Hatice Yıldız Levent kimdir desem aramızdan kimse bilmez sanırım. “Kim lan bu Hatice?” der, “Biz metal için bakmıştık” falan der en fazla. Ama Muazzez Ersoy desem herkes bilir. Neden, çünkü Muazzez Abacı ve Bülent Ersoy gibi duayenlerin isimlerinden oluşan bir isimdir, Hatice Yıldız Levent’in sahne ismidir.
ANGELCORPSE da, görüleceği üzere death metalin en büyük isimlerinden MORBID ANGEL ve CANNIBAL CORPSE’un isimlerinin birleşmesinden çıkmış bir isimle ortamlara çıkan bir grup.
Herhangi bir yazıya bundan daha mal bir giriş yapmışlığım var mı emin değilim. Neyse devam edelim.
1995 kurumlu Amerikalı death metal grubu ANGELCORPSE’tan bahsetmek istiyorum bugün. Missourili grup faaliyete geçtikten sonraki dört sene içinde üç albüm yayınlamış, sonra biraz sürüncemede kalıp 2000′de dağılmış, 2006 civarında tekrar birleşip bir albüm çıkardıktan sonra tekrardan, bu sefer ebediyen dağılmıştı.
ANGELCORPSE’la ilgili tüm yorumlarda rastlayabileceğiniz şey, grubun klasik Amerikan death metaline oranla daha agresif, daha vahşi bir müzik yapıyor oluşu. Teknik death metal olmayan, brutal death metal de olmayan, bir çeşit vahşi, çirkin, ve bu çirkinliğinden dolayı “blackened death metal” olarak da anılan ve Trey Azagthoth’un da sevdiğini söylediği bir grup ANGELCORPSE.
Bahsetmeye çalıştığım albüm, çıkışından kısa süre sonra tesadüfen keşfettiğim ve o günden bu yana düzenli olarak dinlediğim, gayet hırpani, nasıl desem, ısıran bir albüm. Yedi telli gitarların bu ısırıcılığı sağlayan kırçıllı tonu ve albümün genel olarak sahip olduğu ve müziğin kişiliğini oluşturma adına yararlı olan kaotik boğukluk, ANGELCORPSE müziğindeki karakteri yansıtan elementler olarak göze çarpıyor. MORBID ANGEL’dan alışık olduğumuz o zehirli havayı soluyan, ancak zaman zaman ağırlaşan MORBID ANGEL’ın aksine yırtıcılıktan ödün vermeyen grup, “The Inexorable”la kariyerinin zirve albümünü yapmıştı.
Bu albüm itibariyle içerisinde yüz elli bin farklı grupta çalmışlığı olan hayvan davulcu Tony Laureano’yu da barındıran ANGELCORPSE, “The Inexorable”da gayet taşaklı bir müzisyenlik sergiliyor. Kazımasyon gitar, kaotik davullar ve ANGELCORPSE’un bu bahsettiğim ısırma durumunun müsebbibi bas gitarist Pete Helmkamp’ın vokalleri, grubun en ayrıştırıcı özellikleri.
Logosundan da anlaşılacağı üzere din karşıtı ve kıyamet ne güzel temalı konseptleri olan grup, imaj olarak da gayet sert ve satanik bir yaklaşım sergiliyor. Buna rağmen şeytanın köpeğiyiz, inananlara gülüp geçen çok sofistike insanlarız türevi bir durum da yok. İçine okült tatlar da kattıkları birtakım sözleri var, çok da üstünde durulası şeyler değil.
Sayfadaki üç şarkı bence albümün en iyi şarkıları. Özellikle Begotten, bir death metal hiti olarak gördüğüm, ilk duyduğum anda beri bayıldığım, ANGELCORPSE’u tanımayanlara da ilk önereceğim parça. Bu şarkıları sevdiyseniz ve grubu merak ederseniz Wolflust ve Smoldering in Exile adlı şarkılarını da dinlemenizi, oradan da albüme atlamanızı tavsiye edebilirim.
Son paragrafa geldiğimde “The Inexorable”, sert ama cici prodüksiyonlu death metal gruplarına tezat oluşturacak düzeyde kaotik, et koparan ve çirkin tarzıyla ünlenen ANGELCORPSE’un en iyi albümü. İnternette gördüğüm üzere hatırı sayılır düzeyde kemik bir hayran kitlesi de olan “The Inexorable”ı, adından da anlaşıldığı üzere death metalin elitist yüzünden ziyade amansız ve can yakan tarafını sevenlere öneriyorum.
Kadro Pete Helmkamp: Bas, vokal
Gene Palubicki: Gitar
Tony Laureano: Davul
Şarkılar 01. Stormgods Unbound
02. Smoldering In Exile
03. Reaver
04. Wolflust
05. As Predator To Prey
06. Solar Wills
07. Begotten (Through Blood & Flame)
08. The Fall Of The Idols Of Flesh
09. When Abyss Winds Return (Bonus)
10. Desecration of Virgin (SARCOFAGO cover'ı) (Bonus)
girişte mavi ekran vermek ve yazıya devam edememek. bu absürtlüğe yoldaş olsun diye it’s always sunny in philadelphia’yı açıp dayman şarkısını dinlemek.
baştaki hayati değer taşıyan “ilginç bilgiler”i aldıktan sonra geri kalan kısmı teferruat geldi bana.. bu albümlerini dinledğimi hatırlamıyrum ama john longstreth’in çaldığı albümleri dinlemiştim. özellikle Exterminate favorim. kanımca morbid angel worhsip olayını en iyi yapan gruptu. bi röpörtajında Tony Laureano’nun da çaldığı üç yüz elli bin grup arasında favorilerinden birisi olduğunu okumuştum.
girişte mavi ekran vermek ve yazıya devam edememek. bu absürtlüğe yoldaş olsun diye it’s always sunny in philadelphia’yı açıp dayman şarkısını dinlemek.
baştaki hayati değer taşıyan “ilginç bilgiler”i aldıktan sonra geri kalan kısmı teferruat geldi bana.. bu albümlerini dinledğimi hatırlamıyrum ama john longstreth’in çaldığı albümleri dinlemiştim. özellikle Exterminate favorim. kanımca morbid angel worhsip olayını en iyi yapan gruptu. bi röpörtajında Tony Laureano’nun da çaldığı üç yüz elli bin grup arasında favorilerinden birisi olduğunu okumuştum.
Mükemmel bir grup. Mükemmel bir albüm… 1 haftadır bu albümden başka bir şey dinlemedim neredeyse…
10 puanlar şelale olsun
Bu albümün hakkı 10 puandır, aşağısı değil