırına olur. yoksa eskisi gibi playera koyup aylarca dinleyebileceğimi sanmıyorum. bu türü sıkılmadan dinleyebilmek için çok çok usta bir bestecilik lazım. bestecilikten de kastım sadece armoni uyumu değil. su gibi akan bir albüm olması lazım. bu şart sağlanamazsa ne kadar usta enstrüman kullanımı olursa olsun artık bende 5-6 tur anca döner, sonra rafta tozlanmaya terkedilir.
Jarzombek biraderler müziğin başına gelmiş en kaçık ikili. Teknik mastürbasyonun ötesinde, çok farklı kafada bişey yaptıklarını düşünüyorum bunların, denge bırakmayan bi müzikleri var. Ama Spastic Ink, Watchtower ve Blotted Science’ın yanında başarısız bir girişimdir bana kalırsa. Fusion yedirilmiş albümler içerisinde Bozzio Levin Stevens favorimdir kesinlikle, her ne kadar metale yakın bir proje olmasa da.
Yeni bir davulcu adayı olarak direk en alttaki şarkıyı açtım ve inanılmaz şeyler duyacağımı sandım.Yanılmışım.Ben bunu daha öncede dinledim.Rat Salat’ın aynısı bu.Tek gitar riff’i üstüne dönen bateri atakları[Ya da solosu].Aynı şarkı işte.Sadece Rat Salat’ın olduğu zamanlarda ikili pedalı daha icat etmemişti Thomas Edison (:
abi adamlar ders vermiş resmen ya üzerine tanımam 10/10
daha önceden 3 aşağı 5 yukarı ne olduğunu biliyodum bu projenin, ama adamakıllı bi baştan sona dinleyeyim dedim bugünlerde ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum şimdi de. öncelikle ilk şarkılar insanın suratında sırıtma ifadesi yaratıyor gerçekten, tabii bunun sebebi dinlerken yakaladığımız zeka pırıltıları. albümdeki en iyi şarkıların 4,1 ve 2. şarkılar olduğunu düşünüyorum. ama sonlara doğru, dinlerken sıkıldığımı hissettim açıkçası. az önce de a wild hare ve the cereal mouse’u klipleriyle birlikte izleyince adamlara duyduğum saygı biraz daha arttı. misal, klibi izlemeden önce a wild hare’de niye öyle kesik kesik saçma, sıkıcı gitar melodileri var ki diye düşünürken, şimdi o bölümlerin çizgi filmdeki konuşma bölümleri olduğunu öğrendim.
ANCAK…şimdi ortada inanılmaz bir bateri, bas gitar ve kendine özgü bir gitaristlik ve oldukça orjinal bir fikrin üstüne kurulmuş şarkılar var. a wild hare klibi bile başlı başına dahiyane bir çalışma, ama bu kadar ilginçliğe ve orjinalliğe rağmen bu albüme 8 puan vermem için, içerik olarak beni eğlendirmesi gerekiyor, dinlerken bildiğin keyif almam gerekiyor. bu albüm tekrar tekrar sırf ayrı ayrı bateri ve bas gitar için dinlenebilir olsa da, eğer albümün geneli yukarda bahsettiğim 1,2,4. şarkılar kalitesinde olsaydı albümden daha memnun bi şekilde ayrılırdım. dün gece albümü 3 veya 4. kez dinledikten sonra sırf “ulan 8 puan vermek istiyorum böyle orjinal bir albüme, hadi ikna et beni” diyerekten bir kez daha dinledim ama ne yapsam da yapılan işi beğensem de albümün tümünden keyif alamadığım için üzülerekten 7,5 puanı uygun görüyorum.
To counter and groove in e minor’da 2.45-3.00 arasındaki bölüm çalışmaktan en keyif aldığım alternate picking egzersiziydi. 3.00-3.15 arası da en sevdiğim legato egzersiziydi. Daha akor basmayı bilmeyen 1 aylık gitaristken geri zekalı gibi götüme güvenip “ben bunu seviyorum, bunu çalıcam ulan” deyip bıkmadan usanmadan 2-3 ay boyunca sadece bu 30 saniyeye çalışmıştım. Epey faydası olmuştu o dönem, “bunu 130 bpmde nası çalabilirim” diye 700 farklı pena tutuşu denemiştim. Gece gece güzel nostalji yaşattı şimdi. Özlemişim la.