Tam şu anda yanınıza biri gelse, “Al sana sonsuz yaşama izni, bunlar da gerekli evraklar, gel Hollanda’ya yerleş” dese, kaçınız “Hayır almayayım” derdi? Olaya multi-milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşılmadığı sürece böylesine cennet bir ülkeye kim kayıtsız kalabilir ki? Dünya’nın geleceği üzerine döndürülen teorilerin çoğunun gidişata göre Hollanda’nın sular altında kalacağına değinilmesinden midir nedir, son yıllarını yaşadıklarını düşünen bu güzel kardeşlerimiz her günlerini adeta bir parti havasında, bir “carpe diem beybi” modunda, çılgınca yaşıyorlar ve eminim ki bu pek çoğumuz için pek bir cezbedici oluyor. Tıpkı bir diğer hayaller ülkesi olan Amerika’dan bu güzel ülkeye yerleşmiş olan Jaya the Cat elemanları gibi.
Hollanda diyince akla gelen pek çok öğeyi müziklerinde hissettiğiniz, şarkı sözlerinde karşılaştığınız bir grup Jaya the Cat. Rock, punk ve reggae’nin hastası olan, ska’ya da “eh o da olur” diyen bünyeler için adeta orgazm gibi bir müzik vaat ediyorlar ve türler her ne kadar birbirine yakın olsalar da, hem hepsini bir anda harmanlaması mantıken zor olmasına, hem de bu tarzda pek fazla grup olmadığı için örnek alacağı bir grup olmamasına rağmen mükemmel bir iş çıkarttıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Daha önceki iki albümleri işin daha çok punk yanına yoğunlaşıyor olsa da bu albümde ibreyi biraz daha reggae’ye kaydırmışlar ve açıkça söyleyebilirim ki önceki iki albümden birkaç gömlek daha kaliteli bir eser ortaya koymuşlar. Punk’ın serseriliği ve liriklerindeki politik eleştirilerini alın, reggae’nin serinliği ve güzel kafasıyla karıştırın, rock’ın karşı koyulamaz birleştirici gücü ve kudretini de sos olarak kullanın, sonuç olarak kendinizi sahilde uzanmış, en sevdiğiniz kırmızı etin üzerine içimi tatlı mı tatlı bir içki içtiğiniz tadı veren Jaya the Cat’i elde edersiniz. Şu son cümlemin uzunluğu bile Jaya the Cat’in rahatlığı ve serinliğine gölge düşürebilir ancak grubun adını ilk defa duyuyorsanız, grubu en iyi bu şekilde tanıtabilirim diye düşünüyorum.
Hava yeni yeni kararmış, yavaş yavaş insanların mekanı doldurduğu ve birazdan partinin (parti dediğim de her yerin bikinili sarışın kızlarla dolu olduğu, koca göğüslerden ve lüksten geçilmeyen cinsten değil de, daha çok salaş takılanlara hitap eden türden) başlayacağını haber verir gibi bir enstrumantalle başlayan albüm, kimi zaman politik olarak tehditkar ve iğneleyici bir havaya bürünse de çoğunlukla “Hepimiz sorunların farkındayız ancak sürekli bunları düşünerek nereye varabiliriz, arada kafayı dağıtmak da gerek” atmosferinden de pek uzağa gitmiyor. Hangi müzik türü olursa olsun, kafalarındaki mesajı daha sözleri duymadan dinleyicinin kafasında müzikleriyle canlandırabilen herhangi bir grup, benim gözümde maça ilk 5 dakikada en az 2 gol atarak başlamıştır. Jaya the Cat de bu gruplardan ve skorerleri de bol maşallah.
Skorerler demişken elemanlara da yavaş yavaş geçebiliriz. Açıkçası albümün iki adet yıldızı var. Birincisi yaptıkları müziğe harika bir şekilde uyan vokaliyle ve albümün başından sonuna dek neredeyse hiç susturmadığı reggae gitarıyla vokal/gitar Geoff Lagadec. Artık yıllardır tüttürdüklerinden midir, içtiği tonla içkiden midir bilmiyorum ama öyle enfes çatallı bir sesi var ki Geoff dayının, hani başka bir müzik türünde dinlense sesi öyle ahım şahım gelmeyebilir ancak reggae, punk ve rock’ı birleştiren, bir de Hollanda’da yaşayan bir grup için başka bir ses düşünülemez.
Albümün bana göre ikinci yıldızıysa diğer gitarist Jordi Nieuwenburg. Pek sık ortaya çıkmasa da şarkılara yedirmesi gerektiği zamanı harika bir şekilde tutturduğu distortion’lı gitarı ve her biri ayrı ayrı tatlı olan melodileriyle albümün böylesine serin ve rahat olmasını sağlayan ikinci kişi olduğunu söyleyebilirim. Tabii bunlar aslında Geoff’ın fikirleri olabilir ancak kendisinin de adı geçsin, çalan o sonuçta. Kralsın Jordi.
Tabii şimdiye kadar bu iki kişiye yoğunlaşmam, grup elemanlarının geri kalanının çöp olduğu anlamına gelmiyor. Böyle bir müzik tarzında kişisel becerilerden öte, grubun amaçladığı sound’a ne kadar uygun çalındığı ve aralarındaki uyum önemli olduğu için kendileri için pek söylenecek bir şey yok ancak aralarındaki uyumun gayet iyi düzeyde ve amaçlanan sound’a uygun hareket ettiklerini söyleyebilirim. Jan Jaap, değişik tonlarda çaldığı klavyesiyle dikkat çekerken, Jeroen Kok basıyla, eski bir Shadows Fall davulcusu olan ve gruba katıldığı andan itibaren talihlerinin olumlu yönde değişmesine neden olan David Germain ise davuluyla sağlam bir ritim ikilisi oluşturuyorlar.
Sonuç olarak Jaya the Cat baştan sona kolay dinlenen, yormayan, sıkmayan, basit ama eğlenceli bir müzik sunuyor. Bu albümleri de, hayatını metalden başkalarına kapatmayanların mutlaka beğeneceği, süper bir albüm olmuş.
Özellikle Blur, Hello Hangover, Pass the Ammunation, Night Bus, Goverment Center ve artık iyice pop’a yaklaşsa da yine de gayet kaliteli bir kapanış şarkısı olan ve partinin bitişini haber veren Closing Time’a dikkat diyor, bu albümü de biraz kafa dağıtmak isteyen herkese tavsiye ediyorum.
Kadro Geoff Lagadec: Vokal, gitar
Jordi Nieuwenburg: Gitar
Jeroen Kok: Bas
Jan Jaap Onverwagt: Klavye, bas
David "the Germ" Germain: Davul
Şarkılar 1. Hold My Beer And Watch This
2. Blur
3. Goodmorning
4. Thank You Reggae
5. Hello Hangover
6. Mistake
7. Chemical Salvation
8. Pass the Ammunation
9. Night Bus
10. The Carnival
11. Voice of the Poor
12. Government Center
13. Closing Time
Hollanda diyince kanım ısındı hemen :D Şarkılar da hoş.Albümü ‘edinip’ dinlemeli.
Bir de bunun bir üst versiyonu (daha serti) reggea ile metal’i harmanlayan skindred diye ingiliz bir grup var.Dinlemesi çok zevkli ve eğlenceli.
karga karga gak dedi.
11.03.2010
HAHAHAHAH
mükemmelmiş.
nutkum tutuldu başka bişey diyemedim, mükemmelmiş.